23 Kasım 2018 Cuma

uzaktır güneyin şarkıları, ahmet erhan'dan hüseyin ferhad'a


UZAKTIR GÜNEYİN ŞARKILARI

                                  Hüseyin Ferhad'a

Uzaktır güneyin şarkıları şimdi
Sen ki uzaklıkları özlerdin ey çocuk
Dilinde kekremsi, garip bir tadla
Akıtırdın boğazından sözcükleri

Yağmur ne de çabuk siliyor
Bir daha dönmeyeceklerin ayak izlerini
Çıkıp gidiliyor bir geceyarısı, çocuklar uyurken
Bir dardağan ağacının altına bırakarak gölgeni

Uzaktır güneyin şarkıları şimdi

Acılarla tütsülenmiş gecelerden aydınlığa
Bir kapı daha açmak için
Abansan da ay ışığının parlattığı yollara
Yüzündeki kavrukluğu silebilir misin?


Ahmet Erhan
Öteki Şiirler

22 Kasım 2018 Perşembe

deniz kabuğu, can ozan


Can Ozan - Deniz Kabuğu


Bi hevesle çıktı bu yola, hiç sonunu düşünmeden
Gençti çok hala, bir girdaba yakalandı büyümeden
Ve deniz kabuğuna çekilirken,
İki damla yaş aktı gözlerinden
Ne hayaller kurmuştu belki,
Birden yıkılıp şarkı oldular sözlerinde

Bi söz bi davranış acıttıysa, tekrar tekrar düşünürdü her anını 
Biri zarar verdiğinde, hayatından silip unutmaktı intikamı 
Ve deniz kabuğuna çekilirken,
İki damla yaş aktı gözlerinden 
Ne hayaller kurmuştu belki,
Birden yıkılıp şarkı oldular sözlerinde 

Hiç görmedim ki içten içe dolup taşmış olduğunu 
Bazı sözlerin gece gece aklına gelip uykusuz tuttuğunu 
Ve yolun son çizgisi görünürken, 
İki damla yaş aktı gözlerinden 
Pişmanlığın hiç faydası yoksa,
Neden bu hisler şarkı oldular sözlerimde

Can Ozan


uygarlık ve delilik, kitabı mukaddes'ten freud'a, tımarhaneden modern tıbba akıl hastalığının kültürel tarihi, andrew scull



Antik Dünyada Delilik

...Atina'nın büyük hasmı Sparta'nın kralı Kleomenes'in durumu vardır:

"Karşılaştığı herkesin yüzünü asasıyla dürtmeye başladı.Bu meczupça davranışı yüzünden, akrabaları onu kazığa bağladı.Orada sıkıca bağlanmış halde yatarken, biri dışında bütün muhafızlarının uzaklaştığını fark etti.Bir köle olan bu adamdan, kendisine bir bıçak vermesini istedi.Adam önce buna yanaşmadıysa da, Kleomenes'in serbest kaldığında başına kötü şeyler getireceği yönündeki tehditlerinden ürkerek sonunda razı oldu.Kleometnes bıçağı eline geçirir geçirmez, baldırlarından başlayarak kendini kesmeye girişti.Etini dilimler halinde kopararak uyluklara doğru çıktı, oradan kalçalarına ve böğürlerine geçti.Sonunda ulaştığı karnını doğrayıp kıymaya çevirdi.Böylece işi bitti."

---
Duyguların ve zihinsel faaliyetin merkezi Aristotales'e göre kalp, Hipokrates metinlerine göre ise beyindi: "İnsanlar keyfin, hazzın, kahkahanın ve neşenin, aynı şekilde hüznün, kederin, meyusluğun ve matemin sadece beyinden geldiğini bilmelidir.Böylece özel bir tarzda bilgeliği ve bilgiyi ediniriz; neyin pis ve neyin temiz, neyin kötü ve neyin iyi, neyin tatlı ve neyin tatsız olduğunu görür, işitir ve anlarız."Aklın değil, yüreğin sözünü geçirdiği durumlarda delilik pusuda beklerdi:

"Deliliğin ve hezeyanın, çoğu kez geceleyin ama bazen gündüz bile üstümüze çöken korkuların ve ürküntülerin merkezi de beyindir; uykusuzluğun ve uyurgezerliğin, bir türlü akla gelmeyen düşüncelerin, unutulan görevlerin ve garipliklerin sebebi orada yatar.Böyle şeylerin hepsi sağlıksız bir beyin durumundan kaynaklanır...beyin anormal biçimde nemli olduğunda ister istemez gerginleşir." Hipokrates
...
Bizzat "melankoli" teriminin kökeni Yunan "kara" (melan) ve "safra" (khole) kelimelerine dayanır.
...
Son olarak Yunan epistemolojisi deliliğe ilişkin daha olumlu sonuç doğurabilecek bir yorum sundu; Platon'da ve Sokrates'te karşımıza çıkan bu yorum bazı bakımlardan İbranilerin vahiy almış peygamber fikrini çağrıştırır.Buna göre, delilik dünyayı "görme"nin başka bir olası yolunu temsil ediyor olabilirdi...

