17 Aralık 2020 Perşembe

Var mı ? - Hariçten Gazelciler / Ömür Kılıçaslan

 

Var mı ? - Hariçten Gazelciler
Peyote, Nevizade
24 Kasım 2012


Gül ! Biz hiç gül görmedik ki
Ona söyledik biz hep, bülbül misali
Ağlar saraylarda kibirli
Yer döşek, gök yorgan etmedik mi?

Bütün umutlarım hepsi, hepsi yalansa
Ya kalmışsam biçare, bu deli ormanda
Su ister avare gönlüm, çöldeyken yolum
Yürümesem mi yoksa? 
Dursam olmaz ki

- Ha gayret az kaldı
- Az mı kaldı?
- Huzur bizden uzak
- Yoksa tuzak mı?
Gittiğimiz yolların sonrası var mı?
Yoksa hepsi bu kadar mı?



Var mı ? - Hariçten Gazelciler
Albüm Kaydı

Son Yeniçeri, Reha Çamuroğlu


"Efendinin kaderi kölesinin alnında yazılıdır."

                                                            Türk Atasözü

...

Benim ceddim ezelden yeniçeridir.Bilir misin bu nesilden nefer çıkmış, zabit çıkmıi, ama ilaç için olsun bir tane çorbacı ya da daha üst zabit çıkmamıştır.Ben Sabit'in şeytanın bacağını kırmasını istiyorum.Silah taliminde bir mesele yok.İstekle öğreniyor ama bilmiyor ki, Bektaşiliğin fazlası onun kalbini yumuşatır, vurması gereken yerde gerektiği gibi vuramaz, can alması gerekirken bağışlar da, başına felaketler gelir.Bizim mesleğimizde merhamet ancak düşünülerek yapılacak bir şey, ne zaman zayıflık ve acizlik halini alacağını önceden göremezsin.Hayat denen oyunda bizim hissemize, az düşünce, çok karar düşmüş, bunu inkar edemeyiz.Bu çocuk iki arada bir derede kalırsa diye korkarım.Bir taraftan kıyıcılık, bir taraftan aşk yolu, zor iştir.Ademoğlunun içinde zorluklar, nefsinde daralmalar doğurur.İkisi birden olmaya kalkarsan hiçbirini olamazsın.Bunun için tarikatımızın büyükleri, "Her yerde olan hiçbir yerdedir, bir yerde olan her yerdedir." demişlerdir.Bu çocuk dervişlik, babalık yoluna girerse tarikatın çocuğu olur, ocağın değil.

...

Hazreti Ali ölmez boncuk gözlüm, her devrin bir Alisi vardır.Ortaya çıkmasını bekleriz.

...


...Yoksa görülmüş duyulmuş şey midir, "Sultanım ihtilal yapacağız haberin ola!" diye beyanname yazmak?Ocaklıdan haberin var mı Sarı?Sence kimler yapmıştır bu işi?Biraz düşündüm."Aklıma kimse gelmiyor Baba.Bildiğin gibi zabitlerin çoğu seferde.Muhafız olanları, çoğu Saray'a sadık adamlar.Her gün yiyip içip İslambul'da kalabildikleri için sultana dua ediyorlar.Bunu olsa olsa karakulluklardaki genç oğlanlar yapmıştır.""Yok Sarı, yok, bu genç oğlanların işi değil.Bu, akıllı, üstelik tecrübeli, üstelik eli kolu uzun adamların işi" "Fakat Baba Erenler, yazdıkları hepimizin istediği şeyler değil mi?" diye sordum."Mesele o değil Sarı.Anlamaz mısın, ne dediğin kadar nasıl dediğin de önemlidir.Şimdi aklıma gelen şu: Bunu ya Moskof ya Nemçeliler yaptı.Üstelik onlar da bu beyanname gibi işlere yabancı değildir.Ya kıl verdiler, bizim yoldaşlar da senin gibi "Nasılsa istediğimiz bu" deyip alet oldular.Ama şimdi Saray, "Görüyor musunuz ocaklıyı.Devleti Ali bin türlü dert içinde kafirle boğuşurken ihtilal beyannameleriyle bizi arkadan vuruyor" diyebileceklerdir.Üstelik ihtilal yapacaksan ilan etmezsin.Yaparsın olur biter.Nerede görülmüş ilan ederek ihtilal yapmak?"

...

