herman melville etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
herman melville etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2024 Salı

İsrael Potter - Sürgünde Elli Yıl - Herman Melville


...

Housatonic Nehri, yamaçlardan yansıyan gün ışığında yıkanan göz alıcı çayırlar arasından, sudan labirenti içinde kıvrım kıvrım yoluna devam eder.Bu mevsimde etrafınızdaki her şeyin güzelliği, yolun yalnızlığını doldurur.Bu civarı bundan daha kalabalık halde göremezdiniz.Tüm duyulaınızla bu güzelliği kana kana içerken, canınız doğadan başka yoldaş arzulamaz.

...

Ormanda bir inziva, insanlardan kaçan bir dar kafalının sığınağıdır; okyanusun üzerinde bir hamak ise dara düşmüş bir cömert yüreklinin barınağı.Okyanus doğanın hüzün ve trajedisiyle dolup taşar; dehşetin o engin sularında insanın kendi kederi, bir zerre gibi yitip gider.

...

Gelgelelim, güvercin nezaketinden nasibini fazlasıyla almış olan Israel, yılanın bilgeliğinden de yoksun değildir.*

*İncil, Matta 10:16: "İşte, sizi koyunlar gibi kurtların arasına gönderiyorum.Yılan gibi zeki, güvercin gibi saf olsun."

...

Amerika'nın yabani topraklarında yaşayan hiçbir vahşi hayvan bir ateş gördüğünde, kaçak Israel'in o dönemde bir kızıl ceketli karşısında duyduğu kadar büyük bir korkuya kapılamazdı.

...

Sefalet, ister masumiyetten kaynaklansın isterse suçtan, neden olduğu en kötü sonuç istisnasız bütün insanlara güvensizlik duymaktır.Hiç şüphe duymamak kimi zaman insana akılsızlıktan daha fazla zarar verir gerçi ama çok fazla şüphe de kıt akıl kadar kötüdür.

...

Küçük kitapçığı rastgele açan Israel'in karşısına şu paragraf çıktı: yüksek sesle okudu:

"O halde daha iyi günleri dilemek ve umut etmek ne anlama gelir?Eğer harekete geçersek içinde bulunduğumuz zamanı daha iyi hale getirebiliriz.Çalışkanlık, dileklere bel bağlamaz, oysa umutla yaşayan açlıktan ölür, der Yoksul Richard.Acıya katlanmadan hiçbir şey elde edilmez.Öyleyse kollarıma kuvvet, çünkü benim toprağım yok, der Yoksul Richard."

'Hay başlarım böyle bilgeliğe!Benim gibi bir adama bilgelikten bahsedeceğine hakaret et daha iyi.Bilgeliğin bini bir para, pahalı olan servet.Yoksul Richard'da bu yazmıyor, ama yazmalıydı' diye bitirdi Israel, kitapçığı birden yere çalarak.

...

Böyle işe daldıkları sırada aniden, sanki güneş tutulmuşçasına, bir gölgenin hızla güverteyi kapladığı görüldü; tahtaların birleşim yeri gibi keskin bir çizgi üzerinden ilerliyordu.Önüne çıkan çıkan her şeyi kendine katıyordu.Juan Fernandez'i andıran Ailsa Kayası^nın muazzam gölgesiydi bu.Ranger, Grampianların bu denizaltı kolunun yüce zirvesini çepeçevre saran ve eteklerine kadar sokulan derin sulardaydı.

Çevresinin uzunluğu bir milden fazla olan kaya, bin fitin üzerinde yükseklikte, Ayrshire kıyısının 8 mil açığındadır.Öksüz bir çocuk kadar yalnız, Keops gibi kibirli konisi, orada öylece yükselir.Gelgelelim mağrur zirvesi, Gath Devi'nin delik deşik beyni gibi, viran bir kale ile taçlandırılmıştır.Havai bir sis, avare hayaletler gibi kalenin kemerleri altından bir girip bir çıkarak anaorlar yaratmakta, saltanatını yitirmiş de olsa yüce fikirlerden başkasıyla iştigal etmeyen  harap bir dehanın ruhunu sıkıştırmaktadır.

...

Adamlar bütün gece fırınların ağzında oturup ateşi besliyorlardı.Kapkara bir duman -çektikleri çilenin dumanı- bacalardan yükseliyordu.

...

Fakat gerek olayların şiddeti gerekse kahramanın yalnızlığı başından geçen bu deneyimleri fazlasıyla kasvetli kılıyor.En iyisi bunlardan uzun uzadıya bahsetmemek.Zira umudun yokluğunda çekilen derin acı mazlum için ne derece dayanılmaz ise, bu acının tasviri de, ona denk bir avuntunun yokluğunda, dinleyenler açısından bir o kadar katlanılmaz olacaktır.En karamsar ve doğru sözlü tiyatro yazarı bile, alt sınıftan, alelade kişilerin başlarından geçen badireleri, ne kadar olağandışı olursa olsun, pek nadir konu edinir; hele de bir garibanınkileri, hiç.Bilir ki, içinde kralın uzandığı, mateme bürünmüş saraya binlerce meraklı akın edecektir, oysa içinde bir dilencinin kuru bir tahta üstüne uzanmış cesedinin pişmiş kelle gibi sırıttığı gecekondu pek az kişiyi cezbeder.

...

Doğduğu köyün dağlarındaki en yaşlı meşenin devrildiği gün öldü.

...

Herman Melville
Israel Potter
Sürgünde Elli Yıl
Çeviren: Ayşe Deniz Temiz
İletişim Yayınları

23 Ocak 2024 Salı

İshmael Olmak: Redburn'den Moby Dick'e - M. Barış Gümüşbağ


ISHMAEL OLMAK: REDBURN'DEN MOBY DICK'E


Redburn üzerine söylenebilecek başka şeyler de olmasına rağmen bu yazının bir tür beyaz balina avına dönmeden sonlanması gerekiyor. Ne var ki, Redburn'ün Moby-Dick ile bağını kurmadan bırakmak da kesinlikle eksik kalacaktır, zira Redburn'ün önemli bir yönünün Moby-Dick'in kahramanı (ya da anti-kahramanı) Ahab ile anlaticisi Ishmael karakterlerinin taslaklarını barındırması olduğu konusunda Melville eleştirmenleri arasında yaygın bir görüş birliği vardır; öyle ki, R. W. B. Lewis çok haklı olarak,“Moby-Dick, Redburn'ün bıraktığı yerden başlar” der.

Öncelikle daha belirgin benzerliklerden başlayacak olursak, Ahab'la çeşitli yönlerden ortak noktaları bulunan Jackson'a dönmek gerekir.Geminin kaptanlarından biri olmasa da, denizcilik yeteneklerinin sağladığı itibarın yanı sıra denizciler üzerinde nedeni anlaşılmaz bir psikolojik üstünlük kurmuş ve zorbaca davranışlarıyla diğer denizcileri sindirmiş olan Jackson neredeyse gemideki gerçek otoritedir. Bu açıdan bakıldığında, Ahab Jackson'ın çok daha gelişkin ve kudretli bir hali olacaktır. 22.bölümün sonunda Redburn, Jackson'ı “esrarlı bir lanetle damgalanmış ve yakınında atan her yüreği çürütüp katılaştırmayı iş edinmiş, yüzer bir Kabil” olarak tanımlarken, doğrudan Kabil olarak adlandırılmasa da, Tanrı'nın Kabil'i işaretlediği gibi Ahab'ın yüzü de “ulu bir ağacın dimdik gövdesini yukarıdan aşağı diklemesine yaran bir yıldırım izine” benzer bir izle işaretlenmiştir.Bu izler Jackson'ı ve Ahab'ı diğerlerinden ayıran, farklarını imleyen ve yalıtan nişanelerdir. Jackson ile Ahab'ın herhalde en büyük benzerlikleri, tüm dünyaya karşı duydukları nefret ve bu nefretin kendilerini zehirlemesidir.12. bölümde Redburn Jackson için, “Dünyadaki her şeye ve herkese karşı nefret ve kin dolu gibiydi; sanki tüm dünya tek bir kişiydi ve ona, içini kemiren ve çürüten korkunç bir kötülük yapmıştı” derken, Ahab'ın nefret vekininin nesnesi hakkında Ishmael şunları söyleyecektir: "Ahab için,yeryüzündeki tüm kötü güçler, ete kemiğe bürünmüştü Beyaz Balina'da.Bu kötü güçler sanki Ahab'ı kemirdikçe kemirmiş, yüreğinin ve ciğerinin yarısını yemiş bitirmişti," İki karakterin bir diğer ortak noktası da Redburn'ün Jackson'a, Ishmael'in Ahab'a karşı duyduğu sempatidir.Redburn, “Jackson'dan neredeyse nefret ettiğim anlar olsa da, ona acıdığım kadar kimseye acımıyordum” derken, Ishmael ise “yabanıl ve gizemli bir yakınlık duyuyordum Ahab'a," diyecektir. İki anlatıcının da bu kötücül karakterlere karşı duyduğu tuhaf sempatinin altında ise tüm bu karakterlerin yaratıcısı Melville'in bu karakterler hakkındaki bölünmüş duyguları yatar ki, bu karakterleri Redburn'den Moby Dick'e taşırken bir ölçüde dönüştürerek yeni bir denge kuracaktır. Ancak Redburn'den Moby Dick'e, Jackson'dan Ahab'a nasıl geçildiğini anlamak için Redburn'ün nasıl Ishmael haline geldiğini hatırlamak gerekir.

Jackson'ın kendisine karşı duyduğu düşmanlık sonucu kendisini gemide “tek bir dostu ya da yoldaşı olmayan bir tür Ishmael durumunda” bulduğunu söyleyen Redburn, bunun yarattığı olumsuz duyguların kendisini zehirlemesinden korktuğundan ve “bir iblise, Jackson gibi bir şeye”dönüşmemek için dua ettiğinden söz eder. Redburn'ün korkusunun altında yatan sey, alttan alta hepsinin aynı kabileye mensup olduğunu hissetmesidir: Redburn yola çıktığı gün tünediği yerden düşen ve Redburn'ün bir gün ayağa dikmeye söz verdiği, camdan geminin gemi başıfigürü, bir anlamda ailenin gemi başı figürü olan baba,Kabil, Jackson, Ishmael, Redburn, hepsi de yaralı, düşmüş ve kovulmuş karakterlerdir. Bu açıdan Ahab'in beyaz balinada cisimleştiğine inandığı kötülüğe karşı, tüm bu yaralı karakterler adına da savaşacağını söyleyebiliriz.

Jackson'a dönüşmekten kurtulan Redburn Ahab'ın gemisine onun hikâyesini anlatacak Ishmael olarak binse de, Redburn'ün bir yönünün Ahab'da yaşamaya devam ettiğini unutmamamız gerekir. Peki Redburn'ün Ishmael'e dönüşmeden önceki hali ile Ahab arasındaki ortaklık nedir? Ahab'ın beyaz balinaya karşı öç alma arzusunu bileyen asıl neden, Ahab'ın beyaz balinanin anlamını çözme saplantısıdır. Beyaz balinayı parçalanıp arkasındaki akla ulaşılması gereken, “mukavvadan bir maske” gibi gören Ahab, “anlaşılmaz bir kötülük görüyorum onda.İşte bu anlaşılmaz şeyden nefret ediyorum asıl,” derken gösterenin ardında yatan gösterilene bir kez ve nihai olarak ulaşmayı, ikisinin arasındaki açıklığı sonsuza kadar kapatarak, mutlak ve değişmez bir anlama ulaşmayı arzular. İşte bu nedenle Ahab, Jackson'ın olduğu kadar, romanın hemen başında, benzer biçimde görünenin ardında yatan altınlara, yani mutlak değer ve anlamın ışıltılı simgesine ulaşmak için “sık sık çılgınca bir arzu" duyan Redburn'ün de bir türevidir. Redburn gerek Jackson ile karşılaşması gerekse özellikle seyahat rehberiyle yaşadığı deneyim sonucunda kendisini Ahab'a dönüşmeden Ishmael konumunda bulur.

Melville'in Ahab ve Ishmael'e karşı duyguları hakkında söylenebilecek şey ise, Melville'in sınıfsal ve kültürel konumu itibarıyla ne tek başına Ahab ne de yalnızca Ishmael olduğu, ama aynı anda her ikisinden de bir şeyler barındırdığıdır.' Ahab Melville'in bir yandan olmak için özlem duyduğu (örneğin edebiyat piyasası karşısında) ama bir yandan da iki arada bir derede sınıfsal konumu nedeniyle hiçbir zaman olamayacağı kişidir.Hayatının en azından bir bölümünde toplumun en dibinde yer alanlarla yolu kesişmiş olmasına ve aynen Redburn'de olduğu gibi kalemini kimi zaman bu toplumsal sınıfların uğradığı haksızlıklara, maruz kaldıkları sömürüye, hayat mücadelesine tanık olmak üzere kullanmış olsa da, Melville en azından kültürel anlamda bir seçkindir.Melville'in neredeyse tüm eserlerinde ele aldığı dünya hali ve sorunlarına daha çok felsefi bir perspektiften bakmasının altında da sanırım bu yatar. Bir sanatçı olması, Melvile'e Ahab ve benzerlerine tanınmamış bir ayrıcalığı, öfke duyulan dünyayı hayal gücü yoluyla yeniden kurma firsatını tanır. Bu açıdan belki de Melville'i kendisinin çağdaşı olan bir başka büyük romancıya, Gustave Flaubert'e benzetebiliriz: bir yandan burjuva dünyasının aptallaştırıcı ve köleleştirici sıradanlığına başkaldırıp “Madam Bovary benim” derken, diğer yandan da eleştiri oklarını Emma'yı yıkıma götüren piyasa işi, popüler bir romantizme yönelten; böylece, gerçek hayatta çözülememiş bir çelişki ve çatışmayı bir temsile dönüştürerek aşmaya çalışan sanatçının çıkmazını Melville de benzer biçimlerde yaşamiştir.Flaubert gibi açıkça söylememiş olsa da, aslında Melville'in de rahatlıkla “Kaptan Ahab benim” demiş olabileceğini hayal edebiliriz.Redburn de oraya doğru yolculukta önemli bir kilometre taşıdır.

M.Barış Gümüşbaş
Orhaniye-Marmaris, 2019

21 Ocak 2024 Pazar

Redburn (İlk Seferi) - Herman Melville

...

"Bak ne kocaman gözleri var," diye fısıldamıştı teyzem, "çünkü çölde açlıktan ölmek üzereyken bir anda gözüne üzerinde olgun meyveleriyle bir hurma ağacı iliştiğinde, gözleri böyle büyümüş kalmış."

Bunun üzerine, gözlerinin gerçekten alışılmadık derecede büyük olduğunu ve kafasından aynen bir ıstakozun gözleri gibi fırladığını düşünene kadar adama uzun uzun bakmıştım.Eminim bakarken benim gözlerim de büyümüş olmalıydı.Kilise dağıldığından teyzemden beni yanına alarak gezgini evine kadar takip etmemizi istemiştim.Ama teyzem bunu yapacak olursak polislerin bizi yakalayacağını söylemişti; böylece bu muhteşem Arabistan gezginini bir daha hiç görmedim.Ama adam uzun süre aklımdan çıkmamış ve birkaç kez rüyalarıma girdiğinde, adamın gözlerinin daha da büyüdüğünü ve yuvarlaklaştığını sanmış ve bir keresinde de rüyamda bir hurma ağacı görmüştüm.