---

...Ölümcül şiddete yol açan öngörülemez deli davranışlarına kıyasla, imparatorluk otoritesini sorgulama izlenimi uyandıran meczup davranışları, çok daha meşum ve  tehdit edici sayılırdı.Bunun bir örneği 1763'te anlaşılması zor, çılgınca ve abuk sabuk sözler yazılı fişleri iliştirdiği bir çatı kiremidini Fujian valisi Dingzhang'ın bulunduğu yere doğru gelişigüzel fırlatan Lin Shiyuan'dı.Muhafızlar tarafından yakalandı ve haince bir niyetinin olup olmadığının anlaşılması için sorguya çekildi.Akrabaları onun aylardan beri delirmiş olduğunu ısrarla belirttiler.Numara mı yağtığını, yoksa gerçekten deli mi olduğunu araştırmak üzere sorgucular gönderildi.Adamın deli olduğu sonucuna varıldı.Ortaya çıkarılan bütün deliller bu yöndeydi.Vali bu görüşe katıldı.Yine de Lin'e hemen idam cezası verildi.Peki, suçu neydi? "Sinsi sözleri tasasızca yaymak, afişler yazmak ve halkı heyecana getirip kafa karışıklığı yaratmak." Belli delilik türleri hukuken temize çıkabilirken, Lin Shiyuan'ın akıbetinin çarpıcı biçimde gösterdiği üzere, bazılarının kesinlikle öyle sayılmadığı açıktı.

---




Karanlık ve Şafak

...Melankoli üzerine bir risale yazan İshak İbn İmran (ö.908), "hastaları aslında gerçek dışı olanı gerçek sanmaya yöneltici bir şeyden dolayı ruhta oluşan keder ve yalnızlık duygusunu, kara safradan kaynaklanarak, aklı ve idraki bulandıran ve yok eden buharlara bağladı...
...
...Hastalar duvara zincirlenmenin yanı sıra, sıklıkla dövülürdü; İbn Sina bile dayağı aşırı irrasyonel kişilerin aklını başına getirmesinden dolayı bir tedavi yolu saymıştı.

---

 Arapça'da el-cünun fünun (delilik çeşit çeşittir) diye bir deyiş vardır.Hatta cünun edebi ya da mistik bir anlamda, dar hesaplı akla alternatifi belirtici bir övgü biçimi olarak kullanılabilir.Farsça'da da deli teriminin karşılığı olan ve "cine yakışır" ya da "cinle çarpılma" diye çevrilebilecek şekilde div ve ane kelimelerinden türetilen divane, her iki türden anlamı kapsar.(Bizzat div kelimesinin İran ve Hint mitolojilerinde derin kökleri vardır) Ama Arapça konuşanlar mecnun terimini kullanarak, tıbbi ve adli biçimleriyle deliliği daha dar anlamda da ifade edeblirler; bu terim çoğu kez özellikle olumsuz çağrışımlarıyla "meczup" anlamında kullanılır.
...
Bazı versiyonlarda Mecnun vurulduğu zinciri koparıp kurtulur.Çölde bir münzevi gibi yaşar, bir deri bir kemik kalır, abuk sabuk konuşur, saçı artık upuzun ve darmadağınıktır, uzayan tırnakları hemhal olduğu hayvanların pençelerini andırır, teni güneşten kararmıştır, dört ayak üstünde emekler, sanrılar görür ve gözleri dalar gider, kimi zaman cinnet geçirir, Müslüman sosyal normlarına sarsıcı bir aykırılıkla çıplak dolaşır.Aklının başında olduğu bir anda şunu itiraf eder: "Halkımın canına batmış bir dikenim ve hatta adım dostlarımı rezil ediyor.Herkes kanımı dökebilir; ben kanun kaçağıyım ve beni öldüren cinayetle suçlanmaz."

---

...Kiliseye konulup ayak bileklerinden zincirlenen meczuplara musallat olmuş kötü cinleri çıkarmak için on sekiz gün süren bir uğraş verilirdi.Deliliği hala sürenlerin birçoğu yöredeki bir köylü ailesinin yanına yerleştirilirdi.Böylece Geel ve civarı yüzyıllarca garip bir meczuplar kolonisini barındırdı ve bütün ekonomi delilerin akrabalarınca yapılan hibelere dayandı.

