18 Mart 2017 Cumartesi

scarecrow (1973)


Scarecrow (1973), Jery Schatzberg
Al Pacino
Gene Hackman




-Max, korkuluğun hikayesini biliyor musun?
-Hayır.
-Kargalar korkuluktan korkuyor mu sence?
-Evet, bence korkuyorlar. Neden?
-Hayır, inan bana korkmuyorlar.
-Hayır, kargalar korkuyor.
-Hayır.Kargalar gülüyor.
-Palavra.
-Bu doğru. Kargalar gülüyor.Çiftçi bir korkuluk dikiyor, başında komik bir şapkası var. Suratı da gülünç.Kargalar gelip görüyorlar.Korkuluk onlara komik geliyor, güldürüyor.
-Kahrolası kargalar gülüyor mu?
-Doğru.Kıçlarıyla gülüyorlar.Sonra şöyle diyorlar: "Bizim ihtiyar çiftçi Jones çok iyi bir adam.Bizi güldürdü.Biz de artık onu rahatsız etmeyelim."
-Kahrolası kargalar gülüyor demek.
-Gülüyorlar.
-Sana bir şey söyleyeyim.Bu, duyduğum en zırva şey.
-Ama doğru.Kıçlarıyla gülüyorlar.
-Kargalar gülüyor mu?
-Evet dostum.
-Herhâlde balıklar da şiir okuyor.
-Bence de.
-Domuzlar da banço mu çalıyor?Köpekler de hokey oynuyor herhâlde, değil mi?Ve Kargalar gülüyor.
-Kargalar gülüyor. Evet.
-Hapiste de hikayeler dinledim.Hem de ne atmasyon hikayeler.Ama oradaki adamlar, hikayenin zırvadan ibaret olduğunu itiraf edecek kadar terbiyeliydiler.Anlıyor musun?Sadece palavra. Aslında onlar hikayenin palavra olmasıyla övünüyorlardı.Ama "Kargalar gülüyor" mu?Yapma kardeşim.





ot oğlanı, pera mera, murat yalçın


...Ahıra inen merdivenle büyük ahır kapısının ortasında, sağ ötede tavanın ana kirişlerini destekleyen bir direk vardı.Bu direk senin gözünde evin görmüş geçirmiş bir büyüğüydü.Babaannen babanı, amcalarını bu direğe bağlayarak cezalandırırmış.Ahmet Rasim'in Falaka hikayesi ile birleştirirdin bu geçmiş zaman işkencelerini.Yıllar sonra okuduğun çizgi romanlarda (Zagor, Kaptan Swing, Texas) ne zaman kahramanın yakalanıp direğe bağlansa gözünün önüne gelen bir direkti bu.Şimdilerde, "En akıllımız direğe bağlı" lafının ağzından düşmemesi de bu direkle ilgili, bu direğe bağlı olmasın.

Dümdüz, kapkara, çatlaklarla dolu direk evin iki cansız sakininden biriydi.Öbürü üst katta, daha kısa, daha ince, daha sıradan bir direkti.Adak ağacı kılığındaydı; derde devadan gayrı her şey vardı üstündeki iri başlı çivilerde, ucu kancalı mıhlarda...
...

Bir şey aranıp soruldu, "Direğe baktın mı?", "Direkte asılıydı geçenlerde", "Gelinin oraya astığını gördüm", "Orada yoksa hiç bana sorma", Eve gelir gelmez direğe assanız ya kızım", "Vaktiyle direğe assaydın şimdi aramazdın", "Orada koca direk dururken başka yere koymak acaba bilmem ki hangi akla hizmet", Yahu bir torba mıh asılı direkte, yer yoktu da laf mı.Çak mıhı as torbayı, Allah Allah", "Koca direk yetmedi de bahçede mi bıraktın makası.Bağa gideceğimi söylemiştim ya.Yarın sabah ben evden çıkmadan vakitlice gider getirirsin.Onu bunu bilmem", "Bana sorma direğe bak.Ordaysa ordadır", "Direğin dibine koy bakraçları.Ayakaltına bırakma.Geçen kavalkemiğimi çarptım kenarına, hala mosmor", Boyun yetmediyse dibine bıraksaydın yahu.Akşam gelince söylersin yerine asarız", "Direğe baktım bulamadım", "Direğe iyice bak, orada yoksa anana sor.Kaybettiyseniz bilmem, ne haliniz varsa görün", "Muammer'in evi de direkte", "Galiyar'ın anahtarını başka yere koyduğumu hiç gördün mü?Direktedir.Başka nerde olacak."

