elias canetti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
elias canetti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2024 Pazartesi

Ayrılık Çeşmesi Sokağı - Selçuk Altun


"Siz beni bulun, ben ararsam herkes anlar." Gülce Başer

...

Bilgi kirliliği hayata renk katabilir ama bilgi eksikliğinin özrü yoktur.

...

Son cümleni bitirirken aklıma geldi: Halikarnas Balıkçısı takma adıyla yazan Cevat Şakir diye bilge ve aykırı bir yazar vardı, duymamış olabilirsin.O 1900'lein başında Oxford Üniversitesi'nde öğrenciyken İtalyan sevgilisi Agnesi ile babasının itirazına rağmen evlenir.Babası Mehmet Şakir Paşa birikimli ve gizemli bir Osmanlı nazırıydı.Kaderin cilvesine bak, Cevat Şakir 1914'te babası ile karısını aynı yatakta sevişirken yakalayınca Mehmet Şakir Paşa'yı vurarak öldürdü.Hatırlı hısımları onu idamdan kurtardı derler.O Bodrum'a sürgüne giderken Agnesi, kızı Mutarra Augustina ile ülkesine döner.Kendisini İtalya'ya götüren diplomatla evlenip kızından uzaklaşır.

2004'te Mutarra'nın kızı Cinzia Türkiye'ye gelip akrabalarını buldu.Onun Cevat Şakir'in ikinci karısından olma kızı İsmet'e anlattığına göre, anneannesi Agnesi de kayınpederi Şakir Paşa ile Büyükada'da baş başa çektirdikleri fotoğrafı başucundan asla ayırmamış.

...

Sokak kedileri metruk mezarlığın duvarları üzerinde, firavun bibloları gibi kasılıyorlardı.İçi talan görmüş bir oba gibiydi, kırılmış, yana yatmış mezar taşlarının acıklı bir hali vardı.Baş kısmında sarık varsa, paşa veya yüksek bürokrata ait kitabelerde ne yazıyorsa, hepsinde bir tasarım çekiciliği bulmuştum.Mezar ve kuru ağaçlarında çalakalem düzensizlik vardı, sanki savaşta şehit düşenler hızla defnedilip yola revan olunmuştu.Neden Arap Mezarlığı da dendiğini kimsenin bilmemesi ayrı bir detaydı, Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı sokağın hakimiydi.

...

"Sonunda seni kime benzetttiğimi buldum" demişti."Sen bir yazar arkadaşımın romanından firar etmiş karaktersin."

...

Kızı, burnumu karıştırdığım için beni şikayet edince, "Başkasının burnunu karıştırmıyor ya!" demiş.

...

St. Joseph'ten intikam almak istiyordu.Komik yanları yok değildi, saçları dökülmeye başlayınca eczane eczane gezip denemediği ilaçlı şamğuan kalmamıştı.Bir halk ilaçları kitabından kopardığı sayfada, "Sabahları ineklerin bulunduğu ahıra giderek saçlarını işeyen ineğin altına tutup sidikle ıslatmak saçlara iyi gelir" yazıyordu.

...

Lisede gözde dersim felsefeydi, zevkle çalışır, hırsla sınıfa girerdim.Hocamız, "Sana yalnızca sorduğun sorular için bile pekiyi verebilirim" deyince mest olmuştum.Filozofların eskimeyen teorilerinin yanı sıra yaşamöykülerini okumak üzere kütüphaneden çıkmaz, aykırılıklarına üstünlükmüş gibi odaklanırdım: Tefekkür zamanı ılık bir fırında uykuya yatan Rene Descartes şaşı kadınları çekici bulsa da hizmetçisinden çocuk peydahlamıştı./Aseksüelliği erdem sayan Immanuel Kant doğduğu kent Könisberg'ten hiç dışarı çıkmamıştı./Bir gözlükçü dükkanı olan Baruch Spinoza bir zamanlar çocuk olduğunu kabullenemezmiş./Tutku tüm kötülüklerin anasıdır Arthur Schopenhauer, "Bir Tartışmayı Kazanmanın Otuz Sekiz Yolu" adlı denemesinde, bir kişiyi otuz sekiz değişik yöntemle dövmeyi anlatmıştır.

...

Güne başlarken herkesin yirmi dört saati vardır.

...

Prof. Caron'un yönlendirmesiyle Almanca öğrenmeye başladım.Böylelikle yirminci yüzyılın aforizma dehası, Edirne kökenli Elias Canetti'nin yapıtlarına iyice nüfuz edecektim.Erkeklerin hayatının kadınını araması gibi ben de hayatımın aforizmasına ulaşmaya çalışıyordum.

...

"Yaptığınız iyilikler cezasız kalmayacaktır."

...

Bir Çin atasözü aklıma geldi: "Bir nehrin kıyısında sabırla oturursan önünden düşmanının cesedinin geçtiğini de görürsün."

...

Kalkarken kimi elimi öptü, kimi sarıldı, meyhaneci "Abi adını bile söylemedin" deyince, "III. Mahmut" deyip, kendi kendime gülmüştüm.Ömer Hayyam Caddesi'ne doğru a-ğır a-ğır çıkarken, o akşam öğrendiğim Diyarbakır türküsünü mırıldanıyordum: "Makarada ipliğim / Asya benim kekliğim / Hiç aklımdan çıkmıyor / Tenhalarda gezdiğim." Tenhaların adamıydım ve şikayetçi değildim.

...

Bir söyleşisinde, "Kitapçılığın güzel bir yanı da emekliliği yoktur.Doksan yaşında da o işi yaparsın ve kimse seni yaşlı bulmaz" diyen onurlu adamın felsefesi, "Bu dünyada muhatabım kitaplar, kalaln umurumda değil" olmalıydı.

...

Kırklı yaşlarım için Elias Canetti'den atasözü şiddetinde bir aforizma var: "Adil kişi günde kırk kez değişir ama ikiyüzlü kişi kırk yıl hiç değişmez."


...

Kiralık aracın şoförü Nezir Abi, emekli ilkokul öğretmeniydi ve yöreyi tanıyordu, "Artvin futbol takımı bulunmayan tek ilimizdir, çünkü bir stadyum yapacak kadar düzlük arsası yoktur" demişti.Kente on yedinci yüzyılda gelen Evliya Çelebi'nin, "Bu şehirde bardağımı koyacak bir düzlük bulamadım" deyişini anımsatırsam Nezir Abi kırılabilirdi, gülümsemeye çalışmıştım.

...

Bir zamanlar Godot'ya dair geliştirdiğim teori göz ardı ediliyor diye üzülürdüm.Artık onun sırrını bilen tek kişi olarak dünyadan ayrıldığıma seviniyorum.

Hayatımın aforizmasının batılı bir şair veya filozofa ait olacağını sanırdım.Oysa seçimim ayet mi, atasözü mü olduğu tartışılan doğu kökenli bir cümle: "Her şerde bir hayır vardır.."

Her şey gönlünce olsun oğlum,


Baban
Ziya Mahmut Adlan

...

Selçuk Altun
Ayrılık Çeşmesi Sokağı

7 Mayıs 2021 Cuma

Robert Walser, İsviçreli Aylak Bir Yazar - Ahmet Uğur Nalcıoğlu


...

Burada adı geçen yazar, Stuttgart'tan Bern'e kadar yürüyen bir yazardır.22 saat hiç durmadan yürüyen bir yazardan söz ediyoruz: 

"Bir keresinde gece saat 2'de Bern'den yola çıktım.Sabah saat 6'da Thun'a vardım.Öğle vakti Niesen'e geldim, akşam üzeri Thun'daydım ve gece yarısı Bern'e geri döndüm."

...

Oğuz Demiralp'in yaptığı yorum, Walser'in durumunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır:

"Bir yazar ne denli kıyıya kenara itilmiş, köşeye atılmış, yaşarken unutulmuş olursa olsun bir gün okunacağı umuduyla ölür.Henüz basılmamış eserlerini de bu umut nedeniyle yok etmez.Elbette bu lafları Robert Walser'i düşünerek ediyorum.Yaşarken gitgide gözden kaybolan, yazısında gizlenip orada başkalarının gözünde bir yeniden doğuşu arayan bir yazar olduğunu düşünüyorum."

...

"Peri masallarının bittiği yerde Robert Walser başlar." Walter Benjamin

...

Onun hakkında yorum yapacak olan herkes şu konuda aynı şeyi söyler; hüzün dolu bir yaşamı olan bu zavallı adamı seviyoruz.Onun biyografisini anlatmak çaresizliktir.Biz onun eserlerini ve biyografisini biliyoruz, neredeyse her şeyi biliyoruz.Aslında pek bir şey bilmiyoruz.İşte onu efsane yapan da budur.

...


Kafka'yı bu denli etkileyen bir yazardan söz ediyorsak bu etkilenmenin nedenlerini ve bu ilişkinin ayrıntılarını ortaya koymakta yarar olduğu kanaatindeyiz.Walser'in Franz Kafka ile ilk bağlantısı geçmişe dayanır.1908 yılında ilk eseri yayınlandığında Franz Blei'nın şu cümlesi aradaki bağı anlatır: "Kafka, Walser değildir, bilakis Prag'da o isimde genç bir adamdır." Sonraları Walser ile Kafka birbirleriyle hiç karıştırılmadılar.Fakat iki yazarı bir arada tutma ve bağlantı kurma geleneği hep devam etti.Edebiyatın 20. yüzyılın tanınmış temsilcileri ile ünlü eleştirmenleri Kurt Tucholsky, Max Brod, Robert Musil, sonraları Walter Benjamin , Hermeann Broch, yakın zamanda ise Martin Walser ile Elias Canetti Kafka'nın Walser'den oldukça etkilendiği fikrine söylemleriyle destek verirler.Canetti olayı daha da ileri bir boyuta taşıyarak Walser'siz Kafka'nın varlığını koruyamayacağını, başarılı olamayacağını iddia eder.

