17 Mayıs 2014 Cumartesi

kötülüğün yayılması, sıradanlaşması üzerine, cehenneme yürüyüş, ümit kıvanç

Tenzin Chopak

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, başlıbaşına bir politik tavır, bir zihniyet ve hattâ giderek bir haleti ruhiye "seti" olduğunu söyleyebileceğimiz üslûbu, siyaset alanının sınırlarını çok aşan sonuçlar yaratıyor. Bu öyle bir üslûp ki, içeriğini beraberinde taşıyor, onunla şekillenip onu şekillendiriyor. Yani bir üslûptan çok daha kapsamlı ve teşkilatlı. Yine de, ona meselâ zihniyet, görüş, teori şu bu yerine üslûp demeliyiz; çünkü o birşeyleri yapmanın etmenin, söylemenin biçimsel ve fizikî-teknik özelliklerine dair bir tanım. Buna karşılık, ancak belli içeriklerle birlikte varolabiliyor. Alıp götürüp başka içeriklerin üslûbu haline sokamıyorsunuz. Sırf biçimsel değil, çünkü meselâ bir içerik bu üslûpla ifade edildiğinde, sadece o içerik dile getirilmiş olmuyor; "söyleme" olmaktan çıkıp, "buyurma"ya veya "azarlama"ya dönüşebiliyor. Ve buyurma ya da azarlama yoluyla dile getirildiğinde, herhangi bir içerik, artık o içerik olmaktan çıkıyor, başka şeye dönüşüyor. Ya da soğuk bir veri, diyelim bir rakam, oran vesaire, başbakan tarafından ifade edildiğinde, basbayağı duygu yüklü bir mesaja dönüşebiliyor. Bir insanın ağzından çıkan basit bir gerçek, nasıl oluyor da milyonlarca insanın karşılıklı geçip birbirlerine kin bilemesine yolaçabiliyor? Üstelik, o laf herhangi bir açık kışkırtma içermese de. Görünüşte sakin bir tonda söylenmiş olsa da. O üslûp bir çeşit torna.

Esas zarar peşindekilere


Türkiye yeni sağının lideri, ilk bakışta insana mantıksız görünse de, esasında en büyük zararı, acımasız polis şiddetini reva gördüğü, her fırsatta hakaret ettiği muhaliflerine değil, kendi seçmenlerine veriyor. Onlara izanlarını, vicdanlarını iptal ettiriyor, onların insanlığını eksiltiyor. Bu süreçte komprime bir tavır önerisini her zaman muhakkak içeren şu üslûbun belirleyici rolü var. Üslûp, ifadeden önce gelen, tasarlama, bazen bulma, keşif veya icat etme, formüle etme aşamalarında da yol gösteriyor. Öyle bir mâmûl gerçeklikle çıkıyor ki insanların karşısına, hem herkes neye nasıl tavır takınacağını hem neden böyle yapacağını, yani kullanacağı argümanları şunları bunları hem de bunun altından kalkabilmek için ihtiyaç duyacağı şirretlik dozunu, nereden nasıl vuracağına dair yol yordamı öğrenebiliyor.

AKP liderinin seçmenine kolaylıkla verebildiği mesajlar, şüphesiz oradan oraya rahatça taşınabilecek, karmaşık olmayan yapılara sahip. Ancak yine de, herhangi bir olay karşısında, bu olayın hangi kahramanlarına ne mesafede durulacağı, kime niye karşı olunacağı, bunun hangi gerekçelere dayandırılacağı, kendilerine yönelebilecek muhtemel eleştirilere karşı ne tür itiraz öne sürüleceği gibi temel ilkyardım bilgilerini bütünüyle içeriyorlar. Elbette bunların dile getirilişinde münasip kaçacak şiddet dozunun bilgisiyle birlikte.

