yapı kredi yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yapı kredi yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2024 Pazar

Ayıların Meşhur Sicilya Baskını - Dino Buzzati




Bakacak olursanız dikkatli ve de yavaş
göreceksiniz, bir tablo gibidir bu savaş
tuhaf bir adam takılacaktır gözünüze
işte orada, şu rüzgarlı geçitte.
Bu üzgün kişi, Üstad Nektar'ın ta kensisi
Ne yazık ki burada uyduramadım ona bir uyak.

Hadi neşelen, değil misin sen
çakıl taşlarını çiçeğe dönüştüren
ya da istersen çiçekleri değerli taşlara,
hatta bir domuzu güle mesela?

Ah, ne yazık ki geçti artık parlak zaman
çok sular aktı o köprünün altından
oysa büyülü bir değnek herkesi
mutlu etmeye yeterdi.

Üstadın bu değneği aslında
iki kez kullanılabilirdi yalnızca
iş görmez olur ondan sonra
kaybeder tılsımını döner bir çalıya.
Ne işe yarar ejderha kanı
ya da kaynatılmış karga gagası
İki kereden sonra bitiverdi sihirli gücü
ortada kalmadı ne büyü ne de bir büyücü.


Tek bir düşünce vardır aklında Nektar'ın
hastalıklar sonunu getirecek bir hayatın.
Elinde varken şansı bu iki kerelik tılsımın
onu da saklı tutar uğruna şifanın.

Zengn bir adam olup çıkardı
çil çil altınları yaratmakta ne vardı,
on iki öğün yemek yerdi isteseydi canı,
Ama bunlar onun umurunda mıydı?

Şimdi bu kısacık tanıtımdan sonra,
Kaldığımız yerden devam edelim size anlatmaya.

---

Ah, hayat dediğin, ne yazık ki böyledir işte.Kanmışız bir kere
ömür bitmez, uzundur nasıl olsa diye.Yaşarken güle eğlene
aldırmayız geçip gittiğine.Sayfalar döner de peş peşe
bir de bakmışız, üstünden geçmiş tam on üç sene.

...

Aslanayı, ağır ağır konuştu: "Dağlara geri döneceksiniz.Ruhunuzu yitirmek pahasına zenginlik bulduğunuz bu kenti terk edeceksiniz.Üstünüzdeki gülünç giysileri çıkarın.Altınlarınızı atın bir kenara.İnsanların size öğtettiği topları, tüfekleri, daha başka şeytan işi ne varsa fırlatıp atacaksınız.Önceki halinize geri dönün.Hamamböcekleriyle dolu bu tozlu saraylarda değil, rüzgarlı tepelerde, sakin inlerimizde nasıl da mutlu yaşardık, hatırlayın.Orman mantarları ve yabani bal sizin için hala en leziz yemektir.Sağlığınız için zararlı şaraplar değil, eskisi gibi kaynağından buz gibi su içeceksiniz.Başınızı döndüren pek çok güzel şeyi elinizin tersiyle itmek sizin için kolay olmayacak, biliyorum, ama kısa sürede daha mutlu ve daha sağlıklı olacağınızı da biliyorum.Dostlarım hepimiz şişmanlandık işte gerçek ortada, hepimiz şişmanladık işte gerçek ortada, hepimiz göbeklendik.

...
Çocuklar:

Durun, gitmeyin buradan, sevgili ayıcıklar
birazdan karanlık çöker, kararır yollar
her köşede sizi bekler kötü ruhlar,
bırakmazlar peşinizi sabaha kadar.

Biraz daha kalın hiç olmazsa
bir daha kırmayacağız kalbinizi asla
size öğreteceğimiz güzel bir oyun var daha
bulamazsınız benzerini, kalın işte burada.

Hem yerlilerle yeniden savaşa tutuşacağız
o meydan savaşını biz kazanacağız.
Yeryüzünde volkanlar,
kaleler ve uçurtmalar

topaçlar, trenler ve gemiler
daha neler yaparız olursak beraber.
Akşam olunca şarkılar söyleriz eskisi gibi,
unutabilir misiniz nasıl eğlendiğimizi?


Yavru Ayılar:

Sevgili çocuklar yalvarıyoruz size
ne olur söylemeyin artık bunları bize.

Zaten üzgünüz, ayrılıyoruz buradan diye
kolay mı gitmesi, hiç bilmediğimiz yerlere!


Biz de çok isterdik buralarda kalmayı
yumuşak çayırlarda sizlerle oynamayı
özlemle anacağız alıştığımız yerleri
ah, ne oyunlar oynardık batırıncaya kadar güneşi.
Ah ne kadar üzgünüz! Dağlara gitmeliyiz
Tanrımız çağırıyor ona hayır diyemeyiz.
İşte geldik bu hikayenin de sonuna
her güzel şey gibi bu da bitti, elveda!

