remzi gürkan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
remzi gürkan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2021 Perşembe

Taşın Fazlalığı Yoktur - Mehmet İşten


Taşın Fazlalığı Yoktur - Mehmet İşten
Natama Yayınları - Mayıs 2021

"...
Ortada küçükten masa
-içinde kırık çekmece-
yanında sandalyeler filan
üzerlerinde ölü arkadaşlar
öyle denk geldi, bilmezler birbirlerini
ben tanıyorum hepsini, harikaydılar
..."

6 Mayıs 2021 Perşembe

Şiir Nerede Başlar ? (15) - Remzi Gürkan, Cinler ve Kambur

Kamburun biri, bir gece vakti hamama gider.Göbektaşında yatarken vakit ilerler, gece yarısı olur, derken cinler çıkar ortaya ve bizim kamburun çevresini kuşatıp başlarlar "çarşambadır çarşamba" diye dönmeye.Kambur bakar ki kurtuluş yok, cinlere uyar, onlarla birlikte "çarşambadır çarşamba" diye dönmeye başlar.Cinler kamburu beğenirler, sırtından kamburunu alıp vücudunu düzeltirler.Adam ertesi gün başka bir kambur arkadaşına rastlar ve kamburunun nasıl düzeldiğini anlatır.Kambur, gece olur olmaz hemen hamama koşar, vakit gece yarısı olunca cinler gene çıkar ortaya ve gene "çarşambadır çarşamba" diye dönmeye başlarlar.Kambur da onlarla birlikte dönmeye başlamış ama günlerden perşembe olduğu için "perşembedir perşembe" dermiş hep.Cinler bakmışlar  olacak gibi değil, öbür adamın kamburunu da bizimkinin sırtına yükleyip kapı dışarı ederler.

...

Remzi Gürkan
Abes Çarkını Durdurmak
Şiir Nerede Başlar?

22 Mart 2021 Pazartesi

Goçcuvazlı Abdi


İncir ağacınıy altında oturyon
Yalavuz
Sen yoksuy
Sen de yoksuy
Büyüdüyüz gittiyiz
Bi ben kaldım uşak
Hangi birine yetişey
Ballı incirle dalında acıya

Goçcuvazlı Abdi

(Remzi Gürkan'dan aktarımla...)

9 Haziran 2020 Salı

Remzi Gürkan'ın Ardından


Memleket: Kronştad
Hakkında: "Bir gün yağar sende de karlar."

Remzi Gürkan'ın "Kronştad"ı, Kronştadlı denizciler ve onların isyanlarından ibaret değildi elbet.Denizi, dalgaları, balıkları da vardı.Fırtına kuşlarını, albatrosları ve batağanları yine orada görebilirdiniz.Belki biraz Köroğlu'nun 'Çamlıbel'i gibi bir tahayyül alemi...Çok şey var aslında; bunlar bize hep 'Remzi'den kaldı.

"Bizim eller, Çamlıbeller aşkolsun."

Çok üzgünüz.

Şiir: Asaf Halet Çelebi, Rüyalar

8 Haziran 2020 Pazartesi

Remzi'nin Ardından - Nilüfer, Behçet Necatigil

Remzi Gürkan'ı yitirdik.Kalender dostu Mehmet İşten'in, 
Necatigil şiiriyle eşleşen sızısı oldu.


Ben oraya koymuştum, almışlar,
Arasına sıkışık saatlerin.
Çıkarır bakardım kimseler yokken; 
Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar. 

Kışken ilkyaz, sularımda açardı; 
Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı? 
Eski defterlerde sararırmış yaprak.
Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.

Bir ışıktı yanardı gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık-
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar. 

Behçet Necatigil

6 Şubat 2012 Pazartesi

yalan, remzi gürkan

  Bilimle uğraşan karıncalar hayvanları ikiye ayırmışlar, bir; aslan, kaplan, kurt gibi yumuşak huylu hayvanlar, iki; tavuk, kaz, ördek gibi yırtıcı hayvanlar...