---

Melankoli ve Delilik

...Başka bir biçim olan "eserekli ya da rügarlı melankoli (...) bağırsaklardan, ama özellikle dalaktn, karaciğer ve bağırsak askısı denilen zardan kaynaklanırdı; Laurentius "kuru ve hararetli bir dengesizlik" diye tarif ettiği bu durumu başka bir yerde "evham hastalığı" olarak nitelendirmişti.

---

Melankolinin tuzaklarından ve sıkıntılarından sakınmak isteyenlere Burton'un en başta gelen tavsiyesi şuydu: "Yalnız kalmayın, boş drumayın."

---


Tiyatronun İmkânları

Tommaso Campanella (1568-1639) Dominiken keşiş.Heretik eğilimlerine ilişkin önceki kuşkulardan dolayı sürgün edildiği Calabria eyaletine hükmeden İspanya kralına yönelik bir tertibin manevi lideriydi.Tertipçilerden birçoğu asılırken ya da halkın önünde parçalanırken, o kaldığı hücreyi ateşe vererek ve işkenceden geçirildiğinde , uykusuz bırakıldığında bile akıl hastası numarasını inandırıcı biçimde sürdürerek, idamdan kurtuldu.Yargıçlar bir deliyi idam ettirmekte tereddüt ettiler: çünkü tövbe edemeyecek durumda olması, onu ebedi lanetlenmeye göndermekten sorumlu olmalarına yol açacaktı.Çeyrek yüzyıldan fazla bir dizi Napoli şatosunda hapis kalan Campanella 1616'da Galileo'yu engizisyona karşı cesurca savunan bir risale yayımladı ve nihayet 1626'da serbest bırakıldı.Çıkışından birkaç yıl sonra yeniden baskı görme tehlikesi üzerine Paris'e kaçtı ve orada 1639'da ölene kadar Fransa kralının himayesinde kaldı.
---
...Taburcu edilmek üzere olan bilginin deliliği, birinin gelişigüzel hava durumundan söz etmesiyle bir anda depreşir.Kendinden emin bir tavırla çevresindekilere, "Bir yunusun sırtına binip her şeyi titreteceğim, çünkü ben Neptün'üm" der.Bir süre sonra şu emri verir: "Haydi denizatlarım!Kuzey rüzgarına saldırıp onun sidik torbasını parçalayacağım."

Seyircilerin bu esprilere tepkisi, böyle sahnelerin çoğalmasını teşvik etti.Ama delilik daha ciddi amaçlarla da kullanılmaya başlandı.Hicve elverişli yapılarından dolayı, deliler toplumla ilgili iğneleyici dokundurmalarda bulunmak ve rahatsız edici düşünceleri dile getirmek için bir araca dönüştü.Püritenler tiyatrodan ve temsil ettiği her şeyden nefret eden mızıkçılar olduklarından, bariz bir hedeftiler.Thomas Dekker'ın The Honest Whore (Dürüst Fahişe, 1604) oyunundaki Çöpçü tipi, bu yönde bittiği pek söylenemeyecek çatmaların ilk örneğini verir.Püriten dediğin nedir ki?"Çan kulesini devirip çan halatlarıyla kendini asmadıkça iflah olmaz."Deli ile aklı başında kişi arasındaki sınırın ne kadar ince olabileceğine  işaret eden Çöpçü, şuna cevap verilmesi için üsteler: "Hepsi nasıl olur?(...)Ya, bütün deliler (...) buraya gelecek olsa, şehirde on adam bile kalmaz."Shakespeare'in daha önce kullandığı iğneleyici bir esprinin tekrarıdır bu.Hamlet onu hiç tanımayan (ve Deli Prens Hamlet'in kovulduğunu kesin dille belirten) Palyaço'ya şunu sorar: "Sahi mi, peki niçin İngiltere'ye gönderilmiş?" Palyaço'nun buna cevabı şöyle olur: "Ya, delinin teki de ondan.Orada aklı başına gelir; diyelim ki gelmese bile, orada büyük sorun değil." "Niçin?" diye sorar Hamlet."Durumunun farkına varılmaz" der Palyaço, "oradakiler de onun kadar deli."
---
Delilik dünyanın bu çileli hayatı mutlu hale getirmek, ayrıca yoz ve kötü yöneticilerin davranışları konusunda kendilerini kandırmalarını sağlamak için benimsediği yanıslsamalardır..."Hibe sepetine yağmaladığı onca şeyden bir sikke attığında, günahlarla dolu hayatındaki lağım çukurunun hemen temizleneceğini sanan işadamı, asker ya da yargıç için" elzem bir şeydir."Böyle bir kişi bütün yalan beyan, şehvet, ayyaşlık, kavga, cinayet, aldatma, sahtekarlık, ihanet fiillerinin bir rehin gibi ödendiğini ve bu hesabın kapanmasıyla, günaha açık hazların tamamen yeni bir faslını bir kez daha açabileceğini sanır."*
*Erasmus
---
Tımarhaneler ve Deli Doktorları



Deliliğe sürüklenirken, son sözleri şu olur: "Gia solco I'onde nere"
(Şimdiden simsiyah dalgaları yarıyorum.)

