19 Ekim 2018 Cuma

avara, akif kurtuluş


avara

ikiye bölünmüş direk, bir ceset gibi
sallanıyor boşlukta ana yelken

biri kırıldığını bilmiyor
diğeri yırtıldığını

hava sönmüş, küpeştenin gıcırtısı
enkazın uğultusunda kaybolmuş

"ikinize de iyi gelmedi bu rüzgâr"
diyor kazadan kurtulan

"avara etmeden önce sen bilir miydin
bu suların teknesi olmadığını"


Akif Kurtuluş
Hayat Saat Farkıyla

asla düzeltemeyeceğin bir yanlışı düzeltmek için ne yapabilirsin? bojack horseman, 5. sezon




























BoJack Horseman - 5. Sezon

"Asla düzeltemeyeceğin bir yanlışı düzeltmek için
 ne yapabilirsin?"

swann'ların tarafı, marcel proust


Ne tuhaf, zavallı karımı çok sık düşünüyorum, ama her seferinde azar azar düşünebiliyorum ancak.
---
Bana öğrettiğin, böyle zamanlarda beni rahatlatan bir mısra vardı hani...Tamam, hatırladım! "Ne faziletler var ki Tanrım, bizi nefret ettirdin!"
---
Aslında büyükannemin gönlü zihinsel bir yarar sağlamayacak olan herhangi bir şeyi satın almaya asla razı olmazdı; özellikle de, rahatlığın ve gururun tatminlerinden başka şeylerden haz almayı öğreten güzel şeylerin sağladığı yarara değer verirdi.Birisine faydalı denilen türde bir hediye, bir koltuk, bir sofra takımı, bir baston alması gerektiğinde bile, bunların "antika" olanını seçerdi; eşyaların eskimişliği yararlı olma özelliklerini onun gözünde adeta siler, bizim ihtiyaçlarımızı karşılamaktan çok eski zaman insanlarının hayatını bize aktarma işlevini yüklenirlerdi sanki.
---
Françoise'ın dahil olduğu türdeki hizmetkarlar, eve ilk defa gelen bir yabancının en hoşlanmadığı hizmetkarlardır, çünkü belki ev sahiplerinin bu misafire ihtiyaçları olmadığını ve kendilerini işten atmaktansa onu misafir etmekten vazgeçeceklerini bildiklerinden, misafirin gönlünü kazanma zahmetine girişmeyip herhangi bir kibarlık göstermezler; ama aynı zamanda, efendilerinin üzerine titrediği hizmetkarlardır, çünkü efendiler bir misafirde olumlu izlenim bırakan, fakat genellikle iflah olmaz bir beceriksizliği gizleyen o sahte letafete, yaltakçı gevezeliğe değer vermezler ve onların gerçek yeteneklerini tecrübeyle bilirler.
---
Odamdaki bu loş serinliğin sokaktaki kızgın güneşle ilişkisi, gölgenin ışıkla ilişkisi gibiydi, yani onun kadar ışıltılıydı ve dışarıda geziyor olsam duygularımın ancak kısmi olarak tadına varabileceği yaz mevsiminin eksiksiz bir görüntüsünü sunardı hayal gücüme; böylece (kitaplarımda anltılan heyecanlı maceralar sayesinde) akan bir suyun içinde kıpırtısız duran el misali, bir hareket selinin sarsıntısını ve canlılığını taşıyan dinlenmeme uyum sağladı.

Ne var ki büyükannem, fazlasıyla sıcak hava bozmuş, bir fırtına çıkmış ya da sağanak bastırmış olsa bile, gelip dışarı çıkmam için yalvarırdı.Ben de elimdeki kitabı bırakmak istemeyip okumaya bahçede devam eder, kestane ağacının altındaki hasır ve bezden küçük çardağın kuytusuna, aileyi ziyarete gelebilecek kişilerin beni göremeyeceğini düşündüğüm bir yere otururdum.