...

Evet, denize çıkacaktım; yardımsever amcalarım, teyzelerim ve şefkatli koruyucularımla bağımı kesecek, kendi evimdekiler dışında geride buruk kalpler bırakmayacak ve kendi göğsümde ağrıyandan başkasını da yanıma almayacaktım.O zamanlar dünya bana aralık ayı kadar soğuk, ayaz ve karanlık rüzgarları kadar dondurucu ve kasvetli görünüyordu.Hayal kırıklığına uğramış bir oğlan kadar insanlardan nefret eden kimse yoktur; sıkıntıların sıcakkanlı ruhumu paçavraya çevirmesi sonucunda ben de öyle olmuştum..Ama böyle düşünceler şimdi bile yeterince kederli, zira tamamen uzaklaşmış değiller ve okurun da yeterince canını sıkıyor olmalılar; öyleyse keseyim ve kendi hikayemle devam edeyim.

...

Kendime iyi bakmam için beni defalarca uyardı ve ben de öyle yapacağıma dair ağırbaşlılıkla söz verdim; eğer kendisi yapmazsa başka kimsenin yapmayacağını anladığında, hangi yersiz yurtsuz kendine iyi bakmayacağına söz vermez ki...

...

Her pazar öğleden sonraları kiliseden dönerken yürümeyi alışkanlık edindiğim, köyümüzün mezarlığının güneşli güney tarafını çeviren hoş çalı çitin altında gömülmenin nasıl daha iyi ve güzel olması gerektiğini düşündüm ve şu anda neredeyse orada olmayı istedim; evet, kilise mezarlığında ölü ve gömülü.Gözlerim ikide bir yaşlarla doluyordu ve hıçkıra hıçkıra ağlamamak için nefesimi tutuyordum; böyle hissetmemem elimde değildi ve kuşkusuz dünyada hangi oğlan çocuğu olsa benim o zamanlar hissettiğim gibi hissederdi.

...

O zamanlar hayatımı kazanmak için çalışmayı hiç düşünmez, dünyada taş yürekler olduğunu hiç bilmezdim ve para hakkında o kadar az şey bilirdim ki bir parça şeker alıp altı sent verdiğimde şekerlemecinin beş sent geri vermesinin nedeninin, verdiği sentler paramın üstü olduğu için değil sadece başka bir şey alabilmem için olduğunu, bu nedenle de paranın benim param olduğunu düşünürdüm.Artık para hakkında fikrim ne kadar farklı !

...

Ve bir keresinde kilisede denizciler namına verilen, vaizin onları sürüden ayrılmış kuzular olarak tanımladığı ve onları zavallı kayıp çocuklara, ormandaki bebeklere, anasız babasız öksüzlere benzettiği bir vaazı hatırladım.

...

Şaşı gözüyle bir bakışı bir yumruk kadar etkiliydi, çünkü hayatımda gördüğüm, bir insan kafasına yerleştirilmiş en derin, sinsi ve şeytani bakışlı gözdü.İnanıyorum ki o göz, işin doğrusu, bir kurdun ya da açlıktan ölmekte olan bir kaplanın gözü olmalıydı; her halükarda hiçbir göz doktorunun bunun yarısı kadar soğuk, yılansı ve ölümcül bir cam göz yapamayacağına bahse girerdim.

...

Jackson biraz daha sakinleşti ve incelemesini tamamladıktan sonra ilk adamın daha kıdemli bir denizci olduğunu, çünkü onun dişlerinin ucunun daha düzleşmiş ve aşınmış olduğunu ve bunun nedeninin de kuru peksimet yemek olduğunu ve bir denizcinin yaşını bir atın yaşı gibi söyleyebilmesinin nedeninin de bu olduğunu söyledi.

...

*Tekvin'e göre İbrahim'in cariyesi Hacer'den olan oğlu.İsmail'in dikbaşlılığı nedeniyle İbrahim, Hacer ile İsmail'i kovar.Toplum dışına itilen İsmail, bir süre çöllerde dolaşır.Melville daha sonra Moby Dick'in anlatıcısını İsmail (İshmael) olarak adlandıracaktır.

...

Eğer hayatınızda bir gemi gördüyseniz, orada nasıl bir halat ormanı olduğu ve hepsinin de arapsaçı gibi birbirine dolandığı dikkatinizi çekmiş olmalı.Şimdi, bu iplerin en ufağının bile kendi özel ismi olup, bu isimlerin çoğu da, genç kraliyet prenslerinin adları gibi çok uzundur; sancak-grandi, babafingo-borina halatı ya da iskele-pruva, gabya yelkeni-istinga halatı.

...

Max çok fırça atar, hata bulur ve sık sık kusurlarımı eleştirirdi; ama bu konuda yalnız değildi, çünkü herkesin benim mutsuzluğumda bir parmağı ya da başparmağı ve bazen de her iki eli vardı.

...

*"Erkek Kızılgerdanın Ölümü" olarak bilinen bir İngiliz çocuk şarkısı, kuşun öldürülmesini ve cenazesini anlatır.Her hayvana törende bir görev verilirken, çanı çalma görevi boğaya verilir.

...

Daha sonra gülmeye çalıştıysa da yalnızca tekrar öksürdü."Zavallı heriflere gülme," dedi Max, ciddi bir edayla; "oradaki cesetler görüyor musun, onların ruhları Ümit Burnundan daha uzakta."

...

Ancak adamın üzerine kötülükten çok keder sinmiş gibiydi ve sanki kötülüğü de kederinden kaynaklanıyordu; tüm çirkinliğine rağmen gözlerinde anlatılması imkansız biçimde acıklı ve dokunaklı bir şey vardı ve Jackson'dan neredeyse nefret ettiğim anlar olsa da, ona acıdığım kadar kimseye acımıyordum.

...

Ayrıca sallanma ve yalpalanma gemiye yalnızca hoş bir canlılık verir; öyle ki, denize açılmış bir geminin tepesinde olmak ile limandaki geminin tepesinde olmak arasındaki fark gerçek, canlı bir ata binmekle tahta bir ata binmek arasındaki farkla neredeyse aynıdır.Ve canlı at sizi tepesinden atacak olsa da, bu diğer at üzerinden utanç verici bir düşüşten daha çok tatmin edici olacaktır.

...

Yalnızca swipes'tan nefret ettiğimi biliyorum.Tadına gelince, ancak adına layık olduğunu söyleyebilirim ki, adı kuşkusuz iğrenç bir şeyi belirtir.(Swipe sözcüğünün günlük kullanımda "çalmak, aşırmak, yürütmek.) Ama Liverpool çevresinde yoksullar bunu bol miktarlarda tüketirler, ki muhtemelen yoksulluklarının nedeni bir ölçüde budur.

...

Dünyadaki tüm limanlar arasında Liverpool belki de her türden dolandırıcının, kara sıçanı üçkağıtçının ve bahtsız denizcileri avlayan diğer haşaratın en bol bulunduğu yerdir.Pansiyoncular, meyhaneciler, tuhafiyeciler, madrabaz simsarlar, pansiyon avaresi suretinde denizcilere dadanan dümenciler onları parça parça yutarken, kara sıçanları ve fareler de para keselerini kemirirler.

...

"Mersey ırmağının, uzun uzun dolaştıktan sonra ovada,
Tüm haracını döktüğü yerde etrafını saran deryaya,
Bir grup balıkçı seçmiş mütevazı barınaklarını;
Gözü tok emekleri kutsar güzel sığınıklarını,
Zorluğa alışkın, sabırlı, sert ve cesurlar,
Aslanın ağzındaki yiyecek için dalgalarla boğuşurlar:
Derme çatma sahil boyunca dizilmiş kulübeleri,
Ağlar ve küçük kayıkları tek servetleri."


...

Bu düşüncede beni hüzünlendiren bir şey vardı; zira bir zamanlar kendi ebeveynimin bile hiç aklına gelmediysem, ahirette halim nice olurdu?Zavallı, zavallı Wellingborough! dedim kendi kendime, zavallı çocuk!Gerçekten de dostsuz ve kimsesizsin.Burada, yabancı bir kentte bir yabancı olarak geziniyorsun ve babanın senden önce burada olduğu düşüncesi bile o zamanlar onun seni tanımadığı, seninle zerre kadar ilgilenmediği fikriyle birlikte geliyor.

...

İnsanın başına gelip de pazarlanabilir olmayan hiçbir bela yoktur sanki.Cenazeciler, zangoçlar, mezar kazıcılar, cenaze arabası sürücüleri hayatlarını ölülerden kazanırlar be en çok da salgın hastalık zamanlarında zenginleşirler.Ve bu sefil yaşlı adamlar ve kadınlar kilise mezarlığına kendilerinin gitmesini engellemek için ceset arıyorlardı; zira açklıktan kıvrananlar arasında en biçare olanlar onlardı.

...

Ah ! İnançlarımız nelerdir ve nasıl kurtarılmayı umut ediyoruz?Ey İncil, bana Lazarus'un hikayesini yeniden anlat ki, yoksullar ve kimsesizler için yüreğimde teselli bulabileyim.Bizler hemcinslerimizin sıkıntıları ve dertleri ile kuşatılmış, ama yine de onların acılarını dikkate almaksızın kendi zevklerimizin peşine düşmüşken, bir cesetle oturup cenaze evinde eğlenen insanlar gibi değil miyiz?

...

Adem ile Havva! Eğer gerçekten de hala hayatta ve cennetteyseniz, dilerim ki arkada bıraktığınız dünyayı hor görmek ölümsüzlüğümüzün bir parçası olmasın.Çünkü tüm bu mağdurlar ve kötürümler, genç Habil kadar sizin ailenizdir; dolayısıyla, dünyanın acılarını görmek, sizin için gerçekten de ebeveynlerin hissedeceği türden bir dert olacaktır.

...

Bu cinayetten şöyle bir söz edip geçmek, Liverpool'da denizcilerin uğrak yeri olan mahallelerin en metruk ve en rezil olanlarında olan bitenler hakkında bir fikir verecektir.Denizcilerin lügatinde Çürük-sıraevler, Cebelitarık-semt ve Aşağı Mahalleler olarak geçen ahlaksız sokaklar ve sokak araları kötülük ve suçla öyle kokuşmuştur ki koca dünyada herhalde bir benzeri daha yoktur.Aynı evlerin isli ve kirli tuğlalarının leş kokan, Sodom'a benzer, ölüm saçan bir görünümü vardır ve şehrin bu bölümünün üstünde asılı duran kömür dumanı tabakası, her şeyden öte burada işlenen kötülükleri gizlemeye çalışıyor da olabilir.Bunlar denizcilerin bazen sonsuza kada rkaybolduğu ya da sabahları dımdızlak soyulmuş, kırık dökük kapı aralarından çıktıkları uğraklardır.Bunlar küfrün, kumarın, yankesiciliğin ve sıradan günahların hastalıklı acuzeler ve püsküllü belalar tarafından işlenemeyecek kadar yüksek erdemler olduğu uğraklardır.Ayrıntılara girmeme terbiyem el vermez; ama adam kaçıranlar, katiller ve ceset hırsızları bunların yanında neredeyse aziz ve melek kalırlar.

Bunlar bir araya gelmiş, insanlığa ellerinden gelen tüm kötülüğü yapmaya kararlı, gaddar merdümgirizlerden oluşan bir ortaklı kurmuş gibidir.Kemerlerinden, haşarat gibi kükürt ile yakılarak sökülüp atılmalıdır.

...

Hayvanlarda bilginin keşfedilmemiş alemleri vardır ve ne zaman alışılmışın ötesinde mülayim, sakin, derin bakışlara sahip bir at ya da bir köpek dikkatinizi çekerse, onun insanın gizemleri üzerine sükunetle düşünen bir Aristotales ya da bir Kant olduğuna emin olun.Hiçbir filozof bizi köpekler ve atlar kadar enine boyuna anlayamaz.Bir bakışta içimizi okurlar.Sonuçta bir at, deriden bir tulum giyen ve şansına yulafla beslenmek düşmüş, efendileri için ırgat gibi çalışıp, odun kesip su çeken iki ayaklılar gibi karşılığının ancak yarısını alan ya da kötü muamele gören, dört ayaklı bir dilsiz insan türü değil de nedir?Ama hayvanlarda bile Tanrı'nın bir dokunuşu ve bir atta, onur kırıcı davranışlardan sonsuza kadar muaf kılması gereken özel bir hale vardır.Rıhtımların o heybetli, oturaklı yük atlarına gelince, onların kutsal derilerine el kaldıracağıma, kürsüde oturan bir yargıca vurmayı tercih ederim.

...

Harry'nin gözleri büyük ve kadınsı olsa da, Carlo'nun gözleri Harry'nin gözleri gibi değildi.Tropikal bir gökteki nemli yıldızlar gibi, yumuşak ve ruhani bir nurla parlıyorlar ve alçakgönüllülük, derinden gelen bir düşüncelili, ama yine de hayatın tüm kötülükleri karşısında tasasız bir sabır ifade ediyorlardı.

Başı bilakis küçüktü ve kısmen kaşları ile narin kulaklarının üzerine inen, kalın kıvırcık saç tutamlarıyla dolu haliyle insana nedense Falerna yöresinden yeşilliklerle dolu, klasik bir vazoyu anımsatıyordu.

Dizlerinden aşağı çıplak bacakları, bir hanımefendinin kolları kadar bakılası güzellikteydi; o kadar yumuşak ve dolgun, ama çocuksu bir doğallık ve zarafetle.Tüm endamı rahat, güzel ve uyuşuktu; Napoli'de bir üzüm bağında olgunlaşabilecek türden bir oğlandı; bebekken çingenelerin çaldığı türden bir oğlan; Murillo'nun yoksullar ve kimsesizler arasına karıştığında, sınıf ve zenginlik olarak yukarıda olanların gözlerini cezbedecek konular olarak sık sık resimlerini yaptığı türden bir oğlan; her çatlağından fışkıran şiirle dolu, Endülüslü dilenciler gibi bir oğlan.

Adı Carlo'ydu; yeryüzünün yoksul, kimsesiz, atasız bir oğluydu ve hayat okyanusunda, bir fırtınadaki deniz serpintisi gibi sürükleniyordu.

...

Ama ölüler akla gelince kederlenmek niye?Neden mutlu olmayalım?Bunun nedeni, onların keyfi, neşeyi tamamen arkalarında bırakmış olduklarını düşünmememiz mi?Yoksa onların gerçekten ölmüş olmalarına inanmamız mı?Gidenler tekrar ziyaretimize gelmiyorlar; sesleri artık havada çınlamıyor; yaz gelse de, onlar için kış ve kendi kol ve bacaklarımızda bile, her bahar ağaçların yeşilini yenileyen özsuyu hissetmiyoruz.

...

Hanımefendilere gelince, onlarla ilgili söyleyecek hiçbir şeyim yok, zira hanımlar dini inançlar gibidir; eğer haklarında iyi konuşmayacaksan, hiçbir şey söylemeyeceksin.

...