---

...Londra'nın yeniden inşası çerçevesinde kurulan Bedlam, aynı zamanda monarşinin tekrar başa geçişinin, İngilizlerin hiyerarşiye ve ilahi takdirle belirlenmiş sosyal düzene saldıran Cromwell cumhuriyetinin deliliğinden kurtuluşunun bir kutlamasıydı.Ama yeni Bedlam'ın Londra zenginlerinin hayırseverliğini sergilemeye hizmet eden gösterişli dış cephesi ve bolca süsleri 18. yüzyıl ortalarına doğru birçok çevrede işe yaramaz caka ve israf olarak görülmeye başladı.

---



"Daha muteber sayılan ama aslında en pespaye adamların zamparalıklarını daha güvenle ve rahatsız edilmeden sürdürebilmeleri için, her kapriste ya da hoşnutsuzlukta eşlerini tımarhaneye gönderme gibi kötü bir adet şimdilerde pek rağbet görüyor.(...)Leydiler ve hanımefendiler apar topar böyle meskenlere konuluyorlar.(...) ve bu lanetli meskenlere girdiklerinde deli olmasalar bile, maruz kaldıkları vahşice usullerle kısa sürede deliriyorlar." Danie Defoe (1660-1731)


---

"Bir tımarhaneye kapatılma fikri çoğu kimsenin en güçlü dehşet ve telaş duygularını uyandırmaya elverişlidir; büsbütün temelsiz olmayan bir sanıyla, bu yerlere düşen bir hastanın sadece çok büyük zulme uğramakla kalmayacağı düşünülür; iyileşsin ya da iyileşmesin, o duvarların dışını bir daha görmesi büyük bir şans sayılır." William Pargeter (1760-1810)

---

...Dehşet kesinlikle vardı ve bunu sayıp dökmek reformcuların zevk alacağı bir uğraştı.


---
...Tımarhane bakıcıları kamçılama becerilerini ayan beyan etmeye pek hevesli değillerdi; bunun yeni müşteri bulmada çekici bir yol olduğu pek söylenemezdi.Ama sert tedavi birçok tımarhanede yaygın biçimde uygulandı ve hatta İngiltere kralı III. George (1738-1820) gibi muhterem bir şahsiyetin bile dayağa ve gözdağına maruz kaldı.Meczupluğunu iyileştirmekten umutlarını 1788'de kesen saray hekimleri, Lincolnshire'da bir tımarhanesi olan Francis Willis'i (1718-1807) hükümdarı tedavi etmeye çağırdılar.Willis'in nasıl bir yol izlemeyi tasarladığı açıktı.

"Azrail yoksul adamın barakasına ve hükümdarın sarayına uğrarken nasıl hiç ayrım yapmazsa, akıl hastalığı da kurbanlarıyla ilişkilerinde aynı ölçüde kayıtsızdır.Bu sebeple, sorumluluğuma verilen kişilerin tedavisinde hiç ayrım yapmadım.Zarif hükümdarımın durumu ağırlaştığında, onu Kew'deki bahçıvanlardan biri için de benimsemiş olacağım kısıtlama sistemine tabi tuttum: Açıkçası, ona bir deli gömleği giydirdim."

---

Meşhur Hollandalı hekim Herman Boerhaave (1668-1738) delileri dalgınlıktan çıkarmada, boğulur gibi olma duygusunun tedavi edici yararlarının olabileceği görüşünü ortaya atmıştı.Guislain'in bu etkiyi sağlamaya dönük gelişkin yöntemini gururla tarif edişi şöyleydi:

"Küçük bir Çin tapınağı şeklindedir.İç kısmı makaralara ve halatlara bağlı halde kendi ağırlığıyla raylar üstünde aşağıya inerek suya dalan, hafif konstrüksiyonlu ve hareketli bir demir kafesten oluşur.Bu düzeneğin etkisine maruz bırakılacak deli, kafesin içine sokulur; hademelerden biri kapıyı dışarıdan kapatırken, diğeri freni boşaltır; bu manevra kafesteki hastayı suyun dibine batırır.İstenen etki elde edildiğinde, makine bir kez daha yukarıya kaldırılır."