Dino Buzzati
Ayıların Meşhur Sicilya Baskını
Yazarın kendi çizimleriyle

Çeviren: Yelda Gürlek
Yapı Kredi Yayınları

13 Ağustos 2023 Pazar

Örümceklerin Yuvalandığı Patika - Italo Calvino


...

"Çorbamı istersen, alabilirsin" diyor Pin'e."Boğazıma kan dolduğu için, ben içemiyorum."

Ve yere kırmızı bir köpük tükürüyor.Pin ilgiyle ona bakıyor; kan tükürmeyi başaranlara karşı her zaman tuhaf bir hayranlık duymuş, veremliler gibi kan tükürenlerden hoşlanmıştır.

"Demek, sen de veremlisin," diyor kafası kazılı çocuğa.

"Belki de onlar yüzünden verem oldum" diyor kafası kazılı çocuk böbürlenerek.Pin ona hayranlık duyuyor, belki de gerçek birer dost olurlar.Üstelik, Pin'e kendi çorbasını verdi; Pin çok memnun oluyor buna, çünkü karnı aç.

"Böyle devam ederse" diyor kafası kazılı çocuk, "bütün hayatımı mahvedecekler."

"Öyleyse niçin Kara Tugay'a yazılmıyorsun?" diyor Pin.

Bunun üzerine kafası kazılı çocuk doğrulup şiş gözlerini Pin'in yüzüne dikiyor: "Baksana, benim kim olduğumu bilmiyor musun sen?"

"Hayır, kimsin?" diyor Pin.

"Kızıl Kurt'tan söz edildiğini duymadın mı hiç?"

Kızıl Kurt.Ondan söz edildiğini duymayan mı var? Ne zaman faşistlere bir darbe vurulsa, karargahlarından birinde bir bomba patlasa, bir ajan ortadan yok olsa ve akıbetinin ne olduğu bilinmese, insanlar alçak sesle bir ad söylerler: Kızıl Kurt.Pin, Kızıl Kurt'un on altı yaşında olduğunu ve daha önce Todt'da işçi olarak çalıştığını da biliyor.Askerlikten muaf tutulmak için Todt'da çalışan öteki çocuklar Pin'e ondan söz etmişlerdi, çünkü Rus beresi giyiyor ve hep Lenin'den söz ediyormuş, o kadar ki KGB adını takmışlar ona.Bir de, dinamit ve saatli bomba saplantısı varmış; anlaşıldığı kadarıyla, Todt'a da mayınların nasıl yapıldığını öğrenmek için girmiş.Bir gün bir demiryolu köprüsü havaya uçmuş ve KGB'yı bir daha Todt'da gören olmamış; dağlarda yaşıyor ve geceleri beyaz-kırmızı-yeşil bir yıldız işli Rus beresiyle ve kocaman bir tabancayla şehre iniyormuş.Uzun saçları varmış ve adı Kızıl Kurt'muş.

...


Pietromagro düşünceye dalıyor."Tabii, tabii, siyasi tutuklu.Seni burada görünce, işte, diye düşündüm, hapislerde çürümeye başlamış bile.Çünkü adam bir kez hapsi boylamaya başlarsa, bir daha çıkamaz; bin kere dışarı salıverseler, bin kere hapse geri dönerTabii, siyasi tutukluysan iş değişir.

Bak, bilsem, gençliğimde ben de siyasilerin safına katılırdım.Çünkü adi suç işlemekle hiçbir yere varamazsın ve az çalan hapsi boylar, çok çalan han hamam sahibi olur.Siyasi suç işlediğinde olduğu gibi hapse girersin (kim suç işlerse, hapsi boylar) ama hiç olmazsa bir gün artık hapislerin olmadığı daha iyi bir dünyaya kavuşma umudun vardır.Bunu bana yıllar önce birlikte hapis yattığımız bir siyasi tutuklu söylemişti: Siyah sakallı bir adamcağız, sonra öldü.

...

Kızıl Kurt, renkli serüven dergileriyle yetişen kuşaktan; ne var ki, o her şeyi ciddiye almış ve yaşam o âna kadar yüzünü kara çıkarmamış.

...

Bir partizana asla 'sen kimsin?' diye sorulmaz.Proletaryanın çocuğuyum, diye cevap verir ona, 'yurdum enternasyonal'dir, kız kardeşim ise devrim."

Pin irkilip ufak tefek adamı süzüyor: "Ne? Sen de mi ablamı tanıyorsun?"


...

Şimdi tekdüze Cenova aksanıyla yüksek sesle okuyor kitabı: Gizemli Çin mahallelerinde ortadan yok oluveren kişilerin hikayeleri.Dritto, yüksek sesle kitap okunmasından hoşlanıyor ve ötekileri susturuyor; hayatı boyunca asla bir kitabı okuyacak sabrı gösteremediğini, ama bir keresinde, hapisteyken, yüksek sesle Monte Kristo Kontu'nu okuyan yaşlı bir mahkumu saatlerce dinlediğini ve bundan çok hoşlandığını söylüyor.