Bütün bir hayat, bütün bir dünya bu sıradan, biri ahırda biri üst katın avlusundaki kara kuru iki kereste parçasının çevresinde dönmekteydi.Senin tiyatron, senin eğlencen de işte bu "direkler arası"ndaydı.Hayat oyununu erken görmüş bir çocuktun.
...
"Yağır" sözcüğü çocuk dünyanda "yük ağır" sözünün kısaltılmışıydı.Ne de olsa ağır yüklerdi yağırı yapan.Yıllar sonra çekilecek tırnaklarının açtığı yara seni aylarca beyaz eşeğinizin acılarına ortak etmişti.Acıdan ilk kez aklın çıkmış, bayılıp yere yığılmıştın.Yarayı öğrenmiş bir çocuktun artık.

...

Murat Yalçın
Ot Oğlanı
Pera Mera

17 Mart 2017 Cuma

jim jarmusch hikayeleri & sinema

 ...Bilmiyorum, ben dışarıda kalmış, daha önce de söylediğim gibi gözünü hırs bürümüş ve aklı fikri yukarılara tırmanmak olmayan insanlar hakkındaki hikayelerle ilgileniyorum.
---
Ben hayata çok kurgulanmış ve büyük bir dramatik hikaye olarak bakmıyorum; şansınıza, tesadüflere ve duygusal durumunuza bağlı olarak, yorumladığınız olayların bir araya toplanmış halidir hayat daha çok.
---
Top Gun gibi bir filmin para bastığı bir zamanda Blue Velvet gibi bir filmin ABD'de ticari olarak iyi iş yaptığını görmekten gerçekten büyük mutluluk duyuyorum.
---
Silahlarınıza sıkı sıkı yapışmanız gerekiyor.Bazı insanr başarılı film yapmayı kendilerinin Hollywood'a gidiş bileti sayıyorlar ve bunu başarırlarsa da oraya yöneliyorlar.Bunda yanlış bir taraf yok; onları eleştirmiyorum.Fakat ona karşı durup, "Lanet olsun, yapmıyorum, çeker giderim daha iyi" diyebilecek yeterince de insan yok.Bu benim tavrım; bazen insanlar bunun kibirlilik olduğunu düşünebilirler.Fakat bu bir gerçek; ben çeker giderim.Hayat çok kısa.
---
Sürekli tatil'i NYU Sinema Okulu'nda tez filmi olarak yapmaya başlamıştım.Bir gün bana the Lois B. Mayer Foundation Fellowship adıyla bir burs verildi.Taksitlrimin ödenmesi için doğrudan okula gönderecekleri yerde, parayı yanlışlıkla bana aktarmışlar.Ben bu parayı okula vermeyip filmi çekmek için kullandım.O zaman okul diplomamı almasam da, filmi yapmayı başardım.Taksitlerimi ödememem idarecilerin hoşuna gitmedi tabii.Film yapmama da sevinmediler.
---
Tanımadığım bir kız barda yanıma yaklaşıp, Naked'i beğenip beğenmediğimi sormuştu.Ben de "Çok beğeniyorum" diye cevap vermiştim.Filmi beğendiğimi söylediğim için kız bana hakaretler yağdırmaya başlamıştı, çünkü filmin kadın düşmanı bir anlayışla çekildiğine inanıyordu."O film aslında daha çok insanlardan nefret eden bir filmdir." diye de sözümü tamamlamıştım, oysa daha çok karakterin sinizmi ya da nihilizmi söz konusuydu.Gülünç bir tartışmaydı.Kıza, "Sanırım senin beğeneceğini bildiğin insanlar hakkında yapılmış filmler ve onlar hakkında yazılmış kitaplar okuman gerekiyor" demiştim.Çok gülünç bir durumdu.Honore de Balzac'ın çok beğendiğim ve karakterlerin çok boktan bir kafa yapısına sahip olduğu The Wild Ass's Skin başlığını taşıyan nefis bir kitabı var.Nefis kitap, ama onu okumak için adamı sevmek ve onunla yemek yemek zorunda değilsiniz ki.
---
Öldüğünde John Cage konferanslarını okul radyolarında yayınladılar.Konferanslardan biri "hiçbir şey" üzerineydi."Hiçbir şey" üzerine verilen bir saatlik bir konferanstı.Gerçekten muhteşemdi.Aşağı yukarı şöyle söylüyordu: "Hiçbir şey hakkında konuşuyorum ve benim konum hiçbir şeydir, dolayısıyla ben konuşurken hiçbir yere gitmiyoruz, ben hiçbir şeyden bahsediyorum, uyumak isterseniz serbestsiniz; çünkü ben hala hiçbir şey hakkında konuşmaya devam ediyor olacağım."Sakinleştirici ve hipnotize ediciydi; harikaydı.Hiçbir şey üzerine konferans verebildiğine göre ilginç bir durumdu; hep bir şeyle karşılaşacağım düşüncesini taşıyordum.
---
...Yalnızlığım ve melankolim...Hayatın bir parçası bu ve ben çok bakımdan hep dışarıda kalmışlık duygusu taşıyorum; eminim bunun sebebini siz zihninizde canlandırabilirsiniz.Fakat ben aynı şekilde mizaha, hatalı iletişime ve yanlış anlaşılmalardan kaynaklanan şeylere de eğilim duyuyorum.Bütün bunlar hep bir arada vardır; ben de bunları bir tek karakterde, bir tek filmde bir araya getirmeye çalışıyorum.
---
Robert Altman'ı tanıyorum; onun eski filmlerini izlemekten ve insanlara göstermekten hoşlandığını biliyorum.Keşke ben de öyle olsaydım; çünkü o, filmlerini gerçekten çok seviyor, onlarla gurur duyuyor, neredeyse çocukları sayıyor onları.Benim filmlerim de çocuklarım gibidir, fakat ben onları askeri okula gönderiyorum.