Zihnim de dışarda olup bitenleri seyrederken bile içine gömüldüğüm bir başka yuvaydı.Dışarıdaki bir nesneyi gördüğümde, gördüğümün bilinci nesneyle arama girer, etrafını maddesine doğrudan dokunmamı engelleyen ince bir manevi şeritle kuşatırdı; tıpkı ıslak bir nesneye yaklaştırılan akkor halindeki bir cismin önünde daima bir buharlaşma kuşağı oluşturarak ıslaklığa değmediği gibi, gördüğüm nesnenin maddesi de -ben onunla temas etmeden- adeta buharlaşırdı.Kitap okurken, bilincim birbirinden farklı durumların hepsini aynı anda, adeta alacalı bir ekranda sergilerdi; benliğimin en ücra köşelerine gizlenmiş özlemlerden bahçenin sonunda gördüğüm, tamamen dışsal olan ufuk çizgisine kadar uzanan bu farklı durumlar arasında en öncelikli, en çok bana ait olanı, hareket halindeki bir kontrol düğmesi gibi her şeyi yöneten güdü, okumakta olduğum kitabın felsefe zenginliğine, güzelliğine olan inancım ve hangi kitabı okuyor olursam olayım, bu zenginliği, bu güzelliği kendime mal etme isteğimdi.
---
"Akıp gider, uzun sürmez mutluluğu kötülerin"
---
"Ormanlar kapkara oldu bile, ama gökyüzü hâlâ mavi"
---
Nasıl ki Fabre'ın gözlemlediği zarkanatlılardan örümcek yabanarısı, kendisi öldükten sonra yavrularının taze et yiyebilmesi için, zalimliğini anatomiyle destekleyerek, avladığı bitki bitleriyle örümceklerin, ayakların hareketini kontrol eden, ama diğer hayati işlevleri etkilemeyen sinir merkezini olağanüstü bir bilgi ve beceriyle deler ve böylece felç ettiği böceğin yakınına bıraktığı yumurtalardan çıkacak kurtçuklara, kaçması, direnmesi imkansız, ama katiyen çürümemiş, uysal, zararsız bir av sağlarsa, Françoise da evi bütün hizmetkarlar için tahammül edilmez hale getirme yolundaki değişmez amacını gerçekleştirmek üzere, müthiş ustalıklı ve acımasız kurnazlıklara başvururdu; mesela o yaz neredeyse her gün kuşkonmaz yememizin sebebi, yıllar sonra öğrendik ki, kuşkonmazları ayıklamakla görevli bulaşıkçı kızın kuşkonmaz kokusu yüzünden sonunda işten ayrılmasına yol açan, şiddetli astım krizleri geçirmesiymiş meğer.
---
Benim her yerde dostlarım vardır; yaralanmış, ama mağlup olmamış, kendilerine acımayan, mağfiretsiz bir tanrıya, acıklı bir inatla, birlikte yakarmak üzere birbirine yaklaşmış ağaç kümelerinin bulunduğu her yerde."
---
Yaz gecelerinde ahenkli gökyüzü vahşi bir hayvan gibi gürler, herkes fırtına yüzünden surat asarken, ben, Meseglise tarafı sayesinde, tek başıma, vecit içinde, yağan yağmurun sesinin ötesinden görünmez ve inatçı leylakların kokusunu içime çekerdim.
---
Nasıl ki zeki bir insan, bir başka zeki insana aptal görünmekten korkmazsa, seçkin bir adam da seçkinliğinin büyük bir soylu tarafından değil, kaba saba bir köylü tarafından anlaşılmamasından korkar.Dünya kurulduğundan beri insanların göze aldığı zihinsel çabaların ve bol keseden savurdukları kibirli yalanların dörtte üçü, kendilerinden daha aşağı seviyede bulunan kişiler uğruna harcanmıştır ve aslında kendilerini küçültmekten başka işe de yaramamıştır.Düşeslerin karşısında sade ve rahat olan Swann da, bir oda hizmetçisinin karşısında aşağılanmaktan korkar, gösteriş yapardı.
---
Odette şu tür yorumlarda bulunurdu sık sık: "Tabii ki şiirler doğru olsaydı, şairler bütün söylediklerine inansalardı, şiir dünyanın en güzel şeyi olurdu.Ama çoğunlukla şairler dünyanın en çıkarcı insanları oluyorlar.Konunun yabancısı değilim, bir arkadaşım, bir şair bozuntusuna aşıktı.Adam şiirlerinde hep aşktan, gökyüzünden, yıldızlardan söz ediyordu.Kızcağız fena kazık yedi!Adam üç yüz bin frangını çarptı."
---
Şimdilik, Odette'i armağanlara boğarak, ona çeşitli yardımlarda bulunarak, kendi şahsının, zekasının dışında birtakım avantajları kullanıyor, ona kendisini kişiliğiyle beğendirmenin yorgunluğundan kurtulabiliyordu.
---
Ama Swann kendine dert icat etmeyi bilmiyordu.Üzüntüleri kendisine dışarıdan gelmiş olan bir acının hatırasından, devamından ibaretti.
---
...Hemen ardından, öfkeyle ekledi
"İnanılır gibi değil, pis hayvan!" Mme Verdurin farkında olmadan, belki aynı kendini haklı çıkarma içgüdüsüyle, -tıpkı Françoise'ın Combray'de tavuk bir türlü ölmezken yaptığı gibi- zararsız bir hayvanı ezmekte olan bir köylünün can çekişen hayvanın son çırpınışlarına tepki olarak söyleyeceği kelimeleri kullanıyordu.
---
On beş gün boyunca müziğin m'sinden anlamayan biriyle Wagner dinlemek de çekilmez!
---
Çünkü kendi hesaplarının aksine, Odette'in rızası, Swann'ın bütün duygularını değiştirirdi.Bir şeye sahip olan herkes gibi Swann da ondan bir an vazgeçse ne olacağını görmek için onu zihninden atar, ama zihnindeki diğer her şeyi o varken olduğu haliyle bırakırdı.Oysa bir şeyin yokluğu bununla sınırlı kalmaz, basit, kısmi bir eksiklik değildir, diğer her şeyin altüst olmasıdır; önceki durumda kestirilmesi mümkün olmayan yeni bir durumdur.
---
Gözyaşlarının sebebini merak bile etmez, gözlerini silip gülerek, "Pek hoş doğrusu, sinir hastası oldum" derdi kendine.Sonra, ertesi gün bir kez daha Odette'in ne yaptığını öğrenmeye çalışmak, onunla görüşebilmek için araya nüfuzlu kişiler koymak gerekeceğini düşünür, içini büyük bir yorgunluk kaplardı.Bu aralıksız, hiç değişmeyen, sonuç vermeyen, zorunlu faaliyet hali Swann için o kadar dayanılmazdı ki, günün birinde karnında bir şişlik fark edince, bunun belki de bir tümör olduğunu, artık hiçbir şeyle ilgilenmek zorunda kalmayacağını, onu hastalığın yöneteceğini, fazla gecikmeyecek olan ölüm anına kadar hastalığın elinde bir oyuncak olacağını düşünüp gerçek bir mutluluk duydu.Zaten o dönemde, kendine açıkça itiraf etmemekle birlikte ölmeyi sık sık istemesinin sebebi, ıstırabının yoğunluğundan çok, çabasının tekdüzeliğinden kaçma ihtiyacıydı.
---
Ara ara, sabahtan akşama kadar dışarıda, sokaklarda, caddelerde gezen Odette'in bir kazada acı çekmeden ölmesini diliyordu.Odette sağ salim eve döndüğünde de, insan vücudunun bu kadar çevik ve sağlam olmasına, etrafında kol gezen (ve kendi gizli arzusu doğrultusunda hesabını yapmaya başladığından beri Swann'a sayılamayacak kadar çok görünen) bütün tehlikeleri durmadan atlatıp üstesinden gelerek, insanlara her gün, neredeyse hiç zarara uğramadan yalan söyleme ve zevk peşinde koşma imkanı tanımasına şaşıyor, hayran oluyordu.Bellini tarafından yapılan portresini çok sevdiği, karılarından birine çılgınca aşık olunca, Venedikli biyografi yazarının safça ifadesiyle, zihnini bu esaretten kurtarabilmek için onu hançerleyen Fatih Sultan Mehmet'e derin bir yakınlık besliyordu.Sonra, bir tek kendisini düşündüğü için kendine kızıyor, kendisi Odette'in hayatına zerrece değer vermediğine göre, kendi çektiği acıların da merhameti katiyen hak etmediğini düşünüyordu.
---
...Aradan aylar geçtikten sonra, bu eski hikaye hala yepyeni bir ifşaat gibi allak bullak ediyordu Swann'ı.Hafızasının o müthiş yeniden üretme gücüne hayrandı.Çektiği işkenceyi hafifletebilecek tek şey, yaşla birlikte verimliliği azalan bu üretecin güçten düşmesiydi.Ne var ki, Odette'in cümlelerinden birinin Swann'a acı gücü tükenmeye yüz tuttuğunda, zihninin o ana kadar pek üzerinde durmadığı, neredeyse yeni bir cümle gelip diğerlerinden nöbeti devralıyor, taptaze bir güçle saldırıyordu Swann'a.
---
Françoise çok üşüdüğü için hareketsiz duramadığından, birlikte Concorde Köprüsü'ne, Seine Nehri'nin donmuş halini görmeye gittik; çocuklar da dahil herkes, sanki Seine karaya vurmuş savunmasız, parçalara bölünecek olan bir balinaymış gibi, korkusuzca nehre yaklaşıyordu.Champs-Elysees'ye geri döndük; kıpırtısız atlıkarıncayla karları temizlenmiş yolların siyah ağına takılmış, elinde adeta duruşunu açıklayan fazladan bir buz parçası tutmakta olan heykelin bulunduğu beyaz çimenlik arasında, ıstıraptan bayılmak üzereydim.
---
Gilberte'ten ayrı olduğum her an, onu görme ihtiyacı içindeydim, çünkü sürekli onun görüntüsünü kafamda canlandırmaya çalışa çalışa sonunda hiçbir şey göremez oluyor, aşkımın neye tekabül ettiğini tam olarak bilemiyordum.
---
O zamanlarki hayatımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimidirler; belirli bir görüntünün hatırası belirli bir anın özleminden ibarettir ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi uçup gider.