Bak cumhuriyetçi Frenklerden padişah korkmaz.Bunların ödü patlar.Padişah, "Yahu bunlar krallarını kestiler," demez, ama ulema "Yahu bu dinsizler papazları doğramıştır," deyip telaşa kapılır.Ortada mesele yokken, bunlardan birine 'papaz' desen, yer yerinden oynardı.Bırak ulemayı, ahaliyi, cinler ile perileri bile seferber ederlerdi.Ama şimdi pabuç pahalı olunca kendi kaderleri için papazların kaderinden dersler çıkarmayı çok iyi bilirler.Mevleviler kadar, bu durum da onları çok huzursuz etmektedir.Ama kötü, kötü olan halkın bölünmesi, ulemada bu güç ve kabiliyet vardır.

...

Sabah kalktığımda ilk hissettiğim şey, omuzlarımın arasında bir kafa değil, bir kilise çanı taşıdığım oldu.Sokaktan gelen en küçük ses, evdekilerin yürürken ahşapta çıkardığı sesler, bu çana bir devin tokmağı gibi çarpıyordu.Bir çan ne kadar düşünebilirse ben de o kadar dün geceyi düşündüm ve birden "Eyvah" diye bağırdım.

...


"Büyük ağalara, kıdemlilere danışıyor musun?" diye sordumç"Yok ağam," dedi "ne danışacağım.Kimse yukarı bakmıyor, şimdi herkes aşağı bakıyor.Herkes kendi dibinin derdine düşmüş.Ne gelirse aşağıdan gelecek.Aşağıda da biz varız işte.Bir başımıza biz."

...

"Bekleriz Sarı Ağam" diyordu, "çubuğu yaktık, nargileyi doldurduk, zamanını bekleriz.Az kaldı, ha bugün, ha yarın.Aklında olsun, sokaklarda gecenin bir vakti, 'Sabahtır!' diye bir ses duyarsan, sakın çıkayım falan deme.Otur oturduğun yerde.Yeterince adam vardır.Sen bize oturduğun yerde faydalısın." "Demek bu kadar yakın," dedim."Eyvallah Ağam, bu kadar yakın," dedi.

...

"Rumeli'den geldi bir çıtak.
Bayram ertesi ya kılıç oynayacak ya bıçak"

                            Anonim, İstanbul destanından.

...

Silivri Kapısı'na kadar taşıttım Habib'i.Abdurrahman Derviş'in evine.Orada yıkadık.Temizledik.Gülsuları döktük.Gül gibi koksun istedik.Yine de olmadı.Sabah, her adımı rüşvet olan yeni bir yolculukla, darmadağın edilmiş, tüm yeniçeri ve Bektaşi mezarları dağıtılmış olan mezarlığa götürdük.Sırladık.Bir hafta sonra düz bir mezar taşı yaptırdım garibimin başına.Sadece "Hüvelbaki" yazıyordu üzerinde.

...

Reha Çamuroğlu
Son Yeniçeri

hatırlayacak başka kimsem yok / Andrey Platonov & Aleksandr Sokurov

 


Potudan Nehri - Andrey Platonov

&


Odinokiy Golos Cheloveka (1987)
İnsanın Yalnız Sesi
Aleksandr Sokurov

Little and Big (1971), Soviet Cartoon, Zlatko Grgic

Little and Big (1971), Soviet Cartoon
Zlatko Grgic

Hakikatin İzinde, Thomas Bernhard - Konuşmalar, Okur Mektupları, Söyleşiler & Edebiyat Yazıları


 ...

"Çok canım sıkılıyor, daha önce hiç benim kadar sıkılan birini tanımadım." Rimbaud

---

18 Ocak 1957

Kabul, artık dünyanın ücra köşelerinde mahvolan kimse yok!Edebiyat şöleni için harap olan da yok.Ama çimenleri ve ırmakları tanıyan da kalmamış!Ve siz, huzur içinde, altmış yaşına kadar sigorta pirimlerinizi ödemeye devam ederseniz, ev hanımı gazetelerinin ve lirik ve felsefi gazetelerin şaklabanları karşısında selam durmaya devam ederseniz bir Lorca, bir Gottfried Benn, bir Charles Peguy ve asla bir Whatman olmayacaksınız.Beklediğiniz Şilin avansları sizleri yok edecek.

(Genç Yazarlara)

---

Şubat 1957

Trakl'ın benim çalışmalarıma etkisi tahrip ediciydi.Trakl'ı hiç tanımasam bugün daha ileride bir yerde olurdum.