Jim Jarmusch
Derleyen: Ludvig Hertzberg
Çeviri: Selim Özgül

15 Mart 2017 Çarşamba

jim jarmusch & kargo şirketi

...Paris'te, bir Amerikan galerisine ait resimlerin teslimatını yapmak üzere kargo arabasında çalışarak iş bulabildim.Çoğunlukla modern Avrupa resimleriydi; başka galerilere ve özel koleksiyonculara gidiyordu.Bir seferinde Doğu Avrupalı bir sanatçının bir resmini taşımıştık.Anlamıyorum, resmin her iki tarafına da en az yüz parça kahverengi kalın kağıtlar konmuştu.Geniş bir resimdi ve farklı yüzeyleri boyayabilmek için kağıtlardan bazı kısımlar kesilerek çıkarılmış, oyuklar açılmıştı; resmi arabadan aşağıya kaydırıp kazayla üstüne basmıştık, ayakkabı tabanının izleri çıkmıştı üstüne, bereket versin teslim ederken adam hiç farkına varmamıştı.Bu olay bizim sanatı ele alışımız konusundaki uzmanlığımızın tipik bir göstergesidir.

Peter Belsito - Jim Jarmusch Röportajından, 1985
Cennetten de Garip: 'Bir Sonraki Kağıt Oyunu Nasıl Geçecek?'

örümcek öykü & gazete kesikleri ,julio cortazar

Ne tuhaf.Michael'i, Erik'in çiftliğindeki kuyuyu düşünmek de sarsmıyor, o konular kapandı artık; gelgelelim bizi yaralamadan söze dökülebileceklerini bilsek de o olayları ve öncekileri hiç açmıyoruz.
                           
    Örümcek Öykü
---
Kolay değil, anlıyorum, anılarımız öylesine kan yüklü ki bazen bu kana bir sınır koymaya, selinde boğulmamak için kana bir kanal oymaya kalkıştığımızda suçluluk duyuyoruz.
                                                                                 Gazete Kesikleri