Marcell Proust
Swann'ların Tarafı
Kayıp Zamanın İzinde
Çeviri: Roza Hakmen

18 Ekim 2018 Perşembe

oh lucy (2017), atsuko hirayanagi
















Oh Lucy ! (2017)
Atsuko Hirayanagi

iz, elif sofya


Kaçıyor elimden ucu ırmakların
Akan sulardan, ışıklardan parlayan
Toprağı dinle
Sonra unut duyduklarını
Sonra kırılsın ses orada

Hayvanların ayak sesleri dağılıyor
Kesif kaplan kokusuyla doluyor orman
Ucu kaçıyor ırmakların
Ben yüzümü bu korkuya çevirdim
Alnıma toprağın eşyası yazıldı
Gece ismimi sahiplense
Fısıldasaydı ölü dillerin hayvanları
Kurtulurdum gölgesinden zamanın
Erimezdi içimdeki tuz dağı

Kapan yaraları hâlâ açık bileklerimde
Mağara duvarlarına iz bıraktım
Bundan böyle
Uzağa düşen taşlar
Sesini saklasın içinde.

Elif Sofya
İz
Ters Düşünce

bojack horseman 5. sezon 6. bölüm, beatrice horseman cenaze töreni anma konuşması & final müziği


BoJack Horseman - 5. Sezon 6. Bölüm
Beatrice Horseman Cenaze Töreni
Anma Konuşması

"Buraya gelirken Jack in the Box'a uğradım ve tezgâhın arkasındaki kız "Selam!Harika bir gün mü geçiriyorsunuz?" dedi."Bugün nasılsınız?" değil,"Harika bir gün mü geçiriyorsunuz?".Bu boktan bir durum çünkü bana onunla aynı fikirde olmama sorumluğu yüklüyor, harika bir gün geçirmiyorsam olumsuz olan ben oluyormuşum gibi.Genelde insanlar nasıl olduğumu sorunca gerçek cevap "boktan" oluyor ama boktan diyemiyorum çünkü boktan olması için iyi bir sebebim olmuyor."Boktan" deyince onlar da "Neden? Sorun ne?" diyorlar.Benim de "Bilmem, her şey." demem gerekiyor.Dolayısıyla bunun yerine insanlar nasıl olduğumu sorunca "harikayım" diyorum.Ama Jack in the Box'taki kız harika bir gün geçirip geçirmediğimi sorunca boktan hissetmeye iznim olduğunu düşündüm.Bugün iyi bir sebebim var.Ona "Annem öldü." dedim.Ve hemen gözyaşlarına boğuldu.Artık onu teselli etmem gerekiyordu ve bu sinir bozucuydu ve o esnada arkamda insanlar sıra olmaya başladılar ve Jack in the Box'taki kızı ağlattığım için bana yargılayıcı bakışlar atıyorlardı.Ve kız yüksek sesle ağlayarak "Çok üzgünüm." diyordu, ben de "Önemli değil." diyordum.Yani, önemli tabii ama anlarsınız ya, önemli değil işte."Duble Jack Menüsü sipariş etmek istiyorum ve gitmem gereken bir yer var." "Ağlamayı bırakıp kızartmaya mı başlasak?" dedim.Ve kız tekrar özür dileyip menünün yanında bedava churro teklif etti.Ve oradan çıkarken "Annem öldüğü için bedava churro yedim." diye düşündüm.Kimse size anneniz öldüğünde bedava churro yersiniz demiyor.Neyse, affedersiniz. Bu, konuşmanın bir parçası...


Pekâlâ.Başlıyoruz. Hadi yapalım şunu.İşte buradayım. BoJack Horseman bir anma konuşması yapıyor, hadi başlayalım.Hey piyanocu, orgdan tören melodisi alabilir miyim?Güzeldi. Bugün iyi bir refakatçim olmayacağı için endişeleniyordum.Sanırım annemin bir organ bağışçısı olması iyi olmuş!Orga ne oldu?Neden komediyi profesyonellere bırakmıyorsun?Olur mu? Bu annemin cenazesi bayım.Biraz saygı gösteremez misin?Bunu kabul ediyorum.Beatrice Horseman kimdi? Olayı neydi?Yani, o bir attı.1938'de doğdu, 2018'de öldü.Bir kez bir törene katıldı ve bir kez de koca bir sigarayı tek bir nefeste içti.Yaparken izledim.Gerçekten olağanüstü bir kadındı.O kadın dolu dolu bir hayat yaşadı.Hem de son ana kadar ve sanırım o an bu an.İnsanı gerçekten düşündürüyor, değil mi?Hayat, değil mi? İlerliyor, bir şeyler oluyor. Sonra da ölüyorsun.Benden bu kadar. Harikaydınız!Garsona bahşiş verin!Şaka yapıyorum, garson falan yok.Ama annem hakkında söyleyeceklerim bu kadar.

Lafı uzatmaya gerek yok, değil mi?Peki şimdi ne olacak? Bilmiyorum.Anne senin bir fikrin var mı?Hiç mi yok?Anne?Yok mu?Ekleyeceğin bir şey yok mu?Benimle gurur duyuyorsan bir kere tıkla.Annemle aynı odadayken o "Kapa çeneni ve bana içki hazırla." demeden sürekli konuşabilmemin ne kadar harika olduğunu söyleyebilir miyim?Anne çenemi kapatmam gerektiğini düşünüyorsan bir kez tıkla.Hayır mı? Emin misin?Bu anma konuşmasını bana çevirerek seni utandırmak istemem.Gerçekten oturmamı ve başkasının konuşmasını istiyorsan bir kez tıkla.Alınmam.Hayır mı? Cenaze senin.Kapalı tabut konusunda kusura bakma.Açık tabut istemişti ama anlarsınız ya, o artık ölü.Ne istediği kimin umurunda?Hayır, bu kötü oldu. Pardon.Bence öldüğünde nasıl göründüğünü görseydi o da böyle olmasını isterdi.Şöyle görünüyordu...Tepesi atmış bir oyuncak dinozor gibiydi.Otopsideki adam gözlerini kapatamadı.Artık suratı sonsuza dek devasa bir dehşet ve ızdırap hâlinde dondu kaldı.Ya da annemin deyimiyle salı gününde!Salı günü! Annemin deyimiyle salı günü.Hey anne, bu şaka hakkında ne düşündün? Beğendin mi?Komedimle hiç ilgilenmedin ki.