(Şairler Georg Trakl Hakkında Konuşuyor)

---

Ocak 1966

Devrimin tohumu bizim enkazımız olarak filizlendi, biz de (ölü soyucular) dehasız nesil olarak tarihe geçeceğiz.Adiliğin ve adilikten gelen çaresizliğin tekinsiz simetrisi olmuş ahvalimiz.Halkımız vizyonsuz, ilhamsız ve karaktersiz bir halk.Zeka, hayal gücü ona bir şey ifade etmeyen kavramlar.Kanunsuz tüccarlar ve acemilerden ibaret bir halk, anbean, Alpler'deki istisnai eblehliğiyle üremeye devam ediyor.Elinde kalan minyatür mıntıkada (burası amiyane dünya gezginleri ve tımarhaneler için bir açık hava müzesi karışımıdır) kendisi için bizatihi amaç halini almış bir taklitçiliğin korkunç kramplarında histeri nöbetleri geçiriyor.

(Siyasi Sabah Ayini)

---

5 Mart 1967

VIKTOR SUCHY: Sizde çok belirleyici olan şey, siz insanın sınır durumunu arıyorsunuz, bu neredeyse varoluşçu bir düşünce.Son iki kitapta, Amras ve Don'da, söz konusu olan, ölümcül bir hastalığın sınır durumu.Hastalığın sınır hali sizi büyülüyor mu ki negatif resmi aşırı keskinlikle göstererek pozitifi ortdan kaldırmak istiyorsunuz?

THOMAS BERNHARD: Herhalde ruhani bir ip cambazlığıdır bu, o kadar,İpi durmadan daha yukarı çekmek elbette büyük bir zevk.

(Geçmiş Araştırılmamış)

---

1975

Seyirci fikrin düşmanıdır, o yüzden seyirciden sıdkım sıyrıldı, seyirci fikirden nefret eder, sanattan nefret eder, eğlenmek için en aptalca ne varsa ancak onu ister, başka her şey yalandan ibarettir, bense eğlenmek için en aptalca olandan hep nefret etmişimdir, demek ki seyirciden de nefret etmem lazım, seyirci düşmanımdır, düşmanım kalmak zorundadır, başka görüşte olursam bugün nefret ettiğim o seyirci denen tezek yığınına ait olurum, çünkü benim en önemsediğim şeyi seyirci elinin tersiyle iter.

(Bernhard Minetti)

---

27 Şubat 1976

Yeni fahri doktor Canetti, yani fahri doktorluk için doğmuş olan, yaklaşık kırk yıl önce istidatlı bir yetenek provasını muhteşem Körleşme ile başaran bu zamane aforizma ajanı, adeta kendi kendini sahneye koyan Kibrin Komedyası halinde, akut olmakla birlikte dörtnala koşan bir bunaklık nöbetinde, kalkmış, şahsını (tek) edebiyatçı ilan ediyor!Bunaklık acıklıdır, dediğimiz gibi, kırk yıl önce istidatlı bir yetenek provasını başaran, aradan geçen zamanda ise bir tür cılız Kant'lık ve küçük Schopenhauer'lik yaparak tutarsızlık sayesinde tutarlılıkla seviyesini kaybedip Münih Üniversitesi'nde hakikaten aptalca cümleler içinde utanmadan, başını da hiçbir temele dayamamış bu ihtiyarın, yanlışlıkla baba olmuş bir adamın ve garabet timsali bir kıtı kıtına filozofun küstahlığı ise utanç vericidir.Ya da ancak grotesktir.Yıllardır, hamaratça, Almanca konuşulan her köşe bucağa edebiyatçıyım diye seyahat eden geçici peygamber, adeta akademi toprağına ayak basınca vicdanını rahatlatıverdi.

                                                                                                                      Thomas Bernhard, Ohlsdorf
(Günümüzde Yazarlık,
Kibrin Komedyası)

---

12 Nisan1978

Batma tehlikesiyle her an burun buruna olan, açık denizdeki bir topluluk, her an her şey batabilir.Bu topluluk yüzeyde ve öyle olduğunun farkında olsun veya olmasın, bütün büyükl filozoflar gibi delinin teki olan mızmız Kant'ı öldürüyor, onu boğuyorlar.Son kertede onu tımarhaneye atıyorlar, düşünen bir insanın normal yolu da budur zaten, değil mi, yolculuğu tımarhanede son bulur.

