8 Kasım 2014 Cumartesi

micmacs (2009), jean-pierre jeunet

Micmacs (2009)


Jean-Pierre Jeunet


Dany Boon




le feu follet, alain leroy, the fire within (1963), Louis Malle


Le Feu Follet (1963)
The Fire Within
Louis Malle

Arkadaşlarını seçiyorsun.
Sağlıklı insanlarla takılıyorsun...

Evet, inanılmaz arkadaşlarımız var.
Zamanın kendilerini değiştirdiğini sanıyorlar.
O yüzden ne yaptıklarından habersiz, ortalıkta dolanıyorlar.
Çocuk sahibi olarak, anlaşmalar yaparak, kitaplar yazarak.
Ya da kendilerini öldürüyorlar.
Ya da Dubourg gibi, tasavvufa dalıyorlar.

Parti sona erdi.

...
Asla değişmedim.
Anlamaya çalışmadım.

...
İlaçlar yaşamdır.
Onlar da tıpkı yaşam gibi, can sıkıcıdır.

le feu follet, the fire within (1963), louis malle

Le Feu Follet
The Fire Within
Louis Malle


-Suçladığım hayatın kendisi değil, içerdiği iğrençlikler.-

Hiç çalışabildin mı?
Son zamanlarda bir günlük tutuyordum.
İlgi çekmeyen şeyler.
Bugün yırtıp attım.
Kaç yaşındasın?
Bomboş hissediyorum.
Çok kötü anılara ilaveten.
Sürdürebilecek misin?
Sürdürmek mi?
Benim için tamamen bitti.
Gidiyorum.
Anlamıyor musun?
Hâlâ yaşanacak şeyler var.
Hayatınla ilgili bir takım sezgilerin olmalı.
Bu his tükenmiş olamaz.
Kilitli kalmış şeylerden nefret ediyorum.
İnsan kapasitesini göstermeli.
Bir şeyler yapmak harikadır.
Bunun anlamını hiç bilemedim.
Ben de herkes gibi...
...paranın peşinden koştum.
Ya çalışacaktın ya da çalacaktın.
Şimdi parayı, hayallerine bir mazeret olarak gösteriyorsun.
Devam et.
Keyfini kaçırmak istemiyorum.
İnsanların tutkularını sevmem...
...ama o tutkuların ürünlerini severim.
Fikirler. İlâhlar.
Tutku bu evin neresinde?
Beni yanlış anladın.
Görünüşle yargılama.
Beni teslim olmuş bir burjuva olarak görüyorsun.
Ama şu anki hayatım, içki içip, herkesle düşüp kalktığım .zamankinden çok daha yoğun.
Eski Mısır ahlakı üzerine yazdığım kitabı yeni bitirdim.
Kanıma işlediler.
Başkalarının bundan alacağı dersler var.
Güneş –
Ona dokunabilirsin.
Bizimle Mısır'a gel.
Güneş o insanların içinde.
Hadi biraz yürüyelim, peygamber.
Minville kardeşler farklı.
Onlar eylem bağımlısı.
Eva'yı hiç gördün mü?
Ne onu ne de diğerlerini gördüm.
Niçin sordun?
Mutlu bir adam için fazla katısın.
Yaşadığın hayat seni tatmin ediyor mu?
Bu önemli değil.
Ya bir gün sıkılırsan?
Fanny ve kızları...
...o küflü apartman -
 onlar tutkumun bir parçası.
Ya o gözündeki eski pırıltı?
Ya o harika enerjin?
Yaşlandım.
Gerçekten mi?
Evet, yaşlandım. Umutlar bitti, şimdi mutlak olan şeyler var.
Gençliğimi başka bir yaşamda bıraktım.
Sen geçmişini reddediyorsun.Yetişkinliği reddediyorsun.
Gençliğe yapışıp kalmışsın.
Endişelerinin nedeni bu.
Erkek olmak çok zor.
Önce istemen gerek.
İllüzyonlardan bıkmadın mı?
Sıradanlığa dayanamıyorum.
Son on yılını yaldızlı bir sıradanlıkla yaşadın.

days of being wild, wong kar-wai


"Bir kuş cinsi vardır:
 ayaksız,
sürekli uçmak durumunda olan, 
yere konmayan;
bunların uykusu bile 
rüzgâr eserken, havada asılı kalıp uyumaktan ibarettir."  

Days of Being Wild
Wong Kar-wai

bişr-i hafi, yalın ayaklı sultan, hüseyin aydemir


Merv şehri...Herkes evinde ve derin bir uykuda.Köpekler dolaşmasa, neredeyse sokaklar da geceye örtünüp uyuyacak...Köpek ulumalarıyla silkinen sokakların birinde, genç bir adam yerde yatıyor...
---
Ahmet'in kalbi o kadar kararmıştı ki, bu ışıkta bile aydınlanmadı.Ahmet, karanlık kalbiyle beraber yürüdü gitti...
---
Bişr'in çıktığı yola demir dövmekle değil, dövülecek demir gibi yanmakla gidilir.Bişr yanmayı öğrendi.Ve gitti...
---
İçimde hadis bildirmek arzusu var.Eğer bu arzunun nefsimden gelmediğini bilseydim bildirirdim.Bir kimse, bize hadis anlat, dediği zaman anla ki, bize kolaylık göster demek istiyor.Fakat gene nefsimin isteğini geri çevirdim.Hepsini toprağa gömüp, hadis rivayet etmedim.
---
İlme çalışanın işareti dünyadan kaçmaktır; dünyayı sevip onda kalmak değil.

