robert walser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
robert walser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2021 Pazartesi

Jakob Von Gunten, Robert Walser


Burada doğru dürüst bir şey öğrenilmez.Eğitmen eksiği var ve biz de Benjamenta Erkek Enstitüsü öğrencileri olarak hayatta asla başarılı olamayız.Demek istediğim, gelecekte hepimiz birilerine bağlı, küçük şeyler olacağızçAldığımız eğitimin temel amacı, bizlere ikisi de ya çok az başarı vadeden ya da hiç vadetmeyen iki özellik; sabır ve itaat aşılamak.Manevi başarılar, evet.İyi de bu tür bir başarının ne getirisi olur ki?Manevi kazanımlar insanın karnını doyurur mu?Ben zengin olmak, faytona binmek, har vurup harman savurmak istiyorum.

...

Peki ya ham düş kırıklıkları Heinrich'i, o olağanüstü duyarlı insanı, huzursuz etmekten utanmazlar mı?Ayrıca onun biraz soğuk olduğunu düşünüyorum; hareketli, meydan okuyan bir yanı yok.Belki de cesaretini kıracak birçok şeyin farkına bile varmayacak.Dikkatsizliğine çare olacak birçok şeyin yanından geçip gittiğini ise hissetmeyecek.Kim bilir belki de yanılıyorumdur.Ne olursa olsun bu tür gözlemler yapmak hoşuma gidiyor.Heinrich belli oranda anlayışsız biri aslında.Bu onun için bir şans; çok görmemek gerek.Eğer Heinrich bir prens olsa önünde diz çöküp ilk biat eden ben olurdum.Ne yazık...

...

Güzel sözler çok sıkıcı.

...

Arkamı dönmeden geri geri giderek çıktım kapıdan.Bir devrim girişimi böyle son buldu.O andan itibaren böyle asi çıkışlarım olmadı.

...

Hainlik ve kötülük elbet bir gün son bulacaktır ancak iyi ve değerli olandan ders almak zor olduğu kadar caziptir de.Hayır, beni günahlardan ziyade faziletler ilgilendiriyor.

...

İnsanlar beni zorlamalı, iteklemeli, yol göstermeli.Böylesi benim için en iyisi.Neticede son kararı yine ben veriyorum.

...

Nereye gittiğini bilmediğiniz insanlar görüyorsunuz ve nereden geldiğini bilmedikleriniz alıyor onların yerini.İnsan nereden gelip nereye gittiklerini tahmin etmeye çalışıyor.Az da olsa çözebildiği zaman seviniyor.

...

O gerçek bir çiftçi çocuğu, hani şu Grimm masallarında rastlanan cinsten.

...

Her şeyi anlıyormuş gibi davranan, bilgi ve espriyle donanmış, burnu büyük insanlardan nefret ediyorum.Uyanık ve tecrübeli insanlardan tarifsiz biçimde nefret ediyorum.Bu açıdan Peter ne kadar da iyi biri.

...

Öyle görünüyor ki onun burada, Benjamenta Enstitüsü'nde bulunmasının tek amacı o muhteşem aptallıklarıyla parlamak.Belki burada olduğundan çok daha fazla, hatırı sayılır ölçüde aptallaşacak.Bu aptallık neden kendini gerçekleştirmesin?Örneğin ben Peter'in korkunç başarılı olacağına ikna olmuş durumdayım.Gariptir ama bunu hak ettiğini düşünüyorum.Evet, daha da ileri gidiyorum.Bana öyle geliyor ki, gelecekte Peter gibi bir patronum, müdürüm ya da efendim olacak ve bu öyle rahatlatıcı, öyle hoş bir şey ki.Çünkü böyle aptallar yükselmek, iyi yerlere gelmek, iyi yaşamak ve emir vermek için yaratılmıştır ve benim gibi yeterince zeki olanlar da sahip oldukları yetenekleri başkalarının hizmetinde geliştirmek, tüketmek durumundadır.Ben, ben alçak ve küçük bir şey olacağım.Bana bunu söyleten duygu mükemmel ve kesin bir gerçek.Aman Tanrım, buna rağmen yeterince yaşama gücüm var mı?Neler oluyor bana?Sık sık kendimden korktuğum oluyor ama bu uzun sürmüyor.Hayır, hayır, kendime güveniyorum.Ama bu da garip değil mi?

...

Fuchs beceriksiz bir takla gibi konuşur ve oyun hamurundan yoğrulmuş bir insan müsveddesi gibi davranır.

...

Kraus bağlılık, hizmet ve gönüllü yardımseverliğin ete kemiğe bürünmüş hali.Kadınlar hakkında hiçbir fikri yok, onlara sadece saygı duyuyor.

...

Hile, kibir ve yalanla dönen şu dünyada Kraus gibi bir insan nasıl yaşar?İnsan Kraus'a baktığında ister istemez alçak gönüllülüğün nasıl da kurtarılamayacak derecede kaybolduğunu görüyor.

...

Uyuyor musunuz Bay Papaz?Öyleyse uyumaya devam edin.Uyumanızda bir mahsur yok.Din kültürü dersi vermekle zaten vakit kaybediyorsunuz.Görüyor musunuz, dinin bugünlerde hiçbir anlamı yok.Uykui sizin tüm o 'din' dediğiniz şeyden çok daha ruhani.İnsan uyuduğunda Tanrı'ya belki çok daha yakın.Siz ne dersiniz?

...

Ağabeyim Johann ile karşılaştım, hem de kalabalığın yoğun olduğu bir yerde..."Umarım beni tam anlamıyorsundur çünkü eğer beni anlasaydın kardeşim, bu berbat biri olduğun anlamına gelirdi."

...

Geçenlerde Kraus'a ara sıra da olsa canının sıkılıp sıkılmadığını sordum.Bana kınayan gözlerle azarlar gibi baktı, biraz düşündükten sonra: "Sıkılmak mı?Senin aklın başında değil sanırım, Jakob.Bana boş, günahkar sorular sorduğunu söylememe izin ver.Şu dünyada kim sıkılır?Belki sen.Ama ben değil, bunu sana söylemeliyim.Burada kitaptan bir şeyler ezberliyorum.Peki, sıkılmaya zamanım var mı?Ne kadar aptalca sorular bunlar.Belki asil insanların canı sıkılır, ama Kraus'unki değil ve senin de canın sıkılıyor olmalı; yoksa bu tür bir şey aklına bile gelmezdi, kalkıp buraya kadar gelerek bana bu soruyu da sormazdın.İnsan her zaman bir işle meşgul olabilir, dışarıda olmasa da en azından içinden bir şeyler yapar, mesela kendi kendine konuşur Jacob.Kendi kendime konuştuğum için uzun zamandır bana gülmek istediğini biliyorum Jakob, ama dinle ve bana yanıt ver: Neler söylediğimi biliyor musun?Sözcükler, sevgili Jakob.Kendi kendime sözcükler söylüyor ve onları tekrar ediyorum.Bunun sağlıklı bir şey olduğunu sana söyleyebilirim.Al şu can sıkıntını da defol.Can sıkıntısı, kendilerini eyleyecek şeylerin dışarıdan gelmesi gerektiğine inanan insanlarda olur.