Ama Pin, kitap okumakta ne gibi bir zevk olduğunu anlayamıyor ve sıkılıyor."Tahta Külah" diyor, "karın ne diyecek o gece?"

"Hangi gece?" diyor henüz Pin'in esprilerine alışmamış olan Tahta Külah lakaplı Uzun Zena.

"İlk kez yatağa yattığınız ve sen aralıksız kitap okuduğun gece!"

...

Partizanlar seyrek olarak ve kısa rüyalar görüyorlar.Aç gecelerin yol açtığı, hep az olan ve pek çok kişiyle paylaşılması gereken yiyecek sorunuyla bağlantılı rüyalar bunlar: Mesela, ısırıp bir çekmeceye koydukları ekmek parçalarını düşlüyorlar.Sokak köpekleri, benzer rüyaları görüyor olsalar gerek.Kemirip toprağa gömdükleri kemikleri.Olsa olsa, karınları tokken, ateş yanıyorken ve gün boyunca çok fazla yürümemişlerse, çıplak bir kadını rüyalarında görebiliyor ve sabah, yüklerini boşaltmış olarak ve neşeli, yelken açarcasına keyifle uyanabiliyorlar.

...


"Arkadaşlar," diye konuşmaya başlıyor, kimseyi, Mancino'yu bile incitmek istemiyormuş gibi sakin sesi, "herkes niçin partizanlık yaptığını bilir.Ben kalaycılık yapıyor, köy köy geziyordum, bağırışım uzaktan duyulur ve kadınlar tamir etmem için delinmiş tencereleri alıp bana getirirlerdi.Ben evlere girer ve hizmetçi kızlarla şakalaşırdım ve bazen bana yumurta ve bardak bardak şarap verirlerdi.Kap kacağı bir çayırda kalaylamaya koyulurdum ve çevremde her zaman durup bana bakan çocuklar olurdu.Şimdi artık köyleri dolaşamıyorum, çünkü dolaşsam beni tutuklarlar, üstelik her yeri yakıp yıkan bombardımanlar var.Bu nedenle, partizanlık yapıyoruz: Kalaycılık işine dönebilmek için, ucuz şarap içip yumurta yiyebilelim diye, bizi artık tutuklamasınlar ve artık hava saldırıları olmasın diye.Ayrıca, komünizmi de istiyoruz.Komünizm demek, artık kapının yüzüne çarpıldığı evlerin olmaması, gece kümeslere girmek zoruunda kalmaman demektir.Komünizm demek, eve girmişsen ve evdekiler çorba içiyorlarsa, kalaycı da olsan sana çorba ikram etmeleri, Noel'de Noel çöreği yiyorlarsa, aynı çörekten sana da vermeleri demektir.İşte komünizm budur.Örneğin, buraada öyle bitlenmişiz ki, bitler bizi sürükledikleri için uykumuzda hareket ediyoruz.Ben tugay karargahına gittim, gördüm ki toz böcek ilaçları var.Bunun üzerine dedim ki: "Ne güzel komünistlermişsiniz, bundan birliğe yollamıyorsunuz.Onlar da bize toz böcek ilacı göndereceklerini söylediler.İşte komünizm budur."

...


"Niçin savaşıyorlar öyleyse?" Ferriera niçin savaştığını biliyor, her şey apaçık.

"Bak," diyor Kim, "şu an birlikler mevzilerine doğru sessizce tepeleri tırmanıyorşar.Yarın ölüler, yaralılar olacak.Onlar bunu biliyorlar.Kim itiyor onları bu yaşama, kim itiyor onları savaşmaya, söylesene bana?Bak, bu dağlarda yaşayan köylüler var, onlar için daha kolay.Almanlar köylerini yakıyor, ineklerini alıp götürüyorlar.Onlarınki en temel anlamıyla insani bir savaş, yurtlarını savunma çabası, köylülerin bir yurdu var.Bu sayede, yaşlısı genci, kırık dökük tüfekleri, dimi avcı ceketleriyle bizimle birlikteler, silah kuşanmış sıra sıra köyler; biz onların yurdunu savunuyoruz, onlar bizimle birlikteler.Ve yurt, ciddi olarak bir ideal haline geliyor onlar için, onları aşıyor, mücadeleyle aynı şey haline geliyor, savaşı sürdürebilmek için evlerini de, ineklerini de feda ediyorlar.Oysa öteki köylüler için, yurt bencilce bir şey: ev, inekler, hasat.Ve her şeyi korumak için casus oluyorlar, faşist oluyorlar; bir sürü köy düşmanımız...Sonra, işçiler.İşçilerin kendi tarihleri var: ücretler, grevler, emek ve kol kola mücadeleyle örülmüş bir tarih.Bir sınıf, işçiler.Yaşamda daha iyisinin olduğunu ve bu daha iyi için savaşılması gerektiğini biliyorlar.Onların da bir yurdu var, henüz fethedilmemiş bir yurt ve onu fethetmek için burada savaş veriyorlar.Aşağıda, şehirlerde, onların olacak olan fabrikalar var; şimdiden fabrika depolarının üzerine kırmızıyla yazılmış yazıları ve bacaların üzerinde yükselen bayrakları görür gibi oluyorlar.Ama duygusallık yok onlarda.Gerçeği ve gerçeğin nasıl değiştirilmesi gerektiğini anlıyorlar.Sonra burada şurada, zihinlerinde belli belirsiz ve çoğu zaman çarpık  fikirleri olan birkaç aydın ya da öğrenci var, ama az sayıları.Sözcüklerden ya da olsa olsa birkaç kitaptan kurulu bir yurtları var.Ama savaştıkça, sözcüklerin hiçbir anlamı olmadığını görecek, insanların savaşında yeni şeyler keşfedecek ve böylece soru sormadan savaşacaklar, sonunda yeni sözcükler aranmayacak ve eski, ama değişmiş, beklenmedik anlamlara bürünmüş sözcüklere yeniden kavuşacaklar.Başka kimler var? Toplama kamplarından kaçıp bize katılan yabancı tutsaklar; onlar gerçek bir yurt için savaşıyorlar, ulaşmak istedikleri uzak bir yurt için, yurt olması da, uzak olmasından kaynaklanıyor zaten.Ama bunun tamamıyla bir simgeler savaşı olduğunu, her şeyin ya da her kişinin Çin gölge oyunundan bir figüre, bir mite dönüştüğü, beyni zorlayan bir yer değiştirmeler oyunuyla, insanın bir Almanı öldürmek için o Almanı değil, bir başkasını düşünmek zorunda olduğunu anlıyor musun?


