...
13 Ağustos 2023 Pazar
Örümceklerin Yuvalandığı Patika - Italo Calvino
22 Mart 2023 Çarşamba
Italo Calvino - Öyküleri Üzerine Kendi Değinilerinden - Örümceklerin Yuvalandığı Patika & İkiye Bölünen Vikont
...
Partizan öyküleriyle işe başlamam bir rastlantı değildi: O öyküler iyi gidiyordu, çünkü tehlike dolu, baştan sona hareketli, birazcık zalimce, birazcık böbürlenici, günün ruhuna uygundu, anlatının tuzu biberi olan "gerilimi" içeriyordu.Kısa bir roman da yazmıştım, 1946'da, "Örümceklerin Yuvalandığı Patika", yeni gerçekçi sertlikte ortalığı kırıp geçirmiştim, gelin görün ki eleştirmenler "masalsı" olduğumu söylemeye başladılar.Ben o oyunu üstleniyordum: Gayet iyi anlıyordum ki, marifet proletaryadan ve gündelik hayattaki şiddet olaylarından söz ederken masalsı olabilmektedir, öyle ya, şatolarla kuğulardan dem vururken masalsı olmakta hiçbir hüner yoktur.
...
Gelgelelim öykümüze, bir süredir boylu boyunca ikiye bölünmüş, parçalarının her biri kendi yolunu giden bir adam düşünüyordum.Modern bir savaştaki bir askerin öyküsü mü?Ama o her zamanki anlatımcı hiciv bin kez kullanılmıştı: Eski zaman savaşlarından biri daha uygun, Türkler, bir pala darbesi, hayır: Bir top güllesi daha iyi, böylece bir yarının yok olduğu düşünülür ve sonradan ortaya çıkar.Öyleyse top kullanan Türkler mi?Evet, Türk-Avusturya savaşları, 17. yüzyıl sonu, Prens Öjen, ama hepsi belirsiz bırakılacak, tarihsel roman beni ilgilendirmiyordu henüz.Demek ki: Adamın bir yarısı hayatta kalacak, öteki yarısı ikinci bir aşamada çıkagelecek.İkisini birbirinden nasıl ayırmalı peki?Etkileyiciliği kesin olan sistem bir yarıyı iyi, öbür yarıyı kötü yapmak, R.L. Stevensovari bir karşıtlık, Dr. Jekyll ile Mr. Hyde gibi, Master of Ballantrae'deki kardeşler gibi.Böylece öykü kusursuz bir geometri izleyen bir şemaya göre kendi kendine kuruluyordu.Eleştirmenler de hatalı bir iz sürmeye başlayabilirlerdi: Beni aslında ilgilendirenin iyilik ve kötülük sorunu olduğunu söyleyeceklerdi.Hayır, o konu beni hiç de ilgilendiriyor değildi, iyilikle kötülüğü bir an bile düşünmüş değildim.Bir ressam nasıl bir şekli belirginleştirmek için alışılagelmiş bir renk kontrastı kullanırsa, ben de beni ilgilendiren şeyi, yani ikiye bölünüşü belirginleştirmek üzere pek kullanılmış bir anlatısal kontrasta başvurmuştum.
İkiye bölünmüş, sakat kalmış, eksik, kendi kendine düşmandır çağdaş insan; Marx ona "yabancılaşmış" demişti, Freud "bastırılmış"; eskiden bir uyum durumu varmış ki yitirilmiş, yeni bir bütünlük aranmakta.Öyküye bilinçli olarak vermeyi istediğim ideolojik-ahlaksal anafikir buydu.Ama onu felsefi düzlemde işleyip derinleştirmek yerine, anlatıya her parçası diğerleriyle iyice bağlantılı bir düzenek görevini yapacak bir iskelet, lirik düş gücünün serbest çağrışımlarından kan ve can vermeyi yeğlerdim.
...
Italo Calvino - 1960 Notu
18 Mart 2023 Cumartesi
Varolmayan Şövalye - Atalarımız, İtalo Calvino
Başrahibe bana onlarınkinden ayrı bir görev vermeyi uygun buldu: Bu öyküyü yazma görevini.Ama aslında manastırdaki bütün işler aynı amaca yöneliktir, ruhun selametine, bu nedenle hepsi bir gibidir.
...
İlk ışıklar, çırılçıplak bedenlerden ağarmış bir savaş alanını aydınlatır.Akbabalar yeniden yere konarlar, şölen başlar.Ama ellerini çabuk tutmak zorundadırlar, çünkü çok geçmeden mezarcılar gelecek, kuşlardan esirgedikleri şeyi kurtlara sunacaklardır.