Başbakan, kendisine kayıtsız şartsız bağlılık gösteren geniş seçmen kitlesini şimdiye kadarki bütün manevralarında arkasından firesiz sürüklemeyi, yönlendirmeyi başardı. Elindeki, ağzı laf yapan, eli kalem tutan kapıkulu ordusunun kararlı, adanmış aracılık faaliyetinin katkısını gözardı etmemeliyiz elbette; ama onlara örnek olan, kendininki gibi bir üslûp kazandıran, kendi başlarına muhtemelen cüret edemeyecekleri bir küstahlık aşaması için onları yüreklendiren yine liderdir. Aynı zamanda varlıklarıyla tabiî ki bu ahir zaman yıldızlarıyla asla kıyaslanamayacak kadar iddiasız, geniş takipçi kitlesinin belki bazen, fazla gerilimden endişe duyabileceği zamanlarda, makamlarına hem gevşekçe hem küstahça yerleşmiş bu kapıkulu tayfası bu endişeyi yatıştırmaya yarıyor. Bunların kendinden aşırı emin, ukala, cüretkâr, saygısız, küfürbaz davranışları, o kitleye, peşine takıldığı kuvvetin gelip geçici olmayabileceği izlenimi, dolayısıyla belli bir emniyet hissi verebiliyor.

Adım adım kötülüğe doğru


Buraya kadarı, Türkiye'nin 2000'lerine özgü bir siyaset tarzı, bir toplumsal oluşum kabul edilip yorumlanır, değerlendirilirdi, biterdi. Ama bahsettiğimiz mekanizma içerisinde, liderin kendisine bağlı kitleyi sürekli biraz daha fazla kötülüğe doğru çekmesi diye bir olgu var ki, işin rengini tamamen değiştiriyor. AKP lideri, kendi seçmeni için dahi apaçık kabul edilemez durumlar ortaya çıktıkça, fütursuzca adımlar atıyor. Bu adımlar genellikle kendisi, yakın çevresindeki önderlik elemanları, kapıkulları ve kitlesinin hep birlikte bulunduğu yerden öteye doğru oluyor. Adımı atıyor ve daha atarken, kendinden içerikli üslûbuyla anlatacağını anlatmış oluyor: Benimle gelecekseniz bundan böyle yerimiz burası. Yani: bizim için şu iyidir, şu kötüdür, derken, şu haindir, bu düşmandır'a geçiliyor. Sonra bir adım ötede başka bir çember: bizim polisimiz insan öldürecek, göz çıkaracaktır, bundan rahatsızlık duyamazsınız, iktidarda kalmamızın bedeli bu. Haydi bir adım öteye, yeni bir çember: Benimleyseniz, MİT TIR'larının durdurulmasını vatana ihanet sayacaksınız. Hop! Bir başka adım: Benimleyseniz, düne kadar itibar ettiğiniz bir hocaefendiye soytarı diyeceksiniz, Haşhaşi diyeceksiniz, Cemaat'çileri vatan haini sayacaksınız. Benimleyseniz, varoşun TİKKO'cusuyla Nişantaşılı holding yöneticisini aynı cephenin savaşçısı ilân edecek, size benzemeyen herkesin elbirliğiyle sizi mahvetmek istediğine inanacak, "Gezici"lere söveceksiniz, hattâ zaman zaman elinize sopa alıp saldıracaksınız. Haydi bir adım daha atalım: Ölen çocuğun annesini yuhlayın dediğimde yuhlayacaksınız ki, imanınızı, kararlılığınızı göreyim.

O çıtayı sürekli yukarı çektikçe ve destekçileriyle birlikte içinde yeraldığı daireyi mütemadiyen silip biraz daha öteye çizdikçe, sadece siyasî bir değişim meydana gelmiyor; aynı zamanda

13 Mayıs 2014 Salı

rüyalar, asaf halet çelebi

 
Her gün
            karışık rüyalar görürüm
sincabi uykularda
                    hayaller belirir
                             kaybolur

Aynalar görürüm
aynalarda rüyalar
bütün bahçeleri
              kuşlarıyla
                      silinir

Yüzler görünür
                yüzlerde gözler
                         yanıp söner
hepsi bana bakar
                 bir şeyler konuşur

Uyanıklığımı ayıramıyorum
                       uykulardan
karışık rüyalar içindeyim
                ömrümün uykusunda