Bişr-i Hafi
Yalın Ayaklı Sultan
Hüseyin Aydemir

iktidar sahipleri, elias canetti, insanın taşrası


-Küçük insan, birilerinin peşinden gittiği için, kendi peşinden gelenleri yaratır.-


İktidar sahiplerinin portrelerini kağıda dökmeye doyamadım.Pek çoklarıyla ilgilendim.Ama her birine ilişkin izlenimlerimi özetlemek yerine, çoğu kez onlardan bir tür enerji kaynağı gibi yararlandım.Onlar, iktidara duyduğum nefreti hep yeniden körüklediler; başka insanlar üzerindeki olası iktidarım konusunda beni hep uyardılar.

İnsanın Taşrası
Elias Canetti

misafir, asaf halet çelebi, çiğdem yıldırım

Misafir/Çiğdem Yıldırım



sana bakarak
bütün yüzleri unutmak
kendimden
ve arap saçı olmuş
bir sürü 
hikayelerden bıkarak

sana misafir geliyorum
denizlerin sesi içinde
ve gündüz güneşlerinde
şaşırmış

sana misafir geliyorum
biraz daha uykuya yakın
biraz daha dalgın
biraz daha başka şeylerden uzak


Asaf Halet Çelebi

watten, thomas bernhard

Bazıları ömürleri boyunca mağdur olduklarını söyler, bazıları da ömürleri boyunca imtiyazlı olduklarını.Her şey hafifletici sebeptir.Bazıları bütün dünyayı gördüklerini, bazıları da hiçbir şey görmediklerini.Bazıları yüksekokul tahsili olduğunu, bazıları da hiç tahsilleri olmadığını.Filozof, filozof olduğunu, tıpkı kasabın da kasap olduğunu söylemesi gibi.Tüm bu insanların hep bir mazereti vardır.her varlık hafifletici sebeptir, saygıdeğer beyefendi.Her mahkemede, her nefis mahkemesinde..
---
Soru sorduklarında tuzak kurarlar, sormadıklarında tuzak.Ama cevap verdiğimizde de tuzak kurarlar, cevap verince tuzağa düşmüş olurum.
---

Sayısız tuzak, sussak da.İnsanlar bizi, onları davet ettiğimizde, koltuğumuza yerleştiklerinde, kendi uçurumumuza yuvarlarlar.
---
Hesap yapabilirim, diyorum, iyi bir tüccar kadar iyi hesap yapabilirim ama hep hesapla bir şeye ulaşılmayacak sınıra kadar.
---
Söylenen her şey yalan, hakikat bu, saygıdeğer beyefendi, bu lakırdı müebbet zindanımızdır.
---
Yalnızsam insanlar arasına karışmayı isterim, insanlar arasındaysam, yalnız olmayı isterim, bu durum onlarca yıl sürdü.Kah onlardan tiksinirim, kah aralarında duran kendimden, bu durumu bilirim.Hep, işittiğimiz kendi çolpa deyimlerimiz olduğu ortaya çıkan yabancı deyimler, kendi sınırsız çolpalığımız, kendi sınırsız cinnetimiz, kendi sınırsız kalpsizliğimiz, kendi sınırsız nefretimiz, saygıdeğer beyefendi.
---
Anlayamadığımız bir adilikle konuşurlar, saygıdeğer beyefendi, anlıyor musunuz.
---
Hayat tasavvurunun yüce sanatı gibi yaşamanın ve var olmanın daha yüce sanatının da alaya alındığı, kabare gibi bir dünyada yaşıyoruz biz.Her gün kabare usulü intihar ediyorum.
---
Sizin de bildiğiniz gibi her şeyin büyük şenliklerle ahmaklığa teslim olduğu bizimki gibi bir ülkede uzun yaşayınca, kısa zaman sonra tercih hakkımız kalmaz.Beyin bu ülkede yersizdir, işsizdir.
---
Sanki beynimin arkasında ikinci bir beyin birincisine karşı düşünmeye cüret edermiş gibi, saygıdeğer beyefendi.gerçi düşünüyor ve konuşuyordum, ki durmadan düşünüyor ve konuşuyordum, zira talihsizlikten ben durmadan düşünüp konuşan ve elbette konuşup düşündüğünü saklamak zorunda olan bir kimseyim, anlıyor musunuz, ama içimde her şey çoktan parça parça olmuştu.
---
Bu genç insanlara perişan edilmesi gerekli bir dünyanın nasıl perişan edileceğini öğrettim, onlarsa perişan edilmesi gerekli dünyayı değil, perişan edilmesi gerekli dünyayı nasıl perişan edeceklerini kedndilerine öğreten beni perişan ettiler.