...
"Hedefi tutturuyorsun, ama hep rastlantı işte."
"Rastlantı mı?Hedefi daha bir kez bile şaşırmadım, rastlantı ha!"
"Yüz tane oku şaşırmadan atsan da rastlantı, hep rastlantı."
"Öyleyse ne var rastlantısal olmayan? Rastlantı olmadan başarıya kim ulaşabilir ki?"
...
"Neye güvenmek istiyorsun ki?" diye sözünü kesti Torrismondo."Armalar, rütbeler, geçitler, sanlar...Hepsi maskaralık.Soylu yiğitlerin şanlı serüvenlerinin görüntülerini ve sloganlarını taşıyan kalkanlar demirden değil, kağıttan hepsi: Parmağını bir yanından bastırsan öbür yanından çıkar."
...
"Ne savunma var, ne saldırı, hiçbir şeyin anlamı yok," dedi Torrismondo."Savaş dünya durdukça sürecek, ne kazanan olacak ne kaybeden, sonsuza değin böyle karşılıklı siperlerde çakılı kalacağız.Bir taraf olmasa öteki tarafın hiçbir varlığı kalmayacak, artık onlar da, biz de neden savaştığımızı çoktan unuttuk...Şu kurbağaları işitiyor musun?Bütün yapıp ettiklerimizde, onların vıraklamalarından, kıyıdan suya, sudan kıyıya sıçramalarından fazla anlam yok..."
"Benim için öyle değil," dedi Rambaldo, "benim gözümde , tam tersine, her şey fazla kalıplaşmış, fazla düzenli...Erdemi, yiğitliği gözlerimle görüyorum görmesine de, hepsi öyle sopsoğuk ki...Varolmayan bir şövalyenin olması, açık söyleyeyim, ürkütüyor beni...Yine de ona hayranım, yaptığı her şey öylesine kusursuz ki, varolsa bu kadar güven veremezdi insana, neredeyse -kızardı- Bradamante'yi anlıyorum...Hiç kuşkusuz, Agilulfo ordumuzun en üstün nitelikli şövalyesi..."
...
Kapıdaki nöbetçiler yüzünü göstermesini istiyorlar; yüzünü göstermeyen kimseyi içeri sokmama buyruğu almışlar, çünkü çevreyi haraca kesen korkunç bir haydut olabilirmiş.Agilulfo olmaz diyor, nöbetçilerle vuruşuyor, geçidi zorluyor, kaçıyor.
Bu kentin ötesinde çizdiğim de orman: Agilulfo ormanın her yanını dolaşıyor, sonunda korkunç haydudu bulup ininden çıkarıyor.Silahını alıyor, zincire vuruyor, alıp kendisine geçit vermek istemeyen bekçilerin önüne sürüklüyor."İşte, korktuğunuz haydudu zincire vurdum!"
"Ah, Tanrı senden razı olsun, ak şövalye!Ama söyle bize, kimsin, miğferinin siperini neden kaldırmazsın?"
"Adım yolumun sonunda" deyip kaçıyor Agilulfo.
...
Varolmayan Şövalye
Atalarımız
Çeviri: Neyyire Gül Işık
Yapı Kredi Yayınları
17 Mart 2023 Cuma
Ağaca Tüneyen Baron - Atalarımız, İtalo Calvino
Kitaplarda okuduklarımız doğru mudur, değil midir bilemem, bir zamanlar bir maymun Roma'dan yola çıkıp hiç yere inmeden ağaçtan ağaca atlayarak İspanya'ya varmış, öyle yazıyordu.Benim zamanımda yalnızca Ombrosa (gölgeli) Körfezi'ni bir ucundan ötekine kaplayan ve tepelerin doruklarına kadar yükselen vadisinin böyle sık ağaçları vardı; bölgemiz adını bu özelliğine borçluydu.
...
Kolları açık tutunamadan düştü.Doğruyu söylemek gerekirse, ağaçlarda yaşadığı sürede, bir yere tutunma niyeti ve içgüdüsü taşımadığı tek andı bu.Frakının kuyruğunun ucu alçak bir dala takılınca Cosimo yerden dört karış yukarıda, baş aşağı takılı kaldı.
...