Orada cehennem azabı içinde kara kara düşünürken, yelken bezinden pantolon giyen, toplum dışına itilmiş, oradan oraya sürüklenen bir denizciden başka bir şey olmamasına rağmen, bu adam yine de Salvator'un karanlık ve karamsar eli tarafından yapılmaya değecek bir resimdi.Ustanın gece yarısı uzaklarda bir gemi kazasının olduğu, Calabria'nın ıssız kayalıklarını temsil eden denizle ilgili kasvetli eserlerinden herhangi birinde, bu Jackson'un yüzü tam da talihsiz geminin yıldırım tarafından parça parça edilmiş baş süsü olarak resmedilecek bir yüzdü.

...

Zira ister soylu, ister yoksul olsun günahkarlıkta saygınlık yoktur ve cehennem herkesin eşit olduğu bir şeytanlar demokrasisidir.

...

Highlander'da göçmenler arasındaki hummayla birlikte yaşananlarla ilgili anlattıklarım kulağa nasıl gelirse gelse de ve bu şeyler çok uzun süre önce olmuş olsa da; yine de böyle olaylar, her şeye rağmen, muhtemelen bugün de olmaktadır.Ama böyle olaylar hakkında ulaştığınız tek açıklama gazetelerde gemicilik konu başlığı altında, genellikle bir paragrafla sınırlıdır.Denizde hayatını kaybeden yoksul ölülerin ölüm ilanı işte oradadır.Kıyıda kırılan dalgalar gibi kırılırlar ve bir daha onları ne duyan ne de gören olur.Ama olup bitenler kataloğunda bu şekilde yalnızca baş harfleriyle anılan ve ağızda daha hoş tat bırakan paragraflarla daha fazla meşgul olan haber okurları tarafından göz ucuyla bakılan bu olaylarda, üç kelimelik bir cümleye sıkıştırılmış halde nasıl bir ölüm kalım dünyası, nasıl bir insanlık ve dertler dünyası yatar!

Fırtınalı denizde yol alan vebalı bir gemi görmezsiniz; umutsuzca feryat figanları duymazsınız; küpeştelerin üzerinden fırlatılan cesetleri görmezsiniz; dul kalan kadınların ve yetimlerin dövünüp saçlarını başlarını yolmalarını fark etmezsiniz; hepsi bir boşluktur.Ve ben Highlander'ın başına gelen felaketin ayrıntılarını anlatarak bu boşluklardan birini doldurdum sadece.

Yoksullaın son acılarını unutturmak için telaş eden o doğal eğilimin yanı sıra, bu tür felaketlerin ayrıntılarını gizli tutmak için başka nedenler de işbirliği yaparlar.Böyle şeyler çok duyulacak olursa, bu durum geminin aleyhine işler ve geminin adına leke sürer; geminin karantinaya alınmaması için bir kaptan elinden geldiğince durumu hafifletmeye ve örtbas etmeye uğraşacaktır.

...

Hiçbir zaman tamamıyla anlayamadığım bir biçimde, denizciler, en azından ben ve Harry'nin kulak misafiri olduklarımız, ölen Jackson'ın adını bile ağızlarına hiç almıyorlardı.Hepsi de Jackson'ın hatırasını hasırltı etmek için sessizce anlaşmış gibiydi.Bunun nedeni, bu adamın onlardan her birini altında tuttuğu esaretin şiddeti gerçekten de adamların yüreklerini derinine kadar çürütmüş olduğundan, denizcilerin bu kadar alçaltıcı bir şeyin anısını bastırmayı düşünmeleri miydi, kararsızdım; ama kesin olan, Jackson'ın ölümünün adamların kurtuluşu olduğuydu ve bunu keyifleri daha önce görülmemiş ölçüde yerine gelerek kutladılar.

...

Herman Melville
Redburn
İlk Seferi
Çeviren: M. Barış Gümüşbağ
Alfa Yayınları

3 Temmuz 2023 Pazartesi

Typee Polinezya Hayatına Bir Bakış - Herman Melville


Allan Melville'in acı sonu olmasa,
belki bugün Herman Melville diye bir yazardan söz ediyor olmayacaktık.
Babasını yitirdikten sonra zorluklarla geçen yıllarda 
(Redburn adını vereceği ve 1849 yılında yayımlanan dördüncü romanında o günleri hatırlayacaktır.) kendini tatmin etmeyen birkaç işi denedikten sonra, 
3 Ocak 1841 tarihinde Acushnet adlı balina gemisine tayfa olarak yazılan Melville'in 
bu kararının nedenlerini, Moby Dick'in anlatıcısı Ishmael'in 
"paramın azaldığı ya da hiç kalmadığı bir sırada, 
karada da beni ayrıca bağlayan hiçbir şey olmadığı için, biraz engine açılayım, 
bu dünyanın denizlerini şöyle bir göreyim dedim" 
sözlerinde buluruz.
...

Kimi kime şikayet edecektik?Kanunu da adaleti de Burun'n öbür tarafında bırakmıştık ve ne yazık ki birkaç istisna dışında mürettebat, kendi aralarında bölünmüş, sadece kaptanın bitmez tükenmez zulmüne boyun eğme konusunda birleşen, bir sürü korkak ve alçak ruhlu zavallıdan oluşuyordu.İki-üç kişinin, diğerlerinin desteğini almadan, kaptanın kötü muamelesine karşı çıkmayı denemesi düpedüz çılgınlık olurdu.Bu kişiler, bu "Kalan Hazretlerinin" hışmını üzerlerine çekmekle ve mürettebatın geri kalanının başına da fazladan bela açmakla kalırlardı.

...

Yıllarca haber alınamadığı için kaybolduğu kabul edilen bir balina gemisinin hikayesini duymuştum.Bu gemiyle ilgili son haber, Pasifik'in ta öte ucunda bulunan ve tuhaf yer değiştirmeleri Güney Denizi haritalarının her yeni baskısında dikkatlice kaydedilen, şu yüzer gezer adalardan birinde görüldüğü şeklinde muğlak bir rapordu.Fakat uzun bir aradan sonra, adı "Perseverance" (azim,sebat anlamında) olan bu geminin yerkürenin ucunda bir yerlerde, yelkenleri baştan aşağı yamalı bohçaya dönmüş, direkleri eski boru çubuklarıyla desteklenmiş, makaraları düğümlenmiş ve karmakarışık olmuş bir halde, her zamanki gibi telaşsız dolanıp durduğunu duyduk.Mürettebat, güvertede yürümeyi ağır aksak ancak becerebilen, saygıdeğer Greenwich emeklisi görünümlü, yirmi kadar yaşlı deniz kurdundan oluşuyormuş.Savlalar ve pupa yelkeni halatı hariç tüm hareketli iplerin uçları makaralardan geçirilerek bocurgata ya da ırgata ulaşıyor, böylece mekanizma yardımı olmadan ne bir seren prasya ediliyor, ne de bir yelken açılıyormuş.

Geminin dibi midyelerle tamamen kaplanarak kabuk bağlamış.Üç tane evcilleşmiş köpekbalığı, dümen suyundan ayrılmıyor ve her gün aşçının kendileri için suya boşalttığı kovanın içindekilerle ziyafet çekmek için gemiye yanaşıyorlarmış.Kalabalık bir torik ve orkinos sürüsü de geminin peşinden ayrılmıyormuş.

Gemi hakkında duyduğum bu hikayeyi her hatırladığımda ürperirdim.Sonunda gemiye ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedim ama herhalde eve hiçbir zaman dönemedi.Sanırım, Buggery Adası ya da Devil's Tail Tepesi açıklarında bir yerlerde hala düzenli olarak günde iki kez orsa ediyor olmalı.

...

Bunların günahının ağırlığı, geminin suçlu gövdesini suyun dibine batırmaya yeter de artar bile.

...

Gruptan biri kaptanı, adama birkaç saatlik hürriyeti çok gören anasının gözü bir yalancı ilan ettikten sonra, "Ama masallarınla beni özgürlüğümden vazgeçiremezsin moruk.Sahildeki her çakıl kor ateş, her sopa bir şiş olsa; yamyamlar da adımımı attığımda beni şişe dizmeye hazır olsalar bile gideceğim" diye haykırarak yemin etti.

...

Herhalde Robinson Crusoe kumsalda ayak izine rastladığında, bu can sıkıcı keşif karşısında bizim ürktüğümüz kadar ürkmemiştir.İlk aklıma gelen, mümkün olduğunca hızla geri çekilip başka bir yönde ilerlemek olduysa da, patikanın nereye çıktığını öğrenme merakımız bizi bu yolu izlemeye yöneltti.Böylece, ilerledikçe daha da belirginleşen patika sonunda bizi bir uçurumun başına getirene kadar, yola devam ettik.

"Eh, peki" dedi Toby uçurumdan aşağı bakarak, "bu yolu izleyen herkes buradan atlıyor mu?"

"Sanmıyorum" dedim, "herhalde bir şekilde aşağı inmeyi beceriyorlardı; ne dersin, bir deneyelim mi?"

"Peki, söyle bakalım, uçurumun dibinde kırılmış bir boyundan başka ne bulmayı umuyorsun?Baksana bizim geminin ambarından daha karanlık görünüyor ve aşağıdaki şelalelerin gümbürtüsü insanın beynini paramparça eder."

...

Açlık en iyi sostur.

...

Altımızda akan suya varmaya sabırsızlandığım için daha fazla durup seyretmedik.Bastığımız yerin sağlamlığını ya da tutunduğumuz güçsüz ot ve dalların ağırlığımızı çekip çekmeyeceğine aldırmadan ve sık sık yerlerinde oynatıp düşürdüğümüz taş parçalarının yarattığı yankıyla vahşi sessizliğini bozarak, hatırladıkça içimi ürperten bir gözükaralıkla kendimizi koyağın derinliklerine attık.Kendi adıma, elimde olmadan tepeden aşağı yuvarlanıyor muydum, yoksa böyle dehşet verici hızla inmeyi ben mi seçmiştim, bir şey diyemeyeceğim.

...

Zorluklarla karşılaştığında bir insanın tam yol geri çekilmek, çoktan katedilmiş yolu düzenli bir şekilde gerisin geriye çevirmek kadar hor göreceği başka bir şey yoktur; hele de macerayı seven biriyse, denenmemiş zorluklardan elde edilecek bir umut kırıntısı bulunduğu sürece, geri çekilmek tarifi imkansız derecede iğrenç görünür.

...


Bir keresinde, Pasifik'teki bir kabilenin feci ahlak bozukluğuna örnek olarak, dillerinde fazilet anlamına gelecek bir kelime bulunmadığının gösterildiğini duymuştum.Temelsiz olmakla birlikte iddianın doğruluğunu kabul etsek bile, bu görüşe, aynı kabilenin dilinde, bizim medeni suçlarımızın sonsuz listesinin aktardığı pek hoş düşünceleri ifade edecek kelimelerin bulunmadığı hatırlatılarak karşı çıkılabilir.

...

Markizliler için uyku hayatın en önemli işi denilebilir, zira zamanlarının çoğunu Somnus'un (mitolojide uyku tanrısı) kollarında geçirirler.Bedenlerinin doğal gücünün en iyi kanıtı, dayanabildikleri uyku miktarıdır.Aslında yerlilerin çoğuna göre hayat, sık sık bölünen keyifli bir şekerlemeden başka bir şey değildir.

...

İnsanlığın bütün erdemleri medeniyetin tekelinde değildir; hatta bu erdemlerden medeniyetin payına çokça düşmemiştir bile.Bu erdemler, birçok barbar millet arasında daha bol bulunup daha güçlü şekilde gelişirler.Yabani Arabın misafirperverliği, Kuzey Amerika yerlisinin cesareti, Polinezya millerlerinden bazılarının sadık dostluğu, Avrupa'nın gelişmiş toplumlarındaki benzer özellikleri kat kat aşar.Doğruluk, adalet ve insan tabiatının daha üstün ahlak kuralları, eğer kanunlar olmadan var olamıyorsa, Typeelerin sosyal durumlarını nasıl açıklayacağız?Hayatlarındaki her ilişkide öyle temiz ve dürüstlerdi ki, onların karakteriyle ilgili en yanlış fikirlerle vadiye girdikten kısa bir süre sonra, kendi kendime şaşkınlıkla sormadan edememiştim: "Haklarında korkunç hikayeler duyduğum acımasız vahşiler, kana susamış yamyamlar bunlar mıydı?Bu insanlar birbirlerine karşı, fazilet ve merhamet üzerine makaleler hatmetmeden, ilk defa yüce ve asil İsa'nın dudaklarından dökülen o güzel duayı her gece okuyan birçok insandan daha iyi davranıyorlar ve çok daha insancıllar." Vadide birkaç hafta geçirdikten sonra, insan tabiatına önceden olduğundan daha fazla hürmet duyduğumu itiraf etmeliyim.Ama heyhat! O günden beri, bir savaş gemisinin mürettebatından biriyim ve beş yüz adamın alttan alta kaynayan ahlaksızlığı önceki teorilerimin hepsini neredeyse tersyüz etti.

...

"Roma'da Romalıların yaptığı gibi yapın."

...

Tüyleri mor ve gök mavisi, koyu kırmızı ve beyaz, siyah ve altın sarısıdır.Gagaları rengarenktir: parlak kan kırmızısı, kehribar karası ve fildişi beyazı.Gözleri parlak ve çakmak çakmaktır.Yıldızdan sürüler halinde havada süzülürler; fakat heyhat! Hepsinin de dili bağlanmıştır; vadide tek bir ötücü kuş yoktur!

Nedendir bilmem ama, kuşlar genelde mutluluğun elçisi olsalar da, bu kuşların görüntüsü beni her zaman hüzne boğardı.Ben yürürken, dilsiz güzellikleriyle etrafımda dolanırlarken ya da yaprakların arasından meraklı gözlerini bana dikerek bakarlarken bir yabancıya baktıklarını ve onun kaderini payaştıklarını bildiklerine inanasım gelirdi.

...

Zavallı ihtiyarın tüm çabalarına rağmen yüz kaslarının türlü biçimlerde seğirmesi ve buruşması, o anda yeniden boyattığı, ruhunun pencerelerini örten bu panjurların son derece duyarlı olduğunu gösteriyordu.Fakat yüreği askeri bir cerrah kadar nasır bağlamış olan sanatçı işine devam ediyor, yorgunluğunu vahşi bir şarkıyla hafifleterek, bir ağaçkakan neşesiyle deliyor da deliyordu.

...

Cansız nesnelerin, özellikle de kederli anlarımızda, hislerimizle bütünleşmesi tuhaftır.

...

Herman Melville
Typee Polinezya Hayatına Bir Bakış
Çeviren: M. Barış Gümüşbaş
Yapı Kredi Yayınları

20 Mart 2023 Pazartesi

Sağlam Adam, Bir Maskeli Geçit - Herman Melville


...

Merhamet uzun süre acı çeker de yine iyilikle mukabele eder.

...

"Görünüş başka, gerçekler başka" diye yapıştırdı cevabı beriki; "varsayıma gelince, bir alçak hakkında, alçak olduğundan başka ne varsayımda bulunabilirsin?"

...