Bir hikâyem var.Bir ergenken lisedeki yetenek gösterisinde bir komedi performansı sergileyecektim.Giymek istediğim havalı bir ceket vardıçünkü Albert Brooks gibi görünürüm sanıyordum.Aylarca o ceket için para biriktirdim ama nihayet yeterince biriktirip mağazaya gittiğimde ceket yoktu.Başka birine satmışlardı.Eve gidip anneme söylediğimde "Bu sana ders olsun.Bir şeyler istediğinde böyle olur." demişti.Sonunda her şeyin benim hatam olduğu hayat dersleri verme konusunda oldukça başarılıydı.Ama sonra yetenek gösterisi günü annemin bana bir sürprizi vardı.O ceketi bana almıştı.Nasıl söyleyeceğini bilmese de bunun beni sevdiği anlamına geldiğini biliyordum.İşte bu annem hakkında iyi bir hikâye.Gerçek değil ama iyi bir hikâye, değil mi?
Maude bölümünde babası hakkında yaptığı konuşmadan çaldım.İzlerken ailem ölünce haklarında anlatmak istediğim tarzda bir hikâye olduğunu düşünmüştüm.Ama hiç böyle hikâyem yok.

İyi olmakla alakalı öğrendiklerimin hepsini TV'den öğrendim.Ve TV'deki kusurlu karakterler insanlara değer verdiklerini böyle sürpriz jestlerle gösterirler.Ve sanırım bir parçam hâlâ sevginin bu olduğuna inanıyor.Ama gerçek hayatta büyük jestler yeterli olmaz.İstikrarlı ve güvenli bir biçimde iyi olman gerekir.Her şeyi batırıp en iyi arkadaşını kurtarmak için öylece tekneyle okyanusa açılamaz, bir gizemi çözmeye Kansas'a uçamazsın.Her gün yapmalısın ve bu çok zordur.Küçükken belki de büyük bir jestin yeterli olabileceğine inanabiliyorsun.Ailenin istediğin gibi olmadığını defalarca düşünsen de her an sana harika bir sürpriz yapabileceklerine inanıyorsun.Hep bunu, annemin zor bir kadın olduğunu düşünsem de içten içe beni sevdiğini, bana değer verdiğini ve hayatını birazcık aydınlattığımın bir ispatını bekledim.Şu anda bile kendimi beklerken buluyorum.Anne beni seviyor,bana değer veriyor ve hayatını birazcık aydınlattığımı düşünüyorsan bir kez tıkla.Annem uykuya asil bir şekilde dalmadı.Tırnaklayan, dövüşen ve çabalayan o suratla göçtü gitti.Onu görseydiniz yemin ederim, şu anda onun taklidini harika yaptığımı düşünürdünüz.


Hastanede son anlarında onun yanındaydım ve gerçekten korkunç, anlamsız çığlıklar ve ağlamalarla doluydu ama bir an vardı, garip bir sakinliğin olduğu ufacık bir an.Bana doğru bakıp "Seni görüyorum." dediği bir an.Bana söylediği son şey buydu, "Seni görüyorum.".Bir karar ya da hayal kırıklığı açıklaması değil, yalnızca odada birinin daha olduğunun kabulü ve basit bir onayıydı."Merhaba, sen bir insansın ve seni görüyorum."Size şunu söyleyeyim, 54 yaşında biri olarak annenizin sizi ilk kez gördüğünü hissetmek garip bir his.Özlemini çektiğin, başından beri istediğin şeyin görülmek olduğunun farkına varmak çok garip.Ve sonunda görülmek seni rahatlatmıyor.Şöyle hissettiriyor, "Anlaşılan ne istediğimi biliyormuşsun ve onu bana vermek için son ana kadar beklemişsin." Daha büyük bir zalimliğe hazırdım.Son nefesinde onun yüzünü nasıl kara çıkarttığımdan, ne kadar şişman ve aptal olduğumdan ve Lindy hop dansı için ne kadar uzun olduğumdan bahsedeceğinden emindim.Ne kadar ilgiye muhtaç, yük ve utanç kaynağı olduğumdan.Tüm bunlara hazırlıklıydım."Seni görüyorum" a hazırlıklı değildim.Yalnızca benim annem ölürken bir bağ kurma anıyla beni sarsacak kadar kötü olabilirdi. Belki de ona fazla itibar atfediyorum.Belki de bağ kurmakla ilgisi yoktu.Belki de o anlamda değil de "Dünyanın geri kalanını kandırıyor olabilirsin ama ben kim olduğunu biliyorum." anlamındaydı.Bu anneme çok daha uygun.Belki de kelime anlamıyla "Seni görüyorum." demiştir."Sen görüş açıma giren bir nesnesin."Son anlarında hiç kendinde değildi, belki de bir şeylere yormak aptalcadır. 

90'larda Horsin' Around adında çok ünlü bir dizide oynuyordum.Lütfen alkışlamayın.Ve bir keresinde dizinin bir hayranı,"Hey, sevdiği kızın yalnızca aptalca bir iddia yüzünden onu dansa çağırdığını öğrendiğinde atın Ethan'a moral konuşması yapması gerektiği bölümü hatırlıyor musun?" diye sormuştu."Karede atın olduğu bölümlerde mutfak tezgâhında bir kâğıt bardak görünüyor ama Ethan'ın olduğu karelerde kâğıt bardak yok.Dizi burada hafızanın nesnelliğinin değişken olduğunu ve iki insanın aynı anı tamamen farklı şekillerde deneyimleyebileceğini göstermek mi istedi?"Ve bende şunu söyleyecek yürek yoktu, "Hayır adamım, ekipten biri kahve bardağını orada unutmuş." Bunun yerine "evet" dedim.Belki bu da o kahve bardağı gibidir.Belki de her küçük şeye bir anlam atfetmeye çalışacak kadar aptalızdır.Belki de biri "Seni görüyorum." dediğinde sadece "Seni görüyorum." demek istiyordur.Belki de benimle konuşmuyordu bile.Çünkü aslında pek de bana bakmıyordu.Arkama bakıyordu. Odada başka kimse yoktu.Benimle konuştuğunu düşünmek istiyorum ama o an pek kendinde değildi, kim bilir ne görüyordu.Kiminle konuşuyordun anne?Demek söylemiyorsun. Gıkın çıkmıyor.Buna davul yok mu?Tanrım, sana ne kadar ödüyorsam fazlaymış.