Mırıldandığum Öyküler
Julio Cortazar


salamina askerleri, javier cercas


Artık hafızasını yitirmek üzere olan kimi yaşlılar için, çocukluklarının bir öğle sonrası, birkaç saat önce olan bir şeyden daha berraktır.Daniel'in hafızası da eski zamanın ayrıntılarıyla yüklüydü.Onun, şimdi geriye giderek yeniden yaşadığı gerçekliğe, zamanın romanesk bir cila geçip geçmediğini bilmiyorum; ama onun gerçekliği bulandırmamış olduğuna inanmak eğilimindeyim.
---
Hendeğin sınırında bana bakıyordu.Bakışları tuhaftı; şimdiye kadar kimse öyle bakmadı bana.Sanki uzun zamandır beni tanıyormuş, ama o an kim olduğumu çıkaramıyormuş, çıkarmaya çalışıyormuş gibi bakıyordu.O an karşısında duran şeyin, bilinmeyen bir böcek türünün tek örneği olup olmadığını düşünen bir entomolog gibi bakıyordu.Bir bulut yığınının içinde, kendisini bir türlü ele vermeyen bir gizi, bir yıldız kayarken çözmeye çalışan birisi gibi...
---
Ne pişmanlık duyarım, ne de unuturum ben.Haini genellikle sadakate yapılan vurgu ele verir.
---
İlaç kokusu vardı üzerinde; inzivayla geçen onca yılın kokusu, kaynamış sebze kokusu, eskinin baskın kokusu...O sefil koku...Kahramanların öyle koktuğunu anladım.

Salamina Askerleri
Javier Cercas
Jaguar Kitap

14 Mart 2017 Salı

postanedeki sandalye, ilyaz bingül

Koala, okaliptüs yapraklarını yer (ki bu yapraklar başka hayvanlar için zehirleyicidir), 
çok az su içer ve bir barınağı yoktur. 
(James L. Gould-Carol Grant Gould, Olağandışı Yaşamlar)

...Göz ucuyla önüne, tek zarfı tutan, beline dek kaldırdığı eline bakıyor bir aynaya bakarcasına: Gövdesinin kıvrımlanışına göre biçim alan yüzünü görüyor."Eller daha az karşı koyuyor." Yüzünü butruşturmuyor.Bu sıradan gerçek zamanı ve yüzü bozuyor, ellerindeki derin kırışıklıklarda rahatlıkla görüyor bunu, ama bu, yüzün kendini buruşturmasındaki kırışıklıkla aynı özden yapılmış değil, çünkü yüz kendini buruşturarak alabilir öcünü, oysa bu elde gördüğü bir bozuluş yalnızca.
---
Devcileyin bir el ve aynı irilikte bir zarf.Elini zarfsız düşünemiyor artık.Elini zarfsız.Zarfı elisiz.Zarfını elsiz.Zarfını elisiz.Sonuncusu daha uyuyor.
---
Postanenin bu ıssız bucağında bulunduğu sürece kalabalık ve orman sınırlarını ve yerlemlerini yitiriyor, birbirine dönüşüyorlardı."Ormanlarda yetişen insanlarla bitkiler ve hayvanlar birbirine benzerler; düzlükte yaşayanlardan tümüyle farklıdırlar.", bir mektubun içinden fırlayıp zihnine saplanıyor.Ormanların içinde, yalnızca içinde mi, bitişiğinde ya da yakınında yaşayınca insanların davranışlarını çevrenin yabanıllığı yönlendirir, tıpkı kalabalıktaki gibi.Beyimize bakan, ondaki yabanıllıktan irkilir, ama irkilmenin nedeni içinde olmaktan değil, tersine onun dışında kalışını görmesinden kaynaklanır.Gören Poe ise, içinden rahatlıkla "kim bilir, bu göğüs kafesinde ne yırtıcı bir tarih yazılıdır." diye geçirebilir.Gövdesinden ölüm elini çekmişcesine mermer pürüzsüzlüğüyle ölgün bir yortuyu andırışı karşısında etin imgelenebilir bütün sınırlarının dibine sinmiş ve katettiği onca yıl gitgide yitmeye yüz tutmuş bir erkek olmak zorunda kalışına boyun eğişi..
---
Yorulmuş muydu?Bu soru kendisine sorulabilse bile dahası bu soruyu kendi kendisine sorabilse de yanıtlamayacak, yanıtlamaya kalkışmayacaktı.Çünkü akıtılan her yanıtsı cümle onu bir örgünün içine yerleştirecek, aldatımlı bir gerçekliğin içine yuvarlayacaktı.Bildik, iğrenç öykülerden biri daha diye içlenecekti.Bağırsaklarındaki gurultu, kalbinin belli belirsiz yükselip alçalışı, ayak serçe parmağının yanındaki parmağın ayakkabı tabanına değişi, kürek kemiğinin sırtında çıkıntı oluşturuşu; ilk bakışta tüm bunların o soruya verilecek yanıtla doğrudan bir ilişkisi yokru kuşkusuz.Bunlar ne yanıtı oluşturabilecek, ne de soruyu doğuracak kımıltılardı.Ama tümü de bir.Birer kımıltıydılar işte.Ürkütücü olan da bu ya.Bu kımıltılar örgütlenip bir devi oluşturabilirdi.
---
Kestane takımlı beyimiz için sandalye; sırasıyla, yumurta, yuva, ev, vatan, evren olmuştu.Hatta salyangozun kendi kabuğunun biçimini alması gibi, onun da sandalyenin biçimini aldığı söylenebilirdi.Quasimodo'nun doğuştan taşıdığı kamburu denli iri ve çirkin olmasa da, sandalyenin sırtındaki kamburluğuna beşiklik ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.Kaplumbağa kendi kabuğuna ne denli yapışıksa, o da sandalyesine ve kamburluğuna o denli yapışıktı.O ana rahmini andıran girintisi, dikelmiş penisi çağrıştıran çıkıntılarıyla sandalye onun eviydi.Horlanan varlığın gizli sığınağı da aynı zamanda.Barınağı.
---
İki satır: Kurt uzaktan, kıtlık çekilen bir ülkeden gelir.Bir deri bir kemiktir, kıpkırmızı dili sarkar.Tam o sırada bir çalılığın ardından kaplumbağa, tüm dünya oburlarının aradığı o nefis av çıkar.Kurt bir sıçrayışta avının üstüne atlar, ne var ki, doğanın kendisine benzersiz bir çabukluk bağışladığı kaplumbağa başını, ayaklarını ve kuyruğunu evinin içine çekmekte daha atik davranır.Aç kurt için o, artık yol üstünde duran bir taştan başka bir şey değildir.