Watten
Thomas Bernhard

ağlatan kafe, bir profilin ağıdı

Ağlatan Kafe


"Bana kendi talihimden bu siyah sitare düştü"                                   Şeyh Galip


amras, thomas bernhard

Sonuçsuz kalan her şeyi gözlemlemede daima ve ezelden beri eğitimliydik, ama kuledeyken, rahatsız, bütün tabiatın sırdaşı olmuş, birden çürümenin bilgeliğini hissediyorduk...Dikkatimizi sadece kendi kendimiz dağıtarak, birbirimizi Amras'ta kaynayan, sonra yine donan kardeş bağımızda görüp fark ediyorduk...durmaksızın şu soruyu soruyorduk: neden hala yaşamamız lazımdı...ve boyuna cevapsız kalıyorduk.
---
Aşırı berrak bir bilinçle, biraz biraz da konuşarak , sıradışı bir hızda, uykuya dalmamız için dua ediyorduk...bardaklarımızdaki haplardan umuyorduk bu hızı...artık sadece bardaklara, bulanık, beyaz içeriğe bakıyorduk...artık olmamak, olmamak, hiçbir şey olmak istiyorduk.
---
Her açtığım kitapla bir tabut açıyordum.
---
...sürekli bir karmaşadan ötekine...hep Tirol'ün ölümcül hastalıklarıyla, ailemizin ölümcül hastalıklarıyla yavaş yavaş ölmek zorunda kaldım...Walter de böyle Tirol'ün çok sayıda ölümcül hastalıklarından, ailemizin ölümcül hastalıklarından yavaş yavaş öldü.Walter için her şey hep çifte eziyet, çifte enerji, çifte gelenek, sefahat, ölüm sebebi oldu...ikimiz de ömrümüz boyunca alabildiğine ziyan içinde kaldık...içimizdeki mizaca hep itaat etmek zorunda kaldık.
---
Daha küçücük çocukken dünyadan gizlice göçmeyi düşünürdüm...onların hepsinden geriye bir ben kaldım.
Walter olmasa gelişimim bambaşka bir yön alabilirdi...Orada olduğum doğru değil, var olduğum da doğru değil...(Görünmez) sınırın aşılmasıyla her zaman her şey kaybolmuştur...Çünkü o zaman taraf tutmuş olurum.
---
Çocukken bir günde üç düzine donarak ölmüş karıncayı bir çukurluğa sürükledim, üstlerini çalı çırpıyla örttüm...ağlayıp üşüyerek ölü hayvan bedenlerinin yanına yattım, donmadım...
---
Düşüncelerim aciz, düşünce bile değiller artık, keza hislerim de...Talimata boyun eğerek aylarca amfilerimizde geçirmek zorunda kaldığım zamanın peşinden aniden çok bozulan dengemle boğuk tecrübelerin, ruhun ölümcül ipuçlarının olduğu bir ormandan geçiyorum, her şey ölü, tüm kitaplar ölü, soluduğum artık ölü bir hava...Kendimi elimden gelen en büyük insani hakimiyetle birden kendi içimde gözetlediğim için diyorum, kaç defa, sayısız kereler öldüm ben...Düşünmemi çokluk kabaca hafiflettiğiniz için size teşekkür ederim...sıklıkla gece geç vakitler evinizde, korkunç, karanlık şehrin çok yukarılarındaki, her zaman dediğiniz gibi 'metafizik' evinizde bana verdiğiniz dersler için.
---
Seni kart oyunlarından dışlayacaklar diye hep endişelenirdin...dün seni dışladılar.

Amras
Thomas Bernhard

hasta çocukların duası, ahmet uluçay



benim gökyüzümde kuşlar
kanat çırpmıyor artık
lacivert gecelerim
suya düşen kıvılcımlar gibi
söndü yıldızlarımız
siz, ulaşılmayan gene de benim olan
uzak dağ başları
pencerem sislere açılıyor hep
nerede kaldınız

aydınlık sabahları muştulayan ak horozlar
dönün rüyalarıma
geniş avlular, kuyuların çıkrık sesleri
dağ yolları, şen çıngıraklar
dönün rüyalarıma

yaz geceleri
ak çarşaflar, sabun kokulu, serin uykular
özledi sizi yorgun bedenim
komşumun küçük kızı
nerde o yaz geceleri, kiraz bahçelerinden
odama dolan türkülerin

dağlar ardında, uzak bir köyde
küçük bir çocuktum, kışlar uzundu
ambarlarımız dolu, ocak başlarımız sıcak büyülü
gece yarıları başlardı hayatı
masalların, efsanelerin
şeytan bilinmez, hangi kötülüğe koşardı dışarıda
sabahları yaralı kanatlarını sarardım
düşmüş meleklerin

kırlangıç sesleriyle uyandığım sabahlar
dönün rüyalarıma
tozlu yollar, kağnı sesleri, kaval sesleri
kırbaç şaklaması ve nal sesleri
dönün rüyalarıma

ben hasta bir çocuğum
sancım büyüktür değmeyin
yitirdiğim bir düştür, bin bir gece uykulara sığmayan
dokunsan uyanır
tutmak istersen, kül olur kanatları
avuçlarında bir kelebeğin

sancılar hep geceleri başlar
hasta çocuklar uyumaz hiç
yanar sabaha kadar pencereleri
ey dünyanın her dilden ninni söyleyen anneleri
dönün rüyalarıma