Ferriera sarı sakalını sıvazlıyor; bütün bunların hiçbirini görmüyor o.

"Öyle değil," diyor.

"Öyle değil," diyerek sözünü sürdürüyor Kiim, "ben de biliyorum.Öyle değil.Çünkü herkeste ortak başka bir şey var: öfke.Dritto'nun birliği: küçük hırsızlar, jandarmalar, eski askerler, kara borsacılar, serseriler.Toplumun katmanları arasına yerleşip bütün çarpıklıkların ortasında düzenini kurmuş, savunacak ve değiştirecek hiçbir şeyleri olmayan insanlar.Ya da bedensel kusurları olanlar veya takıntılı ya da fanatik kimseler.Onları öğüten çarka bağlı oldukları için, bu insanlarda devrim fikri doğamaz.Ya da öfkenin, aşağılanmanın çocuğu olarak sakat doğar, uç görüşleri olan aşçının uzun sıkıcı konuşmalarındaki gibi.Niçin savaşıyorlar, öyleyse?Bir yurtları yok: ne gerçek, ne hayali bir yurtları.Gene de onlarda da cesaret olduğunu, aşırı bir öfke olduğunu biliyorsun.Aşağılanmış yaşamlarından, sokaklarındaki karanlıktan, evlerindeki pislikten, çocukluklarından beri öğrendikleri edepsiz sözlerden, kötü olmak zorunda kalmanın bezginliğinden geliyor bu öfke.Ve küçücük bir şey, yanlış bir adım, içlerindeki bir kızgınlık yetiyor, Pelle gibi kendilerini karşı tarafta buluyor ve aynı öfkeyle, aynı nefretle, şu ya da bu kişilere ateş ediyorlar, fark etmiyor onlar için."


Ferriera, sakalının içinden inler gibi konuşuyor: "Demek ki, bizimkilerin ruhuyla...Kara Tugay'ın ruhu aynı...Öyle mi?

"Aynı.Ne demek istediğimi anlıyorsun aynı..."Kim durup bir parmağıyla gösteriyor, sanki kitap okurken kaldığı yeri belirliyormuş gibi: "Aynı, ama yüzde yüz tersi.Çünkü biz doğru yoldayız, onlar yanlış yolda.Burada bir şeyler çözüyoruz., orada var olan zincir pekiştiriliyor.Dritto'nun adamları üzerine çöken kötülüğün o ağırlığı, benim, senin, hepimizin üzerine çöken o ağırlık, hepimizin içinde olan ve ateş ederek, öldürdüğümüz düşmanlarla dışa vurduğumuz o eski öfke; faşistleri ateş etmeye iten, aynı arınma, kurtuluş umuduyla karşıtlarını öldürmeye sevk eden öfkeyle birebir aynı.Ama bir de tarih var.Tarih açısından baktığında, biz kurtuluştan yanayız, onlar öteki saftalar.Bizde, onlarınkine eşit olsa da, hiçbir hareket, hiçbir atış boşa gitmemeli; her şey bizi özgürleştirmeye değilse, çocuklarımızı özgürleştirmeye, insanların kötü olmayabileceği öfkesiz, dingn bir insanlık kurmaya hizmet edecektir.Öteki taraf, yitirilmiş hareketlerin, boşa öfkelerin tarafı; kazansalar bile, yitik, yararsız kişiler olacaklar, çünkü tarih yapmıyorlar, özgürleştirmeye değil, o öfkeyi ve nefreti yinelemeye ve sürdürmeye hizmet ediyorlar, ta ki aradan yirmi ya da yüz ya da bin yıl geçip aynı noktaya gelinceye, biz ve onlar gözlerimizde aynı adı konmamış nefretle savaşıncaya kadar - ve gene, belki bilmeksizin, biz kurtulmak, onlar köle kalmak için.Savaşın anlamı bu, değişik anlamlarının ötesinde gerçek, bütünsel anlamı.Bütün aşağılanmalarımızdan güç alarak, insani ,temel, adı konmamış bir kurtuluş dürtüsü: İşçinin sömürüden kurtuluşu, köylünün cehaletinden kurtuluşu, paryanın yozluktan kurtuluşu.Ben siyasal görevimizin bu olduğuna inanıyorum.İnsani yoksunluğumuzu da kullanmalıyız, kendi kendine karşı kullanmalıyız onu, kurtuluşumuz için, tıpkı faşistlerin yoksunluğu sürdürmek ve insanları karşı karşıya getirmek için kullandığı gibi.