(Hepsi aslında şaka)

---

17 Mayıs 1978

...Benim tutkumdur bu.Tıpkı şirkteki biri gibi, dans etmesi gerekir, yoksa kendini öldürür.Ben de yazmak zorundayım, yoksa kendimi öldürürüm.Birkaç zamandır da, bu ihtiyacı çok hissetmiş olmama rağmen kendimi öldürmeyi artık canım istemiyor.Ama birkaç yıldır azaldı.Ne zaman geri dönecektir bilmem, bazen yeniden geliyor ama kısa süreliğine.Kendini öldürmenin pek anlamı yok, tıpkı yaşamaya devam etmek gibi.

(Boşluğu cümlelerle dolduruyorum)

---

29 Haziran 1979

THOMAS BERNHARD: Galiba, sadece merak beni ayakta tutuyor.
ANDRE MÜLLER: Niçin "sadece" ? Meraklı olmadığı halde yaşayan başkaları var.
THOMAS BERNHARD: Hayata karşı değilim de ondan.
ANDRE MÜLLER: Buna rağmen bazıları var, kitaplarınızın intihara kışkırttığını düşünüyorlar.
THOMAS BERNHARD: Evet, ama kimse buna uymuyor.Daha geçenlerde, iki hafta önce, birden bir kadın penceremin karşısında dikilip benimle konuşmak istediğini söyledi.Ben de dedim ki: Tamam, benimle neden konuşmak istiyorsunuz? Ağır gribe yakalanmış, yatıyordum.Dedi ki: Vakit çok geç olmadan.Dedim ki: kendinizi mi öldüreceksiniz?Dedi ki: Ben değil, siz.Dedim ki: Benim öldürmeyeceğim kesin, aklınızı başınıza devşirip evinize gidin.Dedi ki, olmaz, içeri girmem lazım.Dedim ki, olmaz, çünkü ayakta zor duruyorum ve tekrar yatağa döneceğim.Dedi ki: Korkmanıza gerek yok, zaten kocam var, zaten onunla bile yatağa giresim yok...Bütün bunlar pencere açıkken olupbitti, pencereyi kapamaya kalkışınca kadın parmağını araya soktu.Dedim ki: Parmağınızı ezerim.Öyle olunca kadın parmağını çekti, ben de pencereyi kapatıp tekrar yattım.Birkaç zaman sonra dışarı baktım, kadın hala avluda duruyordu.Ama bir ara gitmiş, sonra da bana mektup yazmış, ayın filanca gününde, bir pazartesi günüydü bu, saat akşam sekizde, mezarlıkta beni bekleyecekmiş.Ama o gün evde bile değildim.Sonra bana bir mektup daha yazdı, on altı sayfa, bütün hayat hikayesini anlatmış, erken yaşta evlendiği kocasını vesaire.Muhtemelen mezarlıkta benimle intihar etmek istiyordu.İnsanlarda neleri harekete geçirdiğinizi asla bilemiyorsunuz.
...
ANDRE MÜLLER: Kendinizi kontrol edemediğiniz bir duygu haline kapılmayı tasavvur edebilir misiniz?
THOMAS BERNHARD: Hayır, kontrolümü asla kaybetmem.Ama bunun anlamı yok ki...Tanrım, ne diyeyim?Ne duymak istiyorsunuz?
ANDRE MÜLLER: Kendinizi öldürmeyeceğinizi söylemenizi.
THOMAS BERNHARD: İşte bunu söyleyememYapar mıyım, bilmiyorum, çünkü bir saat içinde insanların, olayların ve durumların nasıl tamamen değişebildiğini çok sık yaşadım.Bunun karşısında hiçbir şey ve kimsenin koruması yoktur.Mükemmel sistemler var, sanıyorsunuz ki kesin ve muazzam bir şey yaptınız, derken bir an sonra o şey gidiyor.Beton bir bina bile iskambil kulesinden farklı değildir.Uygun rüzgar darbesi gelsin, yeter.
...
ANDRE MÜLLER: Fark ediyorum ki intihar hakkında artık konuşamıyoruz.
THOMAS BERNHARD: Gereği de yok zaten.Kendinizi öldürürseniz bana yazarsınız.
...
Düzyazı yazıyprsanı, kırk ila altmış arasında ideal yaştasınızdır.
...
ANDRE MÜLLER: Çocuklu aileler size niye bu kadar itici geliyor, açabilir misiniz?Bütün annelerin kulaklarını kesmek gerekir, diyorsunuz.
THOMAS BERNHARD: Bunu söyledim, çünkü insanların dünyaya çocuk getirdiklerini sanmaları bir yanılgı.Çok ucuz bir şey bu.Sahip oldukları, çocuk değil, yetişkin.Terleyen, iğrenç, göbekli bir hancı veya katliamcı doğuruyorlar, karınlarında taşıdıkları budur işte, çocuk falan değil.Nur topu gibi bir evlatları olduğunu söylüyorlar ama gerçekte her tarafından sular sızan, pis kokan, kör, topal ve gut hastalığından hareket bile edemeyen 80 yaşında bir insanları oluyor, dünyaya getirdikleri bu işte.Ama bunu görmüyorlar ki doğa, lafını geçirsin de bu zırva devam edip gitsin.Ama benim umurumda bile değil.Benim durumumm ancak zıpır bir... papağan bile diyesim gelmiyor, çünkü bu bile mükemmel olurdu, küçük, cik cik öten bir kuşun durumu olabilir.Kuş birtakım sesler çıkarır, sonra da tekrar ortadan kaybolur, gitmiştir.Orman büyük, karanlık da.Bazen içinde rahat vermeyen bir kukumav oluyor.Ben de daha fazlası değilim.Daha fazlası olmayı da istemiyorum.