Ahmet Uluçay


filmin apaçıklığı, abbas kiyarüstemi, jean-luc nancy


Kiyarüstemi'de kandırmaca bahsi yalnızca hakikate götürür ve görünüşler ise yalnızca bakış ve gerçekliğin bir arada harekete geçirildiği bir tarzın altını çizmek için devreye girer.Tüm 'Yakın Plan' hikayesi ve hatta 'Zeytin Ağaçları Altında' filmi de işte böyle ilerler, orada 'Hayat Devam Ediyor'un gerçekleştirilmesi bakımından gerekli olan belli sayıdaki hile ve kandırmacanın örtüsü kaldırılır, fakat örtünün kaldırılması da yeni bir hikayeye dahil olur.Bu hikaye ise gerçeğin diğer yüzüdür; ilk yüzünden ne daha az, ne de daha fazla gerçektir ve ilkini daima hesaba katmaktadır.
---
Üzerinde bakışın açıldığı şey bir alıp götürmedir -bir sürükleme, bir kaldırıp götürmedir: dünyanın seferber edilmesidir.Her şey yerleştirilmiştir, fakat hiçbir şey yerinde kalmaz.Köyler, yerler, adresler vardır (Yakın Plan'da), fakat onları bulamayız ya da güçlükle bulabiliriz, birbirine karıştırırız.Birisiyle karşılaştığımızda, o bir yerden gelmekte ve bir yere gitmektedir.Fakat bu yerler, b u"oralar", hep erimin dışında, daima yeni bir tepenin diğer tarafında, yeni bir yol dönemecinde kalmaktadır.
...
Bu uzak yerler oldukça uzaktır ve onları görmezden gelmeyelim diye uzaklıkları içinde sert bir biçimde karşımızdadırlar.


Hayat Devam Ediyor varlığın varlık içindeki sebatını ifade eder.Ve bu kaçınılmaz olarak bize Spinoza'yı düşündürür.Fakat Spinoza'da duraklamaya gerek yok.Daha ziyade şunu eklemek gerekir: basitçe bir devamlılık olmayan bu sebat, bu devam etme varlığın kendisinden başka bir şey değildir.Varlık bir şey değildir, varlık şudur: devam ediyor.Varlık devamsız olan anların, olayların, tekilliklerin ve bireylerin ötesinde ya da berisinde değil, fakat çok tuhaf bir biçimde bizzat devamsızlığın içindedir ve devamsızlığı bir süreklilik halinde eritmeksizin şudur: devam ediyor.Ara vermeye devam eder, devamlı olarak devamsızlaşır.Tıpkı filmdeki imgeler gibi.
---
1990'daki yer sarsıntısından birkaç gün sonra, bir adam göç eden bir grubun çadırların altında televizyonda Dünya Kupasını izleyebilmesi için bir anten kurmaktadır.Yönetmen (karakter) ona şöyle sorar: "Böyle günlerde televizyon izlemenin uygun olduğunu düşünüyor musunuz?" Adam şöyle cevap vermektedir: "Aslında ben de yastayım.kız kardeşimi ve üç yeğenimi yitirdim.Ama ne yapabiliriz ki?Kupa dört yılda bir.Kaçırmamak lazım.Hayat devam ediyor."

Filmin Apaçıklığı
Abbas Kiyarüstemi
Jean-Luc Nancy

7 Kasım 2014 Cuma

top toplayıcı çocuk güzelliği


mossafer & nema-ye nazdik, abbas kiarostami


"Bay Kiyarüstemi'nin "Yolcu"da yaptığı gibi...Tahran'daki futbol maçına gidebilmek için, içinde film olmayan kamerasıyla para karşılığı insanların fotoğraflarını çeken çocuğa benziyorum.Ama uyuyakalıp maçı kaçırmıştı.Ben de maçı kaçırdığımı düşünüyorum."
Nema-ye Nazdik (1990)

departures, okuribito, son veda (2008)


Departures - Okuribito - Son Veda 
-2008-


küresel vergi, aynalar,eduardo galeano


Biten aşk, sıkan hayat, ezip geçen bir ölüm.
Kaçınılmaz acılar vardır, bu böyledir, elden bir şey gelmez.
Ancak gezegendeki otoriteler acıya acı eklerler ve bize yaptıkları bu iyiliğin parasına alırlar.
Katma değer vergisini her gün, nakit parayla tıkır tıkır öderiz.
Katma acı vergisini her gün, mutsuzlukla tıkır tıkır öderiz.
Katma acı, hayatın geçiciliğinden doğan kederle işin geçiciliğinden doğan keder sanki aynı şeymiş gibi, kaderin kaçınılmazlığının kılığına giriyor.