Bu açlık dramında yazan el hangi tarafı tutmalıydı?İkiyüzlü yazıcılar, yüzyıllar boyunca bir yüzleriyle ortaya çıkmayı yeğlediklerinden, kurdun yanında olmaktan çekindiler.Kaplumbağa bir kez olsun kendini feda edemez miydi?Gizlerini sakladığından emin evinin içine çekilmiş bir hayvan, fizyonomisiyle hiçbir şeyi açığa vurmayan bir canavar haline gelmiştir.Bu yüzden yazan elin kurtla kaplumbağa masalını yeniden ele alması gerekir.Bir başka türlü söylendikte, yazan elin kendini bir an için, taşlaşan avı karşısında boş midesiyle duran kurdun yerine koyması gerekir.
---

Yazmıyor musunuz artık?
Eskisi gibi.Değil.
Yaşlanınca insanın eli kuruyor.
Kuruyor.Asansörü kafasında taşıyamıyor.
Yukarı aşağı gitmiyor düşünceler.
Katlar altlı üstlü olmadığından canım.
Haklısınız
Dinlenmeli azıcık.
Yazsaydınız yorulmazdınız.
Yo yo yanılıyorsunuz, yorulurdum ama ölmezdim.
Zamanı durdurmaktır yazmak, demeye getiriyorsunuz sözü.Anlıyorum demek istediğinizi.
Siz de mi yazıyorsunuz?
Hayır ben yaşamakla yetiniyorum.Ölmekle...?
Karar vermek zor.
Ekiden doğru, öyleydi.Artık karar vermekten kurtuldum.
...

Postanedeki Sandalye
İlyaz Bingül
Gram Yayınları

kağıt ev, carlos maria dominguez

1988 ilkbaharında Bluma Lennon, Soho'daki bir kitapçıdan Emily Dickinson'ın Şiirler'inin eski bir baskısını aldı ve ilk köşe başında, tam da ikinci şiiri okumaya başladığında bir arabanın altında kaldı.
...
Ama tek kurban o değildi.Antik diller profesörü yaşlı Leonard Wood kütüphanesindeki raftan kafasına düşen beş ciltlik Britannica Ansiklopedisi ile felç oldu; arkadaşım Richard, William Faulkner'in raftaki Abşalom, Abşalom!'una ulaşmaya çalışırken merdivenlerden düşüp bacağını kırdı.Buenos Aires'ten başka bir arkadaş bir halk kütüphanesinin bodrum katındaki arşivleri incelerken tüberküloza yakalandı.Öfke nöbetine tutulup Karamazov Kardeşler'in sayfalarını mideye indirdikten sonra hazımsızlıktan ölen bir Şili Terrier'i de biliyorum ayrıca.