(Orman büyük, karanlık da)

---

23 Haziran 1980

SORU: Öbür yandan siz, başkalarını çürüme ve çözülme halinde görmeye, onları bozuk ve hasta olarak tasvir etmeye meyillisiniz.Karakterleriniz çoğu zaman yürüyemiyor, işitemiyor, göremiyor, aslında tek yaptıkları mızmızlık etmek, sövmek ve çevresine eziyet etmek.Kahramanlarımız belki de daha iyi işitip görmek için hastalığı kamuflaj olarak mı kullanıyorlar?
THOMAS BERNHARD: Hayır, aslında karakterlerimi kamufle etmem, onları oldukları halleriyle kafeslerinden çıkarırım, nereye isterlerse giderler.Bu karakterler üzerinde artık nüfuzum yoktur, malum, iyi bir çoban da değilim ben.
...
SORU: Metinlerinizde ölüm, hayattan tiksinme, intihar konuları var.Kendinizi asmamak için mi yazarsınız?
THOMAS BERNHARD: Olabilir, evet öyle.
...
THOMAS BERNHARD: Kendimi öldürüp sonradan kendimi gözlemleyebilsem, ilgimi çekerdi.
SORU: Ama maalesef mümkün değil bu.
THOMAS BERNHARD: Mümkün olmaması yaşadığım en büyük hüsrandır.

(Kağıt üzerinde birini öldürebilirim)

---

7 Ocak 1983

JEAN-LOUIS DE RAMBURES: Söyleşilere neden bu kadar alerjiniz var?
THOMAS BERNHARD: Bir hayal etmeye çalışın, elleriniz, ayaklarınız ağaca bağlanmış ve biri makineli tüfekle size ateş ediyor.Sizce bu sırada rahat olabilir misiniz?
...
THOMAS BERNHARD: Herkes bir yerde doğruyu söyler.Dram da budur ya zaten.Şu "bir yerde" ifadesini hiç sevmem, insana aldatıcı bir güvenlik veriyor.Bu küçük sözcükle buzdaki bir yarığa inip bir sinemanın acil çıkışından çıkar gibi çıkabileceğinizi sanırsınız ancak: Buzdaki yarıkların özelliği, bir daha dışarı çıkılamamasıdır.
...
JEAN-LOUIS DE RAMBURES: Neden kitabınızda Salzburg'u, "sakinlerinin daha doğarken kurban gittikleri ölümcül bir hastalık" olarak niteliyorsunuz.Bu biraz abartılı değil mi?
THOMAS BERNHARD: ...Size harika bir anekdot anlatayım."Neden" çıktıktan kısa bir süre sonra bir gün Alman eleştirmen Jean Amery beni bir kenara çekti: "Salzburg hakkında böyle konuşamazssın.Orasının dünyanın en güzel şehirlerinden biri olduğunu unutuyorsun." Kitabım hakkında Merkur'da yazdığı eleştirisini okuduktan birkaç hafta sonra televizyonda bir haber duydum: Amery bir önceki gün intihar etmişti, hem de Salzburg'da.Tesadüf değil bu.Daha dün üç kişi kendisini Salzach nehrine attı.Lodostan, diyorlar.Ama bu şehirde bir şeyin insanın omuzlarına bindiğini ve onu sonunda mahvettiğini biliyorum.
...
THOMAS BERNHARD: Dünya hepten kötüye gidiyor, sürekli daha abes ve dayanılmaz bir hal alıyor iddiasında bulunanlarla arama sınır koymamı engellemiyor.Kişi kendinden hareketle her tarafta çirkinlik ve pislikten başka bir şey keşfetmiyorsa bile her dakika, tecrübede bir artışı temsil ediyor.Şu anda dün ölenlere karşı bizim, çok belirgin bir kozumuz var: bu arada ne olup bittiğini bilmek.