Ben hazin meczuplarla dolu ne tımarhaneler gördüm, ve orada şüphenin sonunun nereye vardığını gördüm: Kinayelerle konuşan kişi, bir köşede cezbeye kapılmış gibi kendi kendine söylenir durur; yıllar yılı orada öylece sabit duran bir nesnedir; kafası öne düşmüş, kendi dudağını kemirir, kendi kendinin akbabasıdır; karşı köşedeki budala ise durup durup ona kaşlarını çatar.

...

New Orleanslı Fransız'ın biri, cüzdanı kendisinden daha şişkin yaşlı bir adam, bir akşam tesadüffen tiyatroya gitmiş, oyunda sanki gerçek gibi canlandırılan sadık bir eş karakterinden öylesine etkilenmiş ki evlenmekten başka bir şey düşünemez olmuş.Böylece Tennessee'den güzel bir kızla evlenmiş.İlk dikkatini çeken şey, kızın özgür davranışları olmuş, ardından kızın akrabaları da onun serbest bir eğitim aldığını, hal ve tavırlarının rahat olduğunu söyleyerek methetmişler.Övgülerin bini bir paraymış ama hepsi boş çıkmış.Çünkü çok geçmeden dedikodular hanımefendinin rahat tavırlarının başka bir anlama geldiğini kanıtlamış.Gelgelelim, pek çok Benedictlinin kesin kanıt kabul edeceği bir sürü vaka yaşlı Fransız'a arkadaşları tarafından aktarıldıysa da, adam karısına öylesine güveniyormuş ki anlatılanların tek kelimesine itibar etmemiş, ta ki bir gece, bir seyahatten beklenmedik bir biçimde dönmek zorunda kalıp da evine girdiğinde kuytu bir köşeden fırlayan bir adama rastlayana kadar: "Dilenci!" diye bağırmış Fransız, "işte şimdi şüphelenmeye başlıyorum."

...

Aziz Pavlus gayet anlamlı bir biçimde, "Bir mümin için kimse ölümü göze almaz, ama gün gelir, iyi bir adam için ölümü bile göze alacak biri çıkar."

...

Ayıklık nöbetindeki sarhoş, insanların en can sıkıcı olanı ise, mantık nöbetine girmiş coşkulu bir kişinin de pek iç açıcı olduğu söylenemez.Hakkını yemeyelim, anlayış yetisi bu sırada, önceki haline göre hayli ilerleme katetmiştir; çünkü coşku eğer çılgınlığın zirvesiyse, umutsuzluk da akilliğin en uç biçimidir.

...

Gerçek dost olabilmek için insanın durmadan dostça sözler sarfetmesi gerektiğini sanmak, batıl bir inançtır, sürekli dostça hareketlerde bulunmasını beklemek de öyle.Hakiki din gibi hakiki dostluk da edimlerden bağımsızdır bir bakıma.

...

Avustralya'da bulunan ördek gagalı sincap ilk kez doldurulup İngiltere'ye getirildiğinde, doğa bilimciler ellerindeki sınıflandırmalaa dayanarak, gerçekte böyle bir yaratığın var olmadığını ileri sürmüşlerdi.Modelin üzerindeki gaga, sonrada insan eliyle takılmış olmalıydı.

Fakat doğa istediği kadar doğabilimcileri hayrete düşüren ördek gagalı sincaplar üretsin, okuru ördek gagalı karakterlerle şaşırtmak naçizane bir yazarın ne haddine, diye düşünenler olabilir.Yazarlar insan doğasını muğlaklık içinde değil, daima şeffaflık içinde göstermelidirler, çoğu romancının izlediği yol da zaten budur ve böylelikle bazı durumlarda insanlığı onurlandırdıkları düşünülebilir.

...

Antik Yunan'da yaşamış bir soyguncu olan Procrustes, kurbanlarını işkence yatağına sığdırmak için bedenlerine zorla şekil verirdi.

...

Cimri, sıska, yaşlı bir adamdı, tuzlanmış morina balığını andıran kupkuru derisi tutuşmaya hazır gibiydi; kafası, bir ağaç budağından budalanın teki tarafından yontulmuştu sanki; yayvan, kemikli ağzı, akbaba burnuyla çenesi arasına sıkışmıştı; inatçı bir ihtiyarınkiyle bir gerizekalınınki arasında gidip gelen ifadesiyle karşılık vermedi.Gözleri kapalıydı, başının altında duran, rulo yapılmış köstebek derisinden eski, beyaz bir paltoya yasladığı yanağı, çamurlu bir kar birikintisi üzerindeki buruşuk bir elmayı andırıyordu.

Sonunda canlanarak yardımcısına doğru eğildi ve öksürükten kırılan bir sesle, "Ben ihtiyar ve sefilim, bir ayakkabı bağı kadar değeri olmayan zavallı fukaranın tekiyim- ama size borcumu nasıl ödeyebilirim?" dedi.

...

Dürüstlüğün en güvenilir makbuzu dürüst bir yüzdür.

...

Güvenin peşinden umudun gelmesi gerekir, peki umut nereden doğacak?

...

Yalan söylüyorsun! Bazı ağrılar uyuşturmadan dindirilemez ve insanı öldürmeden de iyileştirilemez.

...

İşte, al bakalım, bu arada, hazır kalkmışken git de vücudunun geri kalanına da sargı sardır.Duydun mu?Kendini tepeden tırnağa bir burnun üzerindeki bir yara gibi düşün ve defol git.

...

Sanatın mı?Kırık çıkıkçı -doğal bir kırık çıkıkçı olduğunu söylememiş miydin?Git de zıvanadan çıkmış dünyayı yerine oturt, sonra gelip benim kemiklerimi düzeltirsin.

...

Benim deneyimim -ki otuz beş çocukla çalıştım- bana ergenliğin doğal bir alçaklık durumu olduğunu kanıtlıyor.

...

İnsan doğasının genç bireyinde alçaklığın akıllara durgunluk verici sonsuz çeşidini bulabilirsiniz.

...

Bu tür oda hizmetçisi işlerine tenezzül etmiyordu beyefendi.Kasti ihmallerinin ardı arkası gelmiyordu.Üstelik, görevini suistimal ettikçe daha da kibarlaştı.

...

Her neyse, yeter: Kibar ya da laubali çocuklar, beyaz çocuklar ya da zenci çocuklar, zeki çocuklar ya da tembel çocuklar, Kafkasyalı çocuklar ya da Moğol çocuklar -hepsi birer alçak.

...

"Kabaran denize karşı, ıslak bir bez parçasıyla!" 

"Ve beyefendi, şimdi anlıyorum ki aslında sözlerinizin tamamı, dalgalı denizde ıslak bir bez parçasından başka bir şey değil; kuvvetli esen başıboş bir rüzgar; benim sözlerime tam bir tezat teşkil ediyor.

...

Ama hakikat bir çim biçme makinesi gibidir, hassas mizaçlar onun yolundan çekilmeli.

...

Şeytan çok bilgedir.Gidişata bakılırsa insanı, Yaratan'dan bile daha iyi anlamış gibi görünüyor.

...

Kinaye öylesine adaletsizdir ki, kinayeden asla haz etmem; şeytani bir yan vardır kinayede.Tanrı beni kinayeden korusun ve onun can dostu hicivden.

...

Köstebek için olduğu gibi orman adamında da içgüdüler, ilkelerden önce gelir.

...

Etrafında pek az can yoldaşı vardır, kaçınılmaz kaderi olan yalnızlığa göğüs gerer -hafife alınacak bir iş değildir bu, çünkü yalnızlık, doğru biçimde katlanıldığında, ölümü saymazsak, dayanıklılığın belki de en çetin sınavıdır.Fakat orman adamı yalnızlığa razı olmakla kalmaz, çoğu durumda yalnız kalmak için didinir.On kilometre ötede tüten bir baca, bulunduğu yeri terk ederek ormanın bir adım daha içine doğru ilerlemesi için kışkırtır onu.İnsanın, her ne olursa olsun, evrenin tamamı olmadığına, zaferin, güzelliğin, iyiliğin insanla sınırlı olmadığına mı inanır?İnsanın varlığı kuşları nasıl ürkütürse, kuş misali düşünceleri de kaçırdığını mı düşünür?Her halükarda, orman adamının mizacı incelikten hepten yoksun değildir.Kıllı bir Tarzan gibi görünse de Shetland foku gibi, onun da dikenlerinin altında belki de kürkü gizlidir.

...

Şefin keskin zekası onu olsa olsa daha zalim kılıyor.

...

Hatırlıyorum da, Sicilya'nın huysuz tiranı Phalaris'in bir keresinde gülüşü bir atın anırmasını andırıyor diye zavallı bir adamın kellesini binek taşında kestiğini anlatır.

...

Bu sürüngenin güzelliğiyle büyülendiğiniz vakit onun yerine geçmek hiç aklınızdan geçmedi mi?Bir yılan olmak nasılmış görmek?Çimenin üzerinde fark edilmeden süzülmek?Bir dokunuşla sokmak, öldürmek; güzel bedeninizin tamamı ışıltılı, ölümcül bir hançermiş gibi?Kısacası, kendinizi bilgiden ve vicdandan muaf hissetmek ve bir süreliğine tümüyle içgüdüsel, kayıtsız, sorumsuz bir yaratığın tasasız, keyifli yaşantısını sürmek arzusu hiç içinizden geçmedi mi?

...

Şu anda çıngıraklı yılan olsaydım insanlarla samimiyet kurmam söz konusu olamazdı -insanlar benden korkar, ben de çok yalnız ve mutsuz bir çıngıraklı yılan olurdum.

...

İşte İncil'deki o mühim paragraf da bu yüzden nail olmuştur; "Yılan oynatıcıyı yılan soktuğunda ona kim acır?"

"Ben acırım" dedi gezmiş-görmüş adam, sanki bir parça damdan düşmüş gibi.

"Peki ama" diye karşılık verdi diğeri, sakin tavrını elden bırakmayarak, "peki ama, doğanın acımasız olduğu yerde insanın merhamet etmesi bir parça kibirli bir tavır olmaz mı sizce?"

"Dil cambazları ne isterlerse desinler, merhamete yürek karar verir."

...

"Evet, ne olmuş" Ben tutarlı olmayı nadiren dert edinirim.*Felsefi bakış açısından, tutarlılık, her zaman belli bir düzeydedir, insanın aklındaki bütün düşüncelerde bu düzey korunur.Fakat doğa hep inişli çıkışlı olduğuna göre insan bilginin içinde doğal olarak ilerlerken, bu sürecin içerdiği doğa eşitsizliklere boyun eğmekten başka ne gelir elinden?Bilgide ilerlemek büyük Erie Kanalı'nda ilerlemeye benzer, çevrenin özelliğinden dolayı seviye değişikliği kaçınılmazdır; mütemadi tutarsızlıklarla bir yükselir bir alçalırsınız, yine de durmadan yol alırsınız; bütün bu rotanın en sıkıcı kısmı ise denizcilerin "uzun düzlük" dedikleri kısmıdır. -durgun bataklıklardan geçen, altmış mil boyunca tutarlı dümdüz bir yüzey."

...

*Ralph Waldo Emerson'ın "Kendi Ayakları Üzerinde Durma" (1841) başlıklı denemesinde geçen "Tutarlılık, dar kafalıların üzerimize saldığı bir öcüdür." sözüne nazire.

...

Egbert benim hem müridim hem de şairim.Çünkü şiir, mürekkep ve kafiyeyle değil, düşünce ve eylemle yazılır; her kim onu nerede ararsa, ancak bu yolla, yararlı bir eylem yoluyla bulur onu.

...

Herman Melville
Sağlam Adam
Bir Maskeli Geçit
İletişim Yayınları
Çeviren: Ayşe Deniz Temiz

16 Ocak 2022 Pazar

Ü-ürü-üüü - Asil Horoz Beneventano'nun Ötüşü

Son zamanlarda dünyanın her yerinde, ahlâksız despotluklardan kaçmaya çalışan birçok coşkulu insan başından vurulmuştu; çok fazla kayıp vardı, lokomotif ve buhar makinesi de yüzlerce heyecanlı yolcuyu başından etmişti.(Bir arkadaşımı da böyle kaybettim.) Kendi kişisel ilişkilerim de despotluk, kayıplar ve başından vurulmakla ilgiliydi.Erken bir bahar sabahı, uyuyamayacak kadar evhamlı olduğum için dışarı fırlayıp, yamaçtaki çayırlarda yürüyüşe çıktım.

...

"Güzel sabahlarda,
Biz güzel horozlar neşeyle öteriz;
Ama çok ötmeyiz akşam olduğunda,
Çünkü o zaman gelir ümitsizlik ve delilik."

...

Hiçbir horoza cevap vermemişti, münferit bir küçümseme ve bağnazlıkla yalnızca kendisi için ötüyordu.

...

Horoz ölmüştü

Eğer o dağlık bölgeyi ziyaret ederseniz, dağın hemen altında, bataklığın diğer tarafında, rayların yanında bir mezar taşı görürsünüz -üzerinde tehlike işareti değil, coşkuyla öten bir horoz çizilmiştir ve şu sözler yazar:

"Ey ölüm, zaferin nerede?

Ey ölüm, dikenin nerede?"

...

Herman Melville
Ü-ürü-üüü 
Asil Horoz Beneventano'nun Ötüşü
Ne Denizsiz Ne Tütünsüz
Zeplin Kitap
Çeviri: Sibel Hacıoğlu

Jimmy Rose, zavallı Jimmy Rose, Herman Melville

...

Yıllar önceydi.Ben o zaman kasabada oturuyordum ama yıllık ziyaretlerimden biri dolayısıyla şehre inmiştim.Dört ya da beş gün önce Jimmy'i evinde görmüştüm, sonrasında da ipek kumaşlar içinde bir kadın tarafından verilen bir eğlencenin kapanışında konuşurken duydum: "Asil ev sahibimiz; yüzünde açan çiçekler kalbindekiler gibi sonsuza dek solmasın!" Ve onlar, oradaki hanımefendiler ve beyefendiler kadehlerini büyük bir neşeyle ve içtenlikle kaldırmıştı.Jimmy'nin gözlerinde nazik, gururlu ve minnettar gözyaşları vardı, parıltılı yüzlere ve bir o kadar parıltılı kadehlere bir melek gibi bakıyordu.

...

O zamanlar ben genç bir adamdım, Jimmy de kırkını geçmemişti.Yirmi beş yıl sonra onu tekrar gördüm.O nasıl bir değişimdi!Çökmüş, küçülmüş, zayıflamış, çaresizlik içinde ve insanlardan kaçarak öfke dolmuş birini görmeyi -belki de görmemeyi- beklerken -hayret!Yüzünde eski İran gülleri açmıştı.Yine de bir sıçan kadar zavallı; sefalet içinde bir zavallı; düşkünler evine düşecek kadar fakir; ince, eski püskü, yamalı ceketiyle dolaşan bir yoksul; süslü kelimeleriyle zengin olan bir yoksul; nazik, gülümseyen, soğuktan titreyen bir beyefendi.

...

Belki de Jimmy hiçbir şekilde insanlardan nefret edemeyecek kadar iyi ve nazik bir adamdı.Ve şüphesiz insanlardan kaçmak bile Jimmy'e günah gibi görünmüştü.

...