       Bakış nerede durduğuna göre değişir, tartışılır. İnsan hata yapar, yanılır, tartışılır. Ama karıncayı kurt, aslanı ördek yaparsan bu düpedüz yalan söylemektir. Yalan politik bir şeydir...

Son zamanlarda üniversitelerde yurtseverlik vurgusunu üzerlerinde ‘fedakarca’ taşıyan iki ‘politik’ eğilimin karşı karşıya geldiklerini deyim yerindeyse ‘karakolluk’ olduklarını görüyoruz. “Güzellik hulasa edilemez” diye bir laf vardır. Hulasa edilebilen bir şey yoktur ki güzel olsun. Sevmek de hulasa edilemeyen bir güzelliktir. “Dünyayı güzellik kurtaracak” diye yazıyordu Dostoyevski. Arif Damar “Yoksulduk, dünyayı sevdik” der. Sevmek güzelken, özellikle birlikte sevmek daha da güzelken böylesine güzel bir şey üzerinden insanlar nasıl oluyor da karşı karşıya geliyor? Ama karşı karşıya geliyorlar. Demek ki işin içinde bir iş var. Eğer yurt da sevgi de bir tapu, mülk, iktidar sorunuysa gelirler tabii.

Oysa sevgi ve tahakküm yan yana düşünemeyeceğimiz şeyler, biri varsa öteki yoktur. 'Yanak yanağa değil duvar duvara'dırlar. “Yurt, canlı türlerin yaşam alanıdır. Savaşmayız, veririz” diye yazıyor Ahmet Güntan. Yeter ki gasp etme, yaşa ve yaşat. Politika ise bir gasp sanatı, bir hükmetme sanatıdır, ne arasın orada sevgi? Adaleti infaz memurlarının, özgürlüğü füzelerin sağlayacağını, yurtseverliğin de iktidarsevicilerin tekelinde olduğunu sanmak politika uzmanlarına gafil avlanmaktır olsa olsa. Ama herkes gaflet uykusunda değil bakın(!); Yılmaz Odabaşı mesela, Mithat Cemal Kuntayın bir şiirine nazire olarak yazdığı şu dizeler sevile sevile duman edilmiş, sevilmedik bir yeri kalmamış kimi insanlara bir ilaç gibi geliyor, onları rahatlatıyor ve 'uyarıyor': “Bayrakları bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır / Toprak eğer uğruna ölen varsa utanmalıdır”

Ne var ki afyonun etkisi biraz geçtikten sonra ‘nedir yani’ diyor insan kendi kendine, bayrakları bayrak yapanlar, bizi çook seven ve bizler müsait oldukça daima sevmek isteyenler değil mi? Gerek müesses nizam, gerekse de müesses nizam adayları, çekirdekleri değil mi? Bayrak imalatçısı dediğin Hasan emmidir, Ayşe teyzedir. Varsa bir suçları günahları olsa olsa ‘küçük hisseli, uzak ortak’tırlar ki o bile değil. Toprak dediğinse tabiat anadır birader, severim de uğruna ölürüm de... Kızılderililer de ölmüşlerdi uğruna, aborjinler de, Afrikalı ‘ilkel’ kabileler de, göçebe Oğuzlar da, bedeviler de…Hiç birinin tapu daireleri yoktu. Tabiatla kurdukları ilişki mülkiyet ilişkisi değildi. Toprakla mülkiyet ilişkisini kuranlar –bu isterse kamu adına olsun- öylesi böylesi hiç fark etmeyen müesses nizamlardır.