Aynalarda beni çağıran kız
            bir daha göründü
işaret ediyor
           bitir rüyalarını da gel
                                     diyor

en son gördüğün yüz
             benim olsun
en son benim uykumda uyu

Rüyaların sonu geliyor galiba
uyanılmaz uykulara dalmak istiyorum
                     
                                           (Yeditepe, 12 Ocak 1959)

Asaf Halet Çelebi

kim bilir, yaylabend




Kim bilir- Yaylabend

kırmızı pazartesi, gabriel garcia marquez


-Kader Bizleri Görünmez Kılar-

...Santiago Nasar'ı kapının önünde, kendi kan gölünün ortasında kalkmaya çabalayarak tozun tıoprağın içinde yüzükoyun yatarken görmüştü.Yan yatarak toparlanmış, dışarı sarkan iç organlarını elleriyle tutarak, rüyadaymış gibi yürümeye başlamıştı.
...
Tam kahvaltıya yeni oturmuşlarken Santiago Nasar'ın salkım saçak iç organlarını elleriyle tutarak kan revan içinde içeri girdiğini görmüşlerdi.
...
Santiago Nasar'ın eski rıhtımın merdivenlerini inip kendinden emin adımlarla evine doğru yürüdüğünü görmüştü.
"Santiago, yavrum!" diye bağırmıştı."Neyin var?"
Santiago Nasar, onu tanımıştı.
"Beni öldürdüler, Wenw Hala" demişti.
Son basamakta tökezlemiş ama kendini hemen toparlamıştı."Hatta bağırsaklarına bulaşan toprağı eliyle silkelemek titizliğini bile gösterdi," dedi bana Wene Halam.Sonra saat altından beri açık olan arka kapıdan evine girmiş; mutfağın içine yüzükoyun yığılıp kalmıştı.

Kırmızı Pazartesi
Gabriel Garcia Marquez

mucizeler kuşu, vicdani red beyanı, inan mayıs aru


Bismillahirrahmanirrahim

Kara ve kızıl kanatlarıyla bir tepeden bir vadiye
ve sonra bir vadiden bir tepeye uçan,
özgürlüğe imanlı bir kuştur anarşi dediğim benim

Ve Hakk bildiğim
Bir düşmüş bir kuş olduğunu gören
Âdemoğlu kuşun kanadında bir tüy
Kuş kanat çırpmış
Tüy dârıdünyaya düşmüş

Dünya, dönüp duran,
Yıldızlı bir örtü altında yanan
bir sır gibi gizlediğimiz
yaralarımızdan sızan gece ve kan.
Dünya, nice zulmet, nice yalan.
Ve yine dünyadır işte
bu cennet bu cehennem
ayan beyan.
Sen ben yer gök seyyârat
İçlerinde inci mercan deryalar
Meyveler, salkımlar, envai çeşit mahlûkat
tecellisidir hep O’nun
O öyle büyük öyle muazzam
perdesi gene kendidir
görmek istersen
dön de bir kendine bak…

Senden içeri bir sen
Benden içeri bir ben
Haşhaş sanmayasın sakın Hakkın esrârıdır
Kalpsiz kalıp zulmete gömülmüş bir dünyada vicdan,
bir ötmeye başladı mı susmak bilmeyen
bir kuşun avazıdır,
kaskatı kesilmiş taştan kalpleri deler geçer
ve öyle taşlar vardır ki içlerinde nehirler kaynar
öyle taşlar ki çatladı mı sular çağlar.
Öyleyse ötsün artık mucizeler kuşu siz de duyun:
Malik-ül Mülkü hiçe sayarak dünyayı kuşatan hiçbir orduda
elime silah almayacağım.
Saçlarımda çiçekler olacak, kulağımda küpeler, parmağımda yüzükler;
içimdeki yaban çocuğun güzelliğine leke süren
aşağılayıcı rütbeler takmayacağım omzuma
uygun adım yürümeyeceğim
ayaklarım talim edecek gerçeğe giden tüm dolambaçlı yolları
ve Hünkârım, Beyim, Paşam
yorma hiç o güzel ağzını emretmek için bana
Hak sözünden gayrı bir buyruğa tabi olmayacağım bundan sonra.