...
Dehşet vericiliği bundan belki azıcık düşük bir makine icat eden ve tertibatına "Sakinleştirici" adını veren Amerikalı deli doktoru Benjamin Rush (1746-1813), benzer bir yaklaşımla, yararlı sonuçlar alınacağını vaat etmekteydi:

"Bir sandalye tasarladım ve deliliği tedavi etmeye yardımcı olması için, bunu bizim hastaneye sundum.Vücudu bağlayıp her kısmını sıkıca kavrıyor.Gövdeyi dik tutmak, beyne kan akışını azaltıyor.Kasların hareket etmesini önlemek, nabzın gücünü ve sıklığını düşürüyor; başın ve ayakların konumu ilkine soğuk su ya da buz, ikincisine ise sıcak su uygulanmasını kolaylaştırıyor.Yarattığı etkiler benim için sahiden çok hoştu.Damarların yanı sıra dil ve mizaç üzerinde yatıştırıcı bir etkisi var.En inatçı hastalar bile 24,12,6 ve bazen 4 saatte sakinleştirilmiş bulunuyor.Tertibata sakinleştirici adını verdim."




---

Asap ve Asabiyet




Alexander Pope'un kendisi de çeşitli hastalıklardan muzdaripti ve meşhur bir dizesinde "hayatım uzun bir hastalık" demişti; ama gerçek acıları bu tür moda özentilerden ayırt etmede hep zorluk çekti.

---



George Cheyne'in anlatımına göre, toplum (ve birey) ne kadar uygar ve süzme olursa, asabiyet patlamalarına o ölçüde yatkın olurdu.Yabancıların gözünde, İngilizlerin sinir bozukluğuna duyarlılığını belirtmek bir ithamdı.Gerçeğe bundan daha uzak bir şey olamazdı.İngiliz toplumunun en soylu kesimlerinde bu hastalıkların yaygın oluşu, tam aksine, üstün inceliğin ve ulusal seçkinliğin kesin kanıtıydı.
...
Ayrıca asabiyet şikayetlerinin onları en süzme ve uygar kişilerin mertebesine yükselttiğini ilan edebilmeleri, belki de beklenmedik ve çoğu hastanın almaktan keyif duyduğu bir ikramiyeydi.

---

Büyük Kapatılma

Fransa'da devrim döneminin seçkin hekimi Philippe Pinel'in yanında çalışmak üzere Paris'e giden hırslı Jean-Etienne Dominique Esquirol (1772-1840), hamisinin yardımıyla 1802'de kendi özel tımarhanesini açtı ve ardından 1811'de Salpetriere Hastanesi'nde özel hekim oldu.Tekrar başa geçen Bourbon monarşisinin gözüne girme çabasıyla, 1817'de akıl hastalıkları üzerine konferanslar vermeye başladı ve ertesi yıl içişleri bakanından ülkeyi dolaşarak akıl hastalarının durumunu saptama gibi bir görev kaptı.Sunduğu rapor bir dehşet kataloğuydu:

"Onların çıplak ve yırtık pırtık giysili halde yattıkları kaldırımların soğuk neminden sadece samanla korunduklarını gördüm.Onların soluyacak havadan, susuzluklarını giderecek sudan, hayatın temel ihtiyaç maddelerinden yoksun halde berbat şeylerle karınlarını doyurduklarını gördüm.Onların dar, pis, bitli, havasız ve ışıksız zindanlarda, insanın lükse düşkün devletlerin başkentlerinde büyük masraflarla besledikleri vahşi hayvanları kapatmaktan çekineceği mağaralara zincirlendiklerini gördüm."

---

...Servolo'da 1725'te din adamlarının yönettiği bir "Deliler Adası" oluşturulmuştu; Shelley ilk başta sadece erkeklerin konulduğu bu yeri Byron'la birlikte ziyaret ettiğinde, "penceresiz, şekilsiz, kasvetli bir yığınak" olarak nitelendirecekti.

---

"Demir zincir kullanmanın psikiyatri hastaları üzerindeki etkilerini çok dikkatle inceledikten ve demir zinciri kaldırmanın sonuçlarıyla karşılaştırdıktan sonra, daha akıllıca ve yumuşakça dizginleme konusunda artık hiçbir kuşkum yok.Uzun yıllar zincirlere bağlanmış ve sürekli bir azgınlık halinde kalmış hastalar, basit bir deli gömleği içinde sakince yürür ve herkesle konuşur duruma geldiler; oysa daha önce hiç kimse büyük tehlikeye düşmeksizin onlara yaklaşamazdı.Tehditkar bağırmalar ya da yüksek sesli tehditler son buldu ve gergin halleri gittikçe geçti." Philippe Pinel

---


...Ama tehlike tam da buydu.Deliliğin bir bedensel temelinin olmadığı, hem kaynağının hem de tedavisinin sosyal ve psikolojik alanda yattığı doğruysa, akli dengesizlik vakalarını tıp insanlarına bırakmanın gerekçesi neydi?Aslında, doktorların deliyi aklı başında kişiden ayırt etmede yegane ehliyetli insanlar olduklarına inanmak için bir sebep var mıydı?