Görünüşe göre, kötülükten uzak ama kaderin küçük düşürdüğü ve sadece merhamet edilebilecek biri olarak görülmüyorsa, hiç kimse bu hayatta ceza almadan yaşayamazdı.Evine yemeğe gelenler iyilikten pek nasibini almamıştı çünkü çay ve ekmek yardımı için gelen, açlıktan ölen beyefendiyi içeri almamışlardı.Onu her gün kapı kapı dolaşıp yardım dilemekten kurtaracak bir miktar parayı aralarında toplasalardı biraz değerli olabilirlerdi.

Ama en dokunaklı şey, yanaklarındaki o güllerdi; dondurucu soğukta o kıpkırmızı güller.Nasıl açtı o güller; yemek, süt ya da çay ve ekmek onları büyütmüş olabilirdi; ya da o boyamış olabilirdi; öylesine açmak için nasıl bir tuhaf büyü yapılmıştı; hiçbir insan oğlu bunu bilemiyordu.Ama onun yanaklarında güller açmıştı.Ve güllerin yanında, gülümsemesi vardı.Her zaman gülümserdi.Onu çaya davet edenler, onun kadar gülümseyen bir misafir daha bilmezdi.Zengin zamanlarında Jimmy'nin gülüşü çok meşhurdu.Şu anda üç kat daha meşhur olmalıydı.

Nereye gitse, kasabanın bütün haberleri onda olurdu.Sık sık okuma salonlarına giderek Avrupa meselelerini ve yerli yabancı edebiyatı takip ederi.Ve teşvik edildiğinde, bunlar hakkında konuşurdu da.Ama her zaman teşvik edilmezdi.Jimmy çoğu eve çay saatinden on dakika önce uğrar ve yine çay saatinden on dakika sonra ayrılırdı; daha fazla durmasının ev sahibinin rahatını bozacağını iyi bilirdi.

Cömertçe sunulan çayı bardak bardak içişini, leziz ekmek ve tereyağını yiyişini izlemek ne kadar da üzüzüydü.Akşam yemeği saatinin geç olması ve yemek bolluğu sebebiyle, Jimmy hariç kimse ekmek ve tereyağına dokunmaz ya da bir bardaktan fazla Souchong çayı içmezdi.Ve bunu çok iyi bilen zavallı Jimmy açlığını gizlemeye, bir yandan da gidermeye çalışırdı; şen şakrak ev sahibesiyle sohbete devam etmeye çalışır, dalgın bir havayla lokmaları ağzına atar, sanki açlıktan öldüğü için değil de sadece ayıp olmasın diye yiyormuş gibi yapardı.

Zavallı, zavallı Jimmy -Tanrı hepimizi korusun- zavallı Jimmy Rose!

Jimmy nazik davranışarından da vazgeçmemişti.Ne zaman masada kadınlar olsa, kesin güzel sözler duyarlardı; fakat Jimmy'nin yaşamının sonuna doğru, genç bayanlar onun iltifatlarının demode olduğunu, fötr şapka ve sade kıyafetleri çağrıştırdığını düşünmüştü.Çünkü Jimmy'nin hitabında hala bir tür askeri hava vardı; geçmiş başarılı günlerinde, diğer birçok şeyin yanında, devlet ordusunda bir generaldi.Bu ordunun generalliklerinde bir talihsizlik var gibi görünüyordu.Ah!Eskiden ordu generali olan, sonradan yoksullaşan birkaç beyefendi daha hatırlayabiliyorum.Bunun neden böyle olduğunu düşünmeye korkuyorum.Gayri askeri bir kalbi olan -yumuşak, nazik bir kalbi- bir adamın askeri eğitimi, zayıf ve beyhude bir gösteriş aşkının belirtisi midir?Ama büyük ihtimalle öyle değildir.Her halukârda, böyle olmayanları ahlak bakımından değerlendirmek kaba ve uygunsuzdur.

...

Yoksullara verecek paran olmasa da Jimmy, hâlâ zenginlere verecek sadakan vardı.Çünkü köşedeki ağacın altındaki dilenci ne kadar ekmek peşindeyse, kibirli bir kalp de bir o kadar iltifat peşindedir.Zenginler doymak bilmez tokluklarıyla, yoksullar da bitmek bilmez sefaletleriyle bizimledir.Sanırım Jimmy Rose böyle düşünüyordu.

...

Jimmy Rose öldü!

...Bütün acımasız geçmiş unutuldu, Tanrım Jimmy'nin güllerini sonsuza kadar yaşatsın!

...


Herman Melville
Jimmy Rose
Ne Denizsiz Ne Tütünsüz
Zeplin Kitap
Çeviri: Sibel Hacıoğlu

Bir Hudson Nehri Hikayesi, Herman Melville - Ne Denizsiz Ne Tütünsüz


...

- Burada kürek çekmek oldukça zor, amca.

- Zafer zorla kürek çekmeden kazanılmaz, genç adam -bizim şu an yaptığımız gibi, akıntıya karşı.Genel akıntıyla kayıtsızlığa sürüklenmek, insan doğasında var olan bir eğilimdir.

...

Aklı yıllar ve beyaz saçlar getirir, delikanlı.

...

"Delikanlı!" dedi amcam sonunda, başını kaldırarak.Ona dikkatlice baktım ve yüzündeki o korkunç görüntünün neredeyse kaybolduğunu görünce sevindim.

"Dekikanlı, yaşlı bir dünyada yaşlı bir adamın icat edeceği çok bir şey kalmadı."

Bir şey demedim.

"Delikanlı, sözümü dinle, hiçbir şey icat etmeye kalkma mutluluktan başka."

...

Başarısızlık için Tanrı'ya şükürler olsun!

Herman Melville
Bir Hudson Nehri Hikâyesi
Ne Denizsiz Ne Tütünsüz
Zeplin Kitap
Çeviri: Sibel Hacıoğlu

12 Ekim 2021 Salı

Pola X (1999) & Pierre ya da Belirsizlikler - Leos Carax & Herman Melville




Pola X (1999) & Pierre ya da Belirsizlikler 
Leos Carax & Herman Melville

Pierre ya da Belirsizlikler - Herman Melville

...

Lucy, Pierre'in babasının eski ve çok sevdiği bir arkadaşının kızıydı.Ancak babası ölmüştü ve tek çocuk olan Lucy annesiyle kentte güzel bir evde oturuyordu.Kentte oturmasına karşın Lucy'nin kalbi yılda iki kez kırların özlemiyle çarpardı.Kenti, kentin boş, katı, resmi yaşamını hiç sevmezdi.Bir liman kentinde, tuğla ve harç yığınları ortasında doğmasına karşın, gönlünün pişmemiş topraklarda, denizden uzak çayırlarda olması, gariptir ama onun doğal melekliğini en güzel anlatan yönüydü.İşte tatlı ketenkuşu da böyledir; deniz kıyısında, bir hanımın odasındaki tel kafeste doğduğu ve başka yerlerde hayat nasıldır hiç bilmediği halde, bahar gelince belirsiz bir sabırsızlığa kapılır, çırpınır durur; delidolu bir özlemle yemekten içmekten kesilir.Ortada yaşamın ona deneyimle öğrettiği hiçbir şey yokken gene de bilir; denizden uzak yerlere göç mevsiminin geldiği içine doğmuştur.Lucy'nin yeşile duyduğu ilk özlem de böyleydi.Her bahar, yüreği şiddetli çarpıntılarla sarsılır; her bahar, bu tatlı ketenkuşu kız kırlara göçerdi.Ah, dua edelim de, çok sonraları hayatın bir yük haline geldiği günlerde, ruhunu derinden sarsan o tarifsiz çarpıntılar da, ona bu acılı dünyadan gökyüzüne yapacağı son göçü haber verebilsin.

...

Tüm geceyi lamba ışığında uyanık geçiren kişi için dünyanın en hüzünlü saati, gece ile gündüz arasındaki kurşun renkli o uzun saattir.Yorgun lamba da insan da, solgun ışıkta hastalıklı bir görünüş kazanır; şafaktan bir mutluluk beklemeyen insan, şafağın bir tek göz tırmalayan bulutlarını görür, yalnızlık ve acı içinde sürüp giden gecesini sona erdirmek üzere olan aleni günü neredeyse lanetle karşılar.

...

Kadına, kocasına ya da onların çocukları olan genç kızlara bir şey sormamıştım daha o eve niçin getirildiğimi ya da ne kadar kalacağımı.Oradaydım işte; tıpkı kendimi dünyada bulduğum gibi, oradaydım.Niçin dünyaya getirildiğim sorusu, benim için niçin o eve getirildiğim sorusundan daha garip değildi.

...

Pierre ne ufak bir umut besliyor ne de hayale kapılıyordu.Tüm gençler gibi onun da romanlardan öğrendiği dersler vardı.Kendi yaşındaki birçok kişiden daha fazla roman okumuştu.Ancak romanlar hayatın sonsuza kadar hiçbir sisteme bağlanamayacak öğelerini sahte ve ters bir gayretle bir sisteme bağlıyor, küstah, beceriksiz müdahalelerle hayatın karmaşık ağının ipekten ince ipliklerini çözüp açmaya çalışıyordu; bu gibi şeylerin tümü Pierre'i etkileme gücünü yitirmişti artık.Romanların çaresiz zavallılığını iyice anlamıştı; kendi yaşamındaki bir tek çarpıcı gerçek, romanlardaki tüm kurmaca yalanları, sırtlarına iğne batırılmış böcekler gibi, oldukları yere çivilemişti.

...

"Senin soylu yüreğinin birçok odası var, Pierre; görüyorum ki, senimn gönlünün zenginliği bir tek zavallı İsabel ile sınırlı değil, kardeşim.Sen biz insanların, karamsar anlarımızda bazen varlığından kuşku duyduğumuz melek yönlerinin gözle görülen bir timsalisin.Senin davranışlarının kutsal kitabı, çok uzaklara erişiyor, kardeşim.Bütün insanlar senin gibi olsaydı insanlık yok olur, yerini bir melek ırkına bırakırdı."

...

- Tanrı aşkına, sorun nedir, Bay Glendinning?
- Dünya, ahiret, hepsi sorun!Çalışma odanıza çıkabilir miyiz?

...

"Buradan geçip kederler kentine gireceksin,
Buradan geçip sonu gelmez acılara dalacaksın,
Buradan geçip ebediyen yitmiş insanlara katılacaksın.
...
Tüm umutları terk edin, ey bu kapıdan girenler!"

Dante - Cehennem

...

"Dünya çığrından çıkmış.
Ah, kör talih!Onu düzene sokmak için,
Ne yazık ki ben doğmuşum."

Shakespeare - Hamlet

...

Derinleri görebilenlere tanınan bir ayrıcalık da, onların bazen aynı anda (ama hiçbir zaman aynı açıklıkta değil) bu derinliklere karşı düşen yükseklikleri de görebilmeleridir.Ancak yarı yoldayken, uçurumdaki kayalar yukarıdaki gökkubbesini kapayıp gizlediğinden, kişi yalnızca aşağılarda karanlıkla içinde bir uçurumun bulunduğunu sanır.

...

Ah! İnsanın bir kahraman gibi düşünmesi kolaydı; ama kahramanca davranmak çoğu insan için güçtü.

...

Teker teker aldığım bu dört kararın bir araya geldiklerinde birbirini yok edeceklerini görmemek budalalıktır; sözcüklere sığmayan bu budalalık, Pierre, alnına vurulmuş bir damga gibi senin anlaşılmaz, kaçığın biri olduğunu gösteriyor.

...

Ama biz burada Pierre'in düşüncelerine bir perde çekeceğiz.İnsan ruhundaki bazı savaşımlar betimlenemez, bazı acılar anlatılamaz.Bırakalım olayların belirsiz akışı, kendi belirsizliklerini açıklasın.

...

Girdaba yakalanan bir kimse azgın sularda dönüp durmaktan kurtulamaz.Birbirlerine iyice değecek biçimde sıralanmış upuzun bir dizi bilardo topuna bir uçtan vurun, tüm öteki toplar yerlerinden kımıldamazken, en sondaki ileri fırlayacaktır; oysa ona dokunan olmamıştır.İşte bunun gibi kader de, uzayıp giden insan kuşakları ya da düşünce akımları içinden geçip gelerek, darbeyi o sırada hayatta bulunan kişiye indirir.Bu kişi uyuşukluk içinde, yediği darbenin etkisini kabullenmez, çünkü darbeyi hissetmemiştir ve gerçekten de ortada ona vurulmuş bir darbe yoktur.Ancak o gün Pierre, Kader ile Özgür İrade kendi aralarında Pierre'in geleceği konusunu tartışıyorlardı ve tartışmada üstün çıkan Kader oldu.

...

"Bu kar beyazı giysiler içinde, bu solgun yüzle, gerçekten bir törene hazırlanmış gibisin, ama sevgi dolu kalbinin özlediği törene değil: Güzeller güzeli bir kurbansın sen!" dedi.

"Pierre!"

"Zorba yöneticiler son zalimliklerini, düşmanlarını birbirine kırdırarak gösterirler."

...

Her şeye kadir olan Tanrı, insanoğlunun oynadığı son oyunda son perdenin ölüm olmasını buyurmuştur; kaba güldürü ya da komedi olarak başlasa bile, hep trajedi olarak sona erer bu oyun; perde mutlaka bir cesedin üstüne kapanır.

...

Yüce Tanrım!Şişko adamların derileri neden ince oluyor da, başkalarının üzüntüleriyle duygulanıp acı çekiyorlar.İnce derili, ince bir adam böyle acı çekmez, çünkü onun içinde ince derisinin kaplayacağı kadar cevher yoktur.Evet, evet, evet; bütün karın ağrısı kolikler arasında en çok, melankolikten korkarım ben; dünyanın en kelek kolikleri melankolklerdir!İşte bir kelime oyunu sana!Ağzımdan pat diye çıkıverdi.

...

Belli bir karakterdeki insanları, özellikle daha önce derin duygularla sarsılmış durumdayken, hamal ve arabacı gibi kimselerin kaba ve küstahça alayları kadar çileden çıkaran ve özdenetimlerini birden yok eden başka hiçbir şey yoktur.Çoğu kentlerdeki en büyük kötülüklere bulaşmış ayaktakımından bu kimseler, meslekleri gereği en aşırı ahlaksızlık yuvalarını avuçlarının içi gibi bildiklerinden, en koyu sefalet ortamında suç ticareti yapar, her şeyden çıkar sağlamaya çalışırlar.Gündüzleri boş arabalarının sürücü yerinde tembel tembel güneşlenip uyuklar; geceleri karanlık bastığında kedi gibi uyanık, kedi gibi keskin gözlü olurlar.Sinsi hırsızların, ahlak yoksunlarının, zevk sefa düşkünlüklerinin sokakları en çok arşınladığı gece yarılarında ortada dolaştıkları, çoğu zaman en iğrenç ahlaksızlık yuvalarında muhabbet tellallığı yaptıkları için, karanlıkta karşılaştıkları her müşterinin ya savurgan bir hovarda, ya da sahtekar bir serseri çıkacağını düşünerek, onlara karşı eşit biçimde hem ilgili, hem kuşkulu davranırlar.Mitolojideki kayıkçı Kharon gibi insanları kokuşmuşluk ve ölüm diyarına taşıyan bu iblisler ordusu, doğal olarak son derece gerçekçi bir Kalvinci insan anlayışını benimser ve aslında tüm insanların en iğrenç kaba şakaları ve alayları hak ettiklerine inanırlar.Bu uyuz köpekler, ancak güzel elbiseler ve para dolu cepler karşısında insan gibi davranırlar.Müşterinin kılığı kıyafeti yerinde değilse, ya da, (önemsiz ve dolaylı biçimde bile olsa) yoksulluğunu gösteren herhangi başka bir belirti taşıyorsa (çünkü bu itler para konularında en yanılmaz sarraflardırlar) o zaman ondan gelecek en ufak bir sabırsızlık işaretine, terslik ya da azara karşı gösterdikleri tepki, hemen hemen her zaman, insanı çileden çıkaran küçümseyici bir tavır olacaktır.

