24 Ocak 2012 Salı

kim suçlamış, dr. hikmet kıvılcımlı


https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:ASC9myemxGsJ:www.sosyalistarsiv.com/S-A/kivilcimliKim_Suclamis.pdf+kim+su%C3%A7lam%C4%B1%C5%9F&hl=tr&gl=tr&pid=bl&srcid=ADGEESgR2jgqnfjgeDTabHEcpLw4HSgCCF1x_vCAeiAUpGMPYR6-_nLOqeFZULYDGgFtVf1i9TZ9E6sPR6FPQXiVrHjgT3gFG3_VTk31b6zx4yY1ca6tqbuJoPcP2r0rwVME47e1RH1_&sig=AHIEtbS8wRtba7wvNwg1IKpZhHr8fxI55w&pli=1


"Şimdi ben de mi «edebî» eşeklerle birlikte yalan zorlıyayım? Ne denli aleyhime olduğunu bile bile, doğrudan şimdiye dek çekinemedim.Başıma gelenlerin hepsi: «Selâmünaleyküm kör kadı» diyen dik sesimden geldi, geliyor, gelecek" Dr. Hikmet Kıvılcımlı...

Yer yer kişisel görülebilecek noktalar olsa da, döneme dair genel bir intiba oluşturması açısından önemli notlar..Donanma davası'ndan Nazım'a, Kemal Tahir'e değin, Doktor'un babıali kuyruklu yıldızları ve sürgünlükleri arasında yine kör kadılara çaktığı selama dairdir, okunmalı...


19 Ocak 2012 Perşembe

allah'ın garibi

Allah’ın Garibi

“Llahuekber!”
“-A-“ Anafartalar!
Hoca duaya geçince, en arka sırada ben de “uuu”larıma başladım, “uuu” hastalığım mı vardı, “uuu”lardan bir doktora tezim vardı, “uuu”larım tükenince, Amasya Genelgesi ve Faydalı Cemiyetler’e geçiyorum.Hepsini yüksek sesle okuyorum.Cemaatten biri dayanamayıp namazı bırakıp üstüme yürüdü.Yaka paça dışarı attı beni.İmam selam verdi, cumhur cemaat şadırvanın önüne döküldüler.İhtiyarlar , adamın elinden aldılar beni.İçlerinden biri “Bırakın şu Allah’ın garibini!” dedi.Bütün ışıklarıyla zihnimde bir pano gerildi, bu bağışlayıcı ses, bir cam parçası olup içimde kırılmıştı, gözbebeklerim keskin bir viraj alarak, “Allah’ın garibi!” diyen yaşlı dedeye baktım, “Yok yavrum, hepimiz Allah’ın garibiyiz!” dedi, üstüne yürüdüm, “Sen de mi Allah’ın garibisin!” dedim, “Evet oğlum, ben de, hepimiz Allah’ın garibiyiz!”

Abdest alanlara, tuvalete girenlere, namaz kılanlara, gelip geçene “Allah’ın garibiyim!” demeyene yol vermiyorum.Abdest alanlar, abdestlerini bozmak istemiyor, başlarıyla “evet!” diyorlar, sonra sinirle avuçlarına doldurdukları suyu yere fırlatıp, “evet oğlum, biz de Allah’ın garibiyiz!” deyip başlarından defetmek için kendilerini zor tutuyorlar.Bir zaman tuvalete su taşıdım, tıkanan tuvalet deliklerini elimle ve neşeyle açtım.Sonra bir sopam oldu, bu sopayla çok delik açtık ve çok sevdim onu!

Cımbız üstümü değiştiriyor, ağlıyor makyajı akıyor, “bir daha çıkmayacaksın dışarı, gidersen haberim olacak tamam mı?” diyor, başımı sallıyorum, “bir daha mendireğe gitmek yok, o camiye de hiç gitmeyeceksin!” diye sıkı sıkı tembihliyor.”Bak senin bir öğretmenin mi ne varmış, geçen gün buraya gelip seni sormuş, tekrar gelecekmiş?”…”Bu elbiseleri de kirletmek yok!” deyip üstümü başımı topluyor, tam önümde eğilmişken, “Aaa, senin memelerin var cımbız!” diyorum, Cımbız elime vuruyor, “tüh, sen de erkeksin..!”