Kafka ile Walser arasındaki akrabalığın var olduğuna inandırmaya çalışmak bir alışkanlık haline gelir.Yazarlar listesi hazırlanırken bile onların isimleri arka arkaya yazılır ve yayınevi kataloglarında resimleri yan yana konulur.Sadece bu gelenek Kafka ile Walser'i mukayese etmek arzusunu haklı çıkarmaz, Kafka'nın onun eserlerine olan ilgisi de buna adeta çanak tutar.Kafka'nın önceki müdürü Ernst Eisner'e gönderdiği uzun mektupta Walser'in genç kahramanlarıyla kendisini özdeşleştirdiği ortaya çıkar.Bunun örneklerini çoğaltmak mümkündür.Kafka'nın Walser'den etkilendiğini dile getirmesi konuyu özetler niteliktedir.

...

"Robert Walser okunmak istiyordu, tanınmak değil." Catherine Sauvat

...

"Robert Walser'i okuyabilirsiniz ama onun hakkında hiçbir şey okuyamazsınız." Walter Benjamin

...

Walser'in yazmasını engelleyen tek şeyin onun ruhsal sıkıntılarının var olması değildir.Klinikteki kuralların katı olması kendisini baskı altında hissetmesi, yazamamasının nedeni olarak görülebilir.Walser de Carl Seelig'e bu yönde açıklamalarda bulunur:

"Bir yazarın üretebileceği tek zemin özgürlüktür.Şartlar yerine getirilmediği sürece yazmayı kesinlikle reddederim."

...

Kliniğe yatmak üzere, herhangi bir sert tepki ya da büyük bir mukavemet göstermeden oraya giden birinin klinik girişinde kız kardeşiyle böylesi bir diyaloğu gerçekleştirmesi onun hastalığının o andaki boyutları ve bilincinin derecesi hakkında bize açık bilgiler vermektedir.Bu konuşma, daha önce tartışmaya açtığımız "doktorlar mı haklı yoksa edebiyat eleştirmenleri mi" konusunda edebiyat eleştirmenlerini haklı çıkarır niteliktedir.Walser'in biilincinin, olayları yorumlayacak derecede yerinde olduğu şüphe götürmez bir durumdur.Fakat önceden  de bahsettiğimiz "Robert'in Lisa'ya kayıtsız şartsız güvenmesi" şeklindeki görüşümüzün doğruluğu bu diyalog ile bir kez daha ortaya çıkmış oluyor.Kız kardeşine yönelttiği "Doğru mu yapıyoruz?" sorusuna cevap alamamasını 'evet' diye yorumlaması sonucunda tam itaat göstererek içeri girer.Buradaki 'itaat' aslında 'güven'in uzantısıdır.

...

Çok sevdiği annesini 22 Ekim 1984'te kaybeder.Kız kardeşine yazdığı mektuplarında hep annesinden ve ona olan sevgisinden bahseder.Bu sevgisini romanlarında kahramanları aracılığıyla dile getirir.."Die Knaben" (Erkek Çocuklar) adlı eserinden annesini kaybeden ve bu yüzden intihar eden genç bir adamı ana figür olarak karşımıza çıkarır.Eserde bu sevgi, "yaşama olan sevgim, anneme olan sevgimden daha fazla değildir ve o ölmüştür." sözleriyle dile getirir.Der Gehülfe (Yardımcı) adlı romanda ise ana figür Joseph annesini küçük yaşta kaybetmiştir ve onunla ilişkisi hatırladığı kadarıyla aktarılır.Bu aktarımlarda anne güler yüzlüdür ve dostça bakar.Geschwister Tanner (Tanner Kardeşler) adlı romanda da genç kahraman Simon; "anne her şey için bir çıkış noktasıdır." cümlesiyle anneye verdiği değeri ve ona olan sevgisini ortaya koyar.

...

Yayıncı Samuel Fischler, ona Polonya'ya veya Türkiye'ye seyahat yapmasını teklif eder.Walser, önce Polonya sonra Türkiye, ardından da Hindistan olmak üzere üç ülkeyi hedefleyen bir seyahat planı hazırlar.Fischler'in tüm masrafları üstlendiği bu seyahattan vazgeçerek tren ve gemi biletleri ile tüm çekleri geri verir.Bavullar açılır ve Walser ıhlamur ağaçları altındaki gezilerine kaldığı yerden devam eder.Walser bu durumu mizahi bir şekilde açıklar: "Odamdan ayrılamıyorum ve bavulum çok eskidi, onu uzak seyahatlere göndermek bana acı veriyor."

...

Yaşamının bir bölümünde hastalığı nedeniyle kendisini hapsettiği otel odasında kurşun kalemle ve olabildiğince küçük harflerle takvim yapraklarından tutun da vergi ödeme kağıtlarından, kartpostalların boşluklarından, mektupların boş kalan kısımlarına kadar yazdığı "mikrogram" olarak adlandırılan yazılar, Walser'in farklı yazar grubuna dahil edilmesindeki en önemli unsurların başında gelir.

...

Bu 526 mikrogramın çözülmesi yıllar almış ve ancak 1972 yılında yayımlanabilir hale getirilmiştir.O ana kadar varlığından hiç kimsenin haberdar olmadığı Robert Walser'in de hiç sözünü etmediği ünlü "Der Rauber" (Haydut) adlı romanı da bu mikrogramların arasından çıkmıştır.

...

Alkole olan düşkünlüğü artar, bunun yanı sıra kabuslar görür ve sinir krizleri geçirir.İntihara teşebbüs eden Walser'in tek başına yaşayamayacağı artık çok açıktır.Tüm bunlara bir de, deyim yerindeyse ailesinin de psikolojik hastalıklar konusunda adının çıkmış olması eklenince hasta olduğuna kanaat getirilmesi ve bunun sonucu olarak kliniğe yatırılması kaçınılmaz olur.Robert'in annesi kronik depresiftir, ağabeyi intihar etmiştir.Tüm bunlar onun Waldau'daki senatoryuma yatırılması için geçerli nedenlerdir.

...

Robert Walser karlı bir tepenin üzerinde soğuk bir Aralık günü ölü olarak bulunur.Ayak izlerinin bittiği yerde kalp krizi geçirerek hayata veda eder.


...

Esra Yalazan karda yatan Walser'i resmederken onun hem kişisel özelliklerini hem de edebi yönünü harmanlayarak gazetesinde yaptığı yorumda şu cümleleri yazar:

"Yalnızlığına eşlik eden fötr şapkası cesedinin birkaç adım ötesinde duruyordu.Sağ kolu bir ağacı işaret eder gibi yana doğru açılmış, karların üzerine kopuk bir dal gibi devrilmişti.O gün her zamanki gibi isyankâr, soylu, karmaşık düşünceleriyle mi yürüyüşe çıkmıştı?Zihninden, kalbinden akıp geçen son duygu kırıntısı neye benziyordu?

Bu soruların arasında hâlâ ağabeylerinin sesini duyuyordum: "Çok yabani bir tarafın var...Seni kırması gereken şeylerden hiçbir biçimde incinmiyorsun, dünyanın ve hayatın ahvalinden doğan, çok sıradan şeylere kırılıyorsun.Tüm insanlar gibi bir insan olmayı denemelisin, o zaman kendini kesinlikle daha iyi hissedersin."

Walser'e dönüp "Sen tüm insanlar gibi olmadığın için yazabildin ve tam da bu yüzden milimetrik harflerinle, reddettiğin toplum kurallarıyla, isyanın şiiriyle edebiyat tarihinde iz bıraktın" dedim."Biliyorum" dedi Simon'un sesiyle; "uzaklara bakmak insanı mutluluktan uçururken, böyle güzel bir günde kaygılanmak niye?"

...

Eğer Walser "Ben körüm ve her şeyi görüyorum, dilsizim ve konuşuyorum, hiçbir şeye kulak vermem ve oldukça yetenekli bir dinleyiciyimdir." şeklinde bir şey söylüyorsa paradoksta bir hassasiyeti resmediyordur.

...



ESERLERİ

Tanner Kardeşler

...