...


Kim, Ferriera'nın anlamamasını doğal karşılıyor; Ferriera gibi adamlarda kesin sözler ederek konuşmak
gerekir, "a,b,c" demek gerekir, olaylar ya kesindir, ya "ipe sapa gelmez görüşler"dir, onlar için belirsiz ve karanlık bölgeler yoktur.Ama Kim, Ferriera'dan üstün olduğuna inandığı için böyle düşünmüyor; onun amacı, Ferriera gibi akıl yürütebilmek, Ferriera'nınki dışında başka gerçeklik tanımamak, gerisi boş.

...

Kim, birliklerin durumunu komiserlerle birlikte gözden geçirirken mantıklı birisi, ama patikalarda tek başına yürürken akıl yürüttüğünde, şeyler gizemli ve sihirli, insanların yaşamı mucizelerle dolu bir havaya bürünüyor."Aklımız hala mucizeler ve büyülerle dolu, diye düşünüyor Kim.Arada bir, bir simgeler dünyasında yürüyormuş gibi geliyor ona, çocukken defalarca okuduğu Kipling'in kitabındaki, Hindistan'ın ortasındaki küçük Kim gibi.

"Kim... Kim... Kimdir Kim?..."


...

Dritto'nun birliğindeki şu çocuk, neydi adı? Pin mi? Güldüğünde bile, çilli yüzündeki şu öfke kasırgası...Bir fahişenin kardeşi olduğunu söylüyorlar.Niçin savaşıyor?Artık bir fahişenin kardeşi olmamak için savaştığını bilmiyor.

...

Yarın büyük bir çarpışma olacak.Kim, sakin."A, b, c," diyecek.Düşünmeye devam ediyor: Seni seviyorum Adriana.Tarih bu, başka bir şey değil.

...

Italo Calvino
Örümceklerin Yuvalandığı Patika 
Resimleyen: Gianni De Conno
Çeviri: Kemal Atakay
Yapı Kredi Yayınları

3 Temmuz 2023 Pazartesi

Typee Polinezya Hayatına Bir Bakış - Herman Melville


Allan Melville'in acı sonu olmasa,
belki bugün Herman Melville diye bir yazardan söz ediyor olmayacaktık.
Babasını yitirdikten sonra zorluklarla geçen yıllarda 
(Redburn adını vereceği ve 1849 yılında yayımlanan dördüncü romanında o günleri hatırlayacaktır.) kendini tatmin etmeyen birkaç işi denedikten sonra, 
3 Ocak 1841 tarihinde Acushnet adlı balina gemisine tayfa olarak yazılan Melville'in 
bu kararının nedenlerini, Moby Dick'in anlatıcısı Ishmael'in 
"paramın azaldığı ya da hiç kalmadığı bir sırada, 
karada da beni ayrıca bağlayan hiçbir şey olmadığı için, biraz engine açılayım, 
bu dünyanın denizlerini şöyle bir göreyim dedim" 
sözlerinde buluruz.
...

Kimi kime şikayet edecektik?Kanunu da adaleti de Burun'n öbür tarafında bırakmıştık ve ne yazık ki birkaç istisna dışında mürettebat, kendi aralarında bölünmüş, sadece kaptanın bitmez tükenmez zulmüne boyun eğme konusunda birleşen, bir sürü korkak ve alçak ruhlu zavallıdan oluşuyordu.İki-üç kişinin, diğerlerinin desteğini almadan, kaptanın kötü muamelesine karşı çıkmayı denemesi düpedüz çılgınlık olurdu.Bu kişiler, bu "Kalan Hazretlerinin" hışmını üzerlerine çekmekle ve mürettebatın geri kalanının başına da fazladan bela açmakla kalırlardı.

...