“…Bugün söylemeliyim ona, bir çocuk bilmeden yakalamışsa kanatlarından kelebeği, o kelebek uçamaz artık, iğreniyorsun, hayır iğrenmiyorum, benim sopam var,

18 Ocak 2012 Çarşamba

bereketli topraklar üzerinde, orhan kemal

"Lâkin biz biz olalım, şehir yerinde göz kulak olalım kendimize kardaşlar. Neden derseniz, şehir yeri köy yerine benzemez. Şehir adamı köylüyü cin çarpar gibi çarpar"

Üç arkadaş şimdiye kadar hiç görmedikleri sert şakırtılı, pamuk tozları uçuşan bir hava içine girince sanki çarpılarak ürktüler.Burada hemen her şey sarsılıp sallanıyor, dönüyordu.(...) Yanlarındaki volanların kuvvetli sarsıntılarla çalıştırdığı çırçır makinelerinden şiddetli sesler çıkıyor, toz salkımları, tozlu duvarlar, döşeme tahtaları, havada uçuşan tozlar sarsılıyordu.


Orhan Kemal
Bereketli Topraklar Üzerinde 

aime cesaire


Parmaklarıma dokun
Güzel ölçülü  parmaklarıma
Göster  hünerini
Ben de duyumlarımla sarayım seni
Bilincin ritmini tenin sevincini
Aşılayayım sana
Alevler çıkarayım
Zayıf  mahcup ışıltılarla yükselen
Çözmek için yüzündeki karanlığı
Prangalar ve zincirler vereyim
Çürüyen bileklerinden düşmüş
Ve topuklarından kölelerin
Bataklıklara sokup çıkarayım seni
 
Kemiren rüzgarlara
Hoyrat sözler
Acı ve yakıcı sözler
Fısıldayayım sana
Dön dön durma göster kendini
Dön dön sarıl bana
Sarıl bana titreyerek
Fırtınanın kollarına atılan
Çalılar ve otlar gibi
Sarıl bana öfkeyle
Bizi saran öfkeyle
Bizi saran ve kemiren
Kanımızı emen kanımızı kurutan
Öfkeyle sarıl bana

muhtıra, ismet özel

Muhtıra deyince hemen aklınıza askeri müdahale, seçim sonuçları vesair hususlar gelmesin.Sözünü edeceğim bir sivil muhtıradır,medeniyet muhtırası...

Mustafa Reşit Paşa Fransa’dan dönerken yanında Barachin adlı Parisli ve bir yığın avukat, doktor gibi diplomalı serseri getirmiş.Bu mösyölere serseri deyişim onlara duyduğum öfkeden değil.Gerçekten bunlar gazete idarehanelerinden, sokaktan toplanmış medeniyet heveslisi kimseler imiş.Paris’te bedava medeniyetçilik yapmaktansa Osmanlı Devleti’nde reformları para alarak geliştirmeyi tercih etmişler.İstanbul’a varır varmaz Gülhane Hatt-ı Şerifinin onlara tanıdığı imtiyaz çerçevesinde hemen işe girişmişler.Kağıt üzerinde bir reform hükümeti kurmuşlar; ayrıntılı, mükemmel bir teşkilat.

Öyle bir teşkilat ki harbiye heyeti silahlanmak isterken, mali heyet harcama yapmak istemiyor, bahriye heyeti kuvvetli bir donanma isterken hariciye hazineyi korumak kaygusuyla donanmanın görevini verdiği notalarla yürütmek istiyor, halk eğitimi heyeti mektepler açmak isterken çalışmayla ilgili heyet mekteplerin halkın güçlü ve sıhhatli olmasına engel teşkil edeceğini ileri sürüyor.Bu müthiş hükümet İstanbul’da bulunduğu ilk sene zarfında üç muhtıra kaleme almış:

Birincisi yunus balıklarıyla ilgili o dönemde İstanbul Boğazı yunuslarla dolu.Öldürülmelerini önleyen Padişah iradesi çok eskiden konulmuş.Bu mösyöler yunusların avlanarak hazineye gelir temin edilmesini teklif ediyorlar.Yunustan yağ çıkarılarak, balina ve fok balığı yağıyla rekabet edilmesini ileri sürüyorlar.

İkinci muhtıra su kuşlarını kapsıyor.Boğazın üzerinden sürekli olarak sürüler halinde uçup çatılarda dinlenen kuşlara kimse zarar vermiyor.Devlet kuşları da koruyor.Firenk reformcuları istiyorlar ki bu kuşlar(bilhassa martılar) avlansın, tüyleri yolunarak kaz tüyüyle rekabete girişilsin.

Üçüncü muhtıra sokak köpekleriyle ilgili.Marmara’daki Tavşan Adası’nda bir köpek mezbahası kurulmasını teklif ediyorlar.Köpeklerin derisinden ve yağından faydalanılmasını, etlerinin de yunuslara ve albatroslara yem olarak atılmasını istiyorlar.