(Zırhlarını havalandırdılar mı bütün insanlar birer canavardır.)

---

Bir bakanın binlerce insanın ölümünden sorumlu bir SS subayının "vatana dönüşünü" karşılamak için fazladan zahmete katlandığı kaç ülke biliyorsunuz?O bakanın Salzburglu olduğunu ve çok da iyi tanıdığım bütün ailesinin nesillerdir müzisyenlerden oluştuğunu bilince her şey açıklığa kavuşuyor.

Birinci katta keman çalınıyor.Bodrumda gaz vanalarını açıyorlar.Tipik bir Avusturya usulü, müzik ve Nazizm karışımı.Evet, gerçekten, bu ülke değişecekse, buradan göç etmekten başka çarem kalmıyor.

(Ben skandal bir yazar değilim)

---

2 Aralık 1986

Bütün dolambaçlar ölüme çıkar.

---

17 Ocak 1987

ASTA SCHEIB: Thomas Bernhard kimdir?
THOMAS BERNHARD: Kişi kim olduğunu asla bilmez.Kişinin kim ve ne olduğunu ona başkaları söyler, değil mi?Ve uzunca bir ömür yaşayınca bu ona milyonlarca kez söylendiği için kişi kim olduğunu artık hiç bilmez olur.Herkes başka bir şey der.Kişinin kendisi de her an başka bir şey söyler.

(Bir felaketten öbürüne)


Thomas Bernhard
Hakikatin İzinde
Konuşmalar, Okur Mektupları, Söyleşiler, Edebiyat Yazıları
Yapı Kredi Yayınları
Çeviri: M. Sami Türk

16 Aralık 2020 Çarşamba

Goodbye, Dragon Inn (2003) - Tsai Ming-liang

 
Goodbye, Dragon Inn  (2003) - Tsai Ming-liang
Trailer




























Final Sahnesi & Final Şarkısı
Gitmene İzin Veremem- Yao Lee

Hatırlarım, çiçeklerden önce
Geçişin, çoğu kalbimde
Yarı acı, yarı tatlı
Yıllar sonra, çiçeklerden önce

Gitmene izin veremem
Gitmene izin veremem
Ayın altında, çiçeklerden önce
Gitmene izin veremem
Gitmene izin veremem
Sonsuza kadar özlemle hatırlayacağım

Hatırlarım, ayın altında
Hatırlarım, çiçeklerden önce
Geçişin, çoğu kalbimde
Yarı acı, yarı tatlı
Yıllar sonra, gitmene izin veremem

Gitmene izin veremem
Gitmene izin veremem
Ayın altında, çiçeklerden önce
Gitmene izin veremem
Gitmene izin veremem
Sonsuza kadar özlemle hatırlayacağım


Goodbye, Dragon Inn (2003) - Tsai Ming-liang

Çevengur, Andrey Platonov


...

 "Yeter uluduğun, Nikifororovna!" demişti hıçkıra hıçkıra ağlayan, alelacele ağıt yakan bir hatuna."Şu uluman acından değil, öldüğünde senin de arkandan ağlasınlar diye ağlıyorsun..Çocuğu yanına al bakalım, zaten altı tane var sende, bu biri de diğerlerinin arasında yalandan doyar gider."

"Yok ya!Yalandan doyacakmış!Şimdi böyle göründüğüne ne bakıyorsun, sen onu bir de delikanlı olduğundai boğazlanıp pantolonlarını paralamaya başladığında gör, yemek yetiştiremezsin yemek!"

Öksüzü başka bir hatun almıştı, yedi çocuklu Mavra Fetisovn Dvanova.Kendisine elini uzatan öksüzün yüzünü eteğinin ucuyla temizlemiş, burnunu silmiş ve damına götürmüştü.

Çocuk, babasının kendisine yaptığı oltayı anımsamıştı -gölde unutmuştu onu.Şimdiye bir balık takılmış olmalıydı ucuna, yenebilirdi, yabancılar kendi yemeklerini yiyor diye azarlamasınlardı.