Belki de babamı gördü.Babam on yıl önce bir düelloda aldığı yaralardan dolayı öldü.Babanız ölünce kendinize bir sürü soru soruyorsunuz.Mesela, "Dur bakalım, 'düelloda öldü' mü dedi?" ve "Kim düelloda ölür ki?" Bu olay tümüyle aptalca.Babam ömrünü bir kitabı yazmaya harcadı ama sergileyecek bir kitapçı ya da eleştiri yazacak bir gazete bulamadı.Sanırım sonunda bir gazete oldukça komik olduğunu düşündü çünkü bir eleştiri yayınladı ve onu yerden yere vurdu.Çok gururlu olan babam gururuna yapılan bu saldırıya müsamaha göstermemeye karar verdi.Eleştirmenin erkekliğin nasıl bir şey olduğunu bilmediğini iddia etti.Kefaretin şafakta silahlarla ödenmesini talep etti.Gazeteye dünyada kitabını beğenmeyen kim varsa onunla düello yapabileceğini söyleyen bir mektup yazdı.San Francisco uçağının ve otelin masraflarını dahi ödeyecekti.Bu haber sonunda Montana'dan onun kadar deli bir serseme kadar ulaştı ve teklifi kabul etti.Golden Gate Parkı'nda buluşup anlaştılar.On adım, sonra da ateş.Ama on adımın ortasında babam kitabı gerçekten okuyup okumadığını ve ne düşündüğünü sordu ama nereye gittiğine bakmıyordu.Açıktaki bir ağaç köküne takıldı ve kafasını bir taşa çarptı.Keşke o zaman da Jack in the Box'a gitseydim.Belki bedava churro alabilirdim.Butterscotch Horseman'ın oğlu olduğuma dair gösterecek bir şey olsa iyi olurdu.Anma konuşmasını sevgili annem yapmıştı.Ömrüm boyunca ona veya onun hakkında iyi bir kelime söylediğini duymadım ama cenazesinde, "Kocam öldü ve artık her şey daha kötü." demişti."Kocam öldü ve artık her şey daha kötü."Bunu neden söyledi bilmiyorum.Belki de bunun cenazede söylenecek bir şey olduğunu düşünmüştür.Belki de birinin onun hakkında öyle söylemesini ummuştur."Annem öldü ve artık her şey daha kötü."Belki de mirasını çarçur ettiğini ve ödenmez borçlar bıraktığını biliyordu ve dul karını öyle bırakmak gerçekten boktandır."Haberler kötü, kocanızı kaybettiniz ama merak etmeyin, evi de kaybettiniz!"Belki de tüm havalı mücevherlerini satıp bir eve taşınacağını biliyordu.Belki de bunu kastetmiştir.Bunu mu kastetmiştin anne?

Bu iki kişilik gösteriyi ben taşıyorum.Penn ve Teller'da sessiz olan en azından kâğıt numarası yapardı. Piyanocu, anneme komik bir şey söylediğimde davul çalmaya ne dersin?Evet ama şimdi değil.Komik bir şey söylediğimde.Mesela... Pekâlâ.Annemle 20 yaşındaki bir erkeğin farkı nedir?Biri tabura girer, diğeri tabuta.Bu komik bir şey örneğiydi.Sağ ol. Bir daha deneyelim.Hey anne, annemle bir düzine Paskalya yumurtasının farkı nedir?Biri bir kutuda taşınır, biri bir kutuda gömülür. Bir tane daha? Bu son.İlk yılındaki bir edebiyat öğrencisiyle annem, Beatrice Horseman'ın farkı nedir?Biri düzgünce okur, diğeriyse koca bir fahişedir!Evet, biraz aşırıya kaçmış olabilirim.Bu odadakiler için fazla "annem koca bir fahişe" kaçmış olabilir.Özür dilerim anne, koca bir fahişe değilsin.Koca bir fahişeydin ve artık ölüsün.İlk kez bir seyircinin önünde performans sergilediğimde annemleydim. Önceden salonda akşam yemeği kulübüyle gösteriler yapardı ve bana...Bana "The Lollipop Song" u söyletirdi.O partiler gerçekten büyük olaylardı.Skeçler, sihirbazlık numaraları ve ırklara karşı duyarsız vodviller olurdu ve büyük finalde her zaman annemin yaptığı bir dans olurdu.Yalnızca bu partilerde çıkardığı o elbisesini giyerdi ve bu inanılmaz gösteriyi yapardı.Çok güzel ve üzücüydü. Babam bu partilerden nefret ederdi.Kendini çalışma odasına kilitler ve sessiz olmamız için duvara vururdu ama her zaman annemin dansını izlemek için dışarı çıkardı.Elinde viskisiyle kapı eşiğinden ayrılmaz ve kaçarak evlendiği bu alaycı, küçümseyici kadını huşu içinde izlerdi.İki ebeveyninden de fazlasıyla korkan bir çocuk olarak o zarafet anının bir anlamı olduğunun her zaman farkındaydım.

Bir şekilde birbirimizi anlardık.Mahvolmuş insanlar olarak ben, annem ve babam birbirimizi anlardık.Annem bu anlar, bu çok nadir, kısa ve öz durumlar dışında hayatı boyunca boğuluyormuş gibi hissettiğini bilirdi.Ve o anlarda aniden yüzme bildiğini hatırlardı.Ama sonra genelde yüzemediğini, boğulduğunu tekrar hatırlardı.Ve bunu anlardı.Benim ve babamın da bunun farkında olduğumuzu anlardı.Boğuluyor ve birbirimizi nasıl kurtaracağımızı bilmiyorduk ama birlikte boğulduğumuzun farkındaydık.


Ve hastanedeyken onu "Seni anlıyorum." anlamında söylediğini düşünmek istiyorum.Ebeveynlerinin ölmesinin garip yanı bunun sırada senin olduğun anlamına gelmesidir.Yani, elbette söz konusu ölüm olduğunda bir bekleme listesi yok.Hepimiz her an Snapchat'teki bir ergen tarafından ezilebiliriz.Ve bunu bilmenin bizi daha maceraperest, daha kibar, daha affedici yapacağını düşünürsünüz.Ama bizi daha ufak, daha aptal ve daha önemsiz yapıyor.Hatta yakın zamanda ölümün kıyısından döndüm.Bir akrobasi sahnesi yolunda gitmedi ve binadan düştüm.Ben bir aktörüm, dublör kullanmam.Philbert adında yeni bir dizide oynuyorum.Philbert benim, dizinin yıldızı.Henüz yayınlanmadı ama Emmy sarhoşluğu başladı bile. Sarhoşluktan bahsetmişken...Her sabah iki tane içmem gerekiyor ama çekim takvimi yüzünden günlerim o kadar şaştı ki artık sabah ne demek onu bile bilmiyorum.Burada çok fazla cenazeye katılıp da artık yasın ne demek olduğunu bile bilmeyen biri için bir şaka gizli.Bırakayım da bunu kendiniz çözün.