...

Gizlenen bir hadise bazen, kazanılmış bir hadise demektir.

...

Biz öğrencilerin, şimdi terk mi edildik?Öyle görünüyor, öyle de.Fakat sen ki zamansız ölen, hatıralarımızdan asla ama asla silinmeyeceksin.Yüreklerimizde yaşamaya devam edeceksin.Senin yetiştirmiş ve hükmetmiş olduğun gençler, vefasız ve zor yaşamın her yanına yayılacak, kazanç ve başımızı sokacak bir yer bulmak için çabalayacağız, belki de birbirimizi bir daha asla ama asla görmeyeceğiz.Fakat hepimiz seni düşüneceğiz Hoca Hanım; çünkü bizlere öğrettiğin fikirler, bizlere verdiğin bilgi ve dersler her zaman sen, içimizdeki iyiliğin yaratıcısını bizlere hatırlatacak.

...

Yaşam bizden sıçrayışlar bekliyor, düşünüp taşınmalar değil.

...

Bay Benjamenta'yla çöle gidiyorum.Çölün orta yerinde de yaşam, nefes, varoluş, iyi olma ve iyi şeyler yapma arzusu var mı diye; oralarda da geceleri uyunuyor mu, rüyalar görülüyor mu diye merak ediyorum.Aman, neler söylüyorum.Artık hiçbir şey düşünmek istemiyorum.Tanrı'yı da mı?Hayır!Tanrı benimle olacak.O'nu düşünmeme ne gerek var ki?Tanrı zaten düşüncesiz insanlarla düşüp kalkar.O zaman adieu, Benjamenta Enstitüsü.


Robet Walser
Jakob Von Gunten
Jaguar Kitap
Çeviren: Gül Gürtunca

7 Mayıs 2021 Cuma

Robert Walser, İsviçreli Aylak Bir Yazar - Ahmet Uğur Nalcıoğlu


...

Burada adı geçen yazar, Stuttgart'tan Bern'e kadar yürüyen bir yazardır.22 saat hiç durmadan yürüyen bir yazardan söz ediyoruz: 

"Bir keresinde gece saat 2'de Bern'den yola çıktım.Sabah saat 6'da Thun'a vardım.Öğle vakti Niesen'e geldim, akşam üzeri Thun'daydım ve gece yarısı Bern'e geri döndüm."

...

Oğuz Demiralp'in yaptığı yorum, Walser'in durumunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır:

"Bir yazar ne denli kıyıya kenara itilmiş, köşeye atılmış, yaşarken unutulmuş olursa olsun bir gün okunacağı umuduyla ölür.Henüz basılmamış eserlerini de bu umut nedeniyle yok etmez.Elbette bu lafları Robert Walser'i düşünerek ediyorum.Yaşarken gitgide gözden kaybolan, yazısında gizlenip orada başkalarının gözünde bir yeniden doğuşu arayan bir yazar olduğunu düşünüyorum."

...

"Peri masallarının bittiği yerde Robert Walser başlar." Walter Benjamin

...

Onun hakkında yorum yapacak olan herkes şu konuda aynı şeyi söyler; hüzün dolu bir yaşamı olan bu zavallı adamı seviyoruz.Onun biyografisini anlatmak çaresizliktir.Biz onun eserlerini ve biyografisini biliyoruz, neredeyse her şeyi biliyoruz.Aslında pek bir şey bilmiyoruz.İşte onu efsane yapan da budur.

...


Kafka'yı bu denli etkileyen bir yazardan söz ediyorsak bu etkilenmenin nedenlerini ve bu ilişkinin ayrıntılarını ortaya koymakta yarar olduğu kanaatindeyiz.Walser'in Franz Kafka ile ilk bağlantısı geçmişe dayanır.1908 yılında ilk eseri yayınlandığında Franz Blei'nın şu cümlesi aradaki bağı anlatır: "Kafka, Walser değildir, bilakis Prag'da o isimde genç bir adamdır." Sonraları Walser ile Kafka birbirleriyle hiç karıştırılmadılar.Fakat iki yazarı bir arada tutma ve bağlantı kurma geleneği hep devam etti.Edebiyatın 20. yüzyılın tanınmış temsilcileri ile ünlü eleştirmenleri Kurt Tucholsky, Max Brod, Robert Musil, sonraları Walter Benjamin , Hermeann Broch, yakın zamanda ise Martin Walser ile Elias Canetti Kafka'nın Walser'den oldukça etkilendiği fikrine söylemleriyle destek verirler.Canetti olayı daha da ileri bir boyuta taşıyarak Walser'siz Kafka'nın varlığını koruyamayacağını, başarılı olamayacağını iddia eder.

Kafka ile Walser arasındaki akrabalığın var olduğuna inandırmaya çalışmak bir alışkanlık haline gelir.Yazarlar listesi hazırlanırken bile onların isimleri arka arkaya yazılır ve yayınevi kataloglarında resimleri yan yana konulur.Sadece bu gelenek Kafka ile Walser'i mukayese etmek arzusunu haklı çıkarmaz, Kafka'nın onun eserlerine olan ilgisi de buna adeta çanak tutar.Kafka'nın önceki müdürü Ernst Eisner'e gönderdiği uzun mektupta Walser'in genç kahramanlarıyla kendisini özdeşleştirdiği ortaya çıkar.Bunun örneklerini çoğaltmak mümkündür.Kafka'nın Walser'den etkilendiğini dile getirmesi konuyu özetler niteliktedir.

...

"Robert Walser okunmak istiyordu, tanınmak değil." Catherine Sauvat

...

"Robert Walser'i okuyabilirsiniz ama onun hakkında hiçbir şey okuyamazsınız." Walter Benjamin

...

Walser'in yazmasını engelleyen tek şeyin onun ruhsal sıkıntılarının var olması değildir.Klinikteki kuralların katı olması kendisini baskı altında hissetmesi, yazamamasının nedeni olarak görülebilir.Walser de Carl Seelig'e bu yönde açıklamalarda bulunur:

"Bir yazarın üretebileceği tek zemin özgürlüktür.Şartlar yerine getirilmediği sürece yazmayı kesinlikle reddederim."

...