"Teyze, suda balığım tutulmuştur." demişti Şaşa."İzin ver gidip çıkarayım da yiyeyim, beni beslemen gerekmesin."

---

Zahar Pavloviç mezarı açıp annesine bakmayı arzuladı şiddetle: kemiklerine, saçlarına ve çocukluk yurdunun bütün kaybolan kalıntılarına.Canlı bir anneye bugün de hayır demezdi doğrusu çünkü çocukluğuyla bugünü arasında büyük bir fark görmüyordu.O zaman da, ilk yaşlarının mavi sisinde, bahçe çitindeki çivileri, yol kenarlarındaki demirhanelerden yükselen duman ve araba tekerleklerinis severdi, döndükleri için.

Küçük Zahar Pavloviç evinden nerelere giderse gitsin, kendisini her daim bekleyen bir annesi olduğunu bilir ve başka hiçbir şeyden korkmazdı.

---

Ömrü boyunca kendi gücüyle, kimsenin yardımı olmadan yaşamış, kendi duygularından evvel bir yol göstereni olmamıştı, oysa kitaplar Şaşa'ya başkasının aklını öğretiyordu.

"Ben eziyet çektim, Şaşa ise okuyor -hepsi bu! diyordu Zahar Pavloviç, oğlana imrenerek.

Şaşa biraz okuduktan sonra yazmaya koyuluyordu.Zahar Pavloviç'in karısı uyuyamıyordu lambanın ışığından.


"Yazıp duruyor," diyordu "Ne, yazıyorsa?"

"Sen uyu" diye öğütlüyordu Zahar Pavloviç."Gözlerini derinle ört de uyu!"

Karısı gözlerini yumuyor ama gözkapaklarının ardından da gazyağının boşa yandığını görebiliyordu.Yanılmamıştı kadın -gerçekten de boşa yanmıştı Aleksandr  Dvanov'un gençliğinde lamba, sonradan zaten peşlerinden gitmediği kitapların, ruhu huzursuz eden sayfalarını aydınlatarak.Ne kadar okusa ve düşünse içinde hep boş bir yer kalıyordu, betimlenmemiş ve anlatılmamış bir dünyanın tedirgin bir rüzgar gibi içinden geçtiği o boşluk.On yedi yaşındayken Dvanov göğsünün üzerinde hala bir zırh taşımıyordu, ne tanrı inancı ne de başka bir düşünsel avuntu; önünde uzanan isimsiz yaşama yabancı bir ad vermiş değildi.Gelgelelim dünyanın isimsiz kalmasını da istemiyordu; tek beklediği, bilinçli olarak uydurulmuş lakaplar yerine ismini dünyanın kendi ağzından duymaktı.

---

Bu vagon, uzun yollarda canları sıkılan ve yalnızlıktan bunalınca, cepheden memlekete yollanan mektuplarda her daim  kullanılan o mürekkepli kalemlerle duvar  ve sıraları karalayan nice Kızıl Orduluyu taşımış olmalıydı.Dvanov, bu yazıları samimi bir kederle okuyordu; evindeyken de yeni takvimi senenin başında okuyup bitirirdi böyle.

"Ümidimiz denizin dibine demir atmıştır." diye yazmıştı meçhul bir ordulu gezgin ve düşüncelerinin mekanını iliştirivermişti: "Cankoy, 18 Eylül 1918"


---

Devrimden haberleri yoktu çocukların, patates kabuğunu ebedi yiyecek sanıyorlardı.

---

"Aklından çıkarma beni" dedi Tanrı; bakışları kederlendi."İşte ebediyen ayrılıyor yollarımız, bunun ne kadar üzücü olduğunu kimse anlayamaz.İki insandan geriye birer insan kalır!Ama şunu unutma, bir insan diğerinin dostluğundan doğar, ben ise kendi ruhumun kilinden büyüyorum."

---

"Bir şey var o uzak ülkede,
Karşısında bu kıyının,
Giren bizim düşlerimize,
Sahip olduğu düşmanın..."

"Ey elmacık, kaplanasın
Olgun altınla
Sovyetler kesecek seni
Çekiç-orakla..."

"İşte kılıcım, ruhum işte,
Mutluluğum ise orada..."
"Ah elmacık
Özgürlüğünü sakla:

Ne Sovyet'e, ne çarlara,
Ama bütün halka..."