Küresel Vergi
Aynalar
Eduardo Galeano

seher vakti, arasında, ne olursan ol, hannah berger


Seher Vakti
Arasında
Ne Olursan Ol (Whoever You Are)
Hannah Berger



adımız miskindir bizim, çerağ, yunus emre



Biz kimseye kin tutmayız,
Ağyar dahi dosttur bize.
Kanda ıssızlık var ise
Mahalle vü şardır bize

Adımız miskindir bizim,
Düşmanımız kindir bizim.
Biz kimseye kin tutmayız,
Kamu âlem birdir bize.

Pişrev bize Kur'an'durur,
Vatan bize cennetdürür.
Cehennemi Hak yandırır,
O gül-i gülzardır bize.

Vatan bize cennetdürür,
Yoldaşımız ol Hak'durur.
Hak'tan yana yönelicek,
Başka yollar dardır bize.

Dünya bir avrattır karı,
Yoldan iltir niceleri.
Sürün gitsin o ağyarı,
Onu sevmek ardır bize.

Dünya haramdır haslara,
Lâkin helâldir hamlara.
Biz dünyayı dost tutmayız
O dünya murdardır bize.

Yunus eydür: Allah deriz,
Allah ile kapılmışız.
Dergâhına yüz tutuban,
Hemen bir ikrardır bize.

Yunus Emre


ormandaki tehlike, aynalar, eduardo galeano, savitri


Savitri gitti.

Çağrısını işitip onu aramaya gelen yabani götürdü onu; parmaklığı ezip geçti, muhafızları etkisiz hale getirdi ve çadırın içinde daldı.Bu arada dişi olan zincirlerini kopardı ve ikisi birlikte ormanın içinde gözden kayboldular.

Olympic adlı şirketin sahibi kaybının yaklaşık dokuz bin dolar olduğunu hesapladı ve daha da kötüsü, Savitri'nin arkadaşı Gavitri'nin bunalıma girdiğini ve artık çalışmak istemediğini söyledi.

Kaçak çift 2007 yılı Ağustos ayı sonlarında, Kalküta'dan iki yüz kilometre kadar uzaktaki bir gölün kıyısında bulundu.

İz sürücüler onlara yaklaşmaya teşebbüs edemediler.Erkek ve dişi fil hortumlarını düğüm yapmışlardı.

Ormandaki Tehlike
Aynalar
Eduardo Galeano

kuzenler, şempanze ham, eduardo galeano, aynalar


Uzayı fethetmiş olan şempanze Afrika'da avlanmıştı.

Dünyanın dışına seyahat eden ilk şempanze, yani ilk şempanze astronot oldu.Bu yolculuğu Mercury adlı kapsülün içinde yaptı.Üzerinde bir telefon santralinden daha çok kablo vardı.

Sağ salim dünyaya geri döndü ve yolculuk sırasında kayıt altına alınan vücut fonksiyonları, biz insanların da uzay yolculuğunda hayatta kalabileceğimizi gösterdi.

Ham, Life dergisine kapak oldu ve yaşamının geri kalan kısmını hayvanat bahçelerindeki kafeslerde geçirdi.

Kuzenler
Aynalar
Eduardo Galeano

insan kısım kısım yer damar damar, hasret gültekin



insan kısım kısım yer damar damar
kaşları lam elif gözlerin kamer
ince bel üstüne olaydım kemer
yakışır beline sar beni beni 

ben isterim şeker ola bal ola
değmen bana yana yana kül olam
sen bir bahçıvan ol bende gül olam
yakışır eline der beni beni



Ne haldayım ala gözün süzenler 
Ne olur suna boylum gör beni beni 
Eşinden ayrılıp yaslı gezenler
Her sabah, her akşam der beni beni

Der ya! İnsan eşinden ayrılır da "vay beni beni" diye yakınmaz mı? Döğünüp yakınmakla kalmaz insan, az buçuk şairliği, âşıklığı varsa; saza söze döker içini. Tıpkı Hüseyin gibi.