"Karşısında böyle tatlı tatlı konuşan kişinin kendisinde nasıl bir intiba bıraktığı konusunda tereddütleri varmış gibi görünüyordu.Bu konuda kesin bir hüküm veremiyordu, aklı karışıktı ve bunun verdiği bir çekingenlikle yumuşak bir ses tonuyla sordu: "Genç adam, hakkınızda münasip bir yerden malumat alabilir miyim?" "Münasip bir yer mi? Ne kastettiğinizi bilmiyorum.Hiçbir şekilde alamasanız daha münasip olurdu.Kimden bilgi alacaksınız?Hangi amaçla bunu yapacaksınız?Diyelim ki size çok iyi bir aileden geldiğimi, babamın saygıdeğer biri olduğunu, erkek kardeşlerimin becerikli olduklarını fakat istikrarlı olamadıklarını , bana umut bağlanabileceğini, bana az da olsa güven duyulabileceğini ve benzeri şeyler söylense hakkımda ne öğrenmiş olurdunuz?Hiçbir şey öğrenmiş olmazdınız ve beni dükkanınıza gönül rahatlığıyla tezgahtar olarak almak için en ufak gerekçeniz kesinlikle olmazdı.Hayır, Beyefendi, bu tip sorgulamanın genel olarak beş paralık kıymeti yoktur.Eğer size bir şeyler tavsiye etmeme izin verirseniz bunlardan uzak durmanızı tavsiye ederim.Hayır, efendim, beni kullanmayı düşünüyorsanız geçmişte çalıştığım yerdeki patronlarımdan daha cesaretli olmanızı ve benim sizde bıraktığım intibaa göre işe almanızı rica ediyorum.Ayrıca gerçeği ifade etmek gerekirse elde edeceğiniz bilgiler hakkımdaki tüm gerçekleri değil de sadece kötü olanları seslendirecektir."

...

"Annem ölünce beni bir bankaya çırak olarak verdiler.İlk sene oldukça iyi idare ettim.İkinci sene kendimi örnek-çırak gibi görüyordum ama çıraklığımın üçüncü senesinde müdür zaten kafasında beni kovmuştu çoktan.Bana emir vermeye yetkili olmayan amirlerime karşı küstahtım.Her şeyin, her mobilyanın, her nesnenin, her sözün bana acı verdiğini hatırlıyorum.Bana uzak bir şehirde iş aradılar.Oradan ayrıldım böylece.(...)Ben hala tüm insanların en işe yaramazıyım.Hayatımı bir ölçüde bile olsa düzene soktuğumu gösterecek bir takım elbisem bile yok üzerimde.Hayatta belirli bir seçim yaptığıma işaret eden hiçbir şey görmüyorsunuz bende.Hala hayatın kapısı önünde dikiliyorum, kapıyı çalıp duruyorum, pek ürkekçe tabii ve kapının sürgüsünü açmaya gelen biri var mı diye heyecan içinde kulak kabartıp dinliyorum.Bu biraz sıkı bir sürgü ve insan dışarıda durup kapıyı çalanın bir dilenci olduğunu hissederse, o kapıya bakmak istemez.Ben sadece kulak kabartan ve bekleyen biriyim, bu konuda olgunlaştım tabii, çünkü beklerken hayal kurmayı öğrendim.Kendi mesleğimi bulma fırsatını kaçırdım mı acaba?Hangi meslek olsa ancak bu kadar ilerleyebilirdim.Ben, kullanmasını bilen herkese kendi bilgimi, gücümü, fikirlerimi ve sevgimi sunuyorum.Eğer biri parmağını kaldırıp beni çağırırsa şu uluyan rüzgar gibi fırlarım, gözümü kırpmadan tüm hatıralarımı çiğneyip aşarım."

...

Yardımcı

"Uşak Joseph Marti, şüphesiz ki 24 yalındaki Robert Walser ile aynıdır."
                                                                                                        Karl Wagner

...

"Şu Allah'ın dünyasında saf bir sevinç yaşayıp zevk almam için ille de aşağılanarak kırbaç yemem mi gerekiyor?"

...

Jakob von Gunten

...

"Arkadaşımın en güzel romanı." 
                                           Franz Kafka

Jakob, birilerine düzgün ve dürüstçe hizmet etmenin tek yolunun kendi menfaatini düşünmemek olduğu fikrindedir.

"Tüm öğrenciler, Klaus, Sclacht, Schlinski, Fuchs, uzun Peter, ben ve diğer tüm öğrenciler bir konuda eşit durumdayız; tam bir yoksulluk ve bir başkasına bağımlılık ve muhtaçlık.Küçüğüz biz, onursuz olacak kadar küçüğüz.Cebinde bir Mark harçlığı olan yüce bir prense addedilir."

...

"Benjamenta enstitüsüne geldiğimden beri kendi kendime bile sır olmayı başardım.Artık kalemi bırakıyorum elimden, düşüncelerle yaşamayı da...artık hiçbir şey düşünmek istemiyorum.Tanrı düşüncesiz insanlarla gider.O halde hoşça kal Benjamenta enstitüsü."

...


Robert Walser, İsviçreli Aylak Bir Yazar
Ahmet Uğur Nalcıoğlu
Çizgi Kitabevi

23 Mart 2021 Salı

Şiir Nerede Başlar (14), Smith Adlı Bir Papaz

Smith adlı bir papaz vardı.Bizim papaz ziyarete çağrıldığında, yağmur yağıyorsa, geç kalırdı hep -bir İngiliz için ne bağışlanmaz bir günah- çünkü salyangozlar yağmur nedeniyle ortaya çıkar, o da her birini tek tek alıp incelerdi.Başka türlüsü gelmezdi elinden.Salyangoz uzmanı ve koleksiyoncuydu.Yolunun üzerindeyseler gecikerek gelirdi hep.Yüzü, yumuşak, bölümlere ayrılmamış bir bütün gibi görünürdü; salyangozlardan aldığını düşündüm neden sonra onu gördüğümde.Yüzü bir salyangozun bedeni gibi çıplaktı.

Soylu Sınıfın Sonbaharı-İngiltere Yılları
Elias Canetti

Şiir Nerede Başlar ? (14)

24 Mart 2020 Salı

therese ve "o" harfi, körleşme, elias canetti

...En sevdiği harf o harfiydi.O yazmaya okuldan alışkandı.(O'larınızı Therese'ninkiler gibi güzel kapatmalısınız, derdi hep öğretmenleri.Aramızda en iyi O'ları Therese yazıyor.Sonra Therese, aynı sınıfta üç kez kalmıştı, ama bunun suçu kendisinde değildi.Suç öğretmenindeydi.Sonunda kendisinden daha güzel O'lar yazmaya başladığı için Therese'yi çekememişti.Herkes O'larını getirip Therese'ye yaptırmıştı.Öğretmenin O'sunu ise kimse kopya etmek istememişti.)Bu yüzden O'ları istediği kadar küçük yazabiliyordu.Tertemiz ve düzenli yazılmış yuvarlaklar, kendilerinin üç katı büyüklükteki komşularının arasında boğulup kalıyorlardı.

...

Elias Canetti
Körleşme
Çeviri: Ahmet Cemal

18 Mart 2020 Çarşamba

steinhof akıl hastanesi ve elias canetti'nin körleşme'si


...Odanın manzarasına hayran kalmıştım; bir oyun alanının ötesinde, başpiskoposluğa ait büyük bahçenin ağaçları görünüyordu.Vadinin öte yanında, sırtın karşısında etrafı duvarlarla çevrili olan Steinhof Akıl Hastanesi vardı.Kararımı ilk başta vermiştim; odayı mutlaka tutmalıydım.

...

Altı yıl yaşadığım bu odaya Therese'nin kişiliğinden başkaca şeyler de borçluyum.İçinde 6000 akıl hastasının yaşadığı Steinhof'u her gün görmek, benim için itici bir güç oluyordu.Bu odada yaşamasaydım, "Körleşme"yi hiçbir zaman yazamazdım, bundan kesinlikle eminim.


...


Elias Canetti
İlk Kitap: Körleşme
Sözcüklerin Bilinci

3 Temmuz 2019 Çarşamba

ardıç ağacının altında, selçuk altun



Ardıç:
Servigiller familyasından "Juniperus" cinsi, iğne yapraklı bir ağaçtır.Üremesi için bir başka türe bağlıdır.Örneğin, yere dökülen tohumlarını bir ardıçkuşu yemedikçe çimlenmesi gerçekleşmez.Kuşun sindirim sisteminde açılan tohum kabukları dışkıyla birlikte toprağa karışınca çimlenme süreci başlar.

Ardıç ağacı kutsal kabul edilmiş bir bitkidir, uzun ömürlüdür.Tohumu nice hastalığın tedavisinde ve yemeklerde koku ve tat vermek amacıyla da kullanılır.

---

...Kuzenimin İstanbul'a geldiğini duyunca içim bir an hafifler gibi olmuştu.Elli yaşına geldiği halde çizgi film izler, otuz yıl öncesinin giysileriyle dolaşırdı.Onu Samuel Beckett'in bir oyunundan hayata firar etmiş karakterlere benzetirdim.
---
Adıyaman'ın Samsat'ında doğmuştum, kendimden başka Samsatlıya 60 yıldır rastlamadım.
---
Sınıfta bir de anket defteri modası vardı, ilkel bulurdum ama katılacaksam aykırı yanıtlarım hazırdı."Hangi hayvanın yerinde olmak isterdiniz?" için "Vejeteryan kartal" ve "İdealinizdeki meslek"e "Louvre Müzesi'nde bekçilik" der geçerdim.
---
Elias Canetti'nin aforizma kitaplarını okumaya başladığımda onun 1981 Nobelisti ve Edirne kökenli bir Musevi olduğunu bilmiyordum; ben onu Mehmet Halis Hoca'ya benzediği, hatta daha çirkin olduğu için seçmiştim."Yılları olmayan bir dünya", "Öleni kendine düşman etmeye başardı", "Övgüden tiksiniyor ama can kulağıyla dinliyor." şiddetindeki dizelerin sahibini merak edip onun yaşamöyküsünü irdeledim: Kendinden sekiz yaş büyük, yazar karısının da oluruyla gözüne kestirdiği tüm kadınları elde eden Canetti bir cüceden biraz uzundu, çirkin bir yüzü ve bedenine neredeyse iki numara büyük bir kafası vardı.Kimselerin sempatik bulmadığı o aksi bücürün metresleri arasında yazar ve filozof Iris Murdoch, önemli empresyonist ressam Marie-Louise von Motesiczky ve yetkin romancı Friedl Benedikt eksik değildir.O birikimli kadınlar herhalde Canetti'nin bilge duruşuna kapılmışlardı.Bilgelik ile estetlik arasında ben daima ikincisini yeğlerim.Konuyu Canetti'den bir aforizmayla noktalayacağım Ardıç Ağacı: "Bir kitap olabilmek isterdim, tutkuyla okunan bir kitap."
---


- Yirmi beş yıl önce çekilmişti bu fotoğraf.Çulsuz bir akademisyendim.Jade biyoloji bölümünde mastır yapıyordu.