Haylazlar şimdi, sur dipleri yemyeşiş gebreotu dallarıyla dolu Porta Capperi'ye varmışlardı.Çevredeki derme çatma evlerden anaların bağırtıları geliyordu.Bu tür çocuklara, akşamları artık eve girsinler diye seslenilmezdi, ama eve döndükleri için bağırılırdı, niye yemeğe geldiler diye, niye sağda solda ziftlenecek bir şey bulamadılar diye azarlanırlardı.Porto Capperi çevresinde, ahşap barakaların ve kulübelerin , yan yatmış arabaların, çadırların için Ombrosa'nın en yoksul insanları yığılmıştı; uzak ülkelerden toplanıp gelen, bütün ülkelere yayılan kıtlık ve sefaletin kovaladığı bu ahali öylesine fukaraydı ki kasabanın uzağına, kentin surlarının dışına atılmıştı.Günbatımıydı, saçları taranmamış, emzikte bebeleri olan kadınlar tüten ocaklarını yelliyorlardı, serin bir yere yayılan dilenciler sargılarını açıyorlardı, kimi de kesik kesik çığlıklar koyuvererek barbut atıyordu.Kafadar meyve hırsızları, şimdi bu kızartma dumanına ve ağız dalaşına katılıyorlardı, analarından okkalı birer tokat yiyorlar, birbirleriyle dalaşarak tozun toprağın içinde yuvarlanıyorlardı.Hırpani giysileri şimdiden bütün öbür partalların rengini almış, bu insan atığı tarafından avlanan kuşlarınkini andırır neşelerinin tadı tuzu kaçmıştı.Dörtnala gelen sarışın küçük kız ve ağaçtan ağaca geçen Cosimo göründüğünden de, ürkek gözleriyle ancak şöyle bir bakıp geri çekildiler, tozun toprağın, ocaklardan yükselen dumanın arasında kaybolmaya çalıştılar, sanki iki çocuk ile onlar arasında aniden bir duvar örülmüştü.
...
...öyle bir bağ kurulsun istiyordu ki, onu her yaprağa, her kıymığa, her tüye, her kanat çırpışına bağlasın.Avcının, yaşayan her şeye karşı duyduğu ve namlusunu yöneltmekten başka türlü belirtemediği aşkına benziyordu bu; henüz bu aşkı tanımayan Cosimo, ancak incelemelerini sürdürerek bu eksikliği dışa vuruyordu.
...
"Muhterem pederim, beyefendi, her yerde beyefendidir, yerde de ağaç tepesinde de değişmez bu," diye cevap verdi Cosimo ve hemen ekledi, "doğruluktan ayrılmadığı sürece."
...
"İsyan ölçüye gelmez, birkaç karışlık yolculuğun bile geri dönüşü olmayabilir."
...
O zamanlar kışlar hafif geçerdi, Napoleon'un ta Rusya'dan peşinden getirdiği söylenen şimdiki soğuklar henüz yoktu.Yine de kış gecelerini açıkta geçirmek zorlu olsa gerekti.
...
Bir eve, bir asi yeter.
...
Enea Silvio Carrega'nın huyunu husunu anlamak, Cosimo'nun yalnızlığı seven insanlar konusunda epey fikir sahibi olmasına yaradı ve bu öğrendiklerinden ömrü boyunca yararlandı.Diyeceğim o ki, yazgısını diğer insanlarınkinden ayıranların başına neler geldiğini ona hep hatırlatan bir ders olarak, Şövalye Avukat'ın şaşkın görünüşünü hep yanı başında gezdirdi ve ona asla benzememeyi başardı.
...
"Gian dei Brughi! Gian Dei Brughi!Peki ama bütün bu suçları o mu işliyor?"
"Hadi canım, o kadar çok suçla itham ediliyor ki, on tanesinden sıyırsa on birincisi asılmasına yeter!"
...
Hapishane deniz kıyısında bir kuleydi.Hemen yanı başında bir fıstıkçamı korusu vardı.Bu fıstıkçamlarından birinin tepesinden, Cosimo, Gian dei Brughi'nin neredeyse hücre penceresinin hizasına geliyor ve demir parmaklıkların arkasından yüzünü görüyordu.
Haydutun ne sorgulamaya ne de mahkemeye aldırdığı vardı; nasıl olsa sonunda asılacaktı; ama onun asıl derdi hapiste kitap okuyamadan boş boş geçirdiği günlerdi ve aklı yarım kalan romanındaydı.Cosimo, Clarisse'ten bir nüsha daha bulabildi ve çam ağacının tepesine gitti.
"Nerede kalmıştın?"
"Clarisse'in randevuevinden kaçtığı yerde!"