Yıllarca haber alınamadığı için kaybolduğu kabul edilen bir balina gemisinin hikayesini duymuştum.Bu gemiyle ilgili son haber, Pasifik'in ta öte ucunda bulunan ve tuhaf yer değiştirmeleri Güney Denizi haritalarının her yeni baskısında dikkatlice kaydedilen, şu yüzer gezer adalardan birinde görüldüğü şeklinde muğlak bir rapordu.Fakat uzun bir aradan sonra, adı "Perseverance" (azim,sebat anlamında) olan bu geminin yerkürenin ucunda bir yerlerde, yelkenleri baştan aşağı yamalı bohçaya dönmüş, direkleri eski boru çubuklarıyla desteklenmiş, makaraları düğümlenmiş ve karmakarışık olmuş bir halde, her zamanki gibi telaşsız dolanıp durduğunu duyduk.Mürettebat, güvertede yürümeyi ağır aksak ancak becerebilen, saygıdeğer Greenwich emeklisi görünümlü, yirmi kadar yaşlı deniz kurdundan oluşuyormuş.Savlalar ve pupa yelkeni halatı hariç tüm hareketli iplerin uçları makaralardan geçirilerek bocurgata ya da ırgata ulaşıyor, böylece mekanizma yardımı olmadan ne bir seren prasya ediliyor, ne de bir yelken açılıyormuş.

Geminin dibi midyelerle tamamen kaplanarak kabuk bağlamış.Üç tane evcilleşmiş köpekbalığı, dümen suyundan ayrılmıyor ve her gün aşçının kendileri için suya boşalttığı kovanın içindekilerle ziyafet çekmek için gemiye yanaşıyorlarmış.Kalabalık bir torik ve orkinos sürüsü de geminin peşinden ayrılmıyormuş.

Gemi hakkında duyduğum bu hikayeyi her hatırladığımda ürperirdim.Sonunda gemiye ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedim ama herhalde eve hiçbir zaman dönemedi.Sanırım, Buggery Adası ya da Devil's Tail Tepesi açıklarında bir yerlerde hala düzenli olarak günde iki kez orsa ediyor olmalı.

...

Bunların günahının ağırlığı, geminin suçlu gövdesini suyun dibine batırmaya yeter de artar bile.

...

Gruptan biri kaptanı, adama birkaç saatlik hürriyeti çok gören anasının gözü bir yalancı ilan ettikten sonra, "Ama masallarınla beni özgürlüğümden vazgeçiremezsin moruk.Sahildeki her çakıl kor ateş, her sopa bir şiş olsa; yamyamlar da adımımı attığımda beni şişe dizmeye hazır olsalar bile gideceğim" diye haykırarak yemin etti.

...

Herhalde Robinson Crusoe kumsalda ayak izine rastladığında, bu can sıkıcı keşif karşısında bizim ürktüğümüz kadar ürkmemiştir.İlk aklıma gelen, mümkün olduğunca hızla geri çekilip başka bir yönde ilerlemek olduysa da, patikanın nereye çıktığını öğrenme merakımız bizi bu yolu izlemeye yöneltti.Böylece, ilerledikçe daha da belirginleşen patika sonunda bizi bir uçurumun başına getirene kadar, yola devam ettik.

"Eh, peki" dedi Toby uçurumdan aşağı bakarak, "bu yolu izleyen herkes buradan atlıyor mu?"

"Sanmıyorum" dedim, "herhalde bir şekilde aşağı inmeyi beceriyorlardı; ne dersin, bir deneyelim mi?"

"Peki, söyle bakalım, uçurumun dibinde kırılmış bir boyundan başka ne bulmayı umuyorsun?Baksana bizim geminin ambarından daha karanlık görünüyor ve aşağıdaki şelalelerin gümbürtüsü insanın beynini paramparça eder."

...

Açlık en iyi sostur.

...

Altımızda akan suya varmaya sabırsızlandığım için daha fazla durup seyretmedik.Bastığımız yerin sağlamlığını ya da tutunduğumuz güçsüz ot ve dalların ağırlığımızı çekip çekmeyeceğine aldırmadan ve sık sık yerlerinde oynatıp düşürdüğümüz taş parçalarının yarattığı yankıyla vahşi sessizliğini bozarak, hatırladıkça içimi ürperten bir gözükaralıkla kendimizi koyağın derinliklerine attık.Kendi adıma, elimde olmadan tepeden aşağı yuvarlanıyor muydum, yoksa böyle dehşet verici hızla inmeyi ben mi seçmiştim, bir şey diyemeyeceğim.

...

Zorluklarla karşılaştığında bir insanın tam yol geri çekilmek, çoktan katedilmiş yolu düzenli bir şekilde gerisin geriye çevirmek kadar hor göreceği başka bir şey yoktur; hele de macerayı seven biriyse, denenmemiş zorluklardan elde edilecek bir umut kırıntısı bulunduğu sürece, geri çekilmek tarifi imkansız derecede iğrenç görünür.

...