Kliniğe yatmak üzere, herhangi bir sert tepki ya da büyük bir mukavemet göstermeden oraya giden birinin klinik girişinde kız kardeşiyle böylesi bir diyaloğu gerçekleştirmesi onun hastalığının o andaki boyutları ve bilincinin derecesi hakkında bize açık bilgiler vermektedir.Bu konuşma, daha önce tartışmaya açtığımız "doktorlar mı haklı yoksa edebiyat eleştirmenleri mi" konusunda edebiyat eleştirmenlerini haklı çıkarır niteliktedir.Walser'in biilincinin, olayları yorumlayacak derecede yerinde olduğu şüphe götürmez bir durumdur.Fakat önceden  de bahsettiğimiz "Robert'in Lisa'ya kayıtsız şartsız güvenmesi" şeklindeki görüşümüzün doğruluğu bu diyalog ile bir kez daha ortaya çıkmış oluyor.Kız kardeşine yönelttiği "Doğru mu yapıyoruz?" sorusuna cevap alamamasını 'evet' diye yorumlaması sonucunda tam itaat göstererek içeri girer.Buradaki 'itaat' aslında 'güven'in uzantısıdır.

...

Çok sevdiği annesini 22 Ekim 1984'te kaybeder.Kız kardeşine yazdığı mektuplarında hep annesinden ve ona olan sevgisinden bahseder.Bu sevgisini romanlarında kahramanları aracılığıyla dile getirir.."Die Knaben" (Erkek Çocuklar) adlı eserinden annesini kaybeden ve bu yüzden intihar eden genç bir adamı ana figür olarak karşımıza çıkarır.Eserde bu sevgi, "yaşama olan sevgim, anneme olan sevgimden daha fazla değildir ve o ölmüştür." sözleriyle dile getirir.Der Gehülfe (Yardımcı) adlı romanda ise ana figür Joseph annesini küçük yaşta kaybetmiştir ve onunla ilişkisi hatırladığı kadarıyla aktarılır.Bu aktarımlarda anne güler yüzlüdür ve dostça bakar.Geschwister Tanner (Tanner Kardeşler) adlı romanda da genç kahraman Simon; "anne her şey için bir çıkış noktasıdır." cümlesiyle anneye verdiği değeri ve ona olan sevgisini ortaya koyar.

...

Yayıncı Samuel Fischler, ona Polonya'ya veya Türkiye'ye seyahat yapmasını teklif eder.Walser, önce Polonya sonra Türkiye, ardından da Hindistan olmak üzere üç ülkeyi hedefleyen bir seyahat planı hazırlar.Fischler'in tüm masrafları üstlendiği bu seyahattan vazgeçerek tren ve gemi biletleri ile tüm çekleri geri verir.Bavullar açılır ve Walser ıhlamur ağaçları altındaki gezilerine kaldığı yerden devam eder.Walser bu durumu mizahi bir şekilde açıklar: "Odamdan ayrılamıyorum ve bavulum çok eskidi, onu uzak seyahatlere göndermek bana acı veriyor."

...

Yaşamının bir bölümünde hastalığı nedeniyle kendisini hapsettiği otel odasında kurşun kalemle ve olabildiğince küçük harflerle takvim yapraklarından tutun da vergi ödeme kağıtlarından, kartpostalların boşluklarından, mektupların boş kalan kısımlarına kadar yazdığı "mikrogram" olarak adlandırılan yazılar, Walser'in farklı yazar grubuna dahil edilmesindeki en önemli unsurların başında gelir.

...

Bu 526 mikrogramın çözülmesi yıllar almış ve ancak 1972 yılında yayımlanabilir hale getirilmiştir.O ana kadar varlığından hiç kimsenin haberdar olmadığı Robert Walser'in de hiç sözünü etmediği ünlü "Der Rauber" (Haydut) adlı romanı da bu mikrogramların arasından çıkmıştır.

...

Alkole olan düşkünlüğü artar, bunun yanı sıra kabuslar görür ve sinir krizleri geçirir.İntihara teşebbüs eden Walser'in tek başına yaşayamayacağı artık çok açıktır.Tüm bunlara bir de, deyim yerindeyse ailesinin de psikolojik hastalıklar konusunda adının çıkmış olması eklenince hasta olduğuna kanaat getirilmesi ve bunun sonucu olarak kliniğe yatırılması kaçınılmaz olur.Robert'in annesi kronik depresiftir, ağabeyi intihar etmiştir.Tüm bunlar onun Waldau'daki senatoryuma yatırılması için geçerli nedenlerdir.

...

Robert Walser karlı bir tepenin üzerinde soğuk bir Aralık günü ölü olarak bulunur.Ayak izlerinin bittiği yerde kalp krizi geçirerek hayata veda eder.


...

Esra Yalazan karda yatan Walser'i resmederken onun hem kişisel özelliklerini hem de edebi yönünü harmanlayarak gazetesinde yaptığı yorumda şu cümleleri yazar:

"Yalnızlığına eşlik eden fötr şapkası cesedinin birkaç adım ötesinde duruyordu.Sağ kolu bir ağacı işaret eder gibi yana doğru açılmış, karların üzerine kopuk bir dal gibi devrilmişti.O gün her zamanki gibi isyankâr, soylu, karmaşık düşünceleriyle mi yürüyüşe çıkmıştı?Zihninden, kalbinden akıp geçen son duygu kırıntısı neye benziyordu?

Bu soruların arasında hâlâ ağabeylerinin sesini duyuyordum: "Çok yabani bir tarafın var...Seni kırması gereken şeylerden hiçbir biçimde incinmiyorsun, dünyanın ve hayatın ahvalinden doğan, çok sıradan şeylere kırılıyorsun.Tüm insanlar gibi bir insan olmayı denemelisin, o zaman kendini kesinlikle daha iyi hissedersin."

Walser'e dönüp "Sen tüm insanlar gibi olmadığın için yazabildin ve tam da bu yüzden milimetrik harflerinle, reddettiğin toplum kurallarıyla, isyanın şiiriyle edebiyat tarihinde iz bıraktın" dedim."Biliyorum" dedi Simon'un sesiyle; "uzaklara bakmak insanı mutluluktan uçururken, böyle güzel bir günde kaygılanmak niye?"

...

Eğer Walser "Ben körüm ve her şeyi görüyorum, dilsizim ve konuşuyorum, hiçbir şeye kulak vermem ve oldukça yetenekli bir dinleyiciyimdir." şeklinde bir şey söylüyorsa paradoksta bir hassasiyeti resmediyordur.

...



ESERLERİ

Tanner Kardeşler

...