---

Bekçi isterdi ki çocuklar okula hiç gelmesinler: Masaları kazıyor, duvarları karalıyorlardı zira.Kendisi ilgilenmezse öğretmenin öleceğini, okulun ise köylüler tarafından ev ihtiyaçlarında kullanılmak üzere sökülüp götürüleceğini kestirebiliyordu

---

"Aşkım şimdi kılıçta ve tüfekte parlıyor, zavallı yürekte değil."

---

Nerede bir kitle varsa, orada derhal bir önder peydahlanır.Kitle önder aracılığıyla beyhude ümitlerini sigortalar, önder ise kitleden gereksindiği şeyleri edinir.Yirmi kişinin sığıştığı fren sahanlığı, kendisi binebilmek için diğerlerini vagona ittiren o adamı önder kabul etmişti.Bu önder hiçbir şey bilmiyor ama her şeyi bildiriyordu, bu nedenle insanlar ona inanıyorlardı.

---

Bu serin sabah vakti bir ufak tohumla değiş, insanların bilmediği bir hayalle ısındığı aşikardı.Kopyonkin de ekmek ve refahla değil, şuursuz bir ümitle yaşıyordu.

---

Ben memur adamım, işim kâğıt üzerinde düşünmektir.

---

...

Andrey Platonov
Çevengur

15 Aralık 2020 Salı

Tavşanın Kulakları Masalı, Fabl Şiir - La Fontaine - Sabahattin Eyuboğlu

 


Boynuzlu hayvanlardan biri 
Aslanı yaralamış nasılsa, 
Birkaç yerinden. 
Küplere binmiş haşmetli: 
Canı yanmasın diye bir daha 
Yemek yerken, 
Sürgün ettirmiş hemen 
Bütün boynuzlugilleri. 
Boğalar, koçlar, keçiler, 
Hep yurtdışı edilmişler: 
Boynuzlu hayvan ara da bul, 
Ne geyik kalmış ne gazel.
Bir tavşan, bu korkulu günlerde, 
Kendi gölgesini görmüş yerde: 
Bakmış dimdik iki kulak, tıpkı boynuz.
- Yandık, demiş tavşan; 
Ya savcının biri çıkar, 
"Böyle uzun kulak olmaz, boynuz bunlar" diye tutturursa? 
Hemen gitmiş cırcırböceğine:
- Komşu, demiş; hakkını helal et, 
Bana haram gayrı bu memleket: 
Kulaklarıma boynuz denmeden
Gitmeyelim buralardan; 
Fazla uzun mübarekler! 
Hem kısa da olsalar, 
Bu zamanda korkulur; 
Kuzu kulağı bile boynuz olur.
- Ne boynuzu, demiş cırcırböceği; 
Aptal yerine koyma beni.Seninki boş kuruntu:
Allah'ın yarattığı kulak 
Boynuz olur mu?
- İsterlerse olur, demiş tavşan; 
Boynuzun dik âlâsı olur hem de. 
Ağzınla kuş tutsan
Laf anlatamazsın o zaman.

La Fontaine
Çeviri: Sabahattin Eyuboğlu

Sırça Köşk, Seyhan Erözçelik

 


Sır/ça Köşk

Hiç ölmüyorum ki.Şimdi kasımpatılar
ölüyor birer düşer.Dünyanın bütün
patlarına brkaç parça gözyaşı
gönder.Şimdi.Hemen.Sırça köşk
                                               ah! Birer
bireriz, sen de bir gel.Herkes gitti, her-
Yalnız biz varız.Biz varız yalnız, gel bir
ey gel!
                İşte sırça bir köşk, derin.
O köşkte inler birileri.İşte bir sır-
Çal kapısını.Çal.Avazın çıktığı kadar
bağır,
         Hiç'e bir anlam!Hiç'e bir anlam!
Anla/ma bir hiç...işte bir hiç.Sen
sana bak.Orda yakarır birileri,
akrep gelmesin kuyruğuyla kendini
delmesin örümcek örmesin
                                                 Oysa, hepsi
olur.Akrep gelir, kuyruğuyla deler
kendini, örümcek örer ve her şey biter.
Kimse hiç'e bir anlam aramaz o
kertede.Kimse
                        Ve her kimse sen
sana bak, in/san.Dünyada bir in/san/ma.
Ha ha ha!

Seyhan Erözçelik

Vive L'amour (1994), Tsai Ming-liang


Vive L'amour (1994)
Tsai Ming-liang