Bir keresinde, Pasifik'teki bir kabilenin feci ahlak bozukluğuna örnek olarak, dillerinde fazilet anlamına gelecek bir kelime bulunmadığının gösterildiğini duymuştum.Temelsiz olmakla birlikte iddianın doğruluğunu kabul etsek bile, bu görüşe, aynı kabilenin dilinde, bizim medeni suçlarımızın sonsuz listesinin aktardığı pek hoş düşünceleri ifade edecek kelimelerin bulunmadığı hatırlatılarak karşı çıkılabilir.

...

Markizliler için uyku hayatın en önemli işi denilebilir, zira zamanlarının çoğunu Somnus'un (mitolojide uyku tanrısı) kollarında geçirirler.Bedenlerinin doğal gücünün en iyi kanıtı, dayanabildikleri uyku miktarıdır.Aslında yerlilerin çoğuna göre hayat, sık sık bölünen keyifli bir şekerlemeden başka bir şey değildir.

...

İnsanlığın bütün erdemleri medeniyetin tekelinde değildir; hatta bu erdemlerden medeniyetin payına çokça düşmemiştir bile.Bu erdemler, birçok barbar millet arasında daha bol bulunup daha güçlü şekilde gelişirler.Yabani Arabın misafirperverliği, Kuzey Amerika yerlisinin cesareti, Polinezya millerlerinden bazılarının sadık dostluğu, Avrupa'nın gelişmiş toplumlarındaki benzer özellikleri kat kat aşar.Doğruluk, adalet ve insan tabiatının daha üstün ahlak kuralları, eğer kanunlar olmadan var olamıyorsa, Typeelerin sosyal durumlarını nasıl açıklayacağız?Hayatlarındaki her ilişkide öyle temiz ve dürüstlerdi ki, onların karakteriyle ilgili en yanlış fikirlerle vadiye girdikten kısa bir süre sonra, kendi kendime şaşkınlıkla sormadan edememiştim: "Haklarında korkunç hikayeler duyduğum acımasız vahşiler, kana susamış yamyamlar bunlar mıydı?Bu insanlar birbirlerine karşı, fazilet ve merhamet üzerine makaleler hatmetmeden, ilk defa yüce ve asil İsa'nın dudaklarından dökülen o güzel duayı her gece okuyan birçok insandan daha iyi davranıyorlar ve çok daha insancıllar." Vadide birkaç hafta geçirdikten sonra, insan tabiatına önceden olduğundan daha fazla hürmet duyduğumu itiraf etmeliyim.Ama heyhat! O günden beri, bir savaş gemisinin mürettebatından biriyim ve beş yüz adamın alttan alta kaynayan ahlaksızlığı önceki teorilerimin hepsini neredeyse tersyüz etti.

...

"Roma'da Romalıların yaptığı gibi yapın."

...

Tüyleri mor ve gök mavisi, koyu kırmızı ve beyaz, siyah ve altın sarısıdır.Gagaları rengarenktir: parlak kan kırmızısı, kehribar karası ve fildişi beyazı.Gözleri parlak ve çakmak çakmaktır.Yıldızdan sürüler halinde havada süzülürler; fakat heyhat! Hepsinin de dili bağlanmıştır; vadide tek bir ötücü kuş yoktur!

Nedendir bilmem ama, kuşlar genelde mutluluğun elçisi olsalar da, bu kuşların görüntüsü beni her zaman hüzne boğardı.Ben yürürken, dilsiz güzellikleriyle etrafımda dolanırlarken ya da yaprakların arasından meraklı gözlerini bana dikerek bakarlarken bir yabancıya baktıklarını ve onun kaderini payaştıklarını bildiklerine inanasım gelirdi.

...

Zavallı ihtiyarın tüm çabalarına rağmen yüz kaslarının türlü biçimlerde seğirmesi ve buruşması, o anda yeniden boyattığı, ruhunun pencerelerini örten bu panjurların son derece duyarlı olduğunu gösteriyordu.Fakat yüreği askeri bir cerrah kadar nasır bağlamış olan sanatçı işine devam ediyor, yorgunluğunu vahşi bir şarkıyla hafifleterek, bir ağaçkakan neşesiyle deliyor da deliyordu.

...

Cansız nesnelerin, özellikle de kederli anlarımızda, hislerimizle bütünleşmesi tuhaftır.

...

Herman Melville
Typee Polinezya Hayatına Bir Bakış
Çeviren: M. Barış Gümüşbaş
Yapı Kredi Yayınları

17 Mart 2023 Cuma

İkiye Bölünen Vikont - Atalarımız, İtalo Calvino

..."Peki kargalar, akbabalar, öbür yırtıcı kuşlar nereye gittiler?"diye sordu.Yüzü sararmıştı, ama gözleri ışıyordu.

Emir eri, esmer, bıyıklı, gözlerini yerden kaldırmayan bir askerdi.

"Vebadan ölenleri yiye yiye onlar da vebaya yakalandılar," dedi, mızrağıyla karaçalıları göstererek.Daha dikkatle bakınca, bunların çalı olmayıp yırtıcı kuşların tüyleri ya da kurumuş bacakları olduğu anlaşılıyordu.