Hüseyin garip bir köy çocuğu. Sivas köylerinden birinde doğmuş. Askere gidene dek hiç ayrılmamış köyünden. Ne zamanki askerliğini yapmış dönmüş köye, anası çekmiş dizinin dibine. "Bak oğul, gayrı zamanıdır; seni everelim. Tez zamanda torun ver bana. Evimiz şenlensin" demiş. Ana sözü ata sözü. Ne desin Hüseyin. Bulmuş dengince birini, evermiş Hüseyin'i. İyi ama, geçim zor. Tarla takım hak getire. Şu kapı senin, bu kapı benim. Irgatlık, tutmaklık karın doyurmuyor ki. Üç günlük yiyecek çıkıyor, sonrası yok. Bir gün anasına "Bak ana, ikiydik üç olduk. Yakında dört olacağız. Bu geçim geçim değil, bir şeyler yapmak gerek. Ben gurbete çıkıp iş tutmak istiyorum. Üç-Beş kuruş biriktirir de bir kaç dönüm tarla edinirsek, bir güvenimiz olur. Eker biçer, geçinir gideriz". Anası "hık-mık" etmiş ilkin, bakmış ki Hüseyin kafasına takmış bir kere. "Yolun açık olsun oğul. Sağlıkla git, sağlıkla gel" demiş. Hüseyin anasıyla, karısıyla vedalaşıp, tutmuş gurbetin yolunu. Şurası senin, burası benim derken, varıp İstanbul'a ulaşmış. Ulaşmış ya, ha deyince iş bulamamış. Ekmek aslanın ağzında. Sokaklar işsiz dolu. Bir hemşehrisinin kaldığı hana yerleşmiş Hüseyin. Handakilerin çoğu gurbetçi. Çoğu da işsiz. Hazırdan yiyorlar. İlkin ufak tefek günlük işler bulmuş Hüseyin. Boğaz tokluğuna çalışıyor nerdeyse. Elinde avucunda bir şey kalmıyor. Bir dolu iş değiştirdikten sonra, bir fabrikaya girmiş işçi olarak, bir gün, beş gün, bir ay, beş ay. Değişen bir şey yok. Hüseyin üç kuruş biriktirip bir yana atmaktan öte, geçim sıkıntısına düşmüş bir de. Sıla özlemi bir yandan; geçim derdi bir yandan. Bir de yalnızlık sarmış ki duygularını. Eh!.. Milyonluk bir kent; bir tek de Hüseyin. Yollar sokaklar insen seli. İnsanlar şen, insanlar şakrak. Bir tek Hüseyin garip. Boynu bükük Hüseyin, arada bir mektup yazıyor köyüne. Bir iki satır da onlardan geliyor. Ama yetmiyor ki! Geçim bir yandan, sıla özlemi bir yandan. Bir de on dönümlük tarla var ki gönlünde. Şöyle güzelinden, sulusundan. Taşı eksen bitirir cinsinden. Sözün özü, karma karışık Hüseyin'in kafası. Bir dalıyor. Kayboluyor. Gidiyor köyüne. Elleri dolu dolu. Anası, karısı, hısım akrabası bir güzel karşılıyor. Sarmaş dolaş. Giysilik kumaşlar, pabuçlar, urbalar. Tarlalardan tarla beğeniyor. On dönüm. Ama tarla! Taşı eksen bitirir cinsinden. Kolları sıvıyor. Bir ekin ekiyor. Bir ekin ki, o yörede görülmemiş. Boy dersen, insan kaybolur içinde. Başaklar koca koca. Bir gür, bir iştahlı ki, gören maşallah demeden geçmiyor. Çok yoruluyor Hüseyin. Ter alnından şıpır şıpır damlıyor. Ama olsun. Emek olmadan, yemek olmazmış. Böyle demiş atalarımız. Olsun! Ter olsun. Ter iyidir. Ter malı haller "Ter.. Ter" diye inlerken Hüseyin, bir eli de otomatik dokuma aracının kolunda bir ileri, bir geri gidip gelmektedir. Birden öylesine "ter" diye bağırır ki, yanından bir el uzanır Hüseyin'in omuzuna. " Ne o Hüseyin gardaş hasta mısın? Kendi kendine konuşup duruyorsun. Hem, hiç bu kadar terlemezdin çalışırken. Bir şeyin mi var?"

Hüseyin ayıkır birden "Şey, bir şeyim yok be bacı. Memleketi düşünüyordum da."

Gün o gün!. saat o saat. Artık Hüseyin de bir dost edinmiştir. Milyonluk kentte yalnız değildir artık. Derdini anlatacağı, yardım anlayış göreceği bir dostu olmuştur. Hüseyin'in de. Bir dost ki, tertemiz. İyi. Doğru. Çalışkan. Bir dost ki, sıcaklık veriyor insana. Yanında huzurlu oluyor insan. Leb demeden leblebiyi anlayıp, elini uzatıyor Hüseyin'e.
Gün günü, ay ayı eskitiyor. Geçen her günle dostlukları daha da pekişiyor Hüseyin'le komşu makinada çalışan işçi kadının. Dostluk öylesine gelişiyor ki, gün geliyor Hüseyin onsuz; o Hüseyin'siz olamayacağını anlıyor. Uzun sözün kısası, evleniyorlar. İyi ama, Hüseyin evli zaten. Köyünde bekleyeni var.

kendimi zamansal ve mekânsal gurbette hissediyorum, yönetmen sineması, ahmet uluçay