"Karşısında böyle tatlı tatlı konuşan kişinin kendisinde nasıl bir intiba bıraktığı konusunda tereddütleri varmış gibi görünüyordu.Bu konuda kesin bir hüküm veremiyordu, aklı karışıktı ve bunun verdiği bir çekingenlikle yumuşak bir ses tonuyla sordu: "Genç adam, hakkınızda münasip bir yerden malumat alabilir miyim?" "Münasip bir yer mi? Ne kastettiğinizi bilmiyorum.Hiçbir şekilde alamasanız daha münasip olurdu.Kimden bilgi alacaksınız?Hangi amaçla bunu yapacaksınız?Diyelim ki size çok iyi bir aileden geldiğimi, babamın saygıdeğer biri olduğunu, erkek kardeşlerimin becerikli olduklarını fakat istikrarlı olamadıklarını , bana umut bağlanabileceğini, bana az da olsa güven duyulabileceğini ve benzeri şeyler söylense hakkımda ne öğrenmiş olurdunuz?Hiçbir şey öğrenmiş olmazdınız ve beni dükkanınıza gönül rahatlığıyla tezgahtar olarak almak için en ufak gerekçeniz kesinlikle olmazdı.Hayır, Beyefendi, bu tip sorgulamanın genel olarak beş paralık kıymeti yoktur.Eğer size bir şeyler tavsiye etmeme izin verirseniz bunlardan uzak durmanızı tavsiye ederim.Hayır, efendim, beni kullanmayı düşünüyorsanız geçmişte çalıştığım yerdeki patronlarımdan daha cesaretli olmanızı ve benim sizde bıraktığım intibaa göre işe almanızı rica ediyorum.Ayrıca gerçeği ifade etmek gerekirse elde edeceğiniz bilgiler hakkımdaki tüm gerçekleri değil de sadece kötü olanları seslendirecektir."

...

"Annem ölünce beni bir bankaya çırak olarak verdiler.İlk sene oldukça iyi idare ettim.İkinci sene kendimi örnek-çırak gibi görüyordum ama çıraklığımın üçüncü senesinde müdür zaten kafasında beni kovmuştu çoktan.Bana emir vermeye yetkili olmayan amirlerime karşı küstahtım.Her şeyin, her mobilyanın, her nesnenin, her sözün bana acı verdiğini hatırlıyorum.Bana uzak bir şehirde iş aradılar.Oradan ayrıldım böylece.(...)Ben hala tüm insanların en işe yaramazıyım.Hayatımı bir ölçüde bile olsa düzene soktuğumu gösterecek bir takım elbisem bile yok üzerimde.Hayatta belirli bir seçim yaptığıma işaret eden hiçbir şey görmüyorsunuz bende.Hala hayatın kapısı önünde dikiliyorum, kapıyı çalıp duruyorum, pek ürkekçe tabii ve kapının sürgüsünü açmaya gelen biri var mı diye heyecan içinde kulak kabartıp dinliyorum.Bu biraz sıkı bir sürgü ve insan dışarıda durup kapıyı çalanın bir dilenci olduğunu hissederse, o kapıya bakmak istemez.Ben sadece kulak kabartan ve bekleyen biriyim, bu konuda olgunlaştım tabii, çünkü beklerken hayal kurmayı öğrendim.Kendi mesleğimi bulma fırsatını kaçırdım mı acaba?Hangi meslek olsa ancak bu kadar ilerleyebilirdim.Ben, kullanmasını bilen herkese kendi bilgimi, gücümü, fikirlerimi ve sevgimi sunuyorum.Eğer biri parmağını kaldırıp beni çağırırsa şu uluyan rüzgar gibi fırlarım, gözümü kırpmadan tüm hatıralarımı çiğneyip aşarım."

...

Yardımcı

"Uşak Joseph Marti, şüphesiz ki 24 yalındaki Robert Walser ile aynıdır."
                                                                                                        Karl Wagner

...

"Şu Allah'ın dünyasında saf bir sevinç yaşayıp zevk almam için ille de aşağılanarak kırbaç yemem mi gerekiyor?"

...

Jakob von Gunten

...

"Arkadaşımın en güzel romanı." 
                                           Franz Kafka

Jakob, birilerine düzgün ve dürüstçe hizmet etmenin tek yolunun kendi menfaatini düşünmemek olduğu fikrindedir.

"Tüm öğrenciler, Klaus, Sclacht, Schlinski, Fuchs, uzun Peter, ben ve diğer tüm öğrenciler bir konuda eşit durumdayız; tam bir yoksulluk ve bir başkasına bağımlılık ve muhtaçlık.Küçüğüz biz, onursuz olacak kadar küçüğüz.Cebinde bir Mark harçlığı olan yüce bir prense addedilir."

...

"Benjamenta enstitüsüne geldiğimden beri kendi kendime bile sır olmayı başardım.Artık kalemi bırakıyorum elimden, düşüncelerle yaşamayı da...artık hiçbir şey düşünmek istemiyorum.Tanrı düşüncesiz insanlarla gider.O halde hoşça kal Benjamenta enstitüsü."

...