İnan Mayıs Aru
 
 

ıdir, a vava inouva

    ıdir - a vava inouva

"herkesin kendi uçurumuna, gittiği yol hangisi"

eski libas gibi, aşık seyrani ,nevzat karakış


eski libas gibi aşığın gönlü
söküldükten sonra dikilmez imiş
güzel sever isen gerdanı benli
her güzelin kahrı çekilmez imiş

bülbül daldan dala yapıyor sekiş
o sebepten gülle ediyor çekiş
aşkın iğnesiyle dikilen dikiş
kıyamete kadar sökülmez imiş

sevdiğim değildin böylece ezel
ömrümün bağına düşürdün gazel
ibrişimden nazik saydığım güzel
meğer polat gibi bükülmez imiş

seyrani'nin gönlü gamla yaş imiş
aşkı sevda cümle derde baş imiş
ben gönlümü toprak sandım taş imiş
meğer taşa tohum ekilmez imiş

Aşık Seyrani

kreutzer sonat, tolstoy

Güzelliğin iyilikle birlikte düşünülmesinin ne kadar yanlış olduğuna inanamazsınız.Güzel bir kadın saçma sapan konuşsa da dinlersiniz.Bu saçmalıklarını değil, sadece zekice sözlerini duyarsınız.En aptalca davranışlarda bulunsa da, siz yalnız çekici, alımlı görünüşüne kapılırsınız.Saçma sapan sözleri ve aptalca davranışları olan bu güzel kadın, sizin için harikulade akıllı ve ahlaklı olur.
---
Romanlarda kahramanların duyguları tüm ayrıntılarıyla incelenir, gezdikleri, yürüdükleri ormanlar, korular, yollar en ince detayına kadar anlatılır ama genç bir kıza karşı olan büyük aşkları anlatılırken, kahramanların geçmişinden hiç söz edilmez.
---
Dikkatli bakın, toplumumuzda ne sapık, ne tuhaf bir kavram var: Erkek için mutluluk ve özgürlük getiren bekarlık, toplumda acınacak ve gülünç bir olgu gibi yer alıyor.Bir kadın için en yüce makam olan saf bir kız, bir Vesta rahibesi olmak ise, korkulacak ve alay edilecek bir durum olmaktan öteye gitmiyor.Pek çok genç kız, saflıklarını bu düşünceyle yitirmiş, evliliklerini işe yaramaz, beş para etmez kişilerle yapmışlardır.İncil'de "Bir kadına istekle bakan erkek kalbinde onunla zina etmiş sayılır!" der.Bu sözün hükmü yalnızca kadınlar için değil, kendi karılarımız için de geçerlidir.
---
Hastalığın geçmesi için, doktorların varlığı değişmez bir gerçekti onun gözünde.Ancak doktorların da her şeyi bilmesi mümkün değildi tabi ki.Bu nedenle en iyi doktorlar bulunmalı, çocuk hastalanınca en iyi doktorlar getirilmelidir.İşte, çocuk o zaman iyileşir.Peki ya bu doktoru bulamazsak?Onunla aynı şehirde yaşamıyorsak?
---
Biz, sonu gelmeyen savaş hırsımıza öyle kapılmıştık ki, onların bu çekişme ortamında çok yara aldıklarını göremiyorduk.
---
Evet, şehre taşındık.Şehirler mutsuz kişilerin yaşamlarına daha uygundur.Şehirde insan yüz yıl yaşar ama uzun süre önce ölmüş olduğunu, çürüyüp gitmiş olduğunu fark etmez bile.
---
Aslında bir vicdan yükü duyacak bir durum yoktu; çünkü insan, kamuoyunu ya da ceza kanununu vicdan olarak yorumlamazsa, toplumumuzda vicdan diye de bir şey yoktur.
---
Bazen kendinizi ya da karşınızdakini öldürmek istediğiniz kavgalardan biri başlamak üzeredir.