...

"Ey Glendinning Stanly, Pierre senin onu reddederken gösterdiğinden daha büyük bir nefretle reddediyor seni.Yemin ederim, şimdi elimde bir bıçak olsa, şuracıkta derini deler, içindeki tüm Glendinning kanını akıtır, geriye kalan aşağılık kısmını yeniden dikerdim.Tüm insanlığın yüzkarası alçağın birisin sen!"

...

Çekiciliği hüzün kadar kaygan bir şey yoktur; ilkin yapacak ilginç bir şey bulunmadığı için hüzünleniriz; hüzünlü olmaya devam ederiz, çünkü sonunda uzanacak rahat bir divan bulmuşuzdur.İşte bunun gibi anlaşılan ben de, kahramanımın geçmişinde kalmış, gürültüsüz patırtısız küçük bir olaya sıra gelince, tıpkı Hudson Irmağı'nın her zaman hırçın akan derin sularının Tappan Zee'ye varınca yayılıp sığlaşması gibi, bu aşamada ben de, yavaşlayarak divana yayılıyor, hüzünlenip duygusallaşıyorum.

...

Pierre, kendisinden servetçe ya da akılca aşağı kimselerin tüm ufak tefek kusurlarına neşesi kaçmadan göz yummasını sağlayan gerçek bir cömertliğe sahipti.

...

Zevk sahibi yetişkin insanlar, doğa manzaralarındaki güzelliği görebildikleri gibi, toplumsal yaşamın burada pekala yoksulluk manzaraları adını verebileceğimiz görüntülerini de canlı biçimde algılayabiliyorlar.Bu kimseler için, Gainsborough'nun resmindeki bir kulübenin çökük damını örten sazlar, güzellik bakımından, bir dilencinin zamanın darmadağın ettiği, yoksulluğunun seyrelttiği perçemlerinden daha çarpıcı değildir..Dilencinin yoksulluk manzarası, sevk sahibi insancıl kimseler ile İyimser ekolden tonton filozofların misafir odasını andıran zihinlerini süsleyen, zarif bir biçimde verniklenmiş, çerçevelenmiş, o iç ferahlatıcı tüm küçük resimlere ayrı bir çeşni katmaktadır, o kadar.Genel insanlık tablosuna güzel birtakım yoksulluk görüntüleri de katma amacının dışında, yeryüzünde sefalet diye bir şeyin varlığını kabul etmezler bu kimseler.Hadi bakalım!Tanrı bankaya para yatırmış beylerimiz çekip kullansınlar diye; cömertçe dünyanın dört bir yanına yaz getirip her yeri yemyeşil halılarla donatmış.Defol buradan , Herakleitus!Yağmurun  ağıtlar yakması, sırf bize gökkuşakları yaratabilmek içindir!

...

Pierre'in çocuk zihninde, yoksulluğun sadece güzel bir manzara resmi olmadığına ilişkin düşünceler belirmeye başlamıştı.

...

Çoğu zaman gözlemlemişizdir ki, yüzeysel kimseler, umutsuzluğa en son kapılan kimselerdir.Hava dolu bir lastik top, suda hiçbir şey beni batıramaz diye övünür; değerli şeylerle dolu bir sandığın ayıbı, tekneden denize düşer düşmez sulara gömülmesidir.

...

Hemen hemen her erkeğin yüreğinde, sevdiği halde evlenmekten vazgeçtiği bir kadına herhangi bir başka erkek tarafından gösterilen yakın ilgiye karşı için için beslenen bir kızgınlık vardır.Erkekler, bir zamanlar şu ya da bu şekilde kendilerine gönül vermiş tüm kalplere bencilce sahip çıkmak isterler.

...

Pierre'in etine yapışmış iki sülük var; bu durumda Pierre nasıl yaşayacak?Bakın görün!Kanını incelterek ve yüreğini ufaltarak Pierre, kendini yüce bir hayata hazırlıyor.Ölüm provası yaparak, yaşamayı öğreniyor.

...

Olaylar Pierre'e, hiçbir şeyden iyilik ummamayı, hep kötülük beklemeyi, ama tersi çıkarsa ona da hazırlıksız yakalanmamayı; iyilik gelirse, ne âlâ deyip kabullenmeyi öğretmişti.

...

Herman Melville
Pierre ya da Belirsizlikler
Yapı Kredi Yayınları
Çeviren: Necla Aytür - Ünal Aytür

15 Temmuz 2021 Perşembe

Soyutlama İhtimalleri - Julio Cortazar & Melville


...eğer bir heriften hoşlanmazsam onu haritadan silmek için sadece buna karar vermem yetiyor ve o konuş babam konuşurken, ben Melville'e geçiyorum ve zavallıcık hâlâ onu dinlediğimi zannediyor

...

Julio Cortazar
Soyutlama İhtimalleri
Ayak İzlerinde Adımlar / Bütün Öyküleri 2
Can Yayınları
Çeviri: Süleyman Doğru

9 Mayıs 2021 Pazar

Moby Dick, Herman Melville


Alıntılar

---

"Denizler canavarı Leviathan'dır ki
Tanrı cümle eserinden en büyüğünü
Okyanusun akıntılarında yüzsün diye yaratmıştır."

                                                   John Milton, Kayıp Cennet

---

"Koca balinalar sudan oluşan denizde yüzer ve içlerinde yağdan bir deniz taşırlar."

                                                                                          Fuller, Profane and Hols State

---

"Balina geminin kıç tarafındayken başını keserler ve sandalla karaya mümkün olduğu kadar yaklaştırırlar, ama baş daha on iki - on üç fit derinlikte karaya oturur."

                                                                               Thomas Edge
                                                                               Spitzbergen'e On Sefer (Purchass içinde)

...

"Evet, balina zıpkını yedi, ama şunu bir düşün: Böyle sapasağlam, tek parça yiğit bir hayvanı sırf kuyruğunun köküne bağladığın bir halatla nasıl idare edebilirsin?"

                                                                                  Ribs and Trucks Mecmuasında
                                                                              Balina Avı Hakkında Bir Bölümden

---

"Koca ihtiyar balina, fırtınanın boranın ortasında da
Okyanustaki evinde olacaktır
Kudreti dev, devliği haktır
Ve uçsuz bucaksız denizin kralı olarak kalacaktır."

                                                                  Balina Şarkısı

***

Çok geçmeden hazırlanması sona erdi ve sırtında koca paltosuyla, zıpkınını da bir mareşal asası gibi sallayarak odadan çıktı.

...

Şöyle dolu dolu gülmek muhteşem bir şeydir, ama böyle bir fırsat insanın eline nadiren geçer; çoğunluk kederin elindedir.

...

Şehir züppeleriyle köy züppeleri birbirine benzemez.Köydekiler, kıytırıl gösteriş düşkünleri, yazın en sıcak günlerinde iki dönüm topraklarını sürerken ellerini güneş yakmasın diye tarlaya geyik derisinden eldivenlerle giderler.Bunun gibi bir köy züppesi şöhret sahibi olmayı aklına koyup da balina avcılarına katıldı mıydı, daha limana geldiği andan itibaren sayısız şaklabanlık yapmaya başlar.Denize giderken giyeceği kıyafetleri siperiş ederken yeleğine çıngıraklı düğme, adi bezden diktireceği pantolona da askı ekletmek ister.Behey zavallı hödük!Askılarınla, düğmelerinle göbeğine düştüğün ilk fırtınada o askılar nasıl da yerinden kopuverip kırbaca döner bir bilsen.

...

Balinanın içinde, kemikler ve korku
Sardı tepemi kara ve korkunç bir kubbe gibi
Tanrı'nın tüm güneşli dalgaları
Sonumu bulayım diye, itti beni içeri

Gördüm cehennemin aralanan ağzını
Oradaki ebedi azabı ve kederi
Ki bilmez o acıları bizzat çekenden başkası
Esir alıyordu beni umutsuzluğun pençeleri

Kapkara bir yürekle seslendim Tanrıma
Tam ondan ümidi keseceğim sırada
O kulak verdi haykırışlarıma
Ve artık içinde tutamaz oldu beni balina

Hızla yetişti yüce Tanrı imdadıma
Işıl ışıl bir yunus gönderdi yanıma
Dehşetli, ama şimşek çakmış gibi parlark
Yüzünü gösterdi kurtarıcım bana

O korkunç, o muhteşem saati
Anlatsın bu şarkım asırlarca
Methiyeler Tanrımızadır tabii
Odur hem rahman hem kudretli

Neredeyse herkes bu ilahiye eşlik ediyordu.

...

Pequod asil bie gemiydi ve bir şekilde melankolik bir yanı da vardı.İçinde asalet taşıyan her şey biraz öyledir zaten.

...

Dolayısıyla adanın yaygın adeti uyarınca adlarını Kutsal Kitap'tan alan, çocuklarında doğal olarak cemaatlerine özgü o etkileyici konuşma üslubunu benimseyen, ama ilerleyen yaşlarında gözüpek, pervasız ve sınırsız pek çok maceraya atılan bir kişilik türü de vardır.Bu insanlar, üstlerinden atamadıkları geleneksel tuhaflıklarını bir İskandinav deniz tanrısına veya şairane bir putperest Romalıya atfedebilecek karakter özellikleriyle bir şekilde bağdaştırmayı başarırlar.Tüm bunlar üstün doğal güçleri, sapasağlam bir beyni ve koca bir yüreği olan, aynı zamanda en uzak sularda sayısız uzun gece nöbetlerinin dinginliği ve yalnızlığı içinde, kuzeyde yaşayanların asla görmedikleri yıldızların altında, geleneğin dışında ve bağımsız düşünmeye meyleden, tabiata dair tüm bilgileri bizzat tabiatın el değmemiş, cömert ve sırdaş bağrından alarak -birtakım tesadülerin de yardımıyla- sözünü sakınmaz bir üsluba kavuşmuş bir adamda birleşince, işte o adam koca bir milletin içinden seçilebilir hale gelir.O artık asil trajediler için yaratılmış, seyre layık bir yaratıktır.Doğuştan veya çevresel şartlar itibarıyla kişiliğinin temelinde bir yerlerde inatçı bir hastalıklı taraf da olması bu dramatik yanına gölge düşürmez.Trajik anlamda her yüce kişi, hastalıklı bir yanı dolayısıyla o konuma gelmiştir zaten.Ey heveskâr genç!Şunu bil ki, fani yücelikler hastalıktan başka bir şey değildir.Neyse, şimdi karşımızdaki adam bu anlattığımız adam değil, başka türlü bir adam.Ama bu da tuhaf bir adam ve tuhaflığı yine Quaker'lığın başka yönleri dolayısıyla ortaya çıkıp şahsi şartları etrafında şekillenmiş biri.

...

Denize açıldığı dönemlerde de sert ve baskıcı bir amir olarak biliniyormuş.Hikaye kulağa biraz tuhaf gelse de, Nantucket'ta bana anlattıklarına göre Bildad'ın ikinci kaptanlık ettiği meşhur Categut gemisi memlekete geri döndüğünde yorgunluktan bitip tükenmiş tayfanın çoğu karaya ayak basamadan hastanelere taşınmış.Dindar birine, hele ki bir Quaker'a göre epey katı yürekli olduğu su götürmezdi.Ama dediklerine göre emri altındakilere asla sövmezmiş, ama onları bir şekilde olmayacak süreler boyunca, acımasızca ve bitmek bilmeyen işlerde çalıştırmayı başarırmış.Bildad ikinci kaptanken, o donuk kahverengi gözlerinin dikkatle üzerine çevrildiğini gören adamın anında huzuru kaçar ve ister çekiç olsun, ister kavilya, hemen eline bir alet geçirip deli gibi çalışmaya koyulurmuş.

...

Seni temin ederim, yola güler yüzlü ve kötü bir kaptanla çıkmaktansa öfkeli ve iyi bir kaptanla çıkmak yeğdir.

...

Bildad gözlerini kocaman açtı, ellerini kaldırdı ve "Peleg! Peleg!" diye bağırdı."Sen de benim gibi nice tehlike atlattın, ölüm korkusunun ne olduğunu bilirsin Peleg.Hal böyleyken, nasıl olur da şimdi bu imansız lafları edebiliyorsun?Kendi yüreğinin sesine ihanet ediyorsun Peleg.Söyle bakalım, sen Ahab'ın ikinci kaptanıyken, Japonya'daki tayfunda bu Pequod'un üç direği de devrildiğinde aklına ölüm ve ahiret gelmemiş miydi?"

"Bak sen şu laflara" dedi Peleg.Ellerini iyice ceplerinin dibine dek sokup kamarayı adımlamaya başladı."Hele şu söylediğin lafa bak!Gemi ha battı ha batacak diye beklediğimiz o anlarda mı?Ölüm ve ahiret, ha?Üç direğimiz devrilmiş, geminin yanına çarpa çarpa süküleniyorken ne kadar dalga varsa hem pruvadan hem kıçtan gemiye dolarken mi?O sırada mı düşünecektim ölümü ve ahireti?Yoo!O sırada ölümü düşünmeye hiç vaktimiz yoktu.Kaptan Ahab'ın aklında da benim aklımda da yaşamak vardı, ölmek değil.Gemideki herkesin hayatını nasıl kurtrabileceğimizi, idareten birkaç direk dikip kendimizi nasıl en yakın limana atabileceğimizi düşünüyorduk."

...

Ah canım kardeşim, bizi böyle kandıramazsın.Çok önemli bir sır taşıyormuş gibi görünmek, dünyanın en kolay işidir.

...

Ama insan yanlış bir şeyler sezdiğinde, meseleye kendini artık sıyıramayacak kadar dahil de olmuşsa, şüphelerini gayriihtiyari kendinden bile saklar.

...

En muhteşem şeyler, anlatması en zor olanlardır ve en derin hatıraların  ne yazık ki kitabeleri dikilmemiştir.

...

Hangi korkak, solucan gibi sürüne sürüne toprağa sığınır, ha?Ey müthişin dehşeti!Boşuna mı bunca ıstırap?Dik dur, dik dur Bulkington!

...

Dünyanın biz balina avcılarını saygın görmemekteki ısrarının en temel sebebi şudur: İnsanlar, en iyi ihtimalle, işimizin bir tür kasaplıktan ibaret olduğunu ve türlü çeşit pisliğe batmış halde çalıştığımızı düşünüyor.Biz kasap olmasına kasabız, ama ahalinin övmek için sıraya girdiği komutanların hepsi de kasaptır, hem de en eli kanlı cinsinden.