Robert Walser, İsviçreli Aylak Bir Yazar
Ahmet Uğur Nalcıoğlu
Çizgi Kitabevi

29 Mart 2019 Cuma

yardımcı, robert walser


...Kadın eskiden bir süre garson olarak çalışmıştı ama birkaç haftanın ardından, o geçici eklenti sökülüp atıldığına göre, tüm bunların ne anlamı vardı ki?Patronu, İngiliz parasıyla ilgili o hadiseye rağmen, Joseph'e fazladan bir veda primi ödemiş ve kışlada şans dilemişti.Şimdi ilkbaharın tılsımıyla büyülenmiş kırlardan geçen bir tren yolculuğu var sırada ve ardından bilmeye değer hiçbir şey kalmaz, çünkü o andan itibaren sadece bir rakama dönüşür insan; bir üniforma, bir fişeklik, bir kasatura, düzgün bir tüfek, bir kasket ve ağır yürüyüş postalları tutuştururlar eline.Kendine ait değilsindir artık; bir parça itaat ve bir parça talim olursun.Uyur, yemek yer, talim yapar, ateş eder, yürüyüş yapar ve dinlenme molaları verirsin; ama kurallarda yazıldığı biçimde.Duygularını bile büyük bir dikkatle gözetim altında tutarsın.Kemiklerin kırılacak gibi olur başlarda; ama beden gitgide çelik gibi sertleşir, esnek dizkapakları demirden birer menteşeye dönüşür, kafan düşüncelerden arınır, ellerin ve kolların, askerlere ve acemi erlere her yerde eşlik eden tüfeğe alışır.Joseph rüyasında komutlar ve patlayan silahların takırtısını işitir.Sekiz hafta boyunca sürer bu, bir sonsuzluk değildir, ama Joseph'e zaman zaman öyle görünür.
---
...Joseph bir parça kenarda duruyor ve düşünüyordu: "İşte orada yürüyorlar, adam ve yaşlı kadın.Bu tepeden görünmüyorlar artık ve şimdiden yarı yarıya unutuldular.İnsanların davranışları, tavırları ve eylemleri ne kadar çabuk unutuluyor.Şimdi tren istasyonuna ya da vapur iskelesine vaktinde yetişebilmek için ellerinden geldiğince hızlı yürüyorlar.Bu uzun yolda -ki on dakikalık yürüyüş, bozguna uğramış ve kaygılarla dolu iki insan için uzun bir yoldur- ikisi de tek kelime etmeyecek, ancak buna rağmen konuşacaklar, çok anlaşılır bir dil, sessiz ama fazlasıyla anlaşılır bir dil konuşacaklar.Acının çok kendine has bir konuşma tarzı vardır.Ve şimdi biletlerini alıyorlar, veya biletleri vardı belki de, çift yönlü biletlerin olduğu malum ve tren gürleyerek geliyor ve Yoksulluk ile Belirsizlik birlikte biniyor vagona.Yoksulluk kemikli, tamahkar elleriyle yaşlı bir kadın.
---
Bu sabah Joseph'in saçları taranmaya ve fırçalanmaya karşı olağanüstü bir direnç geliştirmiş gibi görünüyordu.Diş fırçası geçmiş zamanları hatırlatıyordu.Elini yıkamak için aldığı sabun kaydı ve yatağın altına uçtu ve en uzak köşeden çekilip çıkarılması gerekti.Gömleğinin üzerine mükemmelen oturmuştu.Ne hayret verici şeyler.Ve tüm bunlar ne kadar usandırıcıydı.
---
...Kaygılar ve hayal kırıklıkları, tıpkı yorgun düşmüş ama disipline alışkın askerler gibi uygun adım ilerliyor, yoldan ayrılmaya yeltenmiyordu.Başarısızlıkları ve umutsuzlukları da aralarına katarak, yaklaşan noktaya dikilmiş gözlerle, ağır ama düzenli bir biçimde ilerleyen çok düzenli bir yürüyüş alayı oluşturmuşlardı.
---
...Bulanık bir rüyada yürür gibi geçiliyordu her şeyin içinden.Ve bu hava ve böyle bir dünya bile, her şeye rağmen gizli bir neşeyi dile getirir gibiydi.Gürültüler uyuyordu sanki ya da ses çıkarmaya ürküyordu.Sabahın erken saatlerinde ve akşamın ilerleyen vakitlerinde, gölün üzerinden uzun bir soluk gibi gelen sis düdüklerinin, açıktan geçen gemileri haber vererek birbirlerini uyardıkları duyuluyordu.Bu sesler, çaresiz hayvanların acılı feryatlarını hatırlatıyordu.Evet, yeterince sis vardı.Arada sırada yine güzel bir gün yaşandığı da oluyordu.Ve birde gerçekten sonbahara özgü günler vardı, ne güzel, ne de viran, ne özellikle latif ne de özellikle kasvetli, ne güneşli ne de kapalı olan, tersine sabahtan akşama kadar hiç değişmeden aynı ölçüde aydınlık ve karanlık günler; öyle günlerde dünya akşam üzeri dörtte nasıl görünüyorsa öğleyin on birde de aynı manzarayı sergiliyor, her şey dingin , donuk sarı ve biraz kederli bir ışık içinde dinleniyor, renkler adeta sıkıntılı bir rüya görür gibi kendi içine çekiliyordu.Joseph öyle günlere meftundu.
---
Siz korkaklıkla cüretkârlığın acayip bir karışımısınız, Joseph.
---
Sevgili Baba,

Sana küçük bir yeni yıl hediyesi gönderiyorum.Bu purolar bana şimdiki işverenim tarafından Noel hediyesi olarak verildi.Bunları zevkle içeceğinden eminim, kaliteli purolar, içlerinden iki tanesini ben denedim; gördüğün gibi, kutuda iki puro eksik.Bugün daldan dala atlayan düşüncelerimle, bu iki eksik puroyu karakterime yapışıp kalan iki kusurla karşılaştırınca birincisi sana hiç mektup yazmadığımı, ikincisi de çok yoksul olduğumu hemen fark ediyorum; o kadar yoksulum ki, sana hiç para gönderemiyorum; eğer kendimi bıraksam, bu iki eksiklik beni hüngür hüngür ağlatabilir.Sen nasılsın?Kötü bir oğul olduğumdan eminim; ama sana sevindirici bir içeriği olmayan mektuplar yazıp durmamın bir faydası olsaydı, oğulların en iyilerinden biri sayılabileceğimi de aynı kesinlikle biliyorum.Dürüstçe mücadele verdiğime inandığım bu hayat, bugüne dek seni sevindirme fırsatı tanımadı bana.Hoşça kal, sevgili baba.Sağlığına dikkat et ve daima yemeklerin tadını çıkar ve yeni yıla iyi başla.Ben de aynısını yapmaya çalışacağım.

Oğlun Joseph
---
Felaketin bilinci, aradığı kelimeleri bulamaz genellikle.
---
Aşağıdaki ana caddeye vardıklarında, Joseph durdu, Tobler'in purolarından birini çıkardı cebinden, yaktı ve son bir kez eve bakmak için döndü.Orada tepede duruyordu işte, sanki bir parça üşüyormuş gibi sessiz ve kışa has bir yalnızlık içinde.Komşu evleri bacalarından gri havaya dağılan narin, mav,mtrak duman sütunları yükseliyordu.Sanki manzaranın düşüncelere dalmak üzere usulca kapadığı gözleri vardı.Evet, her şey bir parça düşünceli görünüyordu.Çevreyi sarmış renkler rüya görür gibi yumuşak ve uysaldı.Uyuyan çocuklara benziyordu evler, ve gökyüzü her şeyin üzerine dostça ve yorgun uzanmıştı.Joseph yolun kenarındaki bir taşın üzerine oturdu ve geride bıraktıklarına uzun uzun baktı.Bir kez daha o kadını, çocukları, bahçeyi ve tüm o sabahları, öğlenleri, akşamları ve geceleri; kulağına onca zaman tanıdık gelmiş tüm o sesleri, Tobler'in sesini; büyük bir tat aldığı şu tepedeki mutfağın kokularını hızla geçirdi aklından.İçinden bir selam gönderdi oraya, sonra birlikte yürüyerek uzaklaştılar. (İtalik kısımlar, 1909 baskısında yer almayan satırlardır.)