Neyse, o binadan düşerken ve paniğe kapıldığımda ne düşündüm biliyor musunuz?Aptal beynimin ölmeden önce düşündüğü son şey."Üzülmeyecekler."Süper düşünce beyin.Hayır, bu...Şunu biraz azalt, olur mu?Kimlerin üzülmesini istediğimi bile bilmiyorum.Annem ölmeden önce bile kim olduğumu zar zor hatırlıyordu.Ve elbette babam da ölü.Onunla yaptığım son konuşma romanıyla ilgiliydi.Bu kitabın onun mirası olacağından çok emindi.Belki de bu değersiz hayatında yaptığı boktan şeylerin intikamını alacağını düşünüyordu.Belki de almıştır.Bilmiyorum. Hiç okumadım.Neden onun için bunu yapayım ki?


Horsin' Around adındaki dizide oynuyordum.Cidden alkışlamayın ya.Güzel alkışlamıyorsunuz.Dostum Herb Kazzaz tarafından yazılıyordu ve o da öldü.Sarah Lynn adında küçük bir kız oynuyordu.Ve yetimlerle alakalıydı.Başlarda kanal şöyle demişti,"Yetimliklerinden çok bahsetmeyelim çünkü seyirci yetimleri üzücü bulur ve kendileriyle ilişkilendirmezler.".Ben yetimlerin üzücü olduğunu düşünmezdim, şanslı olduklarını düşünürdüm çünkü ebeveynlerini istedikleri gibi hayal edebilirlerdi.Özlemini duyacakları bir şeyleri vardı.Neyse, bir sezon finalinde Olivia'nın öz annesi kasabaya gelmişti.O bir keşti ama artık temizdi ve tekrar Olivia'nın hayatında olmak istiyordu.Elbette o Olivia'nın kusursuz yetişkin hâli gibiydi, birlikte AVM'ye gittiler, her zaman istediği gibi kulaklarını deldirdi...Pardon, hâlâ izlemeye devam ediyorsanız Horsin' Around'ın altıncı sezon finaliyle alakalı spoiler.Neyse, at onu uyarmaya çalışıyordu."Dikkatli ol, annen seni hep yüzüstü bıraktı.".Ama Olivia atın kıskançlık ettiğini düşünüyordu ve annesi California'ya taşındığını söyleyince Olivia onunla gitmeye karar verdi.Ve kanal seyirciyi merakta bırakmıştı, Olivia temelli mi gitmişti?Elbette bu bir dizi olduğu için temelli gitmemişti.Elbette bu bir dizi olduğu için Olivia'nın annesi eski hâline dönüp rehabilitasyona gitmişti.Olivia eve kadar otostop çekip Mr. T, Alf ve Stomp ekibinin arabasına binmişti.Elbette öyle olmuştu.Çünkü ya ne olacaktı?Olivia diziden ayrılacak mıydı?Sitcomlarda mutlu son olmaz, çünkü herkes mutlu olursa dizi biter ve her şeyden önce dizinin devam etmesi gerekir.Dizi her zaman devam eder.Horsin' Around'a aptalca, kötü ve gerçek dışı diyebilirsiniz ama şundan daha gerçek bir şey yoktur, asla mutlu bir son olmaz çünkü dizi her zaman devam eder.Sanırım ta ki etmeyene kadar.

Annem cenazesinde eski dizim hakkında bu kadar konuştuğumu bilse hiç hoşuna gitmezdi.Belki de aptal oğlunun bunu bile doğru yapamamasını komik bulurdu. Kim bilir?Ne dememi istediğine dair bir ipucu bırakmadı.Tek bildiğim açık bir tabut istediğiydi ve aptal oğlu onu bile beceremedi.Burada durup onu memnun etmeyi bildiğimi söylemeyeceğim.Hayatımın çoğu bunu anlamak için beyhude çabalarla geçmiş olsa da.Ama sürekli ICU'da bana bakarak..."I.C.U." "Seni görüyorum." Yüce Tanrım, yoğun bakım ünitesindeydik.Yalnızca tabelayı okuyormuş.Annem öldü ve elime geçen tek şey o bedava churro oldu.Tüm bunların en boktan yanı ne biliyor musunuz?Tezgâhın arkasındaki o yabancının bedava churro vermesi, o küçük nezaket, annemin tüm lanet hayatım boyunca bana gösterdiği şefkatten çok daha fazlasıydı.Biri için iyi bir şey yapmak ne kadar zor olabilir ki?Jack in the Box'taki o kadın beni tanımıyordu bile.Ben senin oğlunum.Sahip olduğum tek şey sendin!Bir arkadaşım var.Ve onunla tanışmamdan hemen sonrababası öldü ve onunla cenazeye gittim.Ve aylar sonra bana neden hâlâüzgün olduğunu anlamadığını çünkü babasını sevmediğini söylemişti.Bana mantıklı geldi çünkü babam öldüğünde bana da aynısı olmuştu.Ve şimdi de aynısı oluyor.Nasıl mı?Şu Ted Danson'ın oynadığı Becker dizisi gibi.Diziyi güzelleşeceğini umarak baştan sona izlemiştim ama hiç güzelleşmemişti.Tüm doğru parçalar vardı ama bir araya getirememişlerdi.Ve yayından kalktığında gerçekten çok üzülmüştüm.Diziyi sevdiğim için değil, çok daha iyi olabileceğini bildiğim ve bu artık mümkün olmayacağı için.Ebeveynlerini kaybetmek de böyle bir şey.Becker gibi.Aniden ilişkinizin asla istediğiniz gibi olmayacağını fark edersiniz ama yaşadıkları sürece bunu kabul etmeseniz de bir yanınız, lanet olası aptal bir yanınız hâlâ o ihtimale tutunmaya devam eder.Ve o ihtimal ortadan kalkana dek bunu fark etmezsiniz bile.



"Annem öldü ve artık her şey daha kötü."Çünkü artık odanın karşısından bana bakıp "BoJack Horseman seni görüyorum." diyen bir annem olmayacağını biliyorum.Ama sanırım bunu bilmek iyi oldu.Geçmişte ve şu anda bana sahip çıkan biri olmadığını ve hiçbir zaman da olmayacağını bilmek iyi oldu.Güvenebileceğim tek kişinin kendim olduğunu bilmek iyi oldu.Artık bunu biliyorum ve bu iyi bir şey.Bunu bilmem iyi bir şey.Yani... Annemin ölmesi iyi oldu.Yani, lafı uzatmanın anlamı yok.

Beatrice Horseman 1938'de doğdu ve 2018'de öldü ve ne istediğine dair hiçbir fikrim yok.
Tek bildiğim hepimizin istediği şeyi istiyordu; görülmek."