---

18. Yüzyıl Fransız hekimi ve filozofu Pierre Cabanis'in (1757-1808) daha kısa ve özlü ifadesiyle, karaciğer nasıl safra salgılarsa, beyin de öyle düşünce salgılardı.

---

Deliliğin tamamen bir beyin hastalığı olduğuna dair agresif savın doğal sonucu "Hekimler artık meczuplarn sorumlu vasileridir ve öyle de kalmalıdır" görüşüydü.

---

Zihin tıbbı alanındaki İtalyan uzmanlar, psyche teriminden can, ruh ve din çağrışımları nedeniyle hoşlanmadıkları için, kendilerince freniatra (deli hekimliği) terimini uydurdular.1873'te kurdukları İtalyan Deli Hekimleri Derneği'nin adını, seküler ve bilimsel kimliğin bir sembolü olarak yaklaşık altmış yıl sıkıca koruduktan sonra, ancak 1932'de "psikiyatri" terimini benimsediler.

---

Dejenerasyon ve Çaresizlik



Northamptonshire'in köylü şairi John Claire (1793-1864), ömrünün son yirmi yedi yılını birkaç ay dışında iki akıl hastanesinde geçirdi :

"...Var mısın benimle gelmeye,
Garipçe yaşarken ölmeye,
Ölümü tadarken eski kimlikle
Maziyi, evi, ismi bırakıp geride,
Varlığını sürdürmeye yokluk içinde (...)

(...) Anne babaların yaşarken unutulduğu,
Bacıların bizden bihaber yaşamını sürdürdüğü
O hazin kimliksizliğe var mısın?

                                          (Sonsuzluğa Davet)


"BEN VARIM: Kimsenin varlığımı umursadığı veya bildiği yok,
Dostlarım beni unutulmuş bir hatıra gibi yüzüstü bırakıyor;
Dertlerimle baş başa kalıp kendimi yiyip bitiriyorum,
İlgisiz mihmandarlıkla bir belirip bir yok oluyorlar,
Aşktaki değişken tayfla ve ölümün unutkan dalgınlığıyla;
Oysa boşa gitmiş gölgelerle varım ve yaşıyorum

Dalıp gittiğim tahkir ve velvele hiçliğinde,
Uyku kaçırıcı kabusların capcanlı denizinde,
Ne hayattan, ne de neşeden bir eser kalmış,
Ömür boyu değerlerimin koskoca enkazı var yerinde;
Başımın tacı olan o en sevdiğim kişi bile artık
Bana yabancı, herkesten çok daha uzak."

                                        (Ben Varım)

---

Aileler açısından, tımarhanelerin sunabileceği kilit yararlardan biri, deli bir akrabanın varlığına bir örtü çekme gücüydü.

---

Suikaste uğramış tek İngiliz Başbakanı Spencer Perceval'in oğlu John Perceval (1803-1876), bakıcıların şiddetine maruz kalmasından ve seçkin, soylu hastalarına yeterli saygıyı göstermeye yanaşmamalarından yakındı:

"(Onların gözünde) sanki bir mobilya parçasıydım, yargılama gücünün yanı sıra arzudan ve iradeden yoksun bir tahta surettim.(...)Bedenim, canım ve ruhum adeta fenalıklarını ve aptallıklarını işleyebilmeleri için onların denetimine bırakılmış gibi davranıyorlardı.(...) Yatağa bağlanıyordum; bana yavan bir diyet uygulanıyordu; yemekler ve ilaçlar zorla yutturuluyor ya da kusturuluyordu; iradem, isteklerim, iğrendiğim şeyler, alışkanlıklarım, duyarlılıklarım, eğilimlerim, ihtiyaçlarım konusunda bir kere olsun bana danışılmıyordu, hatta diyebilirm ki gözetilmiyordu.Bir çocuğa bile genellikle gösterilen saygıyı görmedim."

Ailesini dehşete düşürecek bir gelişmeyle taburcu edilmesini sağlayan Perceval, gördüğü tedavi konusunda, sadece biri isimsiz olmak üzere iki metin yazdı; hoşnutsuz olan diğer hastalarla ve akrabalarla birlikte Sözde Meczuplar Derneği'ni kurdu.