Ben çocukluğuna ağlayan birisiyim hâlâ. Kendimi hem zamansal hem de mekânsal gurbette hissediyorum. Çocukluğum gitti ve geriye dönmüyor. Bir şekilde onu zapt edebilir miyim? O her an için benim cebimde kalabilir mi? Ve istediğim zaman ona dönebilir miyim? Yani fânilik insan olarak kaderimiz. Fâniyiz biz, öleceğiz bir gün ve her şey yok olacak. Mutlak anlamda yok olmayacak tabii, o yok olmadan söz etmiyorum. Bunun bir daha geri dönmemesi, elimizden akıp gitmesi, oradaki acziyetimiz. Belki beni sinema yapmaya iten temel neden bu.
---
Mutlaka her filmimde teknik bir kusur çıktı.En son filmde de "hiiii" diye bir ses vardı.Kamera bir arıza yaptı ve motor sesi girdi baştan sona kadar.Şeytan parmağını soktu.
---
Bethooven'a sormuşlar: "Sen bu parçada neyi anlatmak istedin?" Çalmış, "bunu" demiş. Tabii ki filmlerimde bir şey anlatmak istiyorum. Bir derdim var ve bunu kekeleye kekeleye de olsa anlatıyorum.
---
...Bu tür hikayelerle büyüdüm ben.Öyle bir köy...Güneş battıktan sonra o sokaktan geçme derlerdi.Ama geçersin oradan; bu kaşıntı gibi bir şey.Bir yerinizde bir yara çıka, hem kaşınır hem acır.Hem korkarsınız, hem o hikayeleri seversiniz.Herhalde böyle bir şey olsa gerek.Devamlı anlatırlardı: "Ya vallahi gördüm.şuradan geçti, şu tarafa gitti.", "Yav ne gördün?", "Şeytan gördüm" derlerdi.Böyle acayip bir dünyaydı bu; sinemanın kendisi.
---
Necip Fazıl'ın bir sözü vardı: "Bir kumarbaz, bir marangozdan daha fazla Allah'a inanır.Çünkü o görünmeyene güvenmiştir."Görünmeyen, görünenden çok daha ilgi çekici ya da bana öyle geliyor.

Yönetmen Sineması
Ahmet Uluçay

yazık oldu yarınlara, ilhan irem, istanbul havadan görüntülerle...


Yazık Oldu Yarınlara, İlhan İrem
İstanbul, Havadan Görüntülerle...

gariplik, ahmet uluçay, ayşe pay



Uluçay sinemasını en iyi tanımlayan şey, “garip”lik, “gurbet”te oluştur. Dolayısıyla o da, karakterleri de “garip”tir, “yerli”dir, ama bir başka “yer”li. Eşyanın katı, soğuk yüzü, katı bir gerçekçilik düşüncesi onun dünyasının dışındadır, uzağında değil. Zira uzak kavramı da onda katre katre açılan anlamıyla özleme, sevgiliye, düşlere, çocukluğa açılır. Uluçay,  zamanın, mekânın çatlaklarından hep başka bir diyara, başka bir dünyaya, başka bir âleme sızar; gayba, sonsuzluğa…Uluçay’ın Sihirli Lâmbası: Sinema Ayşe Pay

kûfe'de bir hüseyni akşam, hüseyin ferhad

-Umman Şahiner'e teşekkür ile...-



KÛFE'DE BİR HÜSEYNÎ AKŞAM


Saplı kalsın göğsümde 
kanıma teşne hançerin, 
yaramdan damlar tekrar 
nasıl olsa bir Hüseyin

Hüseyin bir ayna değil 
ki kırılsın Yezid’e, 
kan dökülsün ister hırkası 
Yezid bir bahane

Sırrı aşikâr bir Hüseyin 
aşka verir ser’ini, 
tebeşir dairesinde Azrail’in 
çözer zifaf düşmesini

Hüseyin kadar şivekâr 
kaç isim var dilinde, 
kimseye ve herkese ait 
bir başka menkıbe

Sanır mısın ki Hüseyin 
kumların fısıltısıdır bes, 
yazılan sağdan sola 
iki veya üç hecelik bir nefes

Hüseyin bir cinaslı avazdır 
kişiye özel bir temrin, 
bengisuda boğmak gerekir 
onu öldürebilmek için

Hârelidir elbet Hüseyin 
bir o kadar çocuk, 
ateş çemberi değil ki bu çizdiğin 
basbayağı bir boşluk

Hüseyin gece bir vakit 
dokunmak gibidir güneşe, 
eski yarasını Kûfe’nin 
yıldızlar basmadan önce

Bencileyin külden bir Hüseyin 
ezbere bilir ihaneti, 
ruhuma sapladığın hançer 
şehvetle ürpertir etimi

Hüseyin bir sırma kamerdir 
tasviri nafile bir şehrayîn, 
zaten Kerbelâ’ya uçar 
sûreti haktan her Hüseyin

Hüseyin Ferhad
(Kaşgar 36 / Ocak-Şubat 2004)


leyla'ya mektuplar, ahmet uluçay



Leyla, biz böyle nasıl çocuklarız
Hep ateşler oynarız, ateşle oynarız
Gurbet, hasret, uzaklar
Kızgın çöller, kum fırtınaları
Ateştendir oyuncaklarımız
Leyla, biz böyle nasıl çocuklarız
(…)
Bak asırlardır yanlış anlatılmış ‘Leyla ile Mecnun’
Yanlış yorumlanmış hikayemiz
Kar leke götürmez
Tekzip ederiz (…)” [1]
1] Ahmet Uluçay, Leyla’ya Mektuplar (1), İkindiyazıları, Aralık 90, sayı 100.

alemdağ'da var bir yılan, sait faik abasıyanık


"Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor"