- Alımlı bir kızmış, huzur içinde yatsın.

- Akıllı ve alçakgönüllüydü.Onu unutamıyorum.

- Yirmi yıllık evliyim.Üniversiteye giden oğlum var.Görülmemiş bir başarıya ulaştık, üçümüz de birbirimizden  nefret ediyoruz.

- Bu söylediklerin şaka olmalı.

- Karım demek zorunda olduğum kadını da Vinci'nin "Ginevra de Benci"sine benzetip, peşine düşmüştüm.Ona asansörde rastladığım güne lanet ediyorum.Onun yüzünden da Vinci'den nefret eder oldum.

- Aman Tanrım, bir insanın çocuğundan nefret etmesini tahayyül edemiyorum.

-Bir anne çocuğunu benimsemeyip, babasından nefret etmiş bir baba oğluna yaklaşmayı beceremeyince bu trajedi yaşanabiliyor.

---
Blaise Pascal dört yüz yıl önce, "Ölüm, sefalet ve belirsizliğe çözüm bulamayan insanoğlu, mutluluğu uğruna onları düşünmemeyi yeğler" buyurmuş Ardıç Ağacı.
---
Zihni çizgi film izleyip, çizgi roman okuyan güya elli yaşında bir çocuk.Çarpma cetvelini altılara kadar bilir, ona Zorro diye seslenirsem hala sevinir.İyi bir avcı ve okey oyuncusu olduğunu duyunca şaşırmıştım.Dedemin son günlerinde ona iyi bakmış, şimdi benim üstüme titriyor.Bir haftadır koluma girip beni huzuruna çıkarıyor, annesinin zorla verdiği pikeyi üstüme örtüyor ve içine konyak doldurduğum dedemin matarasını elime tutuşturup bahçenin bir ucundan beni gözetliyor.Geçen gün ağladığını görünce yanına çağırıp, "Oğlum ben daha ölmedim, neden ağlıyorsun?" diye çıkıştım."Abi ölmediğini görüyorum da yaşadığını göremiyorum," derken sesinde saf bir adamın üzüntüsü yoktu.Annesi her fırsatta yayla çorbası kaynatıp, öne arkaya sallanarak Kuran okuyup iyileşeceğimi sanıyor Ardıç Ağacı.
---
Ancak bir yara kendi sesiyle konuşur.
Antonio Porchia
---
University of Southern California'ya kabul edilince babam bana, Italo Calvino'dan "Ağaca Tüneyen Baron"un İngilizcesini hediye etmişti.1959'da yazarı tarafından bir arkadaşına imzalanan kitaptaki elyazısının çirkinliği yüzünden Calvino'yu ayıpladığımı anımsıyorum.Metaforik öyküye göre 18. yüzyıl İtalya'sında nobran bir baronun oğlu olan 12 yaşındaki Cosimo, babasıyla tartışınca bir ağaca çıkar ve aşağı inmez.Bu kitapla Erkan Sipahi bana bir mesaj yolluyorsa avucunu yalardı.Üniversitede sinema ve sanat tarihi okuyacağımı duyan annem olacak kadının, "Akademisyen mi olmak istiyorsun?" sorusuna yanıtım vecizdi: "Sana ne!"
---
Araca binerken Joe'nun cenaze töreninde yaptığım konuşmanın kapanış dizeleri geç de olsa aklıma geldi:

"Birkaç saniye yakar yok eder bizi / iki surat kalır, iki maske ki üstüne gülücükler kazınmış"
---

*Mükemmel olan nefes almaz.

*Gerçeği söyleyen pek bir şey söylemiyordur.

*Sessizliğimde bir tek sesim eksik.

*Cennete giderim ama cehennemimi de götürürüm.

*Bulutlarda gezmiyorsam kaybolmuşumdur.

Antonio Porchia

---
"Tek kurtuluş: Bir başkasının yaşamı." Elias Canetti
---
"Bir keçi inadıyla diren Kamburum." Kambur - Necati Tosuner
---
"Günahı terk etmek, tövbe etmekten daha kolay bir ameldir." Hz. Ali
---
Hayat biriktirdiklerimizden ibaretse, koleksiyonumdaki son eksik parçayı da tamamlamıştım.


Selçuk Altun
Ardıç Ağacının Altında
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

cehennem üzerine, niyazi mısri & elias canetti

"Çıkar ağzından ateşler yakar şeytan-ı mel'unı
Sanasın yidi tamunun azabı kendidür va'iz"

(Ağzından çıkan ateşler adeta lanetlenmiş şeytanı yakmakta, zannedersiniz ki yedi cehennemin azabı bizzat kendisidir.)

Niyazi Mısri

---

"Adamın öyle bir cehennem demesi var ki, sanki orada cezasını çekmiş, sonra da herkesin rızasını alarak salıverilmiş gibi."

Elias Canetti


20 Kasım 2018 Salı

ölümü aşmak üzerine, canetti'nin ölümlülük eleştirisi, thomas macho


Eğer günün birinde olacaksa -demek ki olacak-, 
kesinlikle olacaksa,
o zaman elimde sarı kurşunkalemle,
ölüme karşı yazdığım tehditkâr bir sözcüğün başında ölmek isterim.
(1985)

...
Canetti'nin babası genç yaşta öldü, otuz birinde.Oğul, yetmiş dört yaşında şunları not eder: "Ben hayatta kalan kimse yaşına girdim.Bundan ürkmemeyi kendim yendim.Yavaş yavaş hayatta kalanlardan olmadan, başkalarından yaşlı olmak mümkün değil; daha yaşlı olmayı becersek bile, bu ancak başkalarını aynı yaşa çekmekle olur.-Harika hayal."(1979) Ama ölüler hayatta kalanların yanına nasıl çekilir?Peter Noll'un -mezarı başında yaptığı konuşmada tiyatro yazarı Max Frisch şöyle der: "Ölüler arasındaki dost çevremiz büyüyor." Canetti ise, ömürlerin hakça dağıtıldığı ütopik bir dostluk ilkesini eleştirir."Sineğin acısı"nda şöyle der: "Dost denebilecek kimseler, yalnızca önlerinde kaç yıl kaldığını araştırıp sonra birbiriyle dengeleyenlerdir.İnsan yaşlandıkça bu dengeleme ümidi daha sık utandırıyor.Hayatta kalmak arzusuyla kayıp denetimi (anne-babanın, kadınların, dostların, düşmanların kayıpları) arasındaki çelişki, sonunda yalnızca edebiyat sayesinde, hayatta kalan ölülerin -yandaşı değil- arkadaşı olarak gösteren bütün edebi işleyiş araçlarıyla ve anılarla giderilebilir.

"Uzun bir hayatın en zararlı yanına, insanı kimi zaman sırf bu yüzden o hayata son vermeye kırşkırtacak kadar korkunç görünen yanına gelince -insanın onca kişinin ardından hayatta kalmış olduğu gerçeği, düşünüldüğü kadar umutsuz değildir" diye yazar Canetti "Sineğin Acısı"nda: Çünkü insan, kendisinden önce ölmüş olanları, onları betimleme yoluyla yeniden hayata döndürebilir.Ama bu, özgür seçime bağlı olan bir şey değil, fakat en yüksek düzeydeki bir borçluluktur; ancak ölüleri bir zamanlar gerçekte oldukları gibi bir şeylerin üstünü çizmeden ve bir şeyleri bulandırmadan betimleyen kişi kendilerinden önce ölenleri sömürenlerin yazgısından korumuş olur.-Yaşlılık, sadece onu hak etmeyenler için bir azalıştır.İnsan, yaşlılığı kendini geri çekmemekle veya bunu sadece edimin daha disiplinli ve iddialı bir çaba uğruna yapmakla hak eder.Böyle bir çaba, yenik düşenlerin tümü için, hem de insanın belki de yenik düşmeyeceklerini hissettikleri için bir yaşamı koşul kılar.Ben, bunu yaşlılığın çifte yüzü veya İanus yüzü(*) diye adlandırmak istiyorum: Bu yüzlerden biri yenik düşmüş olanlara, ötekisi ise henüz yenik düşmemiş, belki de asla yenilemeyecek olanlara dönüktür"

Thomas Macho
Ölümü Aşmak Üzerine
Canetti'nin Ölümlülük Eleştirisi


(*)İanus: Roma dininde kapı ve geçişlerin ya da tüm başlangıçların tanrısı.İanus'un başı iki yüzlü olarak canlandırılır.