BoJack Horseman S05E06 
Final Music


Altyazı Çeviri: Faruk Berk

17 Ekim 2018 Çarşamba

darağacı, vasil bıkov & voskhozhdenie, sotnikov


...Rıbak tam olarak anlamadı, ama daha sonra ortada kaygılanacak bir şey olmadığına karar verdi.Sotnikov yürüyebiliyordu, biraz öksürmesine gelince -savaşta insan soğuk algınlığından ölmezdi.
---
...Sotnikov ocağın başında oturuyor, uyanık kalmak için kendini zorluyordu.İkide bir yakasına yapışan, başını çatlatacak gibi zorlayan öksürüğün yardımı oluyordu uyanık kalmasında.Kadının anlattıkları bir kulağından girip ötekinden çıkıyordu, onun yakarışlarını anlamak istemiyordu canı.Almanlara hizmet edebilen bir insana karşı acımasızdı.Bu hizmetin şöyle ya da böyle oluşunun hiçbir önemi yoktu.Adamın bunu haklı çıkaracak nedenleri olması Sotnikov'un umurunda değildi, bu tür nedenlerin değerini biliyordu.Faşizme karşı verilen amansız savaşta bu tür inandırıcı nedenleri göz önüne almak mümkün değildi.Zafere ancak tüm nedenlere rağmen varılabilirdi.Sotnikov bunu katıldığı ilk çarpışmadan beri biliyordu, bu kanıyı her zaman korumuş, savaşın getirdiği tüm zorluklara rağmen tavrının sağlam kalışında bunun ona birçok bakımdan büyük yararı olmuştu.
---
...Dövüşerek ölmekten korkmuyordu -bu korku bir düzine umutsuz durumda, sık sık karşısına çıkmıştı.Hayata da o kadar değer vermiyordu, çünkü hayat onun için bir sevinç olma niteliğini çoktan kaybetmişti ve bir süreden beri bir yükümlülük de değildi.Yaşamak, komutan olduğu sırada, başkalarının yazgısı ve savaşın geleceği onun elindeki yetkiye bağlı olduğu sırada önemliydi.Şimdi tek başınaydı ve sadece kendisinden sorumluydu.
---
...Avuntu olsa olsa insan ruhunda gizli olan manevi olanaklarıydı.Sotnikov Almanların yazın esir kampında kır saçlı bir albayı sorguya çekişlerini hiç unutmayacaktı.Albay savaşta ağır yaralanmıştı, kolları paramparçaydı ve yaşamakla ölmek arası bir durumdaydı.Bu albay korkunun ne olduğunu bilmiyor gibiydi ve Gestapo subayının yüzüne karşı Hitler'e, faşizme ve bütün Almanya'ya verip veriştiriyordu.Alman onu bir yumrukta öldürebilir, iki saat önce piyade birliklerine bağlı iki siyasal yardımcıya yaptığı gibi, vurabilirdi.Ama bu albayı söverek de olsa aşağılamamıştı.Herhalde böylesini ilk kez görüyordu ve şaşırıp kalmıştı.Sonra telefona sarılmış, herhalde amirine ne yapması gerektiği konusunda akıl danışmıştı.Tabii albay sonradan gene de kurşuna dizilmişti, ama kurşuna dizilmeden önceki dakikalar onun zaferi, son kahramanlığı olmuştu ve bu kahramanlık savaş alanındakinden, şüphesiz, daha kolay değildi, zira yurttaşlarının onu duyacağı umudu bile yoktu.Bir rastlantı sonucu baraka duvarının dibinde duran birkaç yurttaşı duymuştu onu.
---

...Kurşuna dizilmeye götürüldükleri söyleniyordu.
Bu, doğru olabilirdi, çünkü kafile dört bin kişilk esir kampından seçilen kişilerden oluşturulmuştu: Siyasal görevliler, parti üyeleri, yahudiler ve Almanları kızdıran başka kişiler.Sotnikov kaçma girişiminde bulunduğu için kafileye alınmıştı.Besbelli onları çam korusunun içindeki kum tepelerinde kurşuna dizmek istiyorlardı, zira kafile yoldan saptıktan sonra Alman muhafızlar daha uyanık bir tavır alıp kafileye yaklaşmışlar, onları bir sürü gibi birbirine yaklaştırmak için daha çok bağırıp çağırmaya başlamışlardı.
...
...Sotnikov başını ihtiyatla çevirdi -yanında bir teğmen oturuyordu.Teğmen bacağındaki kirli sargının altından farkettirmeden bir bıçak çıkardı, gözleri o kadar kararlı bakıyordu ki, Sotnikov böyle bir insana engel olunamayacağını, onun yerinden fırlayıp çılgınlıklar yapacağını düşündü, yoksa bıçağı ne yağacaktı?Öbürü apoletsiz subay ceketi giymiş, yaşlıca bir adamdı, çekine çekine biraz ilerde duran iki muhafız birbirlerine yaklaştılar ve sigaralarını bir çakmakla yaktılar; biraz daha ötede atlı bir muhafız kitleyi kolluyordu.

Güneşin altında on beş dakika kadar oturdular, sonra tepeden bir emir geldi ve Almanlar kafileyi ayağa kaldırdılar.Sotnikov'un komşusu derhal uç tarafa geçip muhafıza yaklaştı.Muhafız güçlü kuvvetli, tıknaz bir Almandı, bütün muhafızlar gibi makinalı tabancasını göğsünde taşıyordu, ceketinin koltuk altları terden ıslanmıştı; kepinin ıslak kenarlarından hiç de ari olmayan, katran karası bir tutam saç çıkmıştı.Sakin sakin sigarasını çekiştiriyor, dişlerinin arasından tükürüyordu.O sırada esirlerden birini itip kakmak için kafileye doğru iki sabırsız adım attı.Aynı anda teğmen arkadan bir atmaca gibi onun üzerine atladı ve bıçağı sapına kadar güneşten yanmış boynuna sapladı.