---

"En çok delilik, fikirlerin en az, duyguların en basit, arzuların ve adabın en kaba olduğu yerde ortaya çıkar." Henry Maudsley

---

...1907'de Amerikalı psikiyatrların bir toplantısında, başkan sıfatıyla kürsüye gelen Charles Hill'in ifadesi kısa ve özdü: "Tedavi yollarımız düpedüz bir çöp yığınıdır."

---

İngiliz akliyeci Henry Maudsley kendine has sertliğiyle, "basit şeyleri belirtmek için korkunç zevzeklikle uydurulmuş (...) birçok allame işi isim kadar yorucu ve zımnen mahkum edildiği üzere işe yaramaz(...) sayısız ve ayrıntılı sınıflandırmanın neredeyse dikkat dağıtacak ölçüde peş peşe resmen önerilmesi" nden iğneleyici bir şekilde söz etti.

---

...Daha 1920'de Alman psikiyatr Alfred Hoche (1863-1943) ve hukukçu arkadaşı Karl Binding (1841-1920) "yaşanmaya değmez hayatları" yok etme çağrısında bulunmuşlardı.

---

Umarsız Devalar

























...Erken bunamış hastalar için İsviçreli psikiyatr Eugen Bleuler'in 1908'de ortaya attığı terimle şizofren yaftası vurmak gittikçe yaygınlaştı; bunda erken bunamaya oranla daha az umutsuz bir prognoza işaret ediyor gibi görünmesinin küçümsenmeyecek payı vardı.Ama kafa karıştırıcı bir araz derlemesi bu iki büyük teşhis şemsiyesinden biri altında toplanır ve teşhisler arasındaki ayrımlar pratikten ziyade teoride daha kolayca yapılır oldu.Köklü biçimde ayrı iki psikiyatrik rahatsızlık biçiminin olduğu fikri herkese inandırıcı gelmedi ve bir türlü iyileşmeyen manik-depresif hastaların şizofren sınfına konulmaları her an mümkündü.Bununla birlikte, en azından delilik için yeni adlar yaratmanın kargaşaya bir ölçüde düzen kazandırdığı ve mesleğin tedavi etmeye çalıştığı patolojiler konusunda mutabakata varmaya çalışabileceği bir temel sağladığı söylenebilirdi.

---

...Henry A. Cotton, akıl hastalığını kronik enfeksiyonları bertaraf ederek iyileştirme hedefi peşinde koşan tek kişi değildi.İngiltere'de Birmingham ve çevresindeki akıl hastanelerinden sorumlu Thomas Chivers Graves (1883-1964), bağımsız olarak benzer sonuçlara varmıştı.Karın ameliyatı yapacak olanaklardan yoksun olmasına karşın, atak bir yaklaşımla dişleri çekti, bademcikler aldı, sinüsleri açıp temizledi ve uzun süreli kalın bağırsak lavmanlarıyla dışkı maddelerini vücuttan yıkayıp çıkardı.

---

Freeman ve Watts tam olarak ne kadar beyin dokusunu yok edeceklerine karar vermede güçlük çektiler: Çok az doku alındığında, hasta deli kalıyordu; çok fazla doku alındığında ise sonuç bitkiye dönüşmüş bir insan ve hatta ameliyat masasında ölümdü.

---

"Dizginlenemeyen kederin bir matkapla ve bıçakla normal uysallığa dönüşebilmesi inanılmaz gibi görünüyor."

---

"Harika bir tedaviydi ama hastayı kaybettik."

---

Savaş sırasında göreve elverişsiz bulunan İngiliz askerlerin % 40'ının terhis gerekçesi psikiyatrik sebeplerdi.

---

Bir Psikiyatri Devrimi mi?




Delileri hapishanelere kapatmak 19. yüzyıl reformcularının vicdanlarını sarsmış ve akıl hastanesi sistemine geçişi hızlandırmıştı.Şimdi bu 19. yüzyıl kurumlarını kapatmak ise bizi dönüp dolaşıp tekrar aynı noktaya getirmiş gibi görünüyor.

---

Psikiyatrik rahatsızlığın en ciddi biçimlerinde bile farklı psikiyatrlar teşhis konusunda ancak yarı yarıya hemfikirdi.Birçoğunu bizzat meslekten kişilerin yürüttüğü bu araştırmaların biri, İngiliz psikiyatr John Cooper'ın ve çalışma arkadaşlarının çeşitli ülkeler arasındaki teşhis farklılıklarını ortaya koyan bir nitelikteydi.Örneğin İngiliz psikiyatrların manik depresyon teşhisini koyduğu bir vakaya, Amerikalı meslektaşları şizofreni yaftasını vurmaya yatkındı.