19 Kasım 2018 Pazartesi

kitaba verilen para & ölüm üzerine, elias canetti


Bu kitap taşkınlıklarından pişman değilim.Kendimi "Kitle ve İktidar" patlaması devrinde gibi hissediyorum.O zaman da her şey kitaplı maceralar yüzünden oluyordu.Viyana'da param yokken, elimde avucumda ne varsa kitaba harcardım.Londra'da, o en berbat zamanda ara sıra kitap almayı başarırdım.Başkaları gibi asla sistemli bir şey öğrenmedim, yalnızca ani heyecanlamalardı.Bunlar hep, daha sonra sahip olmak istediğim bir şeye rastladığımda olurdu.Satın alma jesti, parayı ziyan etme zevki, kitabı eve veya en yakın yere taşımak, seyretmek, okşamak, sayfalarını çevirmek, gelecek yıllar için saklamak, sonra iş ciddileşince yeni keşifler zamanı - bütün bunlar, gizli ayrıntılarını bilmediğim yaratıcı sürecin bölümüdür.Ama bende hiçbir şey farklı olmaz; ve hayatımın son anına kadar kitap satın alacağım, özellikle de onları artık asla okuyamayacağımdan emin olduğumda.

Sanırım bu da ölüme karşı direnmenin bir parçası.Bu kitaplardan hangilerinin okunmadan kalacağını asla bilmek istemiyorum.Hangileri olduğu sonuna kadar bilinmeyecek.Seçim özgürlüğüm var, etrafımdaki kitaplar arasında her an serbestçe birini seçebilirim ve böylece hayatın gidişatı benim elimde olmalıdır.

(1973)

Elias Canetti
Notlar
Ölüm Üzerine

18 Kasım 2018 Pazar

ölüm üzerine, elias canetti


"Vurulanlar" -ne görkemli geliyor kulağa bu, ne açık, ne geniş ve cesur: "Boğulanlar," "Ezilenler," "Yutturulalar," "Çatlatılanlar." Bunlar nasıl da cimrice tınlıyor, sanki bedavaymış gibi. (1942)
---
Ölümü göze alanların hepsinden kurtar kendini.Sana geriye kim kalır? (1943)
---
Savaşta insanlar, sanki her biri bütün atalarının ölümünden intikam alıyormuş gibi, sanki onlardan hiçbiri kendi yatağında ölmemiş gibi davranırlar. (1943)
---
Bütün cümlelerin en korkunç olanı: "Biri 'vaktinde' öldü"dür. (1943)
---
Birinin yaşlı sözlerinin gencinkileri mahvetmesini istemiyorum.Daha iyisi, orta yaşta gideyim.Daha iyisi yarısına kadar ulaşayım. (1943)
---
Tanrıların ölmesi, ölümü daha arsız yapar. (1945)
---
Daha yeni kırkındayım; ama gün geçmiyor ki tanıdığım bir insanın ölüm haberini almayayım.Yıllar geçtikçe bunlar her gün daha çoğalacak.Ölüm tek tek saatlere kadar sokulacak.Sonunda ona nasıl yakalanmayacağız? (1945)
---
Ölümsüzlük heveslisi iki kişi arasında konuşma: Biri süreklilik ister, öteki belli aralıklarla tekrar tekrar dünyaya gelmek. (1946)
---
Çevremde gittikçe daha az insan bulundurmalıyım ki, kayıplarıyla acı çekmeyeyim. (1946)
---
Hayatın kısa oluşu bizi kötü hale getiriyor.Acaba hayatın uzun olması da bizi kötü yapamaz mıydı diye de bir düşünmeli. (1946)
---
Tanrının, yaratmadan önceki haliyle dünyayı özlediğini... (1947)
---
Seksen yaşındaki Buda, ağız bir hastalığı atlatmış olarak, gezdiği bölgelerin güzelliğinden söz eder; bunların hepsini adlarıyla anar; gizli umudu, öğrencisinin onu hayatta tutmaya çalışacağıdır.Sözünü üç kere tekrarlar, ama öğrencisi hiçbir şeyin farkına varmaz ve daha sonra Buda'nın hayatından vazgeçtiği sıradaki sessiz hüznü, her türlü vaazdan çok daha konuşkandır. (1948)
---
Çevresindekiler ard arda öldüğünde insanı korkunç bir sükunet sarıyor.İnsan tamamen pasifleşiyor ve artık karşı atakta bulunmuyor; ölüme karşı savaşta bir pasifist oluyor ve ölüme başka bir lokmayı, bir sonraki insanı sunuyor.Dinler sermayelerini, bu bitkinlikten ve zayıflıktan sağlıyorlar. (1953)
---
Bir kimse, en sevdiği insanın ölümüne sebep olan bir hastalık o kişinin ölümünden sonra tedavi edilebilen bir hastalık haline geldiğinde seri katil oluyor. (1953)
---
O kadın öldüğünden beri adam, her koncaya sırtını dönüyor. (1956)
---
Hor görülmeyi hak edenler ise, bütün dinlerin ölüleri geri getiremeyen rahipleridir.Onlar sadece, artık hiç kimsenin aşamayacağı bir sınırı güçlendirirler.Kaybolmuş olanı öyle kaldın diye hükmederler.Güçszlüklerini örtmek için herhangi bir yere gitmeyi vaat ederler.Ölülerin geri gelmemelerinden memnundurlar.Ölüleri öbür tarafta tutarlar. (1956)
---
Ölüler için yapılan ağıt, hayata döndürmeye yöneliktir, ağıtın amacı budur.Ağıt, gerçekleşene kadar uzamalıdır.Ama vaktinden önce kesilir.Yeterince tutku yoktur. (1960)
---
İnsan, ölümle yitirdiğini tanır, tüm yaşamakta olanları ise yanlış tanır. (1963)
---
Eti öyle seviyor ki, ölünce yırtıcı kuşlarca parçalanmak istiyor. (1965)
---
Terslikler

Cenaze sırasında tabut kayboldu.Yas tutanları aceleyle mezara gömdüler.Ölü ansızın arka tarafta belirdi ve her birinin mezarına bir avuç toprak attı. (1970)
---
Rus astronotlar dünyaya indiklerinde ölmüşlerdi.Başarılı bir şekilde indiler ve inişlerinde görünür hiçbir yara almadan öldüler.Üçünün kalbi de aynı anda durdu.Uzayda bir kayboluştan daha sarsıcı bir son.Ölümleri için hiçbir neden bulunmasaydı daha iyi olurdu.

Yine de Rusların bu üç ölüleri için ortak matemleri, ciddi ciddi düşünülecek bir şey.Bu tür görevler ölümcül tehlikeli bir girişime ortak bir katılım olarak savaşların işlevini üstlenebilse, uzay yolculuklarının her şeye rağmen bir anlamı olurdu. (1971)
---
Eskilerin tanrılarıyla birlikte öyle çok şey kaybolmuştur ki bizim kendimizden daha sade Tanrımızla da bir şeylerin kaybolacağından korkulabilir.

Ama ölümü dünyaya getirene asla yeniden dönemem.Hayatın Tanrısı olarak bir Tanrıyı hiçbir yerde görmüyorum, yalnızca kötü işlerini Tanrıyla perdeleyen körler var. (1971)
---
Solon, oğlunun ölümüne ağlarken biri ona 'Bununla eline bir şey geçmez' dediğinde, cevabı şu olmuş: 'Asıl buna, elime bir şey geçmeyeceğine ağlıyorum." (1973)
---
Sen Kafka'dan daha az inanmaya değer birisin, çünkü bu kadar zamandır yaşıyorsun.

Ama mümkündür ki "gençler" edebiyattaki ölüm salgınına karşı senden yardım istiyorlar.

Ölümü her geçen yıl daha çok hor gören biri olarak sen işe yararsın. (1975)
---
Gerçekten nefret ettiğim yerde hiçbir ölüm benim nefretimi gidermemiştir.Belki bu da ölümü kabullenmemenin bir şeklidir. (1975)
---
Ne herhangi bir ölümle, ne herhangi bir çaresizlik duygusuyla, ne de başkaları, daha iyiler (Kafka, Walser) için duyulan tutkuyla azalabilen şu yıkılmaz süreklilik duygusu; bununla başedemiyorum.Elimden gelen tek şey istemeyerek de olsa bunu kağıda geçirmek.