Kreutzer Sonat
Lev Nikolayeviç Tolstoy

darjeeling limited, küs kardeşler limited şirketi, wes anderson


"Her insan bir uyumsuzluktur, ölü olmadıkça”
Turgut Uyar


yiğit iken ölenlere, yunus emre, aytekin ataş


Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi

İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi

Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi

Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere göğ ekini biçmiş gibi

Bir hastaya vardın ise bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele Hak şarabın içmiş gibi

Bir miskini gördün ise bir eskice virdün ise
Yarın anda sana gele Hak libâsın biçmiş gibi*

Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalur derler
Meğer Hızır İlyas ola abı hayat içmiş gibi

 

*Yarın anda karşı gele hulle donun biçmiş gibi
 
Yunus Emre 

kemik monolog, defne sandalcı


Kafatsım içerden bakar.Yüzün altından.Yüz ikiyüzlü bir kaplamadır, malum

İçimden kemiklerim..her şeyi ti'ye alırlar; ağlarım, gözlerimden akarlar

AAAAAAAAAA! (domajör, koro)

(çocuk dehşet içinde koşarak: "babaaaa, içimizde iskeletler var!")

İskeletiyle bakışan var mı bakalım aramızda?

O ki bir bakışta bedenini yırtıp açar OOOOOOOOO! (domajör, koro) kimbilir nerelere varılır o yırtıktan-

"Gerçi bakışsız kaldık hepimiz uzun zamandır.Yani bir felaketten sözediyorum- dünya kadar ağır bir şeyin altında ezilip yoklara karışmış bir şeyimizden..

Rica ediyorum, beyefendi! haşa! bakış yutmaz sizi, nerden çıkardınız? Tersine bakışsızlık sizi hava gibi yapar da vücut bulamazsınız bir daha!

Bak-bakı-bakın-
                           ız lütfen bana..!

Korkarım cam gibi bir hayat kurmuşsunuz-tık desem gidiverecek tuz parça olacak belli ki!
Kim öğretti, nasıl becerdiniz allah aşkına böyle hayat kurmayı?Ne dağda ne taşta ne aşkta işinize yarar!

Kurunuz kurunuz kurmuşsunuz kurmasaymışsınız kurgularınızı
-kalmış her şey vah vah dışarda.

Ben hali hazırda beton, hayvan, deniz, gece, adam
-ne çıkarsa bakmaktayım içlerine.Gündüzün ağır vicdani
bakışlarını rüyadan geçireyim sonra da yerçekiminden ve dünya düzeninden sıkıca sakınayım; sonra gecesel ve içsel bir haritaya titizlikle yerleştireyim diye geceyle gündüz arasında,
insanla hayvan, kütükle yaprak, sımsıkı sıkılmış çene ve
sımsıkı yumulmuş gözlerle.

"Küçücük fıçıcık/içi dolu yalnızlık?" diye bilmece sordum kendisine ama bilemedi.O zaman bayım, dedim, işçi sınıfı ağlatır beni her karşılaşmamızda! Gözlerini acilen kaçırdı benden, yere baktı.toprağa.Oysa, normalde, kıyıya inilir, bir kayığa binilir, uzaklara gidilir- başka bir hayat çizgisine!

"Beyefendi...sizin de kemikleriniz vardır belki?...ayıptır söylemesi, ben sevişirken kemiklere dokunurum en çok; aklımı başımdan alırlar.demek istediğim-bana değecekseniz
değmek isterseniz

beyefendi eğer
   bana değerseniz
        parçalanırsınız"

dedim vallahi suratına!