Robert Walser
Yardımcı
Can Yayınları
Çeviri: Cemal Ener

4 Mart 2018 Pazar

tanner kardeşler, robert walser


Genç, acemi bir delikanlıdan insanın aklına gelebilecek her şey bekleniyor: gayret, sadakat, dakiklik, yol yordam bilme, soğukkanlılık, tevazu, ölçü, kararlılık ve daha kim bilir neler...Ama bir saygın müdürden herhangi bir erdem beklemek kimsenin aklına gelmiyor.
---
Mektuplarda öyle oluyor.İnsan yazarken dikkatsiz ifadelere kaptırıyor kendini.Mektuplarda ruh dile gelmek istiyor durmadan ve genellikle de maskara ediyor kendini.Yani yazmamayı tercih ederim.
---
Manzara cesaret kırıyor bir parça: pencerelerin önünde bu gökyüzü , kulakta bu tatlı şarkı.Gökyüzünden beyaz bulutlar geçiyor ve ben burada yazı yazmak zorundayım.Neden hassasım bulutlara karşı.Eğer bir kundura ustası olsam, çocuklar, erkekler ve hanımlar için kunduralar yapardım en azından; bunlar bahar günü sokakta benim kunduralarımla gezintiye çıkarlardı.Kendi kunduramı yabancı bir ayakta görünce baharı hissederdim.Burada baharı hissedemiyorum, rahatsız ediyor bahar beni.
---
Klara, sanki farkında bile olmadan başka sınırlardan, başka bir katman ve dünyadan uçarak gelmiş, daha yüce, uzak bir varlık gibi davranıyordu halkın arasında.Tüm bu çekingen insanların gözlerini fal taşı gibi açan, nefeslerini tutmalarına ve şiddetli titreme yüzünden bıçağı düşürmemek için elleriyle diğerini tutmalarına neden olan olağanüstü, göz kamaştıran etkisi de buradan kaynaklanıyordu.Klara'nın güzelliği, onları apansız bastıran bir acıyla düşündürmüştü.Dünyada, gündelik ekmek uğruna sürdürdükleri kaba işlerin ve tasaların dışında, neler olduğu geldi birden akıllarına.Bu türden bir sağlığa ve dopdolu, taşkın, güler yüzlü güzelliğe dair hiçbir hayalleri kalmamıştı neredeyse, hayat, kirli, kara gündelik akışa karışıp tükenmiş, ufalanıp kaygılara dönüşmüş, düşkünce şeylere saplanıp kalmıştı.Tüm bunlar, belki herkes için o denli belirgin olmasa da acıyla akıllarına geliyordu şimdi, tebessümüne içinizden gülümseyerek katılmaya yeltendiğiniz zaman, salt kokusuyla bile sizi sarhoş eden bir güzelliğe bakmak acı verir çünkü.Bu yüzden hepsi de başlarını kadına doğru kaldırırlarken garip ifadeler takınıp yüzlerini buruşturdular, çünkü onlar daracık yerlerdeki alçak iskemlelerine sıkışıp kalmışken o yüce kadın dimdik ayakta duruyordu.
---
Eğer kader insana soytarı rolü biçmişse, demek istediğim, insan belki de bunun için seçilmişse, ciddi bir ifade takınmak neye yarar?
---
Kuşkusuz, her insanın gözü kolayca incinebilir, ama onun gözlerine baktığımda daha şimdiden kıymıklar battığını görüyormuşum gibi içim acıyor birden.Gözleri büyük, alabildiğine çıkıklar, hiçbir şeyle ilgili değilmiş gibi görünüyorlar, öylesine dikkatsiz ve daima ardına kadar açık; ne kadar kolay incinebilirler.
---
Korunmasız insanlar, güçlülerdeki acı verme isteğini çok kolay kışkırtırlar.
---
Yere sağlam basmak neden yetmiyor sana; bir de sallantıda ve arayış içinde olanların ensesine mi bastırman gerekiyor ayağını, kendilerinden umudu-kesmenin girdabında derinlere, ta diplere batsınlar diye?
---