Kamuoyunda en çok ilgi gören ve psikiyatrinin imajını en çok sarsan çalışma ise Stanford'un
sosyal psikologlarından David Rosenhan'ın (1929-2012) sahte hastaları kullanarak yürüttüğü ve sonuçlarını dünyanın en çok okunan iki bilim dergisinden biri olan Science'in 1973 yılında yayımladığı bir deneydi.Denekle bazı sesler duydukları şikayetiyle bir yerel akıl hastanesine gittiler.Onlara yatırıldıktan sonra tamamen normal davranmaları bildirilmişti.Çoğuna şizofren teşhisi konuldu ve sonraki davranışları bu bakış açısıyla yorumlandı.Öyle ki koğuş yaşamındaki ayrıntıları not alan bir deneğin takip çizelgesinde "yazmaya takıntılı" olduğu belirtildi.Sahte hastaların numara yaptıklarını psikiyatrlar değil, hasta arkadaşları fark edebildi; sonunda taburcu edilen hastaların birçoğu "hafif iyileşme yolunda şizofren" olarak sınıflandırıldı.

---

Godot'yu (aslında deli olması gayet mümkün birini) bekleyen zavallı insanlar gibi, akıl hastalığının öteden beri rivayet edilen gizemli nöropatolojik sebeplerinin açığa çıkmasını hala bekliyoruz.Eğer beklenti deliliğin kesin açıklamasının burada ve sadece burada yattığıysa, bence uzun ve birden fazla düzeyde yanlış bir bekleyiş bu.
...
Deliliğin köklerini bir ölçüde bedenimiz dışında aramamız gerektiği yönündeki temel anlayış kesinlikle yersiz değildir.
...

Delilik hala temel bir bilmecedir, akla karşı bir serzeniştir, bizzat uygarlığın kaçınılmaz bir parçasıdır.




Andrew Scull
Uygarlık ve Delilik
Kitabı Mukaddes'ten Freud'a
Tımarhaneden Modern Tıbba
 Akıl Hastalığının Kültürel Tarihi
Yapı Kredi Yayınları

Çeviren: Nurettin Elhüseyni





21 Kasım 2018 Çarşamba

ajan cooper, twin peaks - rüyalar, asaf halet çelebi






Her gün görülenler karışık bir rüya
Rüyalar içinden görünen bir dünya
Biz her şeyi olmuş gibi seyredemeyiz
Rüyalar içinden görünürken dünya

Asaf Halet Çelebi
Rüyalar



Twin Peaks
Dale Cooper & Dougie Jones

yastığım yorganım, sina akyol

Epey uzak yıldızda
epey uzak yıldızda

ben sapsarı uyudum

Kim değer bana? Kim-
sevinç olur?.. Kendi-
yastığım!.. Ürkütür.

Ey benim, benden-
derin toprağım!
Ört beni, kurdumla-
böceğim üşür.

Ben ölürken, ey hırkam!
Avluya köz düşer.
Göğsüm kadar söz düşer.
Gümüş olur.


Sina Akyol

withnail and i (1987), bruce robinson



Withnail and I (1987)
Bruce Robinson

Ömer Şentürk'ten, filmin güzelliğine eş bir yazı;
















Eğer uçan bir balona tutunuyorsan,
zor bir kararla karşı karşıyasındır.
Ya çok geç olmadan bırakırsın,
ya da ona tutunur ve uçmaya başlarsın.
Asıl mesele, halata ne kadar tutunabileceğin?

Woolworth'de, hippie perukları satıyorlar dostum.
İnsanlık tarihinin en destansı yılları geride kaldı.

Küstah Ed'in de ısrarla altını çizdiği gibi;
güzel şeyler gerçekleştirme konusunda sınıfta kaldık.

























 
























"...
Geciktim ama neden, bilmiyorum,
tüm neşemi kaybettim.
Ve yaradılışım yüzünden,
çok şiddetli bir biçimde soluyor 
iyi hali dünyanın,
bana verimsiz bir dağ gibi gözüküyor.
Gökyüzü, en şahane kubbe.
Bir bak, bu yukarıda duran cesur gökyüzüne.
Bu haşmetli çatı, altın alevlerle süslü.
Neden bana melankolinin öldürücü ve yanlış birliğinden başka bir anlam ifade etmiyor peki...
Ne çeşit bir görevdir insanın ki...
nasıl azametli...
nasıl sonsuz bir beceri...
korkudan nasıl bir melek gibi!
Nasıl Tanrı gibi!
Dünyanın güzelliği...
Hayvanların mükemmel örnekleri...
Hala aklımda, toprağın özündeki.
İnsani zevkler bana göre değil.
Buna kadınlar da dahil.
Kadınlar da dahil.
..."

William Shakespeare
Hamlet