Neyzen Tevfiki bir arkadaşı sinemaya götürmüş,izledikleri ‘yerli film’den sonra arkadaşı Neyzene filmle ilgili fikrini sormuş;iyi miydi,kötü müydü,beğendin mi beğenmedin mi diye.
Neyzen, esas oğlan esas kızı önce kurtardı,sonra tuttu kendisi becerdi diye cevaplamış arkadaşını.
Bu ülkede çekilen ilk film 14 kasım 1914de Fuat Uzkınay’ın çektiği film olarak görülür,nereden baksan 100 yıla yakın bir sinema tarihimiz var ama tüm zamanların ratingi en yüksek filmi Neyzenin de izlediği zaman zaman oyuncuları ve kurgusu değişebilen ancak konusu hiç değişmeyen bu film olmuştur ve mealen Neyzenin deyişiyle aynı hamam aynı tas ve fakat bir varsa kurna değişmiştir bu filmde.
Filmde işlerin yolunda gitmesini engelleyen kötü insanlar;suçlular,düşmanlar var.Bunun mutlaka olmak gereği vardır.Belli bir yasallık çizgisinin dışından hareket eden bu suçlu kişiler eğer gerçekten yoksa bile gerek senaryo yazarları ve gerekse yönetmenler tarafından imal edilmek zorundadır.Gerek maddi,gerekse de manevi anlamda hayatını tehdit eden büyük bir tehlike esas kıza hissettirilmeli ki esas kız kendini bekleyen akibetine doğru adeta gönüllü bir biçimde yol alsın,iki ucu boklu değneğin bir ucundan tutsun,naçiz bedenini çekiştiren ellerin emin eller olduğuyla avunsun.
Fakat vicdan sahibi,suret-i haktan yana entelektüel seyirciler de vardır.onlar bu filmde suçlu olarak gösterilen kişilerin gerçekten suçlu olmama ihtimallerini ya da yeterince suçlu olup olmamalarını kurcalarlar,filmdeki adalet sarayından adalet beklerler.Sarayların tarihiyle hapishanelerin tarihinin bir ve aynı tarih olduğunu,birinin olmasının ancak ötekisi de olunca mümkün olduğunu bile bile bu adalet illüzyonuna kendilerini bir umut diyerek kaptırırlar.
11 Ocak 2012 Çarşamba
sadi tekelioğlu anlatıyor

Devre arası kampı için Antalya'ya gittik...Çalışmalar sıkı bir şekilde devam ederken beklediğim haber geldi:
"Müjde... Oğlun oldu..."
Bu haber ile de dünyalar benim oldu... Bir kız evladından sonra Allah bana bir erkek evlat nasip etti.
Kampta çok duygusal, çok güzel bir ortam oluştu... Tüm futbolcu kardeşlerim, Erkan hocam ve yöneticilerimiz ile bu mutluluğu paylaştık...
İyi de çocuğumun adını ne koyacaktım?.. Hiç düşünmemiştim bunu...
O ortamda futbolculardan bir teklif geldi:
"Hocam, oynayacağımız ilk maçta ilk golü atacak futbolcunun adını çocuğunuza verin..."
İlginçti... Hem de çok ilginç... Üstelik futbolcularımın hatırını kıracak değildim ya...
Metin Diyadin ve Avni başta olmak üzere futbolcular biraz daha bastırınca sözümü verdim:
"Tamam arkadaşlar... Golü atacak futbolcuya çocuğumun adını vereceğim..."
Kamp boyunca artık bu mevzu konuşulmaya başlandı.
Laf aramızda ilk golü Olkan'ın atmasını istiyordum... İleri uçta oynayan Olkan'ı sevmem bir yana... İsmi de çok güzeldi.
Nihayet ilk maça çıktık... Rakibimiz İskenderunspor idi.
7 Ocak 2012 Cumartesi
hepimiz kardeşiz, tolstoy

...
Duyarlı bir vicdana sahip bir insan, böylesi bir yaşamı acı çekmeden yaşayamaz.Bu acıdan kurtulmanın tek yolu vicdanı susturmaktır; bu konuda bazıları başarılı olsalar da korkularını bastırmayı başaramazlar.