11 Ocak 2012 Çarşamba

adalet, remzi gürkan

Neyzen Tevfiki  bir arkadaşı sinemaya götürmüş,izledikleri ‘yerli film’den sonra arkadaşı Neyzene filmle ilgili fikrini sormuş;iyi miydi,kötü müydü,beğendin mi beğenmedin mi diye.
Neyzen, esas oğlan  esas kızı önce kurtardı,sonra tuttu kendisi becerdi diye cevaplamış arkadaşını.
Bu ülkede çekilen ilk film 14 kasım 1914de Fuat Uzkınay’ın çektiği film olarak görülür,nereden baksan 100 yıla yakın bir sinema tarihimiz var ama tüm zamanların ratingi en yüksek filmi Neyzenin de izlediği zaman zaman oyuncuları ve kurgusu değişebilen ancak konusu hiç değişmeyen bu film olmuştur ve mealen Neyzenin deyişiyle aynı hamam aynı tas ve fakat bir varsa kurna değişmiştir bu filmde.

Filmde işlerin yolunda gitmesini engelleyen kötü insanlar;suçlular,düşmanlar var.Bunun mutlaka olmak gereği vardır.Belli bir yasallık çizgisinin dışından hareket eden bu suçlu kişiler eğer gerçekten yoksa bile gerek senaryo yazarları ve gerekse yönetmenler tarafından imal edilmek zorundadır.Gerek maddi,gerekse de manevi anlamda hayatını tehdit eden büyük bir tehlike esas kıza hissettirilmeli ki esas kız kendini bekleyen akibetine doğru adeta gönüllü bir biçimde yol alsın,iki ucu boklu değneğin bir ucundan tutsun,naçiz bedenini çekiştiren ellerin emin eller olduğuyla avunsun.
Fakat vicdan sahibi,suret-i haktan yana entelektüel seyirciler de vardır.onlar bu filmde suçlu olarak gösterilen kişilerin gerçekten suçlu olmama ihtimallerini ya da yeterince suçlu olup olmamalarını kurcalarlar,filmdeki adalet sarayından adalet beklerler.Sarayların tarihiyle hapishanelerin tarihinin bir ve aynı tarih olduğunu,birinin olmasının ancak ötekisi de olunca mümkün olduğunu bile bile bu adalet illüzyonuna kendilerini bir umut diyerek kaptırırlar.

17 Ekim 2011 Pazartesi

abes çarkını durdurmak,remzi gürkan

kamburun biri bir gece vakti hamama gider.göbektaşında yatarken vakit ilerler,gece yarısı olur,derken cinler çıkar ortaya ve bizim kamburun çevresini kuşatıp başlarlar 'çarşambadır çarşamba' diye dönmeye.kambur bakar ki kurtuluş yok,cinlere uyar,onlarla birlikte 'çarşambadır çarşamba' diye dönmeye başlar.cinler kamburu beğenirler,sırtından kamburunu alıp vücudunu düzeltirler.adam ertesi gün başka bir kambur arkadaşına rastlar ve kamburunun nasıl düzeldiğini anlatır.kambur gece olur olmaz hemen hamama koşar,vakit gece yarısı olunca cinler gene çıkar ortaya ve gene 'çarşambadır çarşamba' diye dönmeye başlarlar.kambur da onlarla birlikte dönmeye başlamış ama günlerden perşembe olduğu için 'perşembedir perşembe' dermiş hep. cinler bakmışlar olacak gibi değil,öbür adamın kamburunu da bizimkinin sırtına yükleyip kapı dışarı ederler. 
işte türkiyede gazeteciliğin 150 yıllık tarihi özetle budur.emil galip sandalcının söylediği gibi "türkiyede en belalı iş gerçeği aramak,en pahalı nesne gerçeği dile getirmektir,bu yüzden de bizde gerçekler ortalıkta 'tebdili kıyafet dolaşırlar,usta makyajlı sahne oyuncuları gibi aynada kendi kendilerini bile tanıyamazlar"
maalesef tabakhanede çalışan işçilerin ufunetin kokusunu hissetmemeleri durumu değiştirmez,ufunet kokar ve işte kokuyor...
ne akara kokara bakma,torbaya gelene bak faydacılığı ne de devekuşu misali başı kuma sokarak korunma çabaları bir işe yaramıştır.

bu abes çarkını durdurabilmenin yegane yolu ,yoldan çıkmaktır.hiç gidilmeyen yere yol yoktur.
ufuk çizgisine bakacağız.

Remzi Gürkan