İşimizin temiz olmadığına gelince, şimdiye dek pek bilinmeyen birtakım şeyleri yakında öğrenince göreceksiniz ki bir ispermeçet gemisi bu derli toplu dünyanın en temiz şeyleri arasındadır.Balinacılık hakkındaki bu iddiaları bir an doğru kabul etsek bile, bir balina gemisinin zemini yağ kaplı güvertesi ve dağınıklığı, tarifi imkansız leş kokularının etrafı sardığı savaş meydanlarının -hani nice askerin ayrıldıktan sonra hanımların alkışlarına kapılıp içkiye teslim olduğu o meydanların- yanında nedir ki?Ayrıca askerlerin mesleğini bunca insanın gözü önünde yücelten şey işin tehlikeli oluşuysa eğer, emin olun top bataryalarına korkmadan hücum eden nice eski asker daha ispermeçet balinasının dev kuyruğu su üstünde belirir belirmez, kuyruğun rüzgarı yüzüne çarpar çarpmaz tabanları yağlamak isteyecektir.Tanrı'nın girift dehşet ve mucizeleri karşısında insana dair, akla mantığa sığan dehşet nedir ki!

...

Şimdiden bu iş ve eserlerin tüm şan ve şerefini balinacılığa atfedebilirim.Benim üniversitem Yale de değildi Harvard da; bir balina gemisiydi.

...

Gzölerinin içine bakınca hayatı boyunca sakince yüzleştiği binlerce tehlikenin gölgelerini görür gibi olurdunuz.Hayatının ekseriyeti gürültülü bir oyun değil, sessiz bir pantomim gibi geçen ağırbaşlı, sakin bir adamdı.

...

Vahşi sularda yalnız başına geçirdiği ömrü onu batıl inançlara sürüklemişti, ama bunlar cehaletten değil, zekadan doğmuşa benzeyen batıl inançlardı.

...

"Bu gemiye balinadan korkmayan adamı almam" derdi hep.Galiba bunu söylerken asıl ve işe yarayan cesaretin, insanın karşısına çıkan tehlikeyi ölçüp biçtikten sonra gösterdiği cesaret olduğunu ve cesaretinin sınırı olmayan kişinin korkak birinden bile daha tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

...

Ayrıca balina avcılığı dene bu meslekte, gemi için cesaretin de temel erzak gibi dikkatli harcanması, israf edilmemesi gereken zaruri malzemelerden biri olduğuna inanıyordu.

...

Stubb'ı, başka şeylerin yanı sıra böylesine rahat ve korkusuz biri yapan, yüklerinin altında iki büklüm olmuş asık suratlılarla dolu bu dünyada hayatın yükünü böylesine neşeyle taşıyabilmesine imkan veren ve neredeyse hafiflik ölçüsünde bir neşe içinde olmasını sağlayan şey herhalde piposuydu.Zira o kusa, siyah ve küçük piposunun yüzündeki yeri burnu kadar sabitti.Belki bir gün yatağından burunsu kalkabilirdi, ama piposuz asla.

...

Herkes bilir ki dünyamızın havası, ister karada olsun ister deniz üstünde, soluk alıp veren sayısız faninin ciğerlerinden çıkmış adı sanı duyulmadık nice illetle doludur ve bu yüzden kolera salgını gibi olaylar baş gösterdiğinde kimileri ağızlarını kafur sürülmüş mendillerle örtüp dolaşırlar.İşte Stubb'ın tütün dumanı da her türlü illete karşı bir mikrop kırıcı vazifesi görmüş olabilir.

...

"Artık nasıl da fayda etmiyor tütün içmek.Ah pipom benim!Senin efsunun da yitince ne olur benim halim!Burada hiç fark etmeden, keyif de almadan, yönümü rüzgâra vermiş pipo içiyorum hiçbir şeyden anlamaz gibi!Aynı can çekişen bir balina gibi, son nefeslerin en güçlü ve dertli nefesler oldu.

...

Katil Balina: Nantucketlıların bu balinaya dair kesin olarak bildikleri şeyler gayet kısıtlıdır.Bilim insanı geçinenler o kadarını da bilmez.Benim uzaktan görebildiğim kadarıyla büyüklük olarak grampus kadar vardır.Son derece vahşidir, bir nevi Fiji balığıdır.Bazen sülük gibi Folio balinalarına yapışıp kaldığı ve bu koca hayvanların keyfini ölesiye kaçırdığı olur.Asla avlanmaz.Nasıl bir yağı olduğuna dair hiçbir bilgim yok.Başka ayırt edici bir özelliği bulunmadığından dolayı bu hayvanın ismine müdahale etmiyorum.Yoksa hem karada hem de denizde hepimiz öldürenlerdeniz.Buna Bonaparte ailesi de dahil, köpekbalığı ailesi de.

...

Son derece yapay deniz âdetlerinin ortaya çıkardığı acayipliklerden biri de güvertedeyken kaptna sonun dek kafa tutabilen, boyun eğmeyen zabitlerin, yemek saati gelip de aynı kaptanın sofrasına oturunca birdenibire mülayim, mütevazı bir havaya bürünmeleridir.Masanın başında oturan kaptanın etrafına dizildikleri bu sahne pek eğlenceli, hatta zaman zaman epey komik bir sahnedir.Bu değişimin sebebi nedir?Bir sorun mu?Muhtemelen hayır.Babil kralı Belşazzar olmak, hem de öyle çalım satarak değil, saraylara yakışır bir incelikle Belşazzar olmak için insana muhakkak bir ölçüde dünyevi haşmet gerekir.Ama kendi sofrasında, misafirlerinin başında oturan ve onlara hakiki bir üstünlük ve zeka ile eşlik eden adamın o andaki rakipsiz iktidarı, kişisel nüfuz alanı ve asaleti Belşazzar'ınkinden fazladır, çünkü Belşazzar kralların en yücesi değildi.Dostlarına ziyafet çekmiş herkes Sezar olmanın tadına bir kez olsun varmıştır.Bu duygu, insan ilişkilerindeki üstünlük mücadelesinin ortaya çıkardığı karşı konulması imkansız bir büyüden doğar.Tüm bunlara bir de gemi kumandanının halihazırdaki resmi üstünlüğünü eklerseniz, deniz yaşamına dair bahsettiğimiz tuhaflıkların ortaya çıkış sebepleri daha iyi anlaşılır.

...

Ahab'a bu şekilde yaklaşmak imkansızdı.İsmen aralarında olsa da cismen hepsine yabancıydı Ahab.Eskiden Missouri'nin her yerinde bulunan, ama sonradan soyu tükenen boz ayıların sonuncusu gibi yaşayıp giderdi.Bahar geçip yaz bitince ormanlara kaçan ve bir ağacın gövdesine sığınıp parmaklarını emerek kışı geçiren o vahşi Logan gibi, Ahab'ın beden oyuğuna hapsolmuş ruhu da, o yaşında, bu kasvetten beslenerek varlığını sürdürürdü.

...

Sıcak denizlerdeki balina avı macerasının büyük kısmına mutlak bir olaysızlık hakimdir.Ne bir haber alırsınız ne de gazete okumanız mümkündür.Harcıalem olayları büyük bir heyecanla aktaran ikinci baskılar sizi boş yere telaşa düşürmez.Ne aile facialarından, ne batık yatırımlardan ne de değeri düşen hisse senetlerinden haberdar olursunuz.Akşam ne yiyeceğim diye bile düşünmezsiniz, çünkü en az üç sene boyunca yiyeceğiniz her şey fıçılarında uslu uslu beklemektedir ve yemek menüsü bir gün bile değişiklik göstermez.

...

"Çalkalan ey derin ve koyu mavi deniz, çalkalan!Tepende beyhude on bin balina avcısı dolanıyor." Böyle gemilerin kaptanları bu aklı bir karış havada genç filozofları sık sık fırçalar, sefere yeterince "ilgi" göstermedikleri için azarlarlar.Bunları söylerken, bu işi onurlu bir şekilde yapmayı çoktan unuttuklarını ve aslında içlerinden gizli gibzli balina görmemeyi dilediklerini ima ediyorlardır aslında.Ama ne fayda!Bu genç Platoncular, görüşlerinin kusurlu olduğunu, uzağı seçemediklerini, söz sinirlerini zorlayarak bir yere varmalarının imkansız olduğunu düşünürler.Opera dürbünlerini evde unutup gelmişlerdir.

Bir keresinde zıpkıncılardan biri böyle bir gence dönüp, "Behey maymun evladı, aşağı yukarı üç yıldır seferdeyiz ama tek bir balina görmüşlüğün yok.Sen yukarı çıkınca balinaların sayısı birden tavuk dişlerinin sayısı kadar oluveriyor.

...

Size okul çocuklarının zorbalara dediği gibi, "Boyunuza göre birini bulun, beni dövmeyin!" diyecek değilim.Hayır.Beni devirdiniz, ama tekrar ayağa kalktım.Fakat bu kez siz kaçıp saklandınız.

...

Yani korkak tay için kürkü neyse, beyaz köpüklü denizin boğuk sesleri, dağların desen desen buzlarla kaplı zirvelerinin buz gibi hışırtıları, çayırlarda güneşin altına serilmiş karların o ıssızlıkta rüzgârın önünde oradan oraya taşınışı da Ishmael için odur!

Bu gizemli belirtilerin isaret ettiği isimsiz şeylerin nerede olduğunu ikimiz de bilmiyoruz, ama tay da ben de eminiz ki bunlar muhakkak bir yerlerdedir.Görebildiğimiz dünya, pek çok haliyle sevgiden var edilmiş gibi dursa da birtakım görünmez köşeleri korkudan var edilmiştir.

...

Dışarıdan öyle görünüyordu ki, bir yandan Ahab kırışık haritalara çizgiler çizerken, bir yandan da görünmez bir kalem de onun derin izlerle dolu alnına çizgiler ve rotalar işliyordu.

...



Ahab bir şeyin daha farkındaydı.Hislerin zirve yaptığı zamanlarda, insanlar gündelik kaygıları bir kenara fırlatıp atar, ama böyle zamanlar gelip geçicidir.Ahab'a göre insan denen makinenin sabit, kalıcı koşulu çıkarcılıktı.Belki Beyaz Balina bu vahşi mürettebatın yüreklerini ateşliyordu, belki bu vahşiliğe hitap etmek onlardaki asil, şövalyelere layık yanları okşuyordu.Ama Moby Dick'in peşine seve seve düşecek olsalar da sıradan, gündelik ihtiyaçlarını tatmin edecek gıdaya da ihtiyaç duyarlardı.Eski zamanların şaşaalı Haçlı şövalyeleri bile İsa'nın mezarı peşinde savaşmak üzere iki bin mil yol teperken arada sırada yağma yapmadan, hırsızlığa bulaşmadan ve yol üstünde din adına başka başka ek gelir kapılarına başvurmadan edemiyordu.Onlara yalnızca tek bir nihai ve romantik hedef gösterilmiş olsaydı, pek çokları tiksintiyle yarı yoldan dönerdi.İşte Ahab da "Bu adamların para kazanma umudunu kırmayacağım," diye düşünüyordu.Evet, para.Belki şu anda paraya önem vermez görünüyoalardı, ama aradan aylar geçip de seferin sonunda hâlâ para kazanma umudu olmazsa içlerindeki o sinsi para kazanma hırsı birden alevlenip isyana dönüşüverirdi ve o zaman gözlerinde Ahab'ın üç kuruşluk değeri bile kalmazdı.


...

Fakat o gizemlere bürünmüş Ahab'ın kaplan sarısı mürettebatına neler söylediğini buraya yazmasak daha iyi olacak, zira sizler bu satırları imanlı
 edepli yerlerde okuyor olacaksınız.

Ahab kasırga kaşları ve kıpkızıl katil gözleriyle, ağzından saçtığı köpükler iki dudağını tutkal gibi birbirine yapıştırmış halde avının peşinden giderken ağzından çıkan sözleri ancak küstah denizlerin kâfir köpekbalıkları dinlemeye tahammül edebilirler.

...

Köle taşıyan gemiler karşılaşınca hemen en aceleci hallere bürünüp birbirlerinden uzaklaşırlar.Korsanlara gelince, kurukafa bayraklı iki gemi rastlaştığında balinacıların birbirlerine "Kaç varil doldurdunuz?" diye soruşu gibi, onlar da ilk önce "Kaç kelle aldınız?" diye sorarlar.Sorularına cevap aldıktan sonra da derhal dümenlerini birbirlerinden uzağa kırarlar, çünkü iki taraf da şeytani kötülüklere bulaştığından, karşı tarafın kendilerininkine benzeyen kötü yanına uzun uzadıya tanıklık etmek istemez.

...

"Baylar, bir geminin güvertesinin silinmesi, o esnada sert bir fırtına yoksa, hiçbir şartla ihmal edilmeyen rutin işlerden biridir.Düpedüz batmakta olan gemilerin bile güvertesinin silindiği olmuştur.İşte baylar, deniz kuralları hiçbir şekilde esnek değildir ve denizciler içgüdüsel olarak tertipli olmayı severler.Öyle ki, yüzlerini yıkamadan boğulmayı bile reddederler.

...

Ama şunu da söylemek gerekiyor ki, şiddete bulaşmış insanların en iyi yanlarından biri zaman zaman zengini yağmalamak için sarf ettikleri gücün daha da fazlasını yoksula kol kanat germeye sarf etmeleridir.

...

Gemide, kazanlarda kaynayan balinaya edilen işkence duman olmuş göğe yükseliyor, bir demirciler çarşısından yükselen dumanlar gibi; rüzgâr yönünde fırtınalar ve yağmurlardan haber veren bir kar bulutun yükselişi, öyle anlaşılıyor ki, telaşlı denizcilerin hareketlerini daha da hızlandırıyor.

...

Keşke gam yerine gemi çapası, mahmuz yerine de zıpkınlardan bir demet yaparak o balinaya binebilsem ve semanın en yükseklerine sıçrayarak sayısız çadırların kurulduğu söylenen o efsanevi gök katmanlarının hakikaten de fani gözlerimin menzilinden uzaklarda var olup olmadığını görebilsem!

...

Kara insanları denize has canlıları genel olarak insana hep son derece uzak ve itici hislerle eşleştirmiş olsalar da; denizin uçsuz bucaksız bir terra incognita olduğunu, Columbus'un aklındaki belli bir Batı dünyasına erişebilmek için sayısız dünyanın yanından geçip gittiğini bilsek de; insanların başına gelmiş felaketlerin en korkunçları, çok çok büyük ihtimalle ezelden beri hiç şaşmaksızın denize açılanları hedef almış olsa da, insan denen bebek, ilmi ve becerisiyle böbürlenip dursa ve belki de iyimser bir gelecekte ilmi ve becerisi artacak olsa da; bir an durup düşünecek olursak anlarız ki deniz ilelebet, mahşer günü gelip çatana dek insanı küçük düşürmeye ve öldürmeye devam edecek, onun elinden çıkabilecek en görkemli ve sağlam gemileri tuzla buz edecektir.Fakat insanoğlu özü itibarıyla farkında olduğu denizin korkunçluğunu bu tür olayları tekrar tekrar yaşadıkça hafızasından silmiş gibidir.

..

Nantucketlıların bazıları balinanın Stubb'ın bahsettiği, kuyruğun gitgide küçülüp bittiği yerdeki etine bilhassa düşkündür.

...