Tanrı'nın Egemenliği İçinizdedir
Lev Tolstoy
6 Ocak 2012 Cuma
zebercet'in cehennemi
...Yusuf Atılgan'ın o tanıdık, yumuşak sesi doldurmuştu odayı:
"Zebercet" dedi, "doğru söylüyor konuğun, senden ne tiksindim, ne de nefret ettim.Severek yarattım seni.Bilesin ki 'sefil, iğrenç' diye nitelendirdiğin o hayatı, ben yaşatmadım sana.Sen kendin seçtin.Senin seçimin doğrultusunda yoğurdum hamurunu.Yaşam herkese kurduğu gibi sana da tuzaklar kurdu.Bu yüzden yaralı bir hayvanın inine sığındığı gibi sen de oteline sığındın.Dış dünya seni, sen de dış dünyayı dışladın.Bu dışlanmışlığın sende yarattığı puslu havayı sezdirmek istedim; elbette bu havanın yol açtığı varoluşsal zehirlenmeyi, içsel cehennemi de...Bu zehirlenme, içindeki cehennem neler yaptırdı sana?Nelere sürükledi seni?Bunlar romanın anahtar sorularıdır.Sorunun yanıtını çarpıtmadan anlat konuğuna.
...
-İkiye ayırıyordum insanları: Otelin dışındakiler, otele gelenler.Dışarıdakiler, beni horlayan aşağılayanlardı; bakışlarında alınganlığım, kırılganlığım yatardı.Korkar kaçardım onlardan.Otele gelenlerse, dışarıdakiler gibi değildi; ama onlarla da konuşmam, kimlik bilgilerini almaktan öteye geçmezdi.
...
Onun bakışlarında beni küçümsemeyen bir ışık vardı; sesinde de.İçimdeki cehennemden kurtaracaktı beni, kurtarıcım olacaktı, ama gelmedi işte...
Zebercet'in Cehennemi
Emin Özdemir
Kitap-lık, Ekim 2010
bayramlarda ellerini öp, a ! pirana, mehmet işten
“masumiyet
kaybedilen değil, kazanılan bir şeydir”
sana demir
atacaklar çocuğum... her sözle uzaklaşacaksın benden... uzlaşacaksın
kilometrelerce... yüzlerce, yüz binlerce ceset girecek aramıza... bana
dönme!... o cesetlere basacaksan... sakın dönme... orda kal!... haritalarda
açık maviyle gösterilen yerlerde... okyanusları bulandırmaya gücün yetmeyecekse
kıyıda kal...
normalin bahçesinde...
seni;
yaldızlı pekiyilerin, seni; kırmızı kordelaların, seni; öğretmen olacağın için
getirdiler dünyaya... sen, onlara bunu yapamazsın... sen, boşa geçmiş hayatlarının
tesellisi, hayatı tanıyamamalarının tecellisisin... unutma, saçlarını süpürge
ettiler. unutma, hasta olduğunda başında beklediler... unutma, başkalarıyla
yatmadılar; hayat bilgisi kitabında bir mutlu aile karikatürü olarak yaşadılar
ömürlerini. şimdi hakları değil mi çocuklarının tablosunu seyretmek.
ibn hafîf

"Hacca gitmek üzere yola çıktım, Bağdat'a uğradım.İçimde (bazı) sufilerin kendine güvenme hali vardı; bu sebeple kırk gün yemek yemedim, Bağdat'tan Cüneyd'i ziyaret etmeden çıktım, Zübale bölgesine kadar su da içmedim, abdestimi de hiç bozmamıştım.Bir kuyunun başında su içen bir ceylan gördüm, ben de çok susamıştım.Kuyuya yaklaştığımda ceylan benden ürküp kaçtı.Kuyunun başına geldiğimde baktım ki su dibine çekilmiş.Su içemeden yoluma devam ettim.Yolda,
-Ey Rabbim, bana ne oldu ki bir ceylan kadar katında kıymetim yok, dedim.O sırada arkamdan
-Biz seni denedik.Sen sabretmedin.Dön suyunu iç, diye bir ses işittim.Geri döndüm, baktım ki kuyu ağzına kadar su dolu.Su kırbamı doldurdum; yolda ondan içtim, abdest aldım, Medine'ye kadar onu kullandığım halde bitmedi.Kuyudan su alırken şöyle bir ses işittim:
-Ceylan su alacak kabı ve çekecek ipi olmadan geldi, bize güvendi; biz de kendisini suladık.Sen ise su kabın ve ipinle birlikte geldin ve onlara güvendin, bunun için eli boş döndün.
Hacdan dönünce camiye gittim ve Cüneyd-i Bağdadi'ye uğradı.Cüneyd beni görünce (yoldaki halimi keşifle bilip)
-Eğer sabretseydin (kuyudan değil) ayaklarının altından su çıkardı; keşke biraz sabretseydin, dedi..
Bir Sofrada Yüz Derviş
Sufilerden Rızık Menkıbeleri
4 Ocak 2012 Çarşamba
mühürlenmiş zaman
Anılar bizi saldırılara açık, acı çekmeye hazır kılar.