Cosimo bir süre kitabı karıştırdı, sonra, "Hah, işte tamam.Hadi bakalım," dedi ve yüzü, haydutun ellerinin sımsıkı yapıştığı parmaklıklara dönük, yüksek sesle okumaya başladı.
Soruşturma uzun sürdü; haydut kırbaçlanmaya dayanıyordu; sayısız cinayetini itiraf ettirmek için günler, günler gerekiyordu.Her gün, sorgudan önce ve sonra Cosimo okuyor, o da dinliyordu.Clarisse bitince onun kederlendiğini hisseden Cosimo, böyle dört duvar arasına mahkum birisi için Richardson'ın biraz iç karartıcı olduğunu düşündü; hareketli olaylar dizisiyle ona özgürlükten yoksun kalışını azıcık unutturur diye Fielding'in bir romanını okumaya karar verdi.Mahkeme sürerken Gian dei Brughi'nin kafasında Jonathan Wild'ın başından geçenlerden başka şey yoktu.
Roman bitmeden idam günü geldi çattı.Gian dei Brughi, bir at arabasında, papaz eşliğinde hayatının son yolculuğuna çıktı.Ombrosa'da idam mahkumları meydanın ortasındaki büyük meşe ağacına asılırdı.İnsanlar çevresinde halka olurdu.
İlmek boynuna geçirildiğinde Gian dei Brughi dallardan gelen bir ıslık sesi duydu.Başını kaldırdı.Cosimo kitabı kapatmış, oradaydı.
"Sonunu söylesene," dedi mahkum.
"Bunu sana söylemek çok üzücü Gian," diye cevap verdi Cosimo, "Jonathan'ın sonu ipte bitiyor."
"Sağ ol.Benim sonum da öyle!Hoşça kal! diyerek kendi taburesini itti ve ipte boğulup kaldı.
Kalabalık, onun gövdesinin titremeleri kesilince çekti gitti.Cosimo, akşam çökene kadar, adamın asılı olduğu dalın üstünde ata biner gibi oturmuş bekledi.Ölünün gözlerini ya da burnunu gagalamak için ne zaman bir karga yanaşsa, kalpağını sallayarak kuşu uzaklaştırdı.
...
Rahip, hayatının geri kalanını hapishaneyle manastır arasında sürekli tövbe ederek geçirdi; neye inanacağını bilmese de, sonuna dek kesinlikle inanmaya çalışarak iman etmeye adanmış ömrünün sonunda, ölmeden önce neye inandığını hâlâ bilmiş değildi.
...
Uzun lafın kısası, bu ağaç sevgisi, bütün gerçek sevgilerde olduğu gibi, amansız ve sancılı da olsa, büyütmek ve şekillendirmek adına yaralamayı ve kesip atmayı öğretti ona.Elbette, budarken ve ayıklarken yalnızca mal sahibinin çıkarını değil, yayanın yürüyeceği yolları en elverişli hale getirmeye çalışarak kendi çıkarını da gözetiyordu; dolayısıyla iki ağaç arasında köprü oluşturan dallara dokunmamaya özen gösterirdi, hatta diğer dalların temizlenmesinden bunlar güç kazanırdı,Böylece, Ombrosa'nın zaten pek uysal bulduğu bitki örtüsünü, sanatının katkılarıyla kendisi için daha elverişli hale getiriyor, gelecekte hem doğaya, hem kendisine dost kazandırıyordu.Bu çalışmasının meyvelerini daha ileriki yaşlarda topladı, ağaçların biçimi o zamanlarda azalan gücünün yardımına yetişti.Sonra yol yordam bilmeyen, öngörüsüz bir açgözlülüğe sahip, başta kendisi olmak üzere hiçbir şeyle barışık olmayan kuşakların gelmesi her şeyi değiştirmeye yetti, artık hiçbir Cosimo ağaçlarda boy gösteremezdi.
...
Bir ağaçtan diğerine geçerek, Cosimo da cenazeyi izledi, ama mezarlığa girmeyi başaramadı, çünkü servilerin dalları öylesine sıktı ki, üzerlerine çıkmak mümkün değildi.Cosimo, defnedilme sırasında duvarın tepesinde hazır bulundu ve bizler tabutun üstüne birer avuç toprak atarken, o da yapraklı küçük bir dal fırlattı.Ben, hepimizin, tıpku ağaçların üstünde yaşayan Cosimo kadar, babama hep uzak olduğumuzu düşünüyordum.
...