"Kuşun mu, yoksa insanın mı daha önce öldüğü, hangisinin karnını doyurmak için ötekinin üstüne atladığı bilinmiyor" dedi Curzio.

...

"Birçok yiğidin dün deşilen iç organları henüz yerde, ama kendileri gökyüzünde," diye bir belirleme yaptı Curzio, sonra da ıstavroz çıkardı.

...

O sırada benim en mutlu dönemimdi, hep Doktor Trelawney ile birlikte ormana gidip taşlaşmış deniz kabuklusu arardık.Doktor Trelawney İngilizce.Batan bir gemiden, güvertedeki bir fıçıya tutunarak kurtulup kıyılarımıza ulaşmıştı.Ömrü boyunca gemilerde doktorluk yapmış, aralarında Kaptan Cook'unkiler de bulunan uzun ve tehlikeli yolculuklara katılmış, güverte altında pişti oynadığından dünyanın hiçbir yerini görememişti.

...

En büyük etkinlikleri, harpın tellerine bir sürü çan asarak yaptıkları, kendi icatları garip çalgıyı çalmak, tiz perdeden şarkı söylemek, sanki hep paskalya imiş gibi, her renkten boya ile yumurtaları boyamaktı.Böylece tatlı ezgiler söyleyerek, biçimi bozulan yüzlerinin çevresine yasemin taçları takarak, hastalığın kendilerini ayırmış olduğu insan topluluğunu unuturlardı.

...

"Çevrem inançsız insanlarla çevrili" diye sürdürdü Medardo."Hepsinden kurtulmak, Kalvincileri şatoya çağırmak istiyorum.Siz Mastro Ezechiele, benim bakanım olacaksınız.Terralba'yı Kalvincilerin toprağı ilan edip Katolik prenslere savaş açacağım.Siz ve aileniz öncülük edeceksiniz.Kabul mü, Ezechiele?Beni dininize kabul edecek misiniz?"

İhtiyar, iri göğsünde silahıyla, devinimsiz, dimdik duruyordu."Dinimizin o kadar çok şeyini unuttum ki," dedi, "bir başkasını dinimize kabul etme düşüncesizliğini gösteremem.Ben kendi toprağımda, kendi vicdanımla baş başa kalacağım.Siz de kendi toprağınızda, kendi vicdanınızla kalın."

...

"Kellelerimiz henüz omuzlarımızın üstünde efendim." dedi ihtiyar, "ama kopartılması kellelerimizden zor olan bir şey daha var."

...

"Bir açıklama istiyorum doktor, olmayan bacağımın çok yürümek nedeniyle ağrıdığı gibi bir duyguya kapılıyorum.Ne olabilir bu?"

Trelawney her zamanki gibi şaşırıp kekeledi, vikont atını uzaklaştırdı.Ama sorusu, kafasını ellerinin arasına alıp düşünmeye koyulan doktoru etkilemişti.İnsan sağlığıyla ilgili bir konuya bu denli ilgi gösterdiğini daha önce hiç görmemiştim.

...

"Siz gençler, biz yaşlılara hep yanıldığımızı söylersiniz...Peki siz?Koltuk değneğini yaşlı Isidoro'ya hediye etmişsin..."

"Evet, verdim..."

"Övünüyor musun bununla?Karısını dövüyor şimdi değnekle, zavallı kadını..."

"Damla hastalığı olduğu için yürüyemediğini söylemişti bana."

"Numara yapmış...Sen de hemen koltuk değneğini verdin...Değnek kadının sırtında parçalandı, sen de çatallı bir dala dayanarak yürüyorsun şimdi.

...

"Bütün olan her şey böyle ortadan bölünebilecek olsa," dedi, kayalara dizdiği, çırpınan yarım ahtapotları okşayan dayım, "herkes körelmiş, cahil bütünlüğünden sıyrılırdı.Bütünken, her şey doğal, bulanık, hava gibi saçmaydı benim için; her şeyi gördüğümü sanıyordum, oysa gördüğüm kabuktu sadece.Sen de bir gün kendinin yarısı olursan, ki olmanı dilerim evladım, tam beyinlerin sıradan akıllarının ötesinde neler bulunduğunu anlarsın.Kendinin, dünyanın yarısını yitirmiş olacaksın, ama kalan yarı, bin kez daha derin, daha değerli olacak.O zaman sen de, her şeyin kendin gibi bölünmesini, parçalanmasını isteyeceksin, çünkü güzellik de, bilgi de, adalet de ancak parçalara bölünmüş olanda vardır."

...

İtalo Calvino
İkiye Bölünen Vikont
Çeviri: Rekin Teksoy
Atalarımız

17 Temmuz 2021 Cumartesi

Corto Maltese - Hugo Pratt

Corto Maltese - Hugo Pratt

Tuzlu Denizin Şarkısı 
Oğlak Burcunun Altında
Git Gidebildiğin Kadar

Yapı Kredi Yayınları
Çeviren: Goncagül Erdoğdu