Alman, bir inilti çıkardı ve yere çöktü, biraz ileriden birisi "Dikkat!" diye bağırdı, birkaç kişi kafileden koptu ve düzlüğe doğru koşmaya başladı.Sotnikov şaşkınlıktan taş kesilmişti, ama sonra kendini koruma içgüdüsünün sesini dinledi ve koşmaya başladı.Neredeyse teğmenle çarpışacaktı.O da önce koşmaya başlamış, ama sonra ayağı takılmış, Sotnikov'un ayaklarının dibinde yıkılmış ve bıçakla kendi karnını bir hamlede deşmişti.Sotnikov teğmenin üzerinden atladı.Boyu ancak bir parmak uzunluğunda olan bıçağın kanlı ağzı bir an parlayıp teğmenin elinden düşmüştü.
---
...Rıbak kötü bir insan değildi, ama kendi sağlığı gayet yerinde olduğu için hastalara karşı biraz anlayışsızdı; bazen insanın kendini nasıl üşütebileceğini, nasıl hastalanabileceğini aklı almıyordu.Savaşta hastalanmanın akla gelen şeylerin en aptalcası olduğunu düşünüyordu.
---
...Sotnikov sustu, kendini kötü hissediyordu.Yüzünü ter basmış, alaycı tavrından eser kalmamıştı.Bunun boş bir tehdit, bir şantaj olmadığını anlamıştı, bu adamlardan her şey beklenebilirdi.Hitler onlardan vicdanı, insanlığı, en basit hayat ahlakını almış, onlara canavarca bir güç vermişti.O, bu adamların karşısında sadece bir insandı.Başka insanlara ve ülkesine karşı yükümlülükleri vardı, bir şey gizlemek ve kendini haklı çıkarmak  olanağı zayıftı.Bu savaş eşitlikten uzak, düşman üstündü.Sotnikov'un getirdiği her şeyi soruşturma görevlisi kolayca bir kenara atıvermişti.
---
...Güçsüzlük Sotnikov'u kurtardı: Budzila işkenceye başlar başlamaz bayıldı.Üstüne su boca ettiler, ama bunun sadece birkaç saniyelik bir yararı oldu, ardından kendini tekrar kaybetti ve vücudu ne eyer kayışıyla dövülmeye, ne de Budzila'nın çelik bir kerpetenle tırnaklarını sökmesine tepki gösterdi.Yarım saat boşu boşuna çabaladıktan sonra iki polis onu sürükleyerek odadan çıkardılar ve muhtarın bulunduğu hücreye attılar.


---
...Savaştaki her ölüm gibi onun ölümü de bir şeyi doğrulamalı, bir şeyi yalanlamalı ve yaşamın gerçekleştiremediği şeyi olanaklar oranında gerçekleştirmeliydi. Yaşamın başka ne gereği vardı?
---
Rıbak: Hayır, bu komik herifle anlaşamayacaklardı.Hayatta olduğu gibi ölmeden önce de dikkafallı bir ilke meraklısıydı o, eh, karakter meselesiydi bu.Hayat denen kumarda en çok kazanan kişinin en kurnaz kişi olduğunu bilmeyen var mıydı?Evet faşizm dünyanın yarısını çarklarında öğüten bir makinaydı.Onun karşısına çıkıp çıplak elle onu durdurmaya mı çalışmalıydı yani?Yandan onun tekerleğine bir çomak sokmak çok daha sağduyulu bir şeydi!O zaman belki saplanıp kalır ve ona arkadaşlarının yanına sıvışma fırsatı verirdi.
---


...Babası son demetleri toplamıştı.Galiba arabanın yükü çok yüksekti, çünkü yükü bağladıkları ip neredeyse yetmeyecekti.Kol'a'nın yedi yaşındaki kız kardeşi Man'a'yla komşunun kızı L'uba demetlerin üzerine tırmanmışlardı.Rıbak yüksek yükün üstünde ileri geri sallanarak yol alıyor ve atı her zamanki gibi güvenle yönetiyordu.Kuptsova dağını geçmişlerdi, yol uçuruma doğru yaklaşıyordu.O sırada koşum takımlarına bir şey olmuş, at ürkmüş, araba yan yatmıştı.Kol'a'nın gözü uçuruma ilişmiş, korkudan buz kesilmişti.

Kurtulmak için atın başını iyice sağa çevirmesi gerekiyordu, ama korkudan bunu düşünememişti Rıbak.Arabadan aşağı atlamış, araba atıyla ve iki kızla birlikte uçuruma yuvarlanmıştı.
...
Şimdi önünde gene öyle bir uçurum vardı.Ancak bu kez arabadan atlayamıyordu, eli-kolu sımsıkı bağlıydı, üstelik kendini kurtaramaması için gözaltında bulunuyordu.
---


...Sotnikov huzurluydu.Bu serseriler silahlara ve güze sahipti, ama onun da sonuna dek elden bırakmayacağı bir şey vardı.Korkmuyordu onlardan.

Kaputun altında biraz ısındı ve uykuya daldı.
Garip, karışık şeyler gördü düşünde.

Son gecesinde özellikle bu rüyayı görmesi şaşılacak bir şeydi.Gözlerinin önünden çocukluğunun bazı görüntüleri geçiyordu.Önemsiz ve pek anlaşılmayan şeylerin arasında babasının Mauser tabancasıyla ilgili, budalaca bir sahne de vardı.Sotnikov tabancayı kılıfından çıkarmak istiyor ve yaptığı beceriksizce bir hareket sonunda  tabancanın namlusunu kırıyordu.Tabancanın namlusu çelikten değil, oyuncak tabancalarınki gibi çinkodan yapılmıştı.Korkuya kapılıyordu, oysa artık çocuk değildi.Yetişkin denecek yaştaydı, belki de henüz askeri okula gidiyordu, çünkü olay okulun silahhanesinde geçiyordu.Sotnikov tüfeklerin dizildiği piramidin önünde ne yapacağını bilmeden duruyordu.Babası her an gelebilirdi.Tüfeklerin konulduğu piramide doğru koşuyordu, ama orası tümüyle doluydu, bütün gözlerde tüfekler vardı.Sotnikov titreyen elleriyle sobanın kapağını açıyor ve tabancayı sigara izmaritleriyle dolu karanlık boşluğa sokuşturuyordu.
Bir an sonra orada ateş yanmaya başlıyordu.Kömürler kor halinde parlıyor ve korların içinde bir şey eriyordu.O ocağın başında şaşkın şaşkın bekliyordu.Yanında babası duruyordu.Ama tabancadan tek kelimeyle söz etmiyordu, oysa Sotnikov babasının biraz önce olup bitenleri gayet iyi bildiğini seziyordu.Babası sobanın başına çöküyor ve ihtiyar bir sesle, acır gibi:

"Bu bir ateşti ve dünyanın en yüce adaletiydi.." diyordu.
---


İnsan yarı ölü, yarı diri durumdaysa ve bu namussuzlara artık küfür bile edemiyorsa, ölümden beş dakika önce ne yapabilirdi?
---
...Rıbak fena bir partizan değildi, orduda da iyi bir başçavuş olduğu mutlaktı, ama hiç şüphe yok ki insan ve yurttaş olarak eksikleri vardı.Hoş, beş senelik okuldan çıktıktan sonra bir düzine doğru dürüst kitap okuduğu bile kuşkulu olan Rıbak nereden bulacaktı bunları?Sanki o ruhsal gelişiminde, ona başkalarının eylemlerini insancıllığın en yüce yasalarına göre yargılama hakkını veren ahlaksal bir düzeye erişmiş miydi?
---
...Ama eninde sonunda, dünyada insanın kendi kellesinden daha değerli şeyler de vardı.

Vasil Bıkov
Darağacı
Yar Yayınları (Temmuz, 1994)
Çeviri: Metin Alemdar

Film:
Voskhozhdenie (1977)
Larisa Shepitko