Çoğunluğun yaşadığı gibi yaşamanın bir anlamı var.Böyle tembel ve ayrıksı olmak beni öfkelendiriyor.Artık yemeklerden bir tat almaz oldum, gezintiler beni yoruyor; hem sıcak kır yollarında karasinekler ve atsinekleri tarafından delik deşik edilmek, köylerden geçmek, dik duvarlardan aşağı atlamak, kayan kayaların tepesine bağdaş kurup oturmak, başını yaslamak, bir kitap okumaya başlamak ve bitirememek, ardından güzel ama ıssız bir gölde yüzmek, yeniden giyinmek ve evin yolunu tutmak, sonra evde, aynı miskinlikle hangi bacağının üstünde duracağını ve hangi burnuyla düşüneceğini veya hangi parmağını hangi burnuna dayayacağını şaşırmış Kaspar'ı bulmak neden öyle muhteşem ve gönendirici bir şey olsun ki?Böyle bir hayat insanı kolayca bir sürü burun sahibi eder ve bütün gün on parmağını on burnuna dayamak ve düşünmek istersin.
---
Evet, yapmam gereken şeyin bu olduğunu sanıyorum, her ne kadar bir zamanlar terk ettiğim şeyin bu olduğunu sanıyorum, her ne kadar bir zamanlar terk ettiğim şeye yine en başından başlamak beni onurlandıracak bir adım olmasa bile.Ama olması gereken bu.İnsan bu durumda onuru değil, zorunlu ve kaçınılmaz olanı düşünür.
---
Aslına bakılırsa yeniden kış gelinceye kadar yaşamak istiyorum sadece; kış gelince ve kar yağarken hayatta kalmanın bir yolunu bulurum sonra, hayatta kalmanın en iyi yolu gelir aklıma.
---
Daha ötesini düşünmüyorum.Bundan ötesini, elektrikli lambalar üreten anonim şirketten Herr Spielheagen düşünür belki ama ben düşünmem; çünkü o konumda değilim ve dünyada beni bundan ötesini düşünmeye mecbur edecek kadar çok yükümlülük üstlenmem.
---
Şairler doğaya, siz ressamlardan daha düşük bir sadakatle bağlıdırlar kesinlikle, çünkü doğaya eğitimin çarpıttığı ve tıka basa dolu kafalarla yaklaşırlar genellikle.
---
Karımı beğenip beğenmediğimi kendime sormayı asla düşünmezdim ve güdük, eksik bir hayat yaşadığımı kabullenmeyi asla aklımdan geçirmezdim.
---
Simon kendi kendine, "Vaktim yok," dedi usulca, "önümdeki şehre varmak için acele etmem gerek, yoksa bir şair ve hayalperest olan bu zavallı ölü herifin başında biraz daha uzun süre oyalanmaktan çekinmezdim.Ne asil bir tavırla seçmiş kendi mezarını.Karla kaplı, olağanüstü, yeşil çamların ortasında yatıyor.Bu durumu kimseye bildirmek istemiyorum.Tabiat kendi ölülerine göz kulak olur, yıldızlar onların başında şarkılarını söylerler  usulca ve gece kuşları cıvıldarlar, artık işitmeyen ve hissetmeyen biri için en güzel müziktir bu.Senin şiirlerini, sevgili Sebastian, yazı kuruluna götürmek istiyorum; belki orada okur ve baskıya verirler onları, en azından kulağa hoş gelen, zavallı, pırıltılı adın kalsın, diye senden geriye.Karın içinde, çam dallarının altında böyle yatmak ve donmak, muhteşem bir huzur.Yapabildiğin en iyi şey bu.İnsanlar, böyle gariplere, ki sen de bunlardan biriydin, acı çektirmeye ve acılarına gülmeye eğilimlidirler daima.Toprağın altındaki sevgili, sessiz ölümlere selam söyle ve artık -olmayışın sonsuz alevinde çok fazla yanmamaya bak.Sen başka bir yerdesin.Mutlaka olağanüstü bir yerdesin, zengin bir herifsin şimdi ve zengin, soylu bir herifin şiirlerini yayımlamak zahmete değer.Hoşça kal.Çiçeklerim olsaydı, senin üzerine dökerdim onları.Bir şaire ne kadar çiçek verilse azdır.Senin çok az çiçeğin oldu.Çiçekleri bekledin, ama ensenin üzerinde uçuştuklarını ve üzerine döküldüklerini duymadın hayal ettiğin gibi.İşte bak, ben de bir sürü hayal kuruyorum ve hiç beklemeyeceğimiz, çok, pek çok insan da hayal kurar, ama hayallere bir son verebilmekten de mutluluk duyarız.Sen çevrendeki insanları aşağı görüyordun, Sebastian!Ama, sevgili Sebastian ancak güçlü biri göze alabilir bunu, oysa sen zayıftın!
---
Belki taşrada her yıl ancak bir şey olur, ama o da herkesin ortak serüvenidir.
---
Sözgelimi sen, Simon!Ah Tanrım.Senin için bambaşka hisler taşıyor insan, her daim neşeli kardeşim!Biliyor musun, senin için insan hep şöyle düşünüyor: 'Bir dayak yemesi gerek, şöyle sıkı bir dayak, bunu hak ediyor!' Sana hayret ediyorum ve hala bir uçuruma yuvarlanmamış olmanı anlayamıyorum.Sana merhamet duymak asla aklıma gelmiyor.İnsan seni genelde kaygısı, küstah, mutlu bir velet olarak görüyor.Doğru mu bu?
---
Sana inanmak için, insanların daima seni önce seni tanımaları gerekecek ve bu da zaman alır.
---
Sen gittiğin zaman, Simon, geceler bu kadar sessiz olmayacak ve nedenini de söyleyeyim sana: Geceleri çok sessizdin sen, uykunla sessizliği çoğaltıyordun.Tüm o geceler boyunca iki sessiz, sakin insandık biz; şimdi tek başıma sessiz olmam gerekecek, biraz zorlanarak ve etraf daha az sessiz olacak; çünkü karanlıkta yatağın içinde sık sık doğrulacağım ve bir şeylere kulak kabartacağım.O zaman çevremin çok daha az sessiz olduğunu hissedeceğim.Belki de ağlayacağım o zaman, kesinlikle senin yüzünden değil, senden hiç böyle kuruntulara kapılmamanı rica ediyorum.Hayır hayır Simon, senin yüzünden kimse ağlamayacak.Gitmişsen gitmişsindir .Hepsi bu.Senin için ağlanacağına inanıyor musun?Söz konusu bile olmaz.Hiç aklına getirme bunu.Gittiğini hisseder insan, bunun farkına varır, ama sonra?Yani özlem veya ona benzer bir şey?Senin tarzında bir insana kimse özlem duymaz.Sen özlem uyandırmıyorsun.Hiçbir kalp senin ardından titremez.Seni aklından geçirmek mi?Ah, bırak!Evet, arada sırada dalgınlıkla, sanki bir iğneyi elimden düşürür gibi anarım seni.
---
Şu dünyada yaşadığın ev bir bavuldan ibaret.Çekici bir yanı var bunun, ama acınılası bir yanı da var.
---
Ne zaman kendime ait ciddi meselelerim olacaktı?Şimdiye kadar hayatımı boşa harcadım, hayatım bana çok değersiz göründüğü için öyle olmasını istedim çünkü.Yabancı çıkarlar içinde eriyip giderdim, bunu anlatmaya bile gerek yok; çünkü kendi hedefleri olmayan kili, tabii ki başkalarının hedefleri, çıkarları ve amaçları için yaşar.
---
İnsan, coşkuyla dolu hislere kapılıyordu.Olacak şey değil gerçi, ama Tanrı'nın evi bu dünyada bir yerlerdeyse eğer, o yer Paris olmalı.
---
Eskiden beri çocuksu, yumuşak bir kalbi vardı ve harcanmış bir hayatın verdiği acı ve pişmanlığın bu kalbi paramparça etmesi kolaydı.
---
Bir varmış bir yokmuş, başka ne yapacaklarını bilmedikleri için dünyanın üzerine dökülen kar tanecikleri varmış.Bir sürüsü tarlaya uçmuş ve orada kalmış, bazıları çatılara düşmüş ve orada kalmış, yine bazı başkaları, acele içinde yürüyen insanların şapkalarına ve kapüşonlarına düşmüşler ve kalmışlar, ta ki oradan silkeleninceye kadar, tek tük birkaç tanesi, bir arabanın önüne bağlanmış duran bir atın sadık, sevimli yüzüne uçmuş ve at gözlerinin uzun kirpiklerine konmuşlar, bir kar taneciği bir pencereden içeri uçmuş, ama orada ne yaptığı anlatılmamış, her ne olmuşsa, orada kalmış.Sokağa kar yağıyor, yukarıdaki ormana da, ah ne güzeldir şimdi orman.Oraya gitmek vardı.Umarım fenerlerin yandığı akşam saatine kadar yağmaya devam eder.Bir zamanlar bir adam varmış, kapkaraymış, yıkanmak istermiş ama sabunlanacak suyu yokmuş.Derken kar yağdığını görünce sokağa çıkmış ve kar suyuyla yıkanmış ve yüzü kar gibi beyaz olmuş.Artık bununla böbürlenebilirmiş, o da böbürlenmiş.Ama adamı bir öksürük tutmuş ve başlamış öksürmeye, bütün bir yıl boyunca, bir sonraki kış gelinceye kadar öksürüp durmuş.Derken dağdan yukarı yürümüş terleyinceye kadar, bir yandan hala öksürüyormuş.Öksürük bir türlü kesilmek bilmiyormuş.O sırada küçük bir çocuk gelmiş yanına, bu bir dilenci çocuğuymuş, avucunda bir kar tanesi varmış, kar tanesi, küçük, narin bir çiçeğe benziyormuş.'Bu kar tanesini ye' demiş çocuk.Ve büyük adam kar tanesini yemiş ve öksürüğü hemen geçmiş.Derken güneş batmış ve her yer kararmış.Çocuk karda oturuyor ama üşümüyormuş.Evde dayak yemiş, nedenini kendisi de bilmiyormuş.Küçük bir çocukmuş işte ve daha hiçbir şey bilmiyormuş.Minik ayakları da üşümüyormuş, oysa ayakları çıplakmış.Çocuğun gözünde bir damla yaş parlamış, ama ağladığını anlayacak kadar akıllı değilmiş daha.Herhalde gece donmuş çocuk, ama hiçbir şey hissetmemiş, hiç hissetmemiş, bir şey hissetmek için çok küçükmüş.Tanrı görmüş çocuğu, ama aldırış etmemiş, Tanrı bir şey hissetmek için çok büyükmüş.
---
Bana gelince ben tüm insanların en işe yaramazıyım hala.Hayatımı bir ölçüde bile olsa, düzene soktuğumu gösterebilecek bir takım elbisem bile yok üstümde.Hayatta belirli bir seçim yaptığıma işaret eden hiçbir şey görmüyorsunuz bende.Hala hayatın kapısı önünde dikiliyorum, kapıyı çalıp duruyorum, pek ürkekçe tabii ve kapının sürgüsünü açmaya gelen biri var mıdiye heyecan içinde kulak kabartıp dinliyorum.Bu biraz sıkı bir sürgü ve insan dışarıda durup kapıyı çalanın bir dilenci olduğunu hissederse, o kapıya bakmak istemez.Ben sadece kulak kabartan ve bekleyen biriyim, bu konuda olgunlaştım tabii, çünkü beklerken hayal kurmayı öğrendim.Bu ikisi el ele yürür ve iyi gelir insana, üstelik bu sayede edebinizi de korursunuz.