Ah!
Defne Sandalcı

doğa durumu, mehmet işten

"...daha çoğunu yanımızda götüremeyiz
ve daha çok
hep bozulur zaten."
Mehmet İşten

insancıklar, dostoyevski

Kadere küsmenin hiçbir faydası yok.Bunu kendi üzerimde denedim.
---
Şasa, çok haşarı, haşarı olduğu kadar da zeki bir kızdı.Zavallı delikanlıya etmediği muziplikler bırakmazdı.Yürüyüşünü, eğilip selam verişini, konuşmasını taklit eder; beni güldürürdü.İlk zamanlar, bu gencin tuhaf görünüşü karşısında ben de gülmeden edemezdim.Sonraları, onu tanıdıkça fikrim değişti.Zavallı görünüşünün altında, çoka sil bir karakter gizliydi.Yemez içmez, ders vererek kazandığı birkaç kuruşu da kitaba yatırırdı.Giyecek doğru dürüst elbisesi yoktu; ama çok pahalı kitapları vardı.Odasına çekilir, gece yarılarına kadar kitap okurdu.Çok sabırlı ve hoşgörülü bir insandı.Ancak, bir gün Şasa ile birlikte o kadar ileri gitmiştik ki; gururu fena halde incindi ve sadece; "Kalpsiz çocuklar!" demekle yetindi.Bu söz bana çok dokundu.Utancımdan kulaklarıma kadar kızardım; gözlerim yaşardı.Yaptığımız aptalca şakalar için bizi bağışlamasını istedim.Hiç cevap vermedim; dersi yarıda keserek odasına çekildi.
---
Benim  çalıştığım dairede, senin Anna Federovna'yı cebinden çıkaracak şeytan ruhlu insanlar var kuzucuğum.
Ve ben o insanlarla birlikte çalışmak zorunda kalıyorum.Şimdi de diyorlar ki; "Üstün başarı madalyasını Makar Alekseyeviç'in tabutuna asacağız."
---
Çevremize şöyle bir bakalım.Bir tarafta bakanlar, generaller, müdürler, çiftlik sahipleri; diğer tarafta kapıcılar, on ikinci dereceden memurlar, ırgatllar ve bir lokma ekmeği zor bulan sefiller.Hep merak etmişimdir.Bir general, emir verdiği neferden daha mı akıllı ve yeteneklidir?Bir müdür, günde on kere azarladığı kapıcıdan daha mı dürüst ve namusludur?Okuldan hatırlıyorum.Öğretmenlerimiz, "Yurttaşlık" dersinde bunun bir iş bölümü olduğunu söylüyorlardı.

Evine bir kuru ekmek götüremeyen, dört çocuk babası komşumuz Gorşkov'u hatırla.Adamcağız Allah'ın her günü iş bulmak ümidiyle evinden çıkıyor; ama açtığı her kapı yüzüne kapanıyor.Kimse onunla işini bölüşmek istemiyor.Öğretmenlerimizin "iş bölümü" dedikleri başka bir şey olmalı.
---
Ormandaki vahşi hayvanlar bile bunların yaptığını yapmıyor.Karınları tokken, kendilerinden zayıf hayvancıklara dokunmuyorlar.Bu insan kılığıma bürünmüş canavarlar, yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında olduğu halde; kendilerine zararı dokunmayan bizim gibi insancıklara zulmediyorlar.
---
Zenginler, yoksulların kötü talihlerinden yüksek sesle yakınmalarından hiç hoşlanmazlar.Bu onlara arsızlık, yüzsüzlük gibi rahatsız edici gelir.Yoksulluk elbette rahatsız edicidir.Yoksulların inlemesi, zenginin keyfini kaçırır.Nedendir dersin?Vicdanları rahatsız olduğu için mi keyifleri kaçıyor?
---
Rüyasında ayakkabı görenler sadece ayakkabıcılar mıdır?Eğer öyle olsaydı, zaten bu bilinen bir şey olduğu için yazmaya değmezdi.

İnsancıklar
Dostoyevski

baraka (1992)



"Hakikatler hayaldir hep, hayaller bir hakikattir."
 Asaf Halet Çelebi

masal dünyamız, asaf halet çelebi konferansından

...O hayallerle ben etrafımdaki insanların bünyesini daha iyi anlayabildim.O müşterek hayallerde o müşterek şiirde ben bu memleketin, bu toprakların çocuklarını sevmeyi, bu vatana bağlanmayı öğrendim.Onlar benden bir parça, daha doğrusu ben onlardan bir cüzdüm.Demir asa, demir çarıklı, dertli şehzade bendim.