Büyükannem ne zaman yatakta kitap okuduğumu görse bana, "Bırak şunu, kitaplar tehlikelidir" derdi.Yıllarca bunu onun cehaletine verdim, ama zaman Alman büyükannemin bilgeliğini kanıtladı.
---
Biz okurlar, sadece eğlence amaçlı olsa bile, arkadaşlarımızın kütüphanesini gölzleriz.Bazen sahip olmadığımız ama okumak istediğimiz bir kitabı bulmak için yaparız bunu, bazense karşımızdaki hayvanın ne ile beslendiğini öğrenmek için.Bir meslektaşımızla salonda otururken odadan şöyle bir çıkar ve döndüğümüzde onu kitaplarımızı koklarken buluruz.
---
"Canlıların dünyası kendi içinde yeterince mucize ve gizem barındırır; bu mucizeler ve gizemler öylesine açıklanamaz bir şekilde duygularımızı ve zihnimizi etkiler ki, hayat mefhumunu neredeyse efsunlu kılar."
---
İnşa edilen bir kütüphane, yaratılan bir hayat demektir; yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.
---
Yıllar önce, Tristan Narvaja bitpazarı tezgahları önünde tanıştığımızdan beri, onun tedavi edilemez bir vaka olduğunu biliyordum.Kitap müptelalarını, parşömen misali derilerinden anlayabilirsiniz.
---
O kadar çok kitabı oldu ki nihayetinde (sanıyorum yirmi binden fazla) hiç de küçük olmayan salon, ulusal kütüphanelere benzer bir hal aldı.Duşun olduğu yer hariç tüm banyo duvarları kitap kaplıydı ve kitaplara bir şey olmamasının nedeni, buharı önlemek adına sıcak suyla yıkanmaktan vazgeçmesiydi.Yaz kış soğuk suyla yıkanırdı.
---
Bulamadığım kitap var olmayan bir kitaptır, denir; ama durum bundan da vahimdi.
---
Bir koleksiyoncu için yangın sözcüğü, düşlerin yanıp kül olmasıyla eş değerdir.
---
...Hissizlik...Dikkat dağıtacak hiçbir şey yok; teselli bulunacak bir şey de .Gölgesi olmayan bir mekan...Vahşi...Başka yerde zor rastlanır bir gökyüzü var orada.Gecesi de gündüzü gibi yoğun.Cefa çektirecek kadar hem de...Kişiye kendisini kumun içine kaçan bir böcekten bir milimetre daha büyük hissettirme kapasitesine sahip bir mekan...
---
Bir gün, beklenmedik bir şekilde, anılarınızın düzenini yitiriyorsunuz.Hala oradalar evet ama bulunamaz bir hal aldılar.İlk eşinizin görüntüsünü aradığınızda çocukluğunuzdaki uzak, çorak bir arazide ayakkabı kemiren bir köpek görüyorsunuz.Annenizin yüzünü aradığınızda karanlık bir ofisteki sevimsiz bir tiple karşılaşıyorsunuz.Hikayeniz sona eriyor.

Kağıt Ev
Carlos Maria Dominguez
Jaguar Kitap

13 Mart 2017 Pazartesi

beyries, the pursuit of happiness


Beyries-The Pursuit of Happiness



rus yazarlarından masallar ve şiirler

 

"Akşamüstü, bir kış günü
Öyle de don ki her yer.
Genç arabacı Fedya
Yol boyunca buz kesmiş.
Bu yoldan geri döner..."

 

















"Uyuduk da uyandık, kafamızda bir şüphe, 
birileri bizi incitecek galiba; 
ateşin koru canlı, kazanlar kaynıyor, 
bıçak usturadan bile keskin."





 

                                  
"Kuyruğum kopuverdi, 
çünkü inandıklarımı söylemeye karar vermiştim."   




       



                                                  










 



Rus Yazarlarından Masallar ve Şiirler
Derleyip Çeviren: Hazal Yalın
Resimleyen: Ali Benice
Yapı Kredi Yayınları-2015