14 Ocak 2012 Cumartesi

garipler ağıdı


Sesim sesine gider
Döner tersine gider
Orda bir garip ölmüş
Kuşlar yasına gider


Bağbansızın bağını
Yel atar yaprağını
Garip yerde ölenin
Kim atar toprağını


Bir at binmiş başı yok
Yoldaşı yok eşi yok
Bir yiğit garip ölmüş
Mezarının taşı yok*


*Mustafa Turan, Kars'ta Ölü ile İlgili Gelenekler, Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri

11 Ocak 2012 Çarşamba

adalet, remzi gürkan

Neyzen Tevfiki  bir arkadaşı sinemaya götürmüş,izledikleri ‘yerli film’den sonra arkadaşı Neyzene filmle ilgili fikrini sormuş;iyi miydi,kötü müydü,beğendin mi beğenmedin mi diye.
Neyzen, esas oğlan  esas kızı önce kurtardı,sonra tuttu kendisi becerdi diye cevaplamış arkadaşını.
Bu ülkede çekilen ilk film 14 kasım 1914de Fuat Uzkınay’ın çektiği film olarak görülür,nereden baksan 100 yıla yakın bir sinema tarihimiz var ama tüm zamanların ratingi en yüksek filmi Neyzenin de izlediği zaman zaman oyuncuları ve kurgusu değişebilen ancak konusu hiç değişmeyen bu film olmuştur ve mealen Neyzenin deyişiyle aynı hamam aynı tas ve fakat bir varsa kurna değişmiştir bu filmde.

Filmde işlerin yolunda gitmesini engelleyen kötü insanlar;suçlular,düşmanlar var.Bunun mutlaka olmak gereği vardır.Belli bir yasallık çizgisinin dışından hareket eden bu suçlu kişiler eğer gerçekten yoksa bile gerek senaryo yazarları ve gerekse yönetmenler tarafından imal edilmek zorundadır.Gerek maddi,gerekse de manevi anlamda hayatını tehdit eden büyük bir tehlike esas kıza hissettirilmeli ki esas kız kendini bekleyen akibetine doğru adeta gönüllü bir biçimde yol alsın,iki ucu boklu değneğin bir ucundan tutsun,naçiz bedenini çekiştiren ellerin emin eller olduğuyla avunsun.
Fakat vicdan sahibi,suret-i haktan yana entelektüel seyirciler de vardır.onlar bu filmde suçlu olarak gösterilen kişilerin gerçekten suçlu olmama ihtimallerini ya da yeterince suçlu olup olmamalarını kurcalarlar,filmdeki adalet sarayından adalet beklerler.Sarayların tarihiyle hapishanelerin tarihinin bir ve aynı tarih olduğunu,birinin olmasının ancak ötekisi de olunca mümkün olduğunu bile bile bu adalet illüzyonuna kendilerini bir umut diyerek kaptırırlar.

sadi tekelioğlu anlatıyor

Yıllar önce... Gençlerbirliği'nde çalışıyorum... Teknik direktörümüz Erkan Kural'ın yardımcılığını yapıyorum.
Devre arası kampı için Antalya'ya gittik...Çalışmalar sıkı bir şekilde devam ederken beklediğim haber geldi:
"Müjde... Oğlun oldu..."
Bu haber ile de dünyalar benim oldu... Bir kız evladından sonra Allah bana bir erkek evlat nasip etti.
Kampta çok duygusal, çok güzel bir ortam oluştu... Tüm futbolcu kardeşlerim, Erkan hocam ve yöneticilerimiz ile bu mutluluğu paylaştık...
İyi de çocuğumun adını ne koyacaktım?.. Hiç düşünmemiştim bunu...
O ortamda futbolculardan bir teklif geldi:
"Hocam, oynayacağımız ilk maçta ilk golü atacak futbolcunun adını çocuğunuza verin..."
İlginçti... Hem de çok ilginç... Üstelik futbolcularımın hatırını kıracak değildim ya...
Metin Diyadin ve Avni başta olmak üzere futbolcular biraz daha bastırınca sözümü verdim:
"Tamam arkadaşlar... Golü atacak futbolcuya çocuğumun adını vereceğim..."
Kamp boyunca artık bu mevzu konuşulmaya başlandı.
Laf aramızda ilk golü Olkan'ın atmasını istiyordum... İleri uçta oynayan Olkan'ı sevmem bir yana... İsmi de çok güzeldi.
Nihayet ilk maça çıktık... Rakibimiz İskenderunspor idi.