Nekahet döneminde, ceviz ağacının üstünde hareket edemeden yatarken daha ciddi çalışmalara verdi kendini.O sırada, Ağaçların Üstünde Kurulacak İdeal Bir Devlet İçin Anayasa Taslağı'nı yazmaya başladı; dürüst insanların yaşadığı düşsel Ağaçlık Cumhuriyeti'ni anlatıyordu burada.Yasalar ve hükümetle ilgili bir inceleme olarak yazmaya başlamıştı, ama yazdıkça, çetrefil hikayeler uydurma eğilimi üstün geldi ve sonucunda serüvenler, düellolar ve aile hukukuyla ilgili bölüme eklenen açık saçık fıkralarla arapsaçına dönmüş bir şey çıktı ortaya.Kitabın sonu şöyle olacaktı: Yazar, ağaçların üstünde kusursuz Devlet'i kurduktan ve bütün insanlığı mutlu bir hayat sürmek için ağaçlarrın tepesinde yaşamaya ikna ettikten sonra, kendisi ıpıssız kalan yeryüzünde yaşamak için yere iniyordu.İnecekti, ama kitap yarım kaldı.Özetini, gösterişsiz bir ifadeyle, Ansiklopedi okuyucusu Cosimo Rondo diye imzalayarak Diderot'ya gönderdi.Diderot da ona, teşekkürlerini belirten bir pusulayla karşılık verdi.
...
Güneşli bir gündü.Cosimo ağaçta, elinde bir çanak, sabundan köpükleri pencereden içeri, hastanın yatağına doğru üflüyordu.Annemiz, gökkuşağı renklerinin uçuşup odaya dolduğunu görüyor ve çocukluğumuzda çok boş, çocuksu bulduğu eğlencelerimizi hep kınadığı zamankini andırır sesiyle: "Ne oyunu oynuyorsunuz bakalım!" diyordu.Ama, belki de ilk kez, bizim oynadığımız bir oyun hoşuna gitmişti.Sabun köpükleri yüzüne kadar geliyor, o da üfleyerek balonları patlatıyor ve gülüyordu.Dudaklarının üstüne bir köpük kondu ve öylece kaldı.Yatağa eğildik.Cosimo elindeki çanağı düşürdü.Annemiz ölmüştü.
...
Hepsi iyiydi, güzeldi, fakat o döneme ilişkin benim izlenimim, ağabeyimin bunları yalnızca delirdiğinden değil, biraz da ahmaklaştığından yaptığıydı, işte bu işin dayanılmaz ve acı kısmıydı, çünkü sonuçta iyi ya da kötü, delilik doğanın dayattığı bir şeydir., oysa avanaklık doğanın güçsüzlüğüdür, karşılığı yoktur.
...
Kıscası, Fransız Devrimi'nin yapılma sebeplerinin hepsi bizde de mevcuttu.Ne var ki, burası Fransa değildi, haliyle Devrim de olması.Bizim memlekette her zaman sebepler vardır, ama sonuçları gelmez arkasından.
...
Ağaca Tüneyen Baron
Çeviri: Filiz Özdem
Atalarımız
İkiye Bölünen Vikont - Atalarımız, İtalo Calvino
..."Peki kargalar, akbabalar, öbür yırtıcı kuşlar nereye gittiler?"diye sordu.Yüzü sararmıştı, ama gözleri ışıyordu.
Emir eri, esmer, bıyıklı, gözlerini yerden kaldırmayan bir askerdi.
"Vebadan ölenleri yiye yiye onlar da vebaya yakalandılar," dedi, mızrağıyla karaçalıları göstererek.Daha dikkatle bakınca, bunların çalı olmayıp yırtıcı kuşların tüyleri ya da kurumuş bacakları olduğu anlaşılıyordu.
"Kuşun mu, yoksa insanın mı daha önce öldüğü, hangisinin karnını doyurmak için ötekinin üstüne atladığı bilinmiyor" dedi Curzio.
...
"Birçok yiğidin dün deşilen iç organları henüz yerde, ama kendileri gökyüzünde," diye bir belirleme yaptı Curzio, sonra da ıstavroz çıkardı.
...
O sırada benim en mutlu dönemimdi, hep Doktor Trelawney ile birlikte ormana gidip taşlaşmış deniz kabuklusu arardık.Doktor Trelawney İngilizce.Batan bir gemiden, güvertedeki bir fıçıya tutunarak kurtulup kıyılarımıza ulaşmıştı.Ömrü boyunca gemilerde doktorluk yapmış, aralarında Kaptan Cook'unkiler de bulunan uzun ve tehlikeli yolculuklara katılmış, güverte altında pişti oynadığından dünyanın hiçbir yerini görememişti.
...