Robert Walser
Tanner Kardeşler

29 Temmuz 2017 Cumartesi

haydut, robert walser


Uzun zamandır ölü olduğunu söyleyebiliriz.Dostları ona acıyorlar ve ona karşı bir merhamet duygusu hissettikleri için de kendilerine acıyorlardı.
---
Yani insan kötülüğünden değil, keyifsizliğinden ötürü intikam alır ve aramızda keyifsizlik çekmeyen hiç kimse yoktur.
---
Sonuçta biz müşterek gayretlerimizin  üzüm bağlarında ter döken birer ırgattan başka neyiz?
---
Kasaplara kasaplık yapmayı, fırıncılara ekmek fırınlamayı , çilingirlere kilit açmayı, hayattan tat alanlara hayatın tadını, sofulara sofuluğu ve çocuklara çocukluğu hatırlatmanın gereği var mıdır?Bu, meslek sahiplerini mesleklerinden soğutmanın ve neşeli insanların neşesini kursaklarında bırakmanın yoludur.Gençlerin dikkatini özellikle gençliklerine çekmek şart mıdır?Gerekir mi bu?Bir mizahçı bütün gün boyu hep neşeli olmak zorunda mıdır?
---
Haydutun çevresinde sümkürülen burunlardan yana bir yokluk yaşanmıyordu.Neden önünden geçtiği bunca insan, hiç üşenmeden mendilini çıkarıp sanki sümkürük sesleriyle ona, "Yazık ettin kendine" demek istercesine, uzun uzun burnunu temizliyordu?
---
"Sahili döven dalgaların ortasındaki bir kayalık gibi sevecen ve sessiz ol."
---
Haydut eline bir baktı ve şöyle dedi: "Evet, aşağılanmanın acısını çekmek iyilere düşüyor."
---
Sağlıklı insanlara aşağıdaki çağrıyı yöneltmek isterim: Şu sağlıklı kitapları okuyup durmayın yalnızca , hastalıklı diye anılan edebiyatla da daha yakından tanışın; belki de bu edebiyat ruhunuza hatırı sayılır bir gıda sağlar.Sağlıklı insanlar, deyim yerindeyse daima bazı riskleri göze almalıdırlar.Yoksa hangi kahrolası akla hizmet için sağlıklı olur ki insan?
---
Kendinize böyle katlanmayı nasıl başarıyorsunuz?
--
Okul dediğimiz şey, yaşam ruhu uğruna eğitim ruhunu terk etti.Bu eğitim ruhu, sanki bir zamanlar olduğu şey olma cesaretini gösteremiyor artık.Öğretmenler artık gerçek birer öğretmen olmaktan ziyade, hayata yakın olmak istiyorlar.Hayatın karşısına eğitsel bir yaklaşımla çıkmaya çekiniyorlar, oysa hayat bundan kazançlı çıkmış gibi görünmüyor, hatta belki kaybettiği bazı şeyler bile vardır.Okullar deyim yerindeyse hayata dalkavukluk etmeye başladılar.Peki ama, ya bu okullu dalkavukluk, hayatın umurunda bile değilse?Dalkavukluk bizi çoğu zaman olsa olsa tiksindirir.Hayat ne kadar hoş, sevimli, iyi, büyüleyici, önemli olduğunu durmadan duymak istemez.Gelgelelim okul, hayata hizmetini böyle sunuyor işte, ona neredeyse her bakımdan dehşetli bir yakınlık gösteriyor, ki muhtemelen bu da hayatın sadece hırçınlaşmasına gösterilen lütufkarlıkla onursuzlaştırıldığını hissederek bu hizmetleri geri çevirmesine neden oluyor.Hayat diyor ki: "Sizin işgüzarca yardımlarınıza ihtiyacım yok, siz kendi işinize bakın."Ve bu konuda haklı olduğunu sanıyorum: Okul kendi işine bakmalı, her bakımdan  -yani sadece- okul olmaya çalışmalı.Sonuçta hayatın son derecede kendine has bir tabiatı, ebediyen özel kalacak, asla kolayca açıklanamayacak bir kaderi var.Okulun görevi, hayatı anlamak ve onu tedrisatın içine sokmak görevi değildir.Sonuçta hayat dersini hayat veriyor zaten, hem de yeterince erken bir dönemde.Eğer okul kendi amaçlarına hizmet eder, çocukları yalnızca eğitsel bir ruhla yetiştirirse, hayat da bu çocukları çok daha ilginç bulacak ve belki onları kollarına alacak, hayatın zenginlikleriyle daha çok tanıştıracaktır.Zira hayat, okullarını bitirmiş öğrencileri bir de kendi ruhuyla eğitmek için yanıp tutuşuyor.Bu çocuklar daha okuldayken hayatın ruhuyla yetiştirilirse, daha sonra hayat onları çok can sıkıcı bulur.Şöyle der esneyerek: "Bırakın da uyuyayım.Siz benim işimi elimden aldınız.Bu çocuklar her şeyi biliyorlar zaten.Onlara ne öğreteceğim.Bunlar hayatı benden daha iyi biliyorlar." Sonra her şey yoluna girer ancak tıpkı bir rüyadaki gibi, her şey yerinde saymaktadır.Hayat yalnızca ona güvenenlere açar kendini.Okul çocuklarını hayata dair bilgilerle donatmak bir tür ödlekliktir ve bunca ihtiyati tedbirlerle fazla uzun yol alınmaz.
---
Hepsi de yaşama sanatından dem vuruyorlar karşımda; ama sahip oldukları tek şey sanat, ben değilim.

Haydut
Robert Walser