Ama asıl gerçek şu ki, ben yalnızca burada, masamın başında, ağaçların yirmi yıldan beri beni heyecanlandıran yapraklarının karşısında ben olabiliyorum: Olağanüstü korkunç, o güvenlikte olma korkusu yalnızca burada ayakta kalabiliyor, belki de ölümün karşısında silahlarımı bırakmamak için ona sahip olmak zorundayım. (1975)
---
Çok fazlalar.Ölülerin ağırlıüı yüzünden ölünüyor. (1976)
---
Bir hayvanın ölümünü yaşamak, ama hayvan olarak. (1977)
---
"İnsan uyur" dedi çocuğa, "ama bir daha uyanmaz." "Ben hep uyanırım" dedi çocuk neşeyle. (1977)
---
Kendi ölümüyle tehdit etmek; insanlar arasında en önemli yaşama araçlarından biri. (1980)
---
Kudretlilerden biri olmak acıdır, hatta sadece ,st,kbalde, öldükten sonra da onlardan biri olmak acıdır. (1980)
---
Her şey yıkıldığında bile söylenmesi gerekir.Artık hiçbir şey kalmadığında -hiç olmazsa biz uslu uslu çekilmeyelim. (1982)
---
Hiç kimsesi ölemmiş olsa kaç yaşında olurdu, bunu tasavvur ediyor. (1982)
---
Budizm, bizim hayat inkarcılarımızdan ne güzel çeker kendini!
Hayatta iğrenmek, ama binlerce yeniden doğuş hikayesi. (1983)
---
Hep hissettiğin şu başkalarından fazla yaşamak suçu. (1984)
---
Sessizlik!Bütün canlılar ses çıkarmadan hareket ediyor, bir sessiz filmdeymiş gibi.
Hastanede hasta ziyaretleri: Olup biten hakkında ilk haberler:
Hiroşima'nın yerle bir edilmesi.
47 Ronin'in şehri olan Hiroşima, bu yüzden mi seçildi? (1971)
---
Ölürken bile kelime öğreten biri.
---
Uzun zamandır görmediğim insanların öldüklerini unutuyorum. (1966)
---
O, en sevgili ölüsünün önünde durmuş, "Tanrı iyidir" diyordu.Bunu tekrarlayıp durdu, bin kez, yüz bin kez: Ölü dirilmedi.
Tanrı iyidir, diyor hala ve ölü rüyasında bile gelmiyor. (1966)
---
Zamanımızın en iyi şairlerinden birkaçı, ölüme karşı duydukları nefretten, aslında farkında olmadan onun övücüsü kesilmişlerdir: İçlerindeki Hıristiyanlığın bir kalıntısı, anlaşılmaz bir kalıntı. (1970)
---
Başkaları gibi asla sistemli olarak bir şey öğrenmedim. yalnızca ani heyecanlanmalarda. (1973)
---
Her ölüm, dokunmuş dünya ağını yırtar. (1974)
---
Ölmek zorunda olduğuma hala inanmıyorum, ama bunu biliyorum. (1975)
---
O ölmeyi unuttu, kendinden böylesine memnundu.Başkalarının bunu unutmamasına baktı. (1976)
---
Bir kimsenin yalnız başına geriye kalması, ölümcül günahtır. (1976)
---
Ortak bir dostun ölümüyle iki can düşmanın barışması.Onları birbirine düşüren oydu.Nefreti yanında mezara götürdü. (1976)
---
Mohaveler'de (Yuma dili konuşan Kuzey Amerika Yerlileri) ölenlere özlem duyma ve onların ölümünden sonra çok uzun yaşanması durumunda onlara ulaşma imkansızlığı, korkunç sayıda intihara götürdü.

İşte yalnızca, bu benim intihar sebebim olurdu. (1977)
---
Adını umuttuğu dostu için yaş döktü. (1982)
---
'Kadına Hizmet'in sonunda Ulrich von Liechtenstein, kendisini hapiste ölüme yakın hissetiğinde bir ekmek kırıntısı aradığını anlatır.Ölülerin ruhları bedenden uzaklaşırken bir rüzgar estirirler.Bu rüzgar intihar edende özellikle güçlüdür.Ani bir rüzgar çıktığında, herhalde ormanda biri kendini astı, denir. (1982)
---
Wotruba üzerine bir söyleşi önerisini geri çevirdim.Bunun yerine sözcüklerini tek başına buldu. (1984)
---
Çaresizlik sebepsiz olunca hayal kırıklığına bürünür.Sözde hiç de hayat olmayan hayata karşı hayal kırıklığı. (1992)
---
Annemi ölümünden 55 yıl sonra adıyla anan adam, beni ondan kurtardı.
O adamın kitabını okuduğumdan beri annem ilk olarak geçip gitti. (1992)
---
Ah bir bilsem, bir tek sözün önemi olduğunu!O tek sözü nasıl tutar, okşar ve severdim. (1993)
---
Bütün yakınlarının hayatta kaldığı yeri arıyor o. (1993)
---
Nihayet bulduğu Büchner'in mezarı eskimiş: "Danton'un Ölümü"ne dayanıyor.
Şimdi, Woyzeck ve Lenz'den sonra bütün Zürichberg Büchner'in mezarına yetmez.
Çok çok erken ölenin tanrılaştırılmasına şaşmamak gerekir.Onlara çalınan yıllarından dolayı borçluyuz. (1993)
---
Artık şikayet etmemek için ölüyor. (1993)

Elias Canetti
Ölüm Üzerine
Çeviri: Gürsel Aytaç
Payel Yayınevi

babasının ölümü üzerine, elias canetti

...Annemin geldiği gün babamı görmedim, akşamları bizim odaya çocuklara gelmiyordu.Ama hemen ertesi sabah çıkageldi ve küçük kardeşimi konuşturdu."Georgie" dedi, "Canetti" dedi küçük çocuk, babam "two", küçük kardeş "three," babam "four", "Burton" küçük, "Road" babam, "West" küçük, "Didsbury" babam, "Manchester" küçük, "England" babam ve sonunda ben çok gereksiz ve yüksek sesle "Europe!" Böylece adresimiz yeniden tamamlanmıştı.Daha iyi bellediğim sözler yoktur, bunlar babamın son sözleriydi.

Her zamanki gibi kahvaltıda aşağıya indi.Az sonra inleme sesleri duyduk.Dadı merdivenlere koştu, ben de peşinden.Yemek odasının açık kapısından babamın yerde yattığını gördüm.Boylu boyunca uzanmıştı, masayla şömine arasında, şöminenin hemen yanında, yüzü bembeyazdı, ağzının çevresinde köpük, annem onun yanına çökmüş bağırıyordu: "Jacques, konuş, bir şey söyle, Jacques konuş benimle!" Tekrar tekrar bağırdı, insanlar geldi, komşu Brockbank'lar, bir Quakerci karı koca, sokaktan yabancılar.Ben kapının önünde duruyordum, annem saçını yoluyordu, gittikçe daha çok bağırıyordu.Ben çekinerek odaya adımımı attım, babama koştum, anlamıyordum, ona sormak istedim.O sırada birinin sözlerini işittim: "Çocuğun çekilmesi gerek!" Brockbank'lar beni usulca kolumdan tutup sokağa, ordan da kendi bahçelerine götürdüler.

Orada oğulları Alan beni karşıladı; benden çok daha büyüktü ve benimle hiçbir şey olmamış gibi konuştu.Bana okuldaki son kriket maçını sordu, ona cevap verdim, bu konuda her şeyi tam tamına bilmek istiyordu ve ben söyleyecek bir şey bulamayıncaya kadar sordu.Sonra, benim iyi tırmanıp tırmanmadığımı sordu, ben evet deyince, orada duran ve bizim ön bahçeye doğru eğilen bir ağacı gösterip "ama buna tırmanamazsın" dedi."İmkansız ona tırmanamazsın" Bu kışkırtmaya kapıldım, ağaca bir göz atıp "Evet, tabii, tırmanırım" dedim.Ağaca yaklaştım, kabuğuna tutundum ve yukarı zıplamak istedim, bu sırada bizim yemek odamızın bir penceresi açıldı.Annem iyice dışarı sarkıp beni Alan'la birlikte ağacın yanında görünce bağırdı:

"Oğlum, sen oynayıp duruyorsun, babansa öldü!Sen oynayıp duruyorsun, babansa öldü!Baban öldü!Baban öldü!Sen oynuyorsun, baban öldü!"

Bunları söylerken sokağa doğru bağırıyordu, sesini gittikçe yükseltiyordu, onu zorla odaya geri çektiler, o direniyordu, bağırışını duyuyordum, onu artık görmediğim halde sesini hala duyuyordum.Onun çığlığıyla içime işledi babamın ölümü ve beni hiç terk etmedi.

Elias Canetti
Babanın Ölümü, Son Versiyon
-Ölüm Üzerine-

16 Ekim 2018 Salı

ku(r)şun lezzeti, selçuk altun


Orada insanat yılda iki kez gazete okuduktan sonra kusar ve iyileşmeye çabalardı.
Die Fliegenpein, Elias Canetti

"Yaşamı bir kentte ıskalamışsan, diğerlerinde de ıskalarsın" buyuran neo-Bizans şairi Kavafis'e kanığımdandır; varsıl ve bir başıma olduğum halde İstanbul'dan firar edemedim.
---
Kesin dönüş uçağının tekerlekleri toprağı sıyırdığında elimde Edirne kökenli yazar Elias Canetti'nin aforizma kitabı vardı.İlahi bir gücün mü buyruğuyla, "Bir ülke ki insanatı kulaklarını örtmenin dışında çırılçıplak gezer.Ve orada tüm ayıp, kulak içinde ikamet eder." cümlelerinin altını kurşunkalemle çizmişim.
---
Babanız kendisiyle barışmasının acısını günde üç paket sigara içerek çıkarıyor.
---
Volga, Volga, Volga

Kaç satırlık bir veda pusulası yazacağımı ve yazdıklarımın eline geçip geçmeyeceğini bilmiyorum.Tek bildiğim, "artık dayanamayacağımdır" Güzelim!

İki gizemli sapkınlığım vardı; önce İstanbul'un saklı geçmişine sonra münzevi bir estete aşık oldum.Onlara kavuşmak yerine ortak tuzaklarına düştüm.Beni hedefe ulaştırmayan çabalarım yüzünden pişman değilim.Arkamdan hiç olmasa "sığ bir kadındı" denmeyeceğini biliyorum Güzelim!