*
İlkelerine bir kere ihanet eden bir insan bir daha hayata karşı lekesiz bir tavır alamaz.
*
Nostalghia üzerinde .çalışırken bu filme baştan sona damgasını vuran o kasvetli, çaresiz hüznün benim hayatımın da bir parçası olacağını nereden bilebilirdim ki?
*
Bir insanın sahip olduğu en önemli şey, gönül rahatlığıyla hayatın tadını çıkarmasını engelleyen huzursuz bir vicdandır.
*
Doğa ne kadar doğal bir şekilde çekime girerse elde edilen görüntü de o kadar saygın olacaktır.
*
Aslında bütün uygarlaşma sürecinde insanlara verilen tek şey, dünyayı kurtarmak ve kendi durumunu düzeltmek konusunda ideologların ve siyasetçilerin bu kez 'en doğrusu' olmasıyla yumurtladıkları öneriler olmuştur.
Mühürlenmiş Zaman
Andrey Tarkovski
*
İlkelerine bir kere ihanet eden bir insan bir daha hayata karşı lekesiz bir tavır alamaz.
*
Nostalghia üzerinde .çalışırken bu filme baştan sona damgasını vuran o kasvetli, çaresiz hüznün benim hayatımın da bir parçası olacağını nereden bilebilirdim ki?
*
Bir insanın sahip olduğu en önemli şey, gönül rahatlığıyla hayatın tadını çıkarmasını engelleyen huzursuz bir vicdandır.
*
Doğa ne kadar doğal bir şekilde çekime girerse elde edilen görüntü de o kadar saygın olacaktır.
*
Aslında bütün uygarlaşma sürecinde insanlara verilen tek şey, dünyayı kurtarmak ve kendi durumunu düzeltmek konusunda ideologların ve siyasetçilerin bu kez 'en doğrusu' olmasıyla yumurtladıkları öneriler olmuştur.
Mühürlenmiş Zaman
Andrey Tarkovski
1 Ocak 2012 Pazar
29 aralık 2011
Sağda
Gider
Dört
Eşek
Dördü de
Gaz
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Dördü de
Tuz
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Dördü de
Bez
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Deh
Gaz
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Yuh
Bez
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Çüş
Tuz
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Ört ki
Ölek
sağdıcım
Ört ki
Ölek...
Enver GÖKÇE
26 Aralık 2011 Pazartesi
öyle topçu ismi olur mu, tanıl bora

İsimlerin soy kütüğü de önemli. Tabii, Metin adlı her topçunun, 'Taçsız Kral Metin Oktay' veya 'Sarı Fırtına Metin Tekin'ın hatırasıyla boğuşmasını beklemek haksızlık olur. Gerçi İslâm Çupi, Suat Kaya'yı, Suat Mamat'ın soylu hatırasından azâde düşünemediğini yazmıştı ama...
İsimlerin 'futbolcu ismi' olmaya uygunluğuyla ilgili önyargı ve sezileri yabana atmayın. Lâkin boşa da çıkabilir. Galatasaray'da parlak bir kariyer yapan Hamza Hamzaoğlu'nun İzmirspor'dan gelip forma giydiği ilk TSYD maçının ertesi günü otobüste tanık olduğum bir sohbeti hatırlıyorum. Delikanlının biri, "Hamza diye futbolcu ismi olmaz oğlum" diye kesip atıyordu. Şimdi de genç Cimbomlu Mülayim, ismiyle ilgili anlaşılabilir önyargılarla karşı karşıya..
Kârhanede Romantizm
Tanıl Bora
21 Aralık 2011 Çarşamba
hakkâri'de bir mevsim, ferit edgü
Ya da herkes herkesi tanıyor.
Ben hariç.
Kendi dahil, kimseyi tanımayan ben hariç
***
Güz olur, kış olur
Bahar olur, yaz olur
Yaban ellerde gün olur
Bizi de burda bulur
***
Kimi yerde kendi sesini bile yadsıması gerekebilir insanın.
Dayanası kalmadığı kendi sesini.
***
Bitti hocam, resimler bitti, cümleler bitti, sobadaki tezek bitti
Üşümeye başladık.
***
Kentleri, köyleri, yedi iklimi, dört bucağı
İnsanların tarihini, coğrafyasını, aritmetiğini öğrenmeden önce
Yazgısını öğrenelim insanların.
***
Sizin dünyanız aklı başında insanların dünyası ise bırakın ben çıldırayım...
***
Hakkâri'de Bir Mevsim
Ferit Edgü
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)