Bir deniz savaşının sıcak dehşeti ve şeytani atmosferinin ortasında köpekbalıklarının, kırmızı et doğranan masanın etrafına toplanmış aç köpekler gibi, büyük bir beklenti içinde gözlerini yukarı diktiklerini görebilirsiniz.Öldürülüp de aşağı atılan her adamı anında kapmaya hazırdırlar; güverte denen masadaki yiğit kasaplar birbirlerinin kanlı canlı etlerini yaldızlı ve püsküllü et bıçaklarıyla yamyam gibi doğramakla meşgulken köpekbalıkları da mücevher kakmalı damaklarıyla, itişe kakışa, masanın altında cansız etleri doğramakla meşguldür.Bu meseleyi neresinden ele alacak olursanız olun aşağı yukarı aynı şeyi görürsünüz, yani herkese yetecek kadar köpeklik vardır işin içinde.Köpekbalıkları Atlantik'i geçen köle gemilerinin bir numaralı refakatçileridir, kendilerini ilgilendirecek bir paket aşağı düşer diye, ölmüş bir kölenin ululünce gömülmesi gerekir diye hiç durmadan gemiye eşlik ederler.Çok sayıda köpekbalığının bir araya geldiği ve doya doya tıkındığı başka bir iki durum daha sayılabilir, ama bu kadar çoğuna ve böyle neşelisine ancak deniz ortasında, gece vakti, bir balina gemisinin yanına bağlanmış ölü bir ispermeçet balinasının etrafında denk gelebilirsiniz, başka yerde değil.Böyle bir şey, daha önce görmediyseniz şeytana tapınmanın ve onu tatlı sölerle anmanın uygunsuzluğuna dair acele karar vermeyin.

...

Peki, balinayı kendi yağıyla yanan lambanın ışığında yiyen Stubb'ın yaptığı ayıptan da öte, öyle mi?

...

İnanılır şey değil, ama o sırada ölü balina gibi büyük bir avın peşine düşmüş olan köpekbalıkları, normalde hiçbir ayrım yapmaksızın her türlü ete saldırsalar da, o esnada insana pek dokunmazlar.

...

Bizzat şeytan o adam.Kuyruğunu görmüyorsan katlayıp göz önünden kaldırdığı, kıvırıp cebinde sakladığı içindir.

...


Balina gibi böyle büyük bir hayvanın dünyayı bu kadar küçük gözlerle görmesi ve fırtınaların sesini tavşan kulağından küçük kulaklarla duyması acayip değil mi?Peki ya balinanın gözleri Herschel'in büyük teleskobunun lensi kadar, kulakları da katedrallerin revakları kadar geniş olsa görüşü ve duyuşu daha keskinleşir miydi?Hiç de öyle olmazdı.Öyleyse neden aklınızı "genişletmeye" çalışıyorsunuz?İnceleştirin yeter.


...

Şu ispermeçetin yüz ifadesini görüyor musunuz?Tam olarak öldüğü anki yüz ifadesi bu, sadece alnındaki uzun çizgilerden birkaçı kaybolmuş gibi.Ölüm konusuna kayıtsız, çayırlar gibi huzur dolu bir alın görüyorum orada.Bir de şu diğerinin yüz ifadesine bakın.Yanlışlıkla geminin gövdesine dayanmış ve çeneyi sımsıkı kapayan koca alt dudağa bakın.Bu kocaman başın tamamı ölüm karşısında sımsıkı bir duruşu ifade ediyor gibi görünmüyor mu?Bana gerçek balina bir Stoacı, ispermeçet balinası da belki son yıllarında Spinoza okumuş bir Platoncu gibi geliyor.

...

Bundan sonra bu kocaman canavarın başka yerlerine has özelliklerden ve güçlerden bahsettiğimde, başıyla vurduğu olur olmaz darbeleri anlattığımda cahillere mahsus o inanmazdlığı bir kenara koyacağınızdan ve ispermeçet balinasının Darien Kıstağı'nı delip Atlantik'le Pasifik'i birbirine kattığını anlatacak olursam dahi hafifçe kaşınızı bile kaldırmadan dinleyeceğinizden eminim.Çünkü eğer evinizde beslediğiniz bir balinanız yoksa hakikat konusunda dar görüşlü ve duygusalsınız demektir.

...

Tashtego o başın içinde ölseydi, oldukça özel bir ölüme mazhar olacaktı.En beyaz, en nefis, en güzel kokulu ispermeçet yağının içinde boğulup balinanın gizli iç bölmesini, kutsal odasını kabir belleyecekti.Bundan daha tatlı ölüm deyince akla bir tek Ohio'da içi oyuk bir ağacın kovuğunda bal ararken çok büyük bir peteğe rastlayan ve fazla öne eğildiği için balın içine düşüp oracıkta tahnitlenen bal toplayıcısı geliyor.Sizce kimler bu şekilde Platon'un altın zihnine düşüp orada o tatlı ölüme mazhar olmuştur?

...

Koca bir piramit gibi taşıdığı sessizliğinde gizlidir.Piramit deyince de aklıma şu geliyor: Şark dünyası gençliğinde ispermeçet balinasını tanısaydı onu o çocuksu büyülü fikirlerle dolu zihninde muhakkak tanrılaştırırdı.Sonuçta Nil timsahını dili yok diye yahut ağzından çıkaramayacağı kadar küçük bir dile sahip diye tanrılaştırmışlardı.Olur da şu andan sonra yüksek kültüre erişmiş, şiire hakim bir millet eskinin şen bahar tanrılarına iade-i itibarda bulunup da bugün tek bir Tanrı'nın keyfince hüküm sürdüğü kainatı onların eline teslim edecek olursa, emin olun ispermeçet balinası o yeni zirvelerde Zeus'unki kadar yüksek bir tahta yerleşir.


...

Bazı işlerde takip edilecek en doğru yol özenli bir düzensizliktir.

...

Sag-Harborlu ihtiyar bir balina avcısı bu İbrani hikayesinden şu sebeple şüphe ediyordu: Adamın elinde o eski, süslü, acayip ve akla aykırı desenlerle bezeli bir Kitabı Mukaddes vardı ve bu desenlerden birinde Yunus'un balinası tepesinde iki hava deliğiyle betimlenmişti.Bu özellik yalnızca deniz canavarlarının bir alt türü (gerçek balina ve çeşitleri)  açısından doğrudur ve balina avcıları hava delikleri çok küçük olan bu tür hakkında "deliğine tek bir bozuk para atsan boğulur" yorumunu yaparlar.Fakat bu konuda da Piskopos Jebb'in cevabı hazırdır.Piskoposa göre Yunus balinanın midesine kadar inip orada hapsolmuş diye düşünmemizi gerektiren bir şey yoktur, geçici bir süreliğine balinanın ağzında bir yerde mahsur kalmış da olabilir.İyi yürekli piskoposun bu sözlerini makul görebiliriz, zira hakikaten de gerçek balinanın ağzı, içine iki oyun masası dörder de oyuncu yerleştirmeye yetecek kadar geniştir.Belki Yunus da bu tür bir balinanın bir dişinin oyuğuna yerleşmiş olabilir.Gerçi düşününce gerçek balinaların dişi de yoktur ya, her neyse.

...

Yine de ispermeçet balinasının koku alma konusunda yeterli donanımı olmadığına şüphe yoktur.Gerçi olsa ne işine yarayacaktı ki?Denizde ne güller vardır, ne menekşeler ne de kolonya.

...

Başka şairler antilobun yumuşacık bakan gözlerine, yere hiç konmayan o masal kuşunun tüylerine övgü dolu şiirler şakımıştır; benim şiirim onlarınki gibi yüce nesnelere değil, kuyruğa dair.

...

Dolayısıyla bu insanlara gidip de büyük tufanın ikincisinin geleceğini haber verecek olsanız, "Biz zaten Nuh'un gemisindeyiz!" deyip geçeceklerdir.

...

"Balinaya yılgı geldi."

...

Hiçbir hayvanın ahmakça bir davranışı yoktur ki insanın çılgınlıkları tarafından kat be kat aşılmamış olsun.

...

"Bu deniz canavarının karnında amber aramak boşaydı, dayanılmaz koku buna imkân vermiyordu" Sir T. Browne, Amiyane Hatalar

...

Bu kadar büyük bir cüsseden çıkan kokunun şiddeti öyle yoğundur ki, vebanın vurduğu ve insanların ölülerini gömmeye yetişemediği Asur şehrini bile gölgede bırakır.Hakikaten de bazen en aç gözlüleri bile yakınına demir atmaktan alıkoyacak kadar berbat bir kokudur bu.

...

Hava durgunken açık denizde yüzmek, iyi yüzme bilenler için karada yaylı at arabasıyla seyahat etmek kadar kolaydır.Ama bu işin tahammül etmesi zor tarafı yapayalnız yapılmasıdır.Öylesine merhametsiz bir enginliğin orta yerinde insanın kendiyle kalması, aman yarabbi!Böyle bir şeyi kim idrak edebilir?Bundan sonra en durgun havalarda bile açık denizde yıkanan denizcileri gördüğünüzde gemilerine nasıl sımsıkı tutunduklarına ve geminin dibinden ayrılmadıklarına siz de dikkat edin.

...

"İncil sayfası gibi olsun, İncil sayfası gibi" Zabitlerin kıymacıya verdikleri standart emir budur.Bu şekilde işini daha dikkatli yapması, yağı daha ince dilimlemesi gerektiğini hatırlatırlar ona, çünkü böyle yaptığı takdirde yağ kaynatma işi de hızlanır ve hem niceliği hem de muhtemelen niteliği artar.

...

Kimi kederde bilgelik vardır, ama bazı deliliklerde de keder vardır.

...

İşte böylesinw geniş ve açık ufuklu bir konunun yarattığı derin hisler böyledir, böyle yücelticidir.Biz de konumuzun cüssesiyle birlikte büyürüz.Görkemli bir kitap yazmak için görkemli bir konu seçmek gerekir.Deneyen çok olduysa da pire hakkında büyük ve kalıcı bir eser vermenin imkânı yoktur.

...

Ahab'ın zıpkınının akıttığı kan Firavun'dan da yaşlıydı.

...

Dolayısıyla tüm bu nedenlerden dolayı, tek tek ölümlü olsalar da balinanın bir tür olarak ölümsüz olduğunu kabul ediyoruz.Daha kıtaların göbek bağı kesilmemişken o bu sularda yüzüyordu; bugün Tuileries'in, Windsor Kalesi'nin ve Kremlin'in olduğu yerlerde dolaşıyordu.Nuh Tufanı sıraında Nuh'un gemisine gülüp geçmişti.Dünya, üstündeki sıçanlardan kurtulmak için bir kez daha sular altında kalacak olursa ölümsüz balina o tufanı da atlatacak ve selin en yüksek noktasında şaha kalkıp kafa tutuşunu simgeleyen köpüklerini göklere püskürtecektir.

...

"Bunlar da senin fırtına kuşların mı Perth?Hep peşindeler.Uğurlu kuşlardır gerçi, ama herkese değil tabii.Baksana, onlar tutuşup gidiyor ama sen aralarında yaşamaya devam ediyorsun, ufacık bir yanık bile yok üstünde."

Perth duraklayıp ağırlığını çekice vererek biraz nefeslendikten sonra, "Ben baştan aşağı dağlanmışım da ondan, Kaptan Ahab." diye cevapladı."Dağlanmış yarayı bir daha dağlamak kolay değildir."

...

Ahab da kendi gemisinin kıç güvertesinde dikiliyordu.Saçı başı dağınıktı, kapkara yüzünü inatçı bir gölge kaplamıştı.Biri arkasında bıraktığı işleri kutlamakla, diğeri gelecek olaylara endişelenmekle meşgul bu iki geminin denizde bıraktığı izlerin kesiştiği esnada iki kaptan bu sahnedeki müthiş zıtlığın ete kemiğe bürünmüş halleri gibiydi.

...

"Öyleyse söyle bana, sen her işe koşan, her şeyden anlayan, her şeye burnunu sokan, her şeyi sahiplenen imansız ihtiyarın teki değil misin?Bir gün bacak yapıyorsun, ertesi gün o bacakları tıkıştırmaya bir tabut, öbür gün de aynı tabutu cankurtarana çeviriyorsun.Sen de tanrılar gibi işkesiz çalışıyorsun, onlar gibi her işte gönlün var."

...

Dediklerine göre Titanlar yanardağların kraterlerini oyarken usul usul şarkı mırıldanırmış.Meşhur oyundaki mezar kazıcısı da elinde kürekle şarkı söyler.Sen hiç söylemez misin?

...

"Bu avda benim için en büyük sağlık kaynağı da yaram oldu."

...

"Kırk yıldır kurutulmuş, tuzlanmış şeylerle besleniyorum ki ruhumun da böyle beslenmekten kurumuş olmasına şaşmamalı.

...

Dümenci, hiç bozmadan, dünkü gibi, şimdiki gibi devam et.Ne hoş bir gün.Meleklere sayfiye evi olsun diye yepyeni bir dünya yaratılsa, takdim edileceği ilk gün bile bu anki kadar güzel görünemezdi herhalde.Al sana üstüne düşünülecek bir şey, Ahab.Gerçi Ahab'da düşünecek zaman ne arar.Ahab asla düşünmez, ancak hisseder, hisseder, hisseder.Bu kadarı da fani birini tanımaya yeter!Düşünmek küstahlıktır.Düşünme hakkı ve ayrıcalığı yalnız Tanrı'ya aittir.Düşünme bir ihtiyat ve dinginlik hali ister -yahut esasında öyle olması gerekir.Oysa biim zavallı kalplerimiz güm güm atar, beynimiz uğuldar, yapamayız.Yine de bazen şu beynimin sükunete kavuştuğunu düşündüğüm oluyor.Buz gibi çıtırdıyor şu ihtiyar kafatasım, içindekilerin buza dönmesiyle paramparça olan bardaklar gibi.

...

"Ruhumun gemisi üçüncü kez çıkıyor bu seyahate Starbuck."
"Evet kaptan, dediğiniz gibi."
"Kimi gemiler limandan ayrılırlar Starbuck ve kaybolup giderler."

...

Ey Tanrım!Nedir bu içimden kılıç gibi geçen, ama beni yine de ölü gibi sakin, ümitli kılan, tam ürpertiyle sarsılacakken duruveren şey?

...

Zıpkın fırladı, vurulan balina ileri atıldı ve halat olduğundan neredeyse ateş çıkaracakmış gibi bir hızla akmaya başlayan zıpkın halatı bir an sıkıştı.Ahab halatı kurtarmak için öne eğildi, kurtardı da.Ama boynunu da hızla boşalırken havada halkalanan halata kaptırdı.Kurbanlarını çıt çıkarmadan, yay kirişiyle boğan dilsiz Türk cellatları gibi kendisini sessizce yakalayan halatla birlikte sandaldan fırladı, gidişini sandaldaki kimse fark edemeden.Bir an sonra, halatın sonundaki ilmik bağı da boşalan fıçıyı terk ederken kürekçilerden birini devirerek suya düştü ve derinliklerde gözden yok oldu.

...

"Ve yalnıca ben kaçıp kurtuldum, sana anlatmak için."
                                                                             -Eyub
...

Herman Melville
Moby Dick
Sel Yayıncılık, 2019
Çeviri: Deniz Keskin