Günlerden cuma.Mektep tatil.Süleymaniye'de Kirazlı Mescit Sokağı'nda oturuyoruz.Ben on yedi yaşlarındayım.Münir Paşa Konağı'nın çam ağacını hatırlıyorum.Lisenin bahçesindeki büyük çam ağacı bir yangında yanmış olabilir.Münir Paşa Konağı'nın yağlıboya tavanları çoktan duman ve kül olmuştur. Tahtakuruları da yanmıştır.Yatağım, yorganım, gözyaşım yanmıştır.Havuzlar yanmıştır.Yapraklarını kışın dökmeyen ağaçlar yanmıştır.Anılar, anılar yanmıştır.Yanmış oğlu yanmıştır.Beni bugüne getiren kitaplar yanmıştır.

Alemdağ'da Var Bir Yılan
Sait Faik Abasıyanık

nenni, çiğdem, aşık mahzuni şerif


Çiğdem/Nenni


Uğradı başıma hayatın kışı
Bu sene de bir hikmet var nenni nenni

Yavru gel ağlayıp üzme sen beni
Bu ağlamak yüreğime kor nenni nenni

Bir kuruşum yoktur kefen alayım
Emmime dayıma haber salayım

Bir toprağım yoktur mezar bulayım
Ahrette mi bize mezar var nenni nenni


Aşık olan şu dünyayı nidermiş
Döner döner bahtım karadır dermiş

Masum olan Kerbela'ya gidermiş
Bari dosta selamımı ver nenni nenni


Mahzuni Şerif' im yaşım akmıyor
Akıp akıp ama sesim çıkmıyor

Şu dünyada bana şah'ım bakmıyor
Bari yardımcımız olsun Pir nenni nenni


Bir sazımdan başka hediyem yoktur
Bari tellerini al da çal nenni nenni


Aşık Mahzuni Şerif

cirrus, nenni, stalker


Cirrus
Nenni
Stalker
Andrei Tarkovsky 



"Rüyaların sonu geliyor galiba,
 uyanılmaz uykulara dalmak istiyorum" 
Asaf Halet Çelebi

tam o sırada, hikayenin ortasından diyaloglar, ahmet güntan

İyi ki her şey hakkına düşüncemi söylemeyecek kadar özgürüm, yoksa geri yankılanan sesimden kulaklarım sağır olurdu...
---
Kimse benimsemediği şeyi sonuna kadar elinde tutmuyor, bir nokta geliyor, sanki bir zil çalıyor, herkes tenefüse çıkıyor, kimse bir şeyin sonuna kadar gitmiyor, tam bir şeyi biraz anlamaya başlıyoruz, birisi bir soru soruyor, o sırada zil çalıyor, kimse sorunun cevabını alamıyor, almak istemiyor, öğretmen de zor soruların cevabını vermekten kurtuluyor, bu hep böyle, tenefüste geçiyor hayatımız, sanki bu okulda bize tenefüse çıkmayı öğretiyorlar.
---
Büyüklerin okuduğu gazetelere bak, önemli dedikleri haberlerin yanında bile koca memeli çıplak kadın resimleri var.
---
Aslında biliyor musun ikiyüzlülük de bir soygun, herkes kendi kendinden çalıyor devamlı, hırsızlık gibi.
Her şey ikiye ayrılır, iç, dış.İç yüz, dış yüz.
İç soygun, dış soygun.Eller yukarı, bu bir iç soygun.
---
Baksana.Ben üstünlüğümü kalbimin olmamasına borçluyum.
---
Bir gün ne okuyorsun diye sordu.Molloy dedim.Beckett diye bir adamın kitabı.Ne anlatıyor dedi, Bir adam var, paltosunun sağ cebinden çakıl taşını alıp emiyor, sonra sol cebine koyuyor, sonra bir taş daha alıyor sağ cebinden, emip yine sol cebine koyuyor dedim.İnanamadı, bunu mu okuyorsun dedi, Niye emiyormuş diye sordu, Bedensel bir ihtiyaçmış dedim, Bütün çakıltaşların tadı aynıymış.Elimden aldı kitabı, kapağını yırttı, Yeter artık bu saçmalıklarla oyalandığın dedi.O günden beri sıkı Beckett'çiyim.
---
Ben hakikaten seri katil olabilirim bak, ciddi söylüyorum, benden iyi bir seri katil çıkmaz mı sence, düşün, ben yakalanmışım, Nasıl biriydi diye soruyorlar, Çok iyi bir çocuktu, sessizdi, devamlı kitap okurdu, kafasını kitaplardan hiç kaldırmazdı, çok şaşırdık, çok efendiydi, notları yüksekti.Hiç ters bir davranışını görmediniz mi?Yo valla hiç görmedik.
---
Valla burası aslında bir Ceza Kolonisi, ama filmlerde yok edilmek isteyenin intikamı da hep acı olur biliyorsun...
---
İçinde saklanacak bir kalabalık buluruz mutlaka.

Tam o sırada
Hikayenin Ortasından Diyaloglar
Ahmet Güntan