7 Ocak 2012 Cumartesi

hepimiz kardeşiz, tolstoy

Hepimiz kardeşiz; bununla birlikte, her sabah bir erkek ya da kız kardeş yatak odasındaki tuvalet kapılarımı boşaltmaya gider.Hepimiz kardeşiz; bununla birlikte her gün bir sigaraya, şekere, buza ya da buna benzer şeylere ihtiyacım olduğundan, benim eşitim olan erkek kardeşlerim ve kız kardeşlerim bunların üretimi içinsağlıklarını feda ederler, ve ben bu şeyleri seviyor ve talep ediyorum.Hepimiz kardeşiz, bununla birlikte hayatımı kardeşlerimin ihtiyaç duyduğu şeyleri daha da pahalılaştırmaya çalışan bir dünyada, bir bankada, bir ticarethanede kazanıyorum.Hepimiz kardeşiz; bununla birlikte ben hayatımı, varlık nedeninin benim yaşam düzenim olduğunu ve mahkum edilmesi, cezalandırılması değil ıslah edilmesi gerektiğini bildiğim bir hırsızı, bir hayat kadınını sorgulayarak, yargılayarak mahkum etmem için ödenen ücretle kazanıyorum.Hepimiz kardeşiz; ama ben hayatımı, geçim sıkıntısı çeken emekçiden vergi toplamam ve bu topladığım vergileri aylakların ve zenginlerin yararına kullanmam için bana ödenen ücretle kazanıyorum.Hepimiz kardeşiz; ama ben hayatımı kendimin de inanmadığı ve insanların gerçeği bilmelerine engel olan sözde bir hristiyanlığı vaaz ederek kazanıyorum; insanları, onlar için temel önem taşıyan bir sorun konusunda kandırmak için papazlık, psikoposluk gibi görevler üstlendim.Hepimiz kardeşiz; ama yoksul kardeşime pedagojik, tıbbi ya da edebi alandaki çalışmamı ancak para karşılığıu veriyorum.Hepimiz kardeşiz; ama ben cinayet işlemeye hazırlanacağım bir görevi üstleniyorum; cinayet işlemeyi öğreniyorum, silah, barut yapmayı öğreniyorum.
...
Duyarlı bir vicdana sahip bir insan, böylesi bir yaşamı acı çekmeden yaşayamaz.Bu acıdan kurtulmanın tek yolu vicdanı susturmaktır; bu konuda bazıları başarılı olsalar da korkularını bastırmayı başaramazlar.

Tanrı'nın Egemenliği İçinizdedir
Lev Tolstoy

6 Ocak 2012 Cuma

zebercet'in cehennemi

-ben celladını da cehennemini de içinde taşıyan biriyim-

 
...Yusuf Atılgan'ın o tanıdık, yumuşak sesi doldurmuştu odayı:

"Zebercet" dedi, "doğru söylüyor konuğun, senden ne tiksindim, ne de nefret ettim.Severek yarattım seni.Bilesin ki 'sefil, iğrenç' diye nitelendirdiğin o hayatı, ben yaşatmadım sana.Sen kendin seçtin.Senin seçimin doğrultusunda yoğurdum hamurunu.Yaşam herkese kurduğu gibi sana da tuzaklar kurdu.Bu yüzden yaralı bir hayvanın inine sığındığı gibi sen de oteline sığındın.Dış dünya seni, sen de dış dünyayı dışladın.Bu dışlanmışlığın sende yarattığı puslu havayı sezdirmek istedim; elbette bu havanın yol açtığı varoluşsal zehirlenmeyi, içsel cehennemi de...Bu zehirlenme, içindeki cehennem neler yaptırdı sana?Nelere sürükledi seni?Bunlar romanın anahtar sorularıdır.Sorunun yanıtını çarpıtmadan anlat konuğuna.

...
-İkiye ayırıyordum insanları: Otelin dışındakiler, otele gelenler.Dışarıdakiler, beni horlayan aşağılayanlardı; bakışlarında alınganlığım, kırılganlığım yatardı.Korkar kaçardım onlardan.Otele gelenlerse, dışarıdakiler gibi değildi; ama onlarla da konuşmam, kimlik bilgilerini almaktan öteye geçmezdi.
...
Onun bakışlarında beni küçümsemeyen bir ışık vardı; sesinde de.İçimdeki cehennemden kurtaracaktı beni, kurtarıcım olacaktı, ama gelmedi işte...