Bizans'la ilgili dev kaynaklarım, son kez, bak nasıl işe yarayacak.Bir "ev kazası" sanılması için önce kitaplık rafını devireceğim.Armağanın seccadenin üzerinde kitaplardan mürekkep bir küçük labirent kuracak, sonra meyhoş başımı hava almayacak şekilde içine hapsedeceğim.Nobelist yazar ve hısmım Elias Canetti'nin, "Yeryüzü beş dakika içinde çöle dönüşecek olsa, tutunulası tek kitaplar var" dediğini de anımsatırım Güzelim!
---
Telefonda annem, "Oğlum, Mehmet İsa Efendi'yi anımsar mısın?" demişti.
"Anne ben bu ıssız sokağa anımsamak değil, unutmak için sığındım" diyemezdim maalesef.
---
Emo gece misafir odasında yattı.Heybetli yatağımı ikizlerle paylaştım.Celal sağımda, Zülal solumda başparmakları ağızlarında uykuya daldılar.Minik ayaklarıyla bedenimi tekmelerlerken Derik'teki sıcak yaz gecelerini anımsadım.(Evlerinin düz damında yatan yerlilere imrenir, yatak odamın tavanında seğirten kertenkelelerin uyurken ağzıma girmemesi için dualar bestelerdim.)
---
'Yaş otuz beş yolun yarısı eder' dizesinin şairi Cahit Sıtkı kırk altı, 'Her ölüm erken ölümdür' buyuran Cemal Süreya elli dokuzunda giderken benim beklemeye hakkım yok.
---
"Yaşamı, satılık olmayan şeyleri aramaktan ibarettir."

"Romanlarını yazmaz yürürdü."

"Kan görmeye tahammülü kalmayan kaplan."

"Karmaşık bir durum: Ölümsüzlüğe önce bir köpeğin ulaşması."

"Yalnızca renkler aşkına bile ebediyen yaşamak."

"Tanrı yakın tarihten ders almamızdan hoşlanmaz."

"Ya her şeye rağmen, Tanrı'dan da saklanabilen sır varsa?"

"Hiçbir engel ırmaklar denli kışkırtıcı değildir."

Elias Canetti

---
Bir kurşunun insanın bedenine verdiği acının lezzetini hep merak etmişimdir.
---
Ülkenin kısmen ıskalanmış şairi Güven Turan'ın 101 Bir Dize adlı şiir kitabını henüz bitirmiştim.Her biri şiir kıvamında on dize* seçtim.

*
1) Bir mürdüm eriğinin buğusunu siliyorum, bir fırtına açılıyor.

2) Kendi sesinden tanır kışın geldiğini kavak ağacı.

3) Dayanmış sarmaşıklarına, ayakta durmaya çalışıyor ahşap köşk.

4) "Dur orada, aşma çizgiyi" diyor açıkdenize fener.

5) Sen aşksın, bilirsin, yalnızlığın gözleri ne renk?

6) Hüzün gelir çöker çimenlere...Kırağı.

7) Ah bu ayrılık; tırnağın arasına saplı kıymık...

8) Rüzgârın söylediğiyle yetin, söz dilsiz.

9) Takılıp kaldın kentlere; sevda bekleme.

10) Bütün gece yandı lambam; tek seyircisi sendin penceremin ayışığı.

---
Havaalimanına seğirttiğim sabah bezgin duvara, 
"Butterflies die fast/Does hope die last?" (Hızlı ölür kelebekler/Umut mudur son ölen?) 
dizeleri nakşedilmişti.
---
"Zavallı koyun sürüsü...
Çobanı da o besler,
köpeği de, kurdu da..." Türk Atasözü


Selçuk Altun
Ku(r)şun Lezzeti

8 Mayıs 2018 Salı

hatıra nedir?, elias canetti, sinek azabı


Nedir hatıra?
İnsan, eskiden neyse onu yapar.
Sanki bunu yapmak, insanın özgürlüğüne kalmış gibidir.Fakat durum hiç de öyle değildir, çünkü insan bir şey icat etmez.Birtakım adımlar atarız ve bunları kendi özgür irademizle belirlediğimizi sanırız, ama bu adımları atar atmaz, onların baştan böyle belirlendiğini anlarız.
Ancak hatıra dolayısıyla gitmiş olan, tekrar kabullenilebilir.
Hatıranın üzücü yanı: tüketmiş olduğu şey.
Hatıranın neşe veren yanı: fazlalığı.
Sevk ve idarede yatar hatıra sanatı.
Neyi bir kenara atarız, neyin etrafından dolanırız?
Ender olan ve yığınla olan.
Öne çıkan: kendini düzeltmesi gereken, şekli bozulmuş figürler.
Nasıl oluyor da, bazı şeyleri hayatta tutmak isterken, başkalarını hayatta tutmayı hiç istemiyoruz?
Sulandırılmış olan, söylev yoluyla şekil almak istiyor.Tek bir kelimeden, yine bütün bütün cümleler olacakmış.İlk kez anlaşılan bağlantılar.Amorf yığışmalardaki onursuzluk.Başkalarına yaptıklarımız, onları tekrar yaşama tutunmasını sağlar.Sadece şu anki tekil hayatı yaşamamıza rağmen adeta birkaç varoluşa borçluyuz hepimiz.
Her insan, yeni ve uzun bir hayatta anlatılabilecek olandan daha fazla şey bilir.
Tercihi belirleyen nedir?Tek bir duygunun rengi: minnettarlık ya da kırgınlık, hasret ya da nefret .Başka bir dilde başka türlü hatırlıyor olurduk.Bunu ayrıntısıyla araştırmalıdır, zaten sen, bunu yapacak doğru kişi değil misin?

Elias Canetti
Sinek Azabı

7 Mayıs 2018 Pazartesi

sinek azabı, elias canetti


"...ve ben, ancak inleyerek arayan birini tasvip edebilirim." 
Pascal


Bildiğim en aşağılık duygu, ezilenlere karşı duyulan tiksintidir, bu tiksinti ezilenlerin niteliklerinden yola çıkarak ezilmişliklerini mazur göstermeyi gerektirir.Pek yüce ve dürüst filozoflar bu duygudan uzak değildir.
---
Tanrı'ya çaktırmadan uzun yıllar yaşamayı ummuştu.
---
Kendi gölgesi bile ona sıklıkla ağır geliyor.
---
Mideye indirilmemiş hayvanlar da ölülerin arasında sayılabilir.
---
Onun umutsuzlukları bana göre fazla dakik.
---
Adam o kadar kötü ki, kendi kulağı bile dilinden korkuyor.
---
Sarı mısırın tepesine binmiş kargalar o mısıra yaşam duygusunu en şiddetli haliyle tattırır.
---
Yaşlılara karşı derin bir saygısı var: yaşlıların yaşadığı, kendisinin ise görmediği her sene için onlara hayranlık duyuyor.Çocuklara adeta tapıyor: çocuklar kendisine, bir daha göremeyeceği yılları haber veriyor.
---
Başkalarının kavramlarla düşünmesi gibi, o da hayvanlarla düşünüyor.
---
Yok olmuş kavimler intikamını alır.
---
Kölelerin minderli sıralarda oturup, gümüş kürekler çektiği kadırgalarıyla övünüyor.
---
Eskiden savaş neyse, tek bir intihar da öyle olmalıdır.
---
Kuşların pagan sesleri.
---
Şiirin nehirleri her yerde akar, üstelik birbirlerine dökülmeleri gerekmez.
---
Ruh bazen de çok uzun bir hikaye anlatımına yoğunlaşmalıdır.Yaşamını sırf iğnelerle ve gaddarlıklarla sürdüremez.Ona zarif iplikler de lazımdır.
---
İnancından dönmemek için ne çok dönüş hikayesi okuması gerekti!
---
Kendi hayatımın iyi kötü bütün gerçeklerinde beni rahatsız eden bir yan var.
---
En çirkini: cimri bir tavus kuşu.
---
İnsanlar hep aynı şeyi söyleyenlerden çekinir.Fakat bu aynı şeyi yeterince saygısızca söyleyenin kölesi olurlar.
---
O kadar ciddi ki, bir solucanla bile arayı açabilir.
---
Geceleyin çok yükseklerde uyuyarak uçan siyah sağanlar hakkındaki o haberde beni derinden etkileyen şey, rüya ile uçuşun örtüşebiliyor olması.
---
Kısa süreliğine hayvan olabilmek için ömrümden yıllar verirdim.
---
O, dünyaya tekrar gelmek için fazla yaşlı.
---
Bir insanın gelişimi bıraktığı sözcüklerinden oluşur.
---
Tıpkı Quevedo ve Goya gibi çağımızın sayısız ciddi ve sert veçhesine ulaşmak, ne kendimden ne de bu veçhelerden korkmak istiyorum.Yaşama umudu azalmış insanları yaşamaya zorlamak istiyorum.Tüm tehditleri ortadan kaldıran tersine bir kıyamete varmak istiyorum.Sert olmak ve umut etmek istiyorum.
---
Grevdeki karıncalar.
---
Aralarından o kadar nefret akıyor ki...berikinden ötekine, ötekinden berikine.Bazen, bu nefreti daha iyi hissetmek için, ellerini kavuşturmuş öylece oturuyorlar.Kutlu bir anın gelip çatmasını bekliyorlar, kendilerinden daha güçlü olan ve hiçbir engel tanımayan bir yıldırımın, tanrının kılıcı misali inip kendilerini ayıracak olduğu kutlu bir an.
---
Kendisini çok sevdiğim, Victoria ve Albert Müzesi'nde kütüphanecilik yapan Wheen bugün bana çocukluğundan kalan bir olayı, hayatında ilk kez rencide oluşunu hatırlattı.Avustralya'da, Sidney'de büyümüştü, oranın yerlileriyle henüz karşılaşmamıştı.Bir gün sekiz yaşlarındayken, Botany Bay'e bir sınıf gezisi düzenlenir.Gezi öğretmenlerle birlikte yapılacaktır.Botany Bay'de yerlilere ait bir doğal koruma bölgesi vardır.Yerliler bu bölgede pislik içinde çok sefil bir yaşam sürer ve ölesiye içmektedirler.Öğretmen çocukları alır, yerlilerin bir tür şefliğini yapan yaşlı bir adamın yanına götürür.Adam bir mağaranın girişinde uzanmaktadır, çocuklar tarafından fark edildiğini anlayınca , sırtını döner.Öğretmen onu ikna etmeye çalışır, kendileriyle konuşmasını ister, çünkü onu görmeye gelmişlerdir.İhtiyar adam dönüp küçük Wheen'e şöyle bir bakar ve öyle bir soğukluk sergiler ki, Wheen böylesini hayatında hiç görmemiştir.Sonra sırtını tekrar döner ve bir daha da oradaki hiç kimse için yerinden oynamaz.Sergilediği tiksinti, Wheen'in bir daha asla unutamayacağı türdendir.Sonraki yaşamı boyunca kendisini istenmeyen, iğrenç biri olarak görmüştür.