Kaf dağlarına giden, ejderhalarla döğüşen delikanlı bendim.Huysuz ve hilekar çengi dilaralar, talibsiz, turunç güzelleri, esrarlı benli bahriler, korkunç iğci babalarla akıllı küçük kız, adı Bahtiyar olan bedbaht, dağdan dağa gezip elbiseleri çalılarda yırtılan, kanrevan içinde uzaklaşan sultan hanım, ne bileyim öyle çok nevilere mensup bütün insanlar kafilesi hep benim etrafımda yaşayan mahluklardı.Bahçelerde narlar ağlar, ayvalar güler, tütün çubuklar içenler, lale sümbül biçerek geçenler, ağlayan gözlerden inciler dökülür, gülen yanaklarda güller açardı.Sanki bütün bunlar biraz ben , biraz benim gibi insanlardı.Bunların hepsini aşağı yukarı yanımda buluyordum.Ağaçlı bir yerde bir çeşme görsem bu muhakkak bir masaldan çıkmıştı.Gördüğüm esk ibir konak muhakkak Bahtiyar'ın konağıydı.İçinden sedef kakmalı gümüş nalınları ile salına salına cariyeelr çıkıp çeşmeye su doldurmaya gideceklerdi.Çiçekli bir daldan bir bahçe duvarına konan bir kuş bir anda silkinip bir insan oabilirdi.Memleketimin insanlarında ve manzaralarında muhakkak masallarımdan bir parça, yahut masallarımda memleketimin akseden aynaları vardı.Onlar için sonsuz bir sevgi duyuyordum.

Masal Dünyamız
Asaf Halet Çelebi Konferansından

kano, mehmet işten

Kano*
gövdem, terası beynim olan apartman boşluğu
herkesin cinayet delillerini sakladığı

sürsün orda bu meşûm hikâye
ısrarlar, geçimsiz yurttaşlıklar
işte orda...onüç yaşında çocukların unutuldukları
herkesten bana sarkan acılar
kana kana öldür beni
toplum dediğin dizboyu ricalar
gerekirse geç gel ya da hiç gelme
ama uğrama bana...karanlık bir jilet taşır tüm uğrayışlar

nedir bu sendeki ben hali
sakın kendi karikatürümü yaptığım
sarılıp ağladığım bir tören olmasın gece
öyle taraf gözlerle bakma bana
yanlış öykülerde doğru kahramanlar
çabuk ölürler
kim bu lacivert şempanzeler
durmadan el çırpan
herkes biliyor
dolunay, bir iklimdir
metamorfoz geçirir çiçekler

içimde kol geziyor bölük bölük incinmişlikler
bu bir gala tek başına izlediğim
tek başına iğrendiğim
bir apolet gibi taşıma omzundaki günah kuşlarını
elveda desen dur değil
şimdi bir ayet gibi anımsa seviştiğimizi
yakıyorum işte sana değen yerlerimi
                                                                                         
*ötekisiz dergisinde yayımlanmıştır

Kano
Mehmet İşten

piedras köşesi ve şili, atlas, jorge luis borges


Kimbilir kaç kez geçtim buradan.
Artık anımsamıyorum.
Geçip geldiğim sabahlar ve ikindiler, 
Ganj Irmağı'ndan daha uzak.
Bahtsızlığın hükmü yok artık.
Bahtsızlık, hiçbir bilicinin bildirmediği,
zamanı silip süpüren-ya da sanatın bağrına gömülen
o yoğrulabilir balçığın, 
geçmişimin bir parçası artık.
Belki bir kılıç parıldadı puslar arasında
ya da belki bir güldü.
Sarmaş dolaş gölgeler
şimdi onları kınında gizler.
Yalnız külleri kalır.
Yalnız külleri.
Taktığım tüm maskelerden sıyrılır,
ölümde unutulur giderim.

Piedras Köşesi ve Şili
Atlas
Jorge Luis Borges

1 mayıs 2014


1 Mayıs 2014/Beşiktaş