Zebercet'in Cehennemi
Emin Özdemir
Kitap-lık, Ekim 2010


bayramlarda ellerini öp, a ! pirana, mehmet işten


“masumiyet kaybedilen değil, kazanılan bir şeydir” 

sana demir atacaklar çocuğum... her sözle uzaklaşacaksın benden... uzlaşacaksın kilometrelerce... yüzlerce, yüz binlerce ceset girecek aramıza... bana dönme!... o cesetlere basacaksan... sakın dönme... orda kal!... haritalarda açık maviyle gösterilen yerlerde... okyanusları bulandırmaya gücün yetmeyecekse kıyıda kal...

normalin bahçesinde...

seni; yaldızlı pekiyilerin, seni; kırmızı kordelaların, seni; öğretmen olacağın için getirdiler dünyaya... sen, onlara bunu yapamazsın... sen, boşa geçmiş hayatlarının tesellisi, hayatı tanıyamamalarının tecellisisin... unutma, saçlarını süpürge ettiler. unutma, hasta olduğunda başında beklediler... unutma, başkalarıyla yatmadılar; hayat bilgisi kitabında bir mutlu aile karikatürü olarak yaşadılar ömürlerini. şimdi hakları değil mi çocuklarının tablosunu seyretmek.

ibn hafîf

İbn Hafîf şunu anlatmıştır:

"Hacca gitmek üzere yola çıktım, Bağdat'a uğradım.İçimde (bazı) sufilerin kendine güvenme hali vardı; bu sebeple kırk gün yemek yemedim, Bağdat'tan Cüneyd'i ziyaret etmeden çıktım, Zübale bölgesine kadar su da içmedim, abdestimi de hiç bozmamıştım.Bir kuyunun başında su içen bir ceylan gördüm, ben de çok susamıştım.Kuyuya yaklaştığımda ceylan benden ürküp kaçtı.Kuyunun başına geldiğimde baktım ki su dibine çekilmiş.Su içemeden yoluma devam ettim.Yolda,

-Ey Rabbim, bana ne oldu ki bir ceylan kadar katında kıymetim yok, dedim.O sırada arkamdan

-Biz seni denedik.Sen sabretmedin.Dön suyunu iç, diye bir ses işittim.Geri döndüm, baktım ki kuyu ağzına kadar su dolu.Su kırbamı doldurdum; yolda ondan içtim, abdest aldım, Medine'ye kadar onu kullandığım halde bitmedi.Kuyudan su alırken şöyle bir ses işittim:

-Ceylan su alacak kabı ve çekecek ipi olmadan geldi, bize güvendi; biz de kendisini suladık.Sen ise su kabın ve ipinle birlikte geldin ve onlara güvendin, bunun için eli boş döndün.


Hacdan dönünce camiye gittim ve Cüneyd-i Bağdadi'ye uğradı.Cüneyd beni görünce (yoldaki halimi keşifle bilip)
-Eğer sabretseydin (kuyudan değil) ayaklarının altından su çıkardı; keşke biraz sabretseydin, dedi..

Bir Sofrada Yüz Derviş
Sufilerden Rızık Menkıbeleri


4 Ocak 2012 Çarşamba

mühürlenmiş zaman

Anılar bizi saldırılara açık, acı çekmeye hazır kılar.
*
İlkelerine bir kere ihanet eden bir insan bir daha hayata karşı lekesiz bir tavır alamaz.
*
Nostalghia üzerinde .çalışırken bu filme baştan sona damgasını vuran o kasvetli, çaresiz hüznün benim hayatımın da bir parçası olacağını nereden bilebilirdim ki?
*
Bir insanın sahip olduğu en önemli şey, gönül rahatlığıyla hayatın tadını çıkarmasını engelleyen huzursuz bir vicdandır.
*
Doğa ne kadar doğal bir şekilde çekime girerse elde edilen görüntü de o kadar saygın olacaktır.
*
Aslında bütün uygarlaşma sürecinde insanlara verilen tek şey, dünyayı kurtarmak ve kendi durumunu düzeltmek konusunda ideologların ve siyasetçilerin bu kez 'en doğrusu' olmasıyla yumurtladıkları öneriler olmuştur.

Mühürlenmiş Zaman
Andrey Tarkovski

1 Ocak 2012 Pazar

29 aralık 2011

Sağda
Gider
Dört
Eşek
Dördü de
Gaz
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Dördü de
Tuz
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Dördü de
Bez
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Deh
Gaz
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Yuh
Bez
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Çüş
Tuz
Yüklü
Dört
Boz
Eşek
Ört ki
Ölek
sağdıcım
Ört ki
Ölek...

          Enver GÖKÇE