Çok sonra genç bir adam olarak, Avrupa'ya giderken Süveyş'te gemiden iner ve yanında genç bir kızla yerlilerin semtine uğrar.Karşılarına, çok güzel ve mağrur yüzlü bir yerli çıkar.Ortada hiçbir neden yokken, gelir Wheen'in suratına tükürür.Başka konulara girdiğimiz için Wheen'e ancak daha sonra, bu olay üzerine nasıl bir tepki verdiğini sorabildim.Beklenenin aksine, suratına tüküren adama vurmamış ve özellikle de genç kız ondan normal olarak böyle bir tepki beklediği için kendisini berbat hissetmiş.Wheen bana bu davranışını korkaklıkla açıkladı.Bu konuyu etraflı bir biçimde tartıştığımızda, korkak sözcüğünden bir türlü vazgeçemedi.Bir saat sonra ayrılırken birden bana, hayatımda hiç beyaz olduğum için utanıp utanmadığımı sordu.
---
Çocukluğunda çok iyi beslenip, bir daha hiç yemek yeme gereği duymamak.
---
Ne zaman söyleyecek bir şeyi olmasa, Tanrı'dan söz eder.
---
Kendime dair anlattığım doğru şeyler bana büsbütün yalanmış gibi geliyor.
---
Kadın intihar edeceğini söylüyor, ama önce adamın kendisinden özür dilemesini bekliyor.
---
Ne ketum bir alın, sanki ardında bütün insanların tarihi yatıyor.
---
"Eraritjaritjaka" - Aborjin dilinde arkaik şiirsel bir ifade, anlamıysa, "kaybolup gitmiş bir şeyi yürekten isteyerek."
---
Adamın sahiciliği abartıda yatıyor.Abartmazsa yalan söylüyor.
---
Anlaşılmaz olan hiçbir şey var olmaktan vazgeçmez. (Pascal)
---
İzak Babel'den ileride ne olurdu acaba?Kaçışındaki onca korkudan ve zeka gösterisinden sonra?
Boyun eğmiş insanlar hakkında yargımız yoktur.
---
Onuru aşınmış İspanya'da Cervantes'in sıkıntısı.Ellisinden sonra gelen geç bir eser ve çok çok sonra gelen büyük övgüler.Genç yaşta asker ve köle, beş yıl boyunca en aşağı yerde bulunup, buradan yüzünün akıyla çıkması, kırkında vergi toplayıcısı olması, ama bunda başarısızlığa uğraması, bitlerden çektiği kadar ailesinden de çekmesi, bu aileye -yazmak sayesinde- yenik düşmemesi, bastırılamaz bir yazma hali...yaşantısı öylesine zengindir ki, yazdıkları asla boğucu değildir.
---
Evrim kuramından hoşlanmamak.Nerede bu kurama rastlasam, bir tür felç geçiriyorum.Bu kuram bana, tıpkı yaratılış kuramı gibi hiç inandırıcı gelmiyor, hatta ondan da renksiz geliyor.
(Evrim kuramında) Her şey en geniş zamana dayandırılır, asla kavrayamayacağımız zaman aralıkları devreye girer.Yeni biçimlerin yararlılığının teminatı olarak, hayatta kalma sokulur işin içine, böylece kitlesek ölüm faydalı bir şeye dönüşür.Yeni bir şeyin ortaya çıkabilmesi için, sonsuz sayıda hayatın yerle bir olması gerekir, temelde iktidar alanına dayanan korkunç bir tasarım.
---
Carlyle rüyalarına dair:
"Rüyalar!Benim rüyalarım hep nahoştur -kafa karışıklığından başka bir şey değil- elbiselerimi kaybetmek ve benzeri şeyler, güzel bir şey yok yani.Her gece aynı rüyalar, uzun zamandır.Ben rüyalarımda, uyanıkken olduğumdan daha kötü bir adamım -kahpece şeyler yapıyorum, bir suç yüzünden dava edildiğimi düşlüyorum.Rüyaların benim açımdan hiçbir önem taşımadığı sonucuna çok zaman önce vardım.

William Allingham, Bir Günlük
----
Dolu dolu, üç cilt hayat hikayesi, yükünü azaltmasına yetmedi, o günden beri eskisine kıyasla daha fazla geçmiş oluştu içinde.
---
Bir şeyin sürekli adını anarak ona dönüşmenin yolu Karl Kraus yıllar boyu kendi kendisine öyle çok Swift der ki, sonunda "İnsanlığın Son Günleri"nde hakikaten ona dönüşür.
---
Munch'un vahşilik ve kölelikle ilgili bir resminde, bir at kafası gördüm.Artık biliyorum, atları neden öyle kederle sevdiğimi.
---
Birinin bittiğini nasıl anlarız?Isırığından mı?Yazısından mı?Kahkahasından mı?
---
Haçlı seferleri zamanında Usame adındaki bir Arap şövalyenin en ağır kaybı:4000 kitaplık kütüphanesi.
"Dört bin cilt paha biçilmez yazı!Bunların kaybı ömrüm boyunca kalbimi dağlayacaktır."
---
Hayvanların, derisi yüzülmüş ölü aslandan korkması:
"Bir keresinde evlerimizden birine bir aslan kafası getirildi.Kediler onu görünce evden fırlayıp çatıdan atladılar, oysa daha önce hiç aslan görmemişlerdi.Öldürdüğümüz aslanın derisini yüzer, kadavrasını kale burcundan aşağı atardık.Fakat ne bir köpek, ne de kuşlar bu kadavraya yaklaşırdı.Kuzgunlar eti fark ettiğinde, inişe geçerdi.Fakat ete yaklaşır yaklaşmaz çığlık atar, oradan yine uzaklaşırlardı!"
Usame bin Munkiz, Kitabü'l-İtibar 
---
Edat düşünürü.
---
Herkesin dirilmesi ne harika!Ama dirilir dirilmez hesaba çekilmeleri mi lazım!
---
Adam ölümü yorumluyor.
---
Tarihten hiçbir şey öğrenilmeyeceğini tarihten öğrenmek.
---
Başkalarının hayatımı kurcalayacak olması içimi tiksintiyle dolduruyor.Hayatım onların elimnde bambaşka bir hayata dönüşecek.Oysa ben onun olduğu gibi kalmasını istiyorum.Hayatını gizlemenin öyle bir yolunu bulmalı ki, hayatımız yalnızca onu bozmayacak kadar zeki olanlara görünmeli.
---
Adamın öyle bir cehennem demesi var ki, sanki orada cezasını çekmiş, sonra da herkesin rızasını alarak salıverilmiş gibi.
---
Orada ülkelerin başkenti yoktur.Bütün insanlar sınıra yerleşir.Ülkenin içi boş kalır.Başkent bütün sınırdır.
---
Orada, kalbi kırılmış biri gözlerini temelli yumar ve sadece  yalnız başına kaldığında gizlice açar.
---
Son rehineyi salıverdiğinde, olduğu yere yığıldı ve ruhunu teslim etti.Rehinelere dayanan dünya iktidarı.
---
Hayvanlara bağlı kalmak yerine, şekillerine bağlı kalıyor.Onlar katledilmiyor çünkü.
---
Eziyet sözcüğüyle ittifak kurdu ve şimdi Çincesini arıyor.
---
Daha iyi gizlenebilmek için, aranıyor olmak istiyor.
---
Bugün bir kadının, Misia Sert'in anılarında, en korkunç hikayeyi buldum.Ona Sinek Azabı adını veriyor ve kelimesi kelimesine buraya aktarıyorum.

"Küçük uyku arkadaşlarımdan biri, sinek yakalama sanatında ustalaşmıştı.Bu hayvanlar üzerinde yaptığı meşakkatli araştırmalar ona, onları öldürmeden iğneye geçirmek için iğnenin saplanması gereken noktayı tamı tamına saptama olanağını tanımıştı.Bu şekilde, canlı sineklerden oluşan kolyeler imal ediyordu ve kendini, o küçük umarsız ayaklar ve titreyen kanatlar cildine dokunduğunda hissettiği ilahi duygunun büyüsüne kaptırıyordu."

Sinek Azabı
Elias Canetti