iletişim yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iletişim yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2024 Salı

İsrael Potter - Sürgünde Elli Yıl - Herman Melville


...

Housatonic Nehri, yamaçlardan yansıyan gün ışığında yıkanan göz alıcı çayırlar arasından, sudan labirenti içinde kıvrım kıvrım yoluna devam eder.Bu mevsimde etrafınızdaki her şeyin güzelliği, yolun yalnızlığını doldurur.Bu civarı bundan daha kalabalık halde göremezdiniz.Tüm duyulaınızla bu güzelliği kana kana içerken, canınız doğadan başka yoldaş arzulamaz.

...

Ormanda bir inziva, insanlardan kaçan bir dar kafalının sığınağıdır; okyanusun üzerinde bir hamak ise dara düşmüş bir cömert yüreklinin barınağı.Okyanus doğanın hüzün ve trajedisiyle dolup taşar; dehşetin o engin sularında insanın kendi kederi, bir zerre gibi yitip gider.

...

Gelgelelim, güvercin nezaketinden nasibini fazlasıyla almış olan Israel, yılanın bilgeliğinden de yoksun değildir.*

*İncil, Matta 10:16: "İşte, sizi koyunlar gibi kurtların arasına gönderiyorum.Yılan gibi zeki, güvercin gibi saf olsun."

...

Amerika'nın yabani topraklarında yaşayan hiçbir vahşi hayvan bir ateş gördüğünde, kaçak Israel'in o dönemde bir kızıl ceketli karşısında duyduğu kadar büyük bir korkuya kapılamazdı.

...

Sefalet, ister masumiyetten kaynaklansın isterse suçtan, neden olduğu en kötü sonuç istisnasız bütün insanlara güvensizlik duymaktır.Hiç şüphe duymamak kimi zaman insana akılsızlıktan daha fazla zarar verir gerçi ama çok fazla şüphe de kıt akıl kadar kötüdür.

...

Küçük kitapçığı rastgele açan Israel'in karşısına şu paragraf çıktı: yüksek sesle okudu:

"O halde daha iyi günleri dilemek ve umut etmek ne anlama gelir?Eğer harekete geçersek içinde bulunduğumuz zamanı daha iyi hale getirebiliriz.Çalışkanlık, dileklere bel bağlamaz, oysa umutla yaşayan açlıktan ölür, der Yoksul Richard.Acıya katlanmadan hiçbir şey elde edilmez.Öyleyse kollarıma kuvvet, çünkü benim toprağım yok, der Yoksul Richard."

'Hay başlarım böyle bilgeliğe!Benim gibi bir adama bilgelikten bahsedeceğine hakaret et daha iyi.Bilgeliğin bini bir para, pahalı olan servet.Yoksul Richard'da bu yazmıyor, ama yazmalıydı' diye bitirdi Israel, kitapçığı birden yere çalarak.

...

Böyle işe daldıkları sırada aniden, sanki güneş tutulmuşçasına, bir gölgenin hızla güverteyi kapladığı görüldü; tahtaların birleşim yeri gibi keskin bir çizgi üzerinden ilerliyordu.Önüne çıkan çıkan her şeyi kendine katıyordu.Juan Fernandez'i andıran Ailsa Kayası^nın muazzam gölgesiydi bu.Ranger, Grampianların bu denizaltı kolunun yüce zirvesini çepeçevre saran ve eteklerine kadar sokulan derin sulardaydı.

Çevresinin uzunluğu bir milden fazla olan kaya, bin fitin üzerinde yükseklikte, Ayrshire kıyısının 8 mil açığındadır.Öksüz bir çocuk kadar yalnız, Keops gibi kibirli konisi, orada öylece yükselir.Gelgelelim mağrur zirvesi, Gath Devi'nin delik deşik beyni gibi, viran bir kale ile taçlandırılmıştır.Havai bir sis, avare hayaletler gibi kalenin kemerleri altından bir girip bir çıkarak anaorlar yaratmakta, saltanatını yitirmiş de olsa yüce fikirlerden başkasıyla iştigal etmeyen  harap bir dehanın ruhunu sıkıştırmaktadır.

...

Adamlar bütün gece fırınların ağzında oturup ateşi besliyorlardı.Kapkara bir duman -çektikleri çilenin dumanı- bacalardan yükseliyordu.

...

Fakat gerek olayların şiddeti gerekse kahramanın yalnızlığı başından geçen bu deneyimleri fazlasıyla kasvetli kılıyor.En iyisi bunlardan uzun uzadıya bahsetmemek.Zira umudun yokluğunda çekilen derin acı mazlum için ne derece dayanılmaz ise, bu acının tasviri de, ona denk bir avuntunun yokluğunda, dinleyenler açısından bir o kadar katlanılmaz olacaktır.En karamsar ve doğru sözlü tiyatro yazarı bile, alt sınıftan, alelade kişilerin başlarından geçen badireleri, ne kadar olağandışı olursa olsun, pek nadir konu edinir; hele de bir garibanınkileri, hiç.Bilir ki, içinde kralın uzandığı, mateme bürünmüş saraya binlerce meraklı akın edecektir, oysa içinde bir dilencinin kuru bir tahta üstüne uzanmış cesedinin pişmiş kelle gibi sırıttığı gecekondu pek az kişiyi cezbeder.

...

Doğduğu köyün dağlarındaki en yaşlı meşenin devrildiği gün öldü.

...

Herman Melville
Israel Potter
Sürgünde Elli Yıl
Çeviren: Ayşe Deniz Temiz
İletişim Yayınları

25 Temmuz 2024 Perşembe

Çehov Öykülerinden Alıntılar / Albion'un Kızı - Öyküler - Cilt 1

...

Podzatılkin'in kızının özelliği, hiçbir özelliğinin olmamasıydı.Onun zekası hakkında kimse bir şey söyleyemez, çünkü bu konuda yeterli bilgimiz yoktur, o bakımdan bunun üzerinde fazla durmayalım.Genel görünüşü de ahım-şahım bir şey değildi; burnunu babasından almıştı, çenesini de anasından; gözleri kedi gözleri gibi ufacık, yüzünün biçimi ise orta güzellikteydi.Piyano çalmasını biliyor, ama nota kullanmadan bu çalgıyı tıngırdatıyordu.Mutfakta anasına yardım eder, korsesini takmadan sokağa çıkmaz, perhiz bozan yemekleri ağzına koymaz, yazı yazarken kimi harfleri çokça kullanmaya pek düşkündü.Bir de adı "Roland" olan yakışıklı erkeklere bayılırdı.

...

(Evlilikten Önce)

---

...

Ortada büyük bir masa...Masanın üzerinde fındık-fıstık kabuğu konulmuş bir tabak, bir makas, yeşil renkli merhemle dolu bir kavanoz, birkaç kasket, boş kadehler görülüyor.Masanın çevresinde Kuzma Yegorov (köyün muhtarı), hasta bakıcı İvanov, kilise zangocu Feofan Manafuilov, bas sesli ilahici Mihaylo, ev sahibinin oğlunun vaftiz babası Parfenti İvanoviç ile teyzesine ilçeden konuk gelmiş bulunan Jandarma çavuşu Fortunatoc oturmaktadırlar.Masanın biraz ilerisinde Kuzma Yegorov'un delikanlı oğlu Serapiyon dikilmekte...Serapiyon il merkezinde berber olarak çalışmakta olup, pazar tatilinde anasını-babasını ziyarete gelmiştir.Delikanlının ürkek bir durumu var, titreyen parmaklarıyla bıyığını elleyip duruyor.

...

(Yargılama)

---

...

Bir süre sustu, sonra yeniden başladı.

Üstelik güzel kadın!Karı yaşlı olsa başına belayı aldın demekti, ama böyle biriyle yaşamak büyük mutluluk! Kadın değil ateş, kor parçası vallahi!Boynu da ne güzel, biçimli, ince ince tüylü !"

Stepan döndü, ağabeyinin yüzüne dik dik baktı.

"Günah! Günah! Bunu hiç düşündün mü?"

"Ne günahı? Yoksul adama günah mı olurmuş?"

"Cehennem ateşinde yanmak için zengini de bir, yoksulu da bir.."

...

(Hanımefendinin Arabacısı)

---

...

Kahkahalar sona ermek bilmiyordu.Birinci sıra koltuklarda oturan dazlak kafalılar gülmekten katılıyorlardı.Şefin suratı bir anda kırışıklarla kaplanarak yaşlı Ezop'un yüzüne dönüştü.O an duyduğu nefretten dolayı suratı lanet okuma isteğiyle kasılarak kıpkırmızı kesildi, adamcağız olduğu yerde tepinmeye başladı, elindeki değneği kaldırıp yere fırlattı.Oysa değneğini mareşal asasından daha yüce sayardı.Orkestra karmakarışık sesler çıkardıktan sonra birdenbire sessizliğe gömüldü...Soprano kız geriye doğru bir adım attı, çakılıp kaldığı yerde sallanarak arkasına baktı.Orada, sahne arkasında birtakım solgun, öfkeli insanlar gözlerini kendisine dikmişlerdi.Hepsi de kudurmuş hayvanlar gibi haykırarak onu yuhalıyorlardı.Operanın müdürü de şöyle bağırıyordu:

"Mahvettin bizi, kahrolası sürtük!"

...

Eğer namusuyla yaşayan, erdemli insanların söylediklerine bakılırsa yeryüzünde herkes yaptığının karşılığını bulacaktır.Bu duruma göre bizim orkestra şefi de cezasını çekecek miydi acaba?

...

(Operada Tatsız İki Olay)

...

---

Baron altmış yaşlarında, sıska, ufak tefek bir adamdır.Sırtında, ensesinden aşağıya doğru kocaman bir kamburluk bulunmaktaydı, bu kabarıklık ancak mezara girdikten sonra düzeleceğe benzer.Adamın köşeli bir kafası, şiş burnu, sulu gözleri, leylak rengine kaçan çenesi vardır.Hafif mavilik tüm yüzüne yayılmıştır, maviliğe neden olduğu sanılan bir şişe ispirto, tiyatro aksesuarcısının dalgınlığı sonucu kilitlemeyi unuttuğu dolapta durur.Beylik ispirto dışında Baron arada bir şampanya da içeri şampanyayı ise soyunma odalarında şişelerin, bardakların dibinde bolca bulma olanağı vardır.Baron'un sarkık yanakları, gözlerinin altındaki torbalar en ufak hareketinde, kurumak için ipe asılmış çamaşırlar gibi titrer.Kulaklıklı kürk şapkasının astarından kafasının dazlak yerinde yeşil bir iz kalmıştır.Baron giymediği zamanlar şapkasını götürür, bozulduğu için haylidir yanmayan, üçüncü kulisteki boynuz biçimli gaz lambasına asar.Sesine gelince, çatlak bir tencerenin tınlamasını andırır.

Peki, giyim kuşamı nasıldır dersiniz?Eğer onun kılığıyla alay etmeye kalkarsanız etkili insanları fazla takmıyorsunuz anlamına gelir ki, bu da size bir saygınlık kazandırmaz.Hele günlük giysisinin üstüne geçirdiği kahverengi pardösüyü hiç sormayın!Düğmeleri kopmuştur, dirsekleri parlar, astarı saçak gibi lime lime sarkar.Pardösü adamın dar omuzlarında kırık bir askıda durur gibi duruyorsa bunun ne zararı var?

...

"Uçurumun derinliklerine bakıp
Uzak dalgaların hışırtısını duyduğunda
Bu ıssızlık sürükler seni umutsuzluğa!"

...

Anlattığımız olayın geçtiği akşam Baron öfkeden, kıskançlıktan kuduracak gibiydi.Neden derseniz, Hamlet rolünü ince sesli, en önemlisi de kızıl saçlı bir gence vermişlerdi.Hamlet kızıl saçlı olabilir miydi?

...

"Ey kanlı şehvet düşkünü ikiyüzlü alçak!
Satılık, duygusuz, aşağılık zalim!"

...

(Baron)

---

...

Geçenlerde emekli olan bir zabıta müdürünü alalım ele.Adamcağız "toplantı yasağı koyulmamasına" takmış kafayı.Kalabalıktan ürktüğü için ailesiyle topluca yemek yemeyi bıraktı, köyün sürülerini kendi toprağına sokmaz oldu, yüzlerce ağacı bir arada görmemek için ormanını kesti.Bir gün onu bir toplantıya çağıranlara, "Toplanmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz?" diye çıkıştı.

...

(Mariya Grandioza Olayları)

---

...

Dalıp gittiği anılarından yorulduğunu hissetti.Tüm bedeni anılara dayanamayarak bitkin düşmüş, neredeyse hastalanmıştı; bacakları sanki onu taşıyacak durumda değildi.Çok sevdiği ayini izlemek için kiliseye kadar yürüyemeyeceğini anlayınca gerisin geriye evine döndü, çizmelerini, kürkünü çıkarmadan yatağa devrildi.

...

(Hırsız)

---

...

Genç kadın Gruzdev'e ürkek ürkek baktı.Soruyu soran adamın onurlu, sıcak, içten bakışları vardı; daha doğrusu ona öyle geldi.Bu düşmüş yaratıklar onurlu bakışlara bayılırlar, pervanelerin lambanın çevresine üşüştükleri gibi ışığa atarlar kendilerini.Böylelerine başka bir şey vermeniz gerekmez, bir kerecik sıcacık bakmanız yeterlidir.Masa örtüsünün saçaklarıyla oynayan Katya, acıklı öyküsünü utana sıkıla bir çırpıda Gruzdev'e anlattı.Hepimizin bildiği, sıradan bir öyküydü bu da.Karşısına çıkan bir erkek, verilen söz ve aldatılma.

...

(Laf, laf, yalnız laf)

---

...

7 Şubat: Tam yirmi kili birden izin için dilekçe vermesin mi bugün! Yani neredeyse memurların hepsi.Tümünün isteği de Kronştad'a gitmek.Nerede bu Kronştad? Samara ilinde değil mi? Bakın işe!

8 Şubat: Öyle üzgünüm ki! Canımın sıkıntısını memurlardan çıkardım.Her birini başka bir göreve verdim dürzülerin.Görsünler bakayım gönül işiyle ığraşmak neymiş! Geceleyin düşümde Kronştad'ı gördüm.

...

(Yirmi Altı)

---

...

Ağzında bir gevrek geveleyen Zazubrin, "Kırmızı astarla ilgili bir anım daha var," dedi."Gürcistan'da görev yaptığım sırada Konvertov adında ufak tefek bir albay vardı.Çoktan ölmüştür şimdi, toprağı bol olsun.Kendi halinde, hoş bir ihtiyarcıktı.Birkaç savaşa katılıp çarpıştığını biliyorum.Yararlı hizmetlerinden ötürü er rütbesinden ta albaylığa yükseltmişler.Çok severdim rahmetliyi.Albaylık rütbesini aldığında ata binecek durumda değildi.Çok yaşlanmıştı.Manevralarda kınından çıkardığı kılıcını gerisin geriye sokamadığı için ona emireri yardım ederdi.Kaputunun düğmelerin bile emireri iliklerdi.Beni bağışlayın, bu tirite dönmüş adamın tek bir düşü vardı, o da general olmak.Yaşlı, çökmüş bir ayağı çukurda ama gönlünde ne aslanlar yatıyor!

Adamcağız general olmayı kafasına koyduğundan emekliliğini de istemiyordu.Böylece bizde beş yıl daha hizmet etti ve diyebiliriz ki, sonunda amacına ulaştı.Ama nasıl ulaştığını tahmin edemesiniz.Adamcağızın yazgısı böyleymiş, demek ki.General rütbesini verdikleri gün ansızın katıldı kaldı.Yüzüne, sağ kolu ile iki bacağına birden inme inmişti...Bizim gösteriş düşkününe sırmalı general apoleti takmak nasip olmadı, istemeye istemeye emekliye ayrıldı.Yaşlı karısıyla birlikte memleketleri Tiflis'in yolunu tutmak zorunda kaldılar.Giderlerken adamcağızın bir yüzü ağlıyor, öbür yüzü kaskatı duruyordu.Pelerininin kırmızı astarıyla övünmek artık tek sevinç kaynağıydı onun için.Yolda giderken eteğini kanat gibi açıp içindeki kırmızıyı göstermekten gurur duyuyordu.Hamama gittiği zaman bile astarını dışa çevirip pelerininin öyle asardı.'Görün işte ben kimim' dercesine.Küçük bir çocuk sanki...Bir süre böyle avundu.Yaşı çok ilerlediği için gözleri de sönüverdi bir gün.Tuttular, caddelerde dolaştırsın diye yanına bir emireri verdiler.Bizim kır saçlı, tiride dönmüş ihtiyar üflesen yere düşecek durumdaydı, gelgelelim "Ben generalim!" diye caka satmasından yanına varılmıyordu.O karda kışta böbürlenerek pelerininin önünü açıp gezmesi görülmeye değerdi.Ne garip adamdı!Çok geçmeden karısı da öldü.Bizim bunak ağlayıp sızlıyor, karısıyla birlikte gömülmek istiyordu, ama bir yandan da pelerininin kırmızı astarını papazlara göstermekten kendini alamıyordu.

...

(Kale Gibi Dayanıklı Kadın)

---

...

İvan Petroviç gülücükler saçan yüzünü kaldırdı ve karşısında yazıcı Merdiayev'i gördü.Merdiayev patlak gözleriyle tam önünde dikilmiş, imzalaması için bir yazı uzatıyordu.Amirimiz yüzünü buruşturdu; sıradan bir iş, şiir dolu konuşmanın canına okumuştu.

"Bunu sonra da getirebilirdiniz.Konuştuğumu görmüyor musunuz?Ne terbiyesiz, nezaketsiz insanlar var şu dünyada! Bay Galamidov, bir de toplumumuzda Gogol'ün yarattığı tiplerin kalmadığını söylersiniz.İşte karşınızda aradığınız tip! Pasaklı, dirsekleri tiftimiş, saçlarını hiç taramaz, üstelik gözleri şaşı...Hele şunun el yazısına bir bakın! Bu yazının içinden şeytan bile çıkamaz.Düzen filan arama, belli ki okuması yazması kıt.Kunduracı çırakları böyle yazarlar ancak!"

...

(Okumanın Yararları)

---

...

"Bizde artık iyi yazar yetişmiyor" diye bir konuşması var ki, öldürür insanı.

Bu kanıya çok kitap okuduktan sonra varsa bari! Değil kitap, dergi dahi okuduğu görülmemiştir.Turganyev'i Dostoyevski ile karıştırır; karikatürden, şakadan anlamaz.Lelya'nın tavsiyesi üzerine bir keresinde ünlü Şçedrin'i okumuştu da bu yazarı "bulanık" bulmuştu.

"Puşkin'e gelince, ma chere, o hepsinden iyidir.Güldürücü şeyler yazmıştır, bilirim" dder.Ne tuhaf, değil mi?

...

(Yazlıkçı Bayan)

---

Albay, karısının giysilerini özenle uzattı, saçlarını düzelttikten sonra salonda bekleyen arkadaşlarının yanına döndü.Konuklar generalin portresi önünde yığılmışlar; paşanın şaşıran gözlerine bakarak onun mu, yoksa yazar Lajeçnikov'un mu daha büyük adam olduğunu tartışıyorlardı.Yazarların ölümsüzlüğüne inanan Dvoyetoçiyev, Lajeçnikov'un daha büyük olduğunu savunuyordu.Prujinski'nin savı ise değişikti:

"O bakımdan bir diyeceğim yok; kimi zaman güldürücü, kimi zaman acıklı öyküler yazdığı için Lajeçnikov'un yazarlığına kimse toz konduramaz.Ama gönder onu bakalım cepheye, bir bölüpe komuta edebilecek mi? Ya general, öyle mi? Komutasına koca bir kolorduyu versen, bana mısın demez!"

...

(Kol Kırılır Yen İçinde Kalır)

---

...

Anton Pavloviç Çehov
Albion'un Kızı
Öyküler - Cilt 1
Çeviren: Mehmet Özgül
İletişim Yayınları, 2020

21 Temmuz 2024 Pazar

Devletin Güvenliği Adına - Türkiye'de Milli Güvenlik Siyaseti / Özlem Kaygusuz - Behlül Özkan


"Gerçek iktidar, sırrın başladığı yerde başlar." Hannah Arendt
 

Devletin Güvenliği Adına - Türkiye'de Milli Güvenlik Siyaseti
Derleyenler: Özlem Kaygusuz - Behlül Özkan
İletişim Yayınları

Murat Başol Resimleriyle - Benim Adım Feridun - Mahir Ünsal Eriş


...

Öğlene doğru bir duş alıp tıraş oldum.Tıraş olmak ne garip şey, her seferinde altından gençliğin çıkacakmış gibi kendi yüzünü kazıyorsun, fakat yine, biraz daha yaşlanmış halin kalıyor eline.Aynadan bakıyor sana öyle geçkin, yorgun.Güzel kokular sıktım üstüme başıma sonra, bunu çok uzun zamandır yapmamış olduğumu fark ettim.O gitmeden önce bile.Sevilirken, kendimize, sevdirmeye çalıştığımız alana kadar, bir manavın önlüğüne süre süre parlattığı elmalar gibi cilalayıp duruyoruz kendimizi.İlk ısırıktan sonra, ısırılan yerlerimizden kararmaya başlıyoruz ama.

...



Sen yokken, yani sen evde aşk acısıyla, bittikçe altüst edilen bir kum saati gibi damla damla tükenirken, bu insanların hepsi yaşamaya devam ediyorlar.Elektrik faturası yatırıyorlar, sinemalara gidiyorlar, araç muayenesi yaptırıyorlar, kat karşılığı arsa için müteahhitlerle pazarlık ediyorlar, arabalara, dolmuşlara, teknelere, trenlere biniyorlar, konuşuyorlar, gülüyorlar, kavga ediyorlar, ter kokuyorlar, ayakkabı boyatıyorlar...Bir sen yoksun içlerinde ve bunun farkında bile olmuyorlar.Seni bu hale koyan bile onların arasında dolaşıyor, yaşıyor, ediyor ama sen evde oturmuş, dünya durdu sanıyorsun."Ben çok yoruldum, biraz ara verelim mi?" dediğinde onlar da mola verdi sanıyorsun.Öyle olmuyor ama.Geç kalırlarsa, hayatta yer kalmayacakmış gibi can havliyle sokaklara koşuyorlar, yaşıyorlar.Uzun süre evden çıkmayınca dışarıdaki ademoğlu kalabalığını kabul etmek zor geliyor işte bu yüzden.Önce hepsini yabancılıyorsun, sonra her birini bir zamanlar bir yerlerde tanımışsın da unutmuşsun gibi gelmeye başlıyor.Öyle bakıyorsun yüzlerine tek tek, bir şeyler arar gibi.Onlar da yüzlerine bakışına bakıp huzursuz oluyorlar; en iyisi Erdek'e gitmek.

...



Ben küçükken babam beni bir tabelacının yanına çırak vermişti burada, Erdek'te.Derken bir gün, bir cuma vakti, beni dükkanda bırakıp namaza giden adamcağız, orada kalp krizi geçirip ölüvermişti.Dükkan birilerinin aklına ta gece yarısı geldiği için, o saate kadar bir sandalyenin üstünde beklemiştim öylece.Onunla yaptığımız tabelalardan birini gördüm meydana çıkarken.Demek ki insan, yaşıyorsa nasıl olsa iz bırakıyor, bir zeytincinin paslanmış tabelasında bile olsa.İlla birilerinin kalbini dağlamanın lüzumu yok iz bırakmak için demek ki.

...

Mahir Ünsal Eriş
Benim Adım Feridun
Resimleyen: Murat Başol
İletişim Yayınları

11 Mayıs 2024 Cumartesi

Eğer Ben Kâbil İsem - Emre Taş



...

Karadonlu Kel Müftü ne iş görür? Fetva soran ona sorsun, o yazarsa tavsiye, ben yazarsam hüküm olur! Ama anlayış ne arar bu alem halkında?Kalkıp vardık, kandil yakıp, gözlüğü burun ucuna getirip okuduk...

...

"İmam olsan yılda yetmiş pare çocuğun olur, böyle her kapıya konanı almakla" 

...

Fetva mektubunun sahibine duyduğum öfke sonradan yerini büyük elemlere bıraktı.Gökten yağanı yer kabul etmez mi? Başa gelen ekilir elbet.Hasbinallahü ve nime'l vekil.

...

"Oldu olacak kırıldı nacak"

...

Şiir-i münasip

Yiyenler bağ-ı hikmetten yemişler
Vaktinde kaçmak erliktir demişler

Onu kızıma bir sineğin tek kanat çırpışı kadar bir vakitten uzunca bakarken görsem, vallahi papucu eline verirdim, billahi alimin kılıcı yok demez sivri kamışı gözüne değdirdim.Neyse ki öyle bir edepsizlik edemezdi, Sevindik oğluydu.

...

Üç hafta sonra Ali Bey'e Kamburlu Dağ eteğine gelesin diye rica yolladım.Vardı geldi.Kar yücelerden kalkmamıştı, rüzgar Yezid nefesi.Yine de güneş sipahisi, piyade toprağın pamuk kalkanını şuleden mızrağıyla deliyordu.

...

"Ay görmüşün yıldıza minneti yok."

...

Zülfü sevdavi mizaçtır, teni soğuktur.Vücudunda safrası bol olduğundan derisi solgun, bedeni ince, kemikleri ağır, gözü uykusuzdur.Başı kederli, yüreği bunlu, ince fikirli ve maziye düşkündür.Gözlerinde remed denen kara perde illeti çıkmıştır, daim şişer kapakları, kızarır, ışığa çok bakamaz.Bu yüzden anası, gözlerine rüşena sürmesi çekip gül suyu damlatır, inciğine hacamat yaptırır.Amcazadelerinin kendisiyle "sürmeli" diye eğlenmesine pek bozulur, onları hiç sevmemesinin sebeplerinden biri de budur, dediğine göre.Anası onun soğuk mizaçlı olduğunu bilip vücudu ısınsın diye aşına bol zahter, karanfil ve kimyon katar; erişte aşı, koyun etli, dere otlu nohut ve yumurta lokması gibi sıcak yapılı şeyler yedirir.Yazları çok bunalan bu oğlan ağzında reyhan çevirmeyi iptilaya dökmüştür.Mahkememize geldiğinde dahi ağzı taze reyhan kokardı.Hâlâ ondan bahsederken burnunun ucuna rayihası gelir.

...

Bir an evvel akın eri olma talebi babasının "daha toysun" demesi ve kalkanla yüzüne vurup onu yere yıktıktan sonra "bilemedin hamleyi" deyip bozması ile savsaklanmıştır.Ezan-ı Muhammedi kulağına okuduktan sonra üç kere "Zülfikâr, Zülfikâr, Zülfikâr," demelerine rağmen köye yazıcı geldiğinde deftere namını Zülfü diye yazdırdılar, kıvırcık saçlarından sebep.Bu dahi onun yüreğine gam gussa olmuştur, "Yüce görklü sanımız var iken bir köçek ismiyle defter ettiler," diye.Kanı deli aktığında ve beli suyu dışarı vardığında bir gönül muhabbeti kuramamış bakir oğlandır.Olanca ömrünü anası Miru Hatun'un yüzünü güldürmeye adadığını söyler.

...

Allah her anaya böyle oğul versin, bir tek akıbet benzemesin.

...

Ortalık ılık toprak kokusu, yağmur sonrası, kanatsız bütün hayvanatın nereye varsa kalır izi.

...

Zülfü delikanlı olduğunda, hiç değilse bir canı alacak kadar kudrete ermişti.Ormanlarda tavşanlar, sülünler, hınzır yavruları tuzaklıyor, boyunlarını kırmaya, hançeriyle boğazlamaya, elleri arasına alıp boğmaya yelteniyor, yapamıyordu."Onlar nefretimi celbetmediler, hayatıma kahır salmadılar, nasıl kıyam?" derdi.Anca kendine kıyan birine kıyacağını sezerdi.

...

"Büyük vuruş yaptık," diye atladı Koparan Bey kardaşının sözünün peşine."Derin yaralar aldık, upuzun yollar teptik, ağzımız kan yutmaktan , boğazımız kan kusmaktan ne dediğini bilmez, kulağımız tüfenk patlamasından uğuldar halen, işittiğine idrak yetirmez.Zülfüyare dokunduk, bizi bağışlayın, yurdumuza varıp küffar ile gazaya devam edelim," dedi.

...

"Onlar barışır görüşür ağam, olan gene biz kenarın erenine olur.Elim kurusun bir daha Osmanoğlu uğrunda kılıç sallarsam.El yahşi biz yaman, el buğday biz saman."

...

Anlattığına göre Zülfü, Memi'nin ayaktaşlarını sevmezdi.Amcası oğlanları bön, kaz kafalı ve hürmetsiz idiler.Sadece burunlarının ve aletlerinin dikine giden hüdü südü bilmez hoppa zirzop delikanlılardı.Öyle ya babaları Koparan bile "Dünyada saadet heman yiyip içmek, osurup sıçmak," derdi.Allah ıslah eyleye.

Zülfü, Memi ile dövüşmeden konuşabildiği anlardan birinde ona şu meseli anlatmıştı: Bir gün birtakım adamlar yolda yürürlermiş.İçlerinden biri sokak kenarında bir yığın insan necaseti görmüş ve yarenlerini bırakıp oradan kaçmış.Sonra arkadaşları kaçanı bulmuşlar."Neden öyle ettin?" diye sual etmişler.O da "Geçtiğimiz yerdeki bok ile lakırdı ettim," demiş."Bana dedi ki: 'ben yetmiş yedi temiz gıdadan ve seksen sekiz yarar eczadan oldum, yanında gezdiğin o ademler ile biraz hemhal olunca bu hale konuldum.'"

...

Mohaç'tan Yüce Yaradan'ın bahşettiği aferle döndüler.Ali Bey ve Koparan Bey iyice tazeliklerini yitirmişlerdi.Ahir ömürlerinde ellerindeki uc köyü Sevindik, bu yeni fetihle birlikte tali ve önemsiz bir köye dönüşüverdi.Cenkte, damadımız Sancak Beyi Gedik İsa Bey'in emirlerine Ali gibi küskün akıncılar tarafından pek kulak asılmamış, erenler bildikleri gibi at oynatmış ve utkular elde etmişlerdi.Buyruklarına itaat edilmediğine öfkelenen Gedik Bey, sonuç muvaffakiyet olunca Sultan Süleyman efendimiz hazretlerinin -Tanrı saltanatını ve ömrünü ziyade eylesin- huzuruna koşmuşi ipek hilatler kuşanmıştı.Bizim at cambazları da bir araba parelenmiş Üngürüs miğfeleri, paslı zırhlar ve Nuh nebiden kalma köhne tüfenklerle döndüler, eritip kapı menteşesi, kazan kulbu, at üzengisi yaptılar.Ali Bey yedi kat öküz derili kalkanın kırk pare küffar okunu nasıl havada yakaladığını anlatmış, ok gövdelerinden birini Memi'ye hediye etmişti.Zülfü artık Memi urunu kesip atmak gerektiğini derinden hissetti.Miru ise iyiden iyiye cansızlaşmış idi.

...

"Kılıç dahi apak sayılmaz.Cebrail eliyle Şit peygambere indirildiğinde dümdüz idi, kadimde kardaş kanı döktüğünden beri eğri dövülür, derler" dedi Zülfü."Tüfengin ise caniliği yok.Sadece bir kancayı çekersin.Yay gibi katı güç istemez, kılıç ve kargı gibi vahşiyane amel talep etmez."

...

"Zor ile cimanın neticesi ahmak evlat derler."

...

Birbirlerine bakındı aşağıdakiler."Sen kimsin ki Hacı Bektaş köçeğine kanlı olasın bre teres?Sırtımızı unlu gördün de değirmenci yamağı mı sandın?Birimize ne olursa cümlemizedir.Senin kanının güdecek baban, kardaşın, belki evladın vardır.Biz ise kırk bin yol kardaşıyız, kan güderiz."

...

Zülfü sarsıldı ise de dengeyi buldu, kılıcı doğrulttu."Gitmezim, vallahi de billahi de geri dönmek bilmezim.Ya sen ya ben, ya herru ya merru!" Pusatı ne yana tutacağını bilemiyor, eli ayağı titriyor."Hamle kafirin, de haydi."

Demesiyle tekmeyi yemesi bir oldu.Adam, üç basamak merdivenden Zülfü'nün kaburgasına tepik çalıp yiğidi kılıç topuz çekmeden sırt üstü yere yıktı.Garibin nefesi kesilip tekrar açıldığında bu kez Dragan, yiğidin o sancılı kaburgasına oturdu.Vurdu babam vurdu, pazının zekatını sundu.Yiğidin yüzünde kırılmadık kemik komadı, kaşını açtı, gözünü şişirdi, burnunu yamulttu, elmacık kemiklerini kara kara etti, dayağı su etti içirdi, ağzını yüzünü abdal çarığına çevirdi.

...

"Molla Nasreddin," diye söze girdi Pekmezci Dede oğlanı."Bir gün bir çeşme görmüş, bakmış ki lülesine tahta tıkamışlar, akamaz.Acımış çeşmenin sancısına, çıkarmış tahtayı, su püskürmüş suratına, sırsıklam olmuş bu defa.Kızmış çeşmeye: Daima eylemesen halkla kavga, götüne sokmaz idi kimse tıpa..Hülasa, senin de damarını tıkamışlar ise bir iş etmişsindir dünya üzerinde bir kula.Çıkarma kendini şimdi sütten çıkmış ak kaşığa.Öç öçtür nihayet.Yol göster sen bana, ben de sana.Kazanırsan dost kazan düşmanı anan da doğurur ey ağa."

...

Bu çocuk Tanrı Teala'nın hikmeti sayesinde muhteşem bir resmetme kabiliyetiyle doğmuştu.Öyle ki dünyaya gözlerini açtıktan henüz on bir ay kadar sonra toprak üstünde oynar iken İsa aleyhisselam suretini şehadet parmağıyla çamur üzerinde nakşetmişti, süphanallah.

...

Dragan, "Savaş ahmak işidir," dedi o gün kıza, içtenlikle."Kardaşlık ise benim ne olduğunu bilmediğim bir şeydir ve senin şimdiki halini idrak etmeme imkan yok.Sadece anam ile babamın bir evladı var idi, karında iken anamın yediği mantar sebebine öldü.Cerrahlar çıkardılar anamın rahminden, gömdüler nohut kadar bir ölüyü toprağa.Ama o vakit gözümle görmeme rağmen hiç acı duymadım ve kimse ağlamadı bile.Bir ismi ve belirgin cismi yoktu garibin.İnsana ad konmayagörsün bir kere, ismi geride kaldığında, belli olur göçüp gittiği.Senin ağanın adı var imiş, sen onu hiç görmesen bile, o addır senin peşine takılan.Ya unutacaksın o adı ya da yaşatacaksın ilelebet."

...

Türki dilde yazıp okumayı meraklısı öğrenir.Bizimki de hoca yanına düştüğünü fırsat bilip az zamanda sökmüştür.Birkaç ay sonra Dragan, "Kitaplığındaki kimi kitaplarını açıp okudum," dedi efendiye, pat diye."Güc ile dutmak yohdur din içinde," dedi, dediği gibi şamarı yedi.

"Evvela şunu belle, cin olmadan aşık atma şeytan ile," dedi imam.

...

Bu hoş geçim mevsimi uzun sürmedi.İbrahim Efendi bir gün öğlen namazını kıldırmak için geldi, duvarların beyazı üzerinde Fahrikainat efendimizin nur suretinin bir tasvirini görüp olduğu yere mıhlandı.Sanasın ki gönül kabesini fil ordusu sarmış.Dinimizde yoktur, oğlan henüz zırcahil, mescit kitaplığındaki birkaç siyer risalesinden o nur suretin tabirini okumuş, hayal edip nakışlamış duvara.İbrahim Efendi mescidin küçürek kubesini inletecek kadar yüksek bir avazla "Süphanallah" çekmişti.

"Kireç, kireç getir çabuk şeytanın çırağı, tam da rüyamda gördüğüm surette çizmişsin mübareği, hay seni iblis uşağı, çabuk kireç getir ört bu nuru, yoksa kıbleyi şaşırır cemaat, bilad-ı İslam'a yayılır bu fena bidar, seğirt!"

...

İkinci yılında oğlan oldu adeta bir Mani, sanasın ki Siyahkalem-i Muhammedi.Köy karılarına fal tabakları çiziyordu, Yusuf'un güzel suretini, Düldül'ün nurlu semerini, Simurg'a binmiş Bukrat tabibi, cinlere hükmeden Süleyman'ı, Hızır ile İlyas'ın buluşmasını, Yunus peygamberin balığın karnından çıkarılışını...İmam Efendi'nin emri üzere bunları köy kadınlarına bir akça mukabilinde fal diye çektirerek mescit sandığından kat be kat fazla akçalar devşiriyordu.

...

Pelerini pazısına doğru kapattı kethüda."Evvela kumral bir mübareğin sureti idi.O nurlu kumral gibi tek evlat olmak isterdim, babasız.Gözüne, sakalına, saçına kara kattırdım, mübareğin başına yeşil örtü attırdım, yanındaki haçın üzerine zülfikâr çizdirdim sonra.Sen sen ol, duvarlara çizme gönlündekini, kağıda çizip iki kapak arasına sakla.Yahut dürüp kuşağının içine koy.Al a bu yatağını, sana el kaldıran olursa barsağını deş, deştikten sonra iyice bir çevir.Haydi."

Kabzasında cim harfli kakılı bıçağı aldı Dragan.

...

Bir de Hatice var idi ki, emmisi kızıdır, ablası yerindedir.Gel gör ki yiğide karın ağrısı göbek burgusu, can tasası ve yürek oynaması isabet etti.Kıza tutkun olduğunu daima yoldaşlarından gizlerdi, içten içe kendini Kâbil'in ikizi Aklima'ya meyil veren Habil gibi hissedip, akıbetinin dahi o misüllü olmasından korkardı.Hatice'yle ilgili bir ruznamesi bile vardı; onun keçi gütmesine, derede kap kacak yumasına, ipe don sermesine, avluda yün eğirmesine, adım atışına bile, beceriksize gazeller yazıyor, onu resmeden berbat nakışlar yapıyordu.Çalı süpürgesiyle avluyu süpürürken toz gubar içinde kalmış kızcağızın bir memesi ucu nasıl olup fistanın dışına uğramış ise, bu ergen yiğidi olan biteni, memenin şeklini,rengini ve hatta kokusunu bile öyle bir gazele dökmüştür ki fakir buraya suretini geçirmeye ak sakalımın her bir kılından haya ederim.

...

Defter-i Memi Can'dan suret

"Ben ağası olaydım onun, böyle mi ederdim?Kim tayin etti onun önce, benim sonra doğacağımı?O bana ağa diye doğmadı amma ben ona küçük kardaş diye doğdum, belki haklıdır sonra gelmem sebebine.Ama kim dedi o büyük bu küçük olsun diye?Keşke ben doğaydım ondan önce, gösterirdim ağalık nasıl olur ibneye."

...

Memi Şah, nişan aldığı yeri, hedefini ve kastını ifadesinde bildirmemiştir.Tek, "Ben atmadım, Allah attı," demiştir.

...

Memi tasviri aldı.Sağını solunu inceledi, anasının tasviri.Hüsrev ü Şirin nishasının yaprakları arasından düşene eşti, aynı elden çıktığı belli.

"Ağana ilet," dedi Dragan."Hiçbir davam kalmadı ikinizle, soyunuz ve sopunuzla.Bir göz aldın, o göz ki benim gönül evimden dünya cehennemine açılan pencere idi, onu kapadın, ustana rahmet.Amma oğlan bil ki o pencere içeri sızan tek ışığın da menfezi idi.O nur ki, elinde tuttuğundur."

...

Şiir-i münasip

Ne mahkûm belli orada ne hakim
Düğündür ki çalan kim oynayan kim

...

Deli gene şiire girdi: "Tac u kabayı terk idüp üryan olayın bir zaman/Gurbetde seyran eyleyüp mihman olayın bir zaman/Geh düşüben gahi turup gh gülüben gah ağlayup/Geh kan yudup sarhoş olup sekran olayın bir zaman." Gözlerimin içine boş boş baktı."Yanında olamadım o sıra, son şiiridir elime ulaşan" dedi, sormuşum gibi."O mektup ve bu şiir, ölüme giden bir adamın haykırışıdır, kurbanlık koyun bile çırpınır, direnir son kez, hoş görülmelidir.Ama hoş görülmeyecek olanlar var Kadı Efendi ve onlar sultanlar değil.Sen gibi katle cevaz verenlerin hepsi ya öldü ya da delirdi.Bizim elimiz değdi mi değmedi mi sorma, bağrı yanık kulun ahı tutar, tek onu bil.Korkud Han Davetü'n-nefsi'de padişahlara dedesinin kanunu ile amel etmelerinin ahiretlerini felakete sürükleyeceğini söylüyordu ima yollu.Müslümanın Müslümanı siyaseten katline cümleten muhalif idi.Eğer senin meşum cevazın olmasa, Selim Han ile dahi anlaşıp o ahitnameye ilaveten bir kanun yazabilirdi: Kardaşlar nice başa geçecek, diğerlerinin kanına girilmeden nasıl hüküm olunacak, bu nizamsızlık ve vicdansızlık bidati nasıl kaldırılacak."

...

Hakikaten tahtı ister olan kişi Büyük İskender'in tahtı reddeden oğlunu, halifeliği bırakan Hasan hazretini, tahttan feragat eden ulu ceddi Murad-ı Sani'yi misal gösterir mi?Taç için ağzı suyu akan kişi, Hazret-i Peygamber'in iki kişiye bile amirlik etmemesini söylediği Ebu Zer'den bile zayıf olduğunu, emirlik belasıyla imtihan olunmaya kadir olmadığını itirafa cesaret edebilir mi?

...

Beni katletseler bu denli canım acımazdı.Derisi yüzülüp tuza bandırılan ben olaydım."Kendini bilene babasının kanı helal, kendini bilmeyene anasının sütü haram" dedim.

...

Emre Taş
Eğer Ben Kâbil İsem
İletişim Yayınları

8 Nisan 2024 Pazartesi

Gogol'le Dostluğumuz ve Mektuplaşmalarımız - Sergey Aksakov



"Ey boş dünya, güldürecek en küçük bir saçmalık bile kalmadı sende..." dizelerini anımsatıp, dünya yaşamının monoton, hareketsiz olmasından kaynaklanan bir boşluk içinde bulunduğunu, kaleme almaya değer bir konu kalmadığını söylediğimde, Gogol bana ciddi ciddi bakarak: "Bu doğru değil, komiklik her yerde gizlenmiştir.İçinde yaşarken onu görmeyiz, ancak sanatçı onu sanata taşıyıp, sahneye çıkardığında, daha önce bunu nasıl fark etmediğimize şaşarak, gülmekten yerlere yatarız," dedi.

...

1937 yılında Puşkin öldü.Bunun Gogol için ne büyük kayıp olduğu, mektuplarından anlaşılmaktadır.Bu olay Gogol'ü ruhen ve bedenen hasta etti.Bence, o hiçbir zaman sağlıklı olmadı, Puşkin'in ölümü de, ruhundaki tüm hastalıkların gün yüzüne çıkmasının bir başka nedeni oldu, bundan sonra, büyük yeteneğinin hiçbir şekilde yeterli bir yanıta ulaşamayacağı ve çözümü mümküün olmayan sorularla dolu içine kapanık bir savaşta, yorulup bitkin düştü.

...

Vera, Gogol'ün annesine oğlunun çocukluğuna ait anılarını kaydetmesini teklif ettiğimi hatırlatıyor.(onları bizim kaydetmemiz daha güvenilir olurdu belki) Gogol ona beş yıldan önce dönmesinin mümkün olmadığını (bana bundan bahsetmemişti) söylediği halde, hep onun yakında döneceğine inandırmaya çalışıyordu kendini.Bir keresinde, Ölü Canlar'ın yeni basılmış cildini misafir odamızın masasında gördüğünde, kitabı açıp, "Ah gençliğim, ah tazeliğim..." sözcüklerini okuyunca gözyaşları sel olmuştu.Genç, güzel ve taze görünümlü bir kadının, kendi oğlunun solmuş ve tazeliğini yitirmiş gençliğine yas tuttuğunu görmek şaşkınlık verici bir şeydi.

...

"Vera Sergeyevna'ya, Petersburg'da onun arkadaşı Kartaşevskaya'yı görmekten, buluşma kısa sürmüş olsa d mutlu olduğumu söyleyin.Ruhlar vardır, kıymetli taşlara benzerler; işlenecek kabukları yoktur, sanki öylece işlenmiş halde doğmuşlardır.Kuyumcunun keskin gözü onları çok uzaklardan tanıyıp kıymetli bir taş diye almaya gider.Onun söylediklerini ve düşüncelerini kaydedip, yollayınız bana; doğal olması için, bunları benim merak ettiğimi asla bilmemesi gerek.Bilmediği zaman her söylediğini içtenlikle, gönülden söyler.Bana sağduyuyla söylenmiş fikirler kadar böyle gönülden söylenenler de gerekli." Gogol

...

"Roma'da altı aydır kimseden borç almadan, beş parasız yaşıyorum; ama bunun önemi yok.Yazıkov burada ve ben onun yanındayım.Ama gelecek sefer durum Roma'daki gibi olmaz; önümde yalnız kalacağım günler, uzun ayrılıklar var.Bu ihtimali gözden uzak tutmayınız.Eğer para yetişmez ve zamanında elime geçmezse, sadaka olarak toplayınız.Ben dilenciyim ve bu unvandan utanmıyorum." Gogol

...

"Doğrusu annemin benimle iftihar ettiğini görmek benim için iğrenç bir şey, çünkü bu insanın kendini beğenmesi, erdemleriyle övünmesi gibi bir şey.Annem beni sadece oğlu olarak sevsin yeter, yeteneklerim hakkında fikir yürütmek onun işi değil." Gogol

...

"Geçen sene anneni ziyarete gittiğimde, kalbimin derininde senin için hala sevgi kıvılcımı kaldığını hissettim.Nihayet olanları unutmaya başladım ve teselli buldum Tanrı'ya şükür!" Artık yine hazırım sana kızmaya ve seni sevmeye." Pogodin

...

Gogol bu dönemde Yazıkov'a sık sık Aksakov'u sordu: Bazı mektupları doğrudan Yazıkov'unkilerle birlikte yolladı.İşte Aksakov'un gözlerini kaybetmekte olduğu haberini aldıktan sonra yazdığı mektuplardan biri:

Siz de hastasınız ben de.Bırakalım, bizim için neyin daha iyi olduğunu daha iyi bilen Tanrı'ya kendimizi ve onun emrine uymayı öğrenmekte bize yardım etmesi için ona dua edelim.Her şeyin onun elinde olduğu unutmayalım.Sahip olduğumuz şeyleri bizden almak da, bunun ödülü olarak, şimdiye kadar sahip olduklarımızdan daha iyisini bize vermek de onun kudreti dahilinde.Dünyevi bilgeliği alırken göksel bilgeliği vermek; duyularımızla görmeyi elimizden alırken ondan önce sadece tozunu fark ettiğimiz nesnelerin bize aslını gösteren ruhsal görüşü vermek; önemsiz ve geçici yaşamı alıp, ona kıyasla fani hayatın bir hiç olduğu ebedi hayatı vermek hep onun elindedir.Birbirimize her an söylememiz gerekenler bunlardır işte.Kendimiz için sürekli imtiyazlar isteyen, fani hayatın sonsuza kadar değişmeyecek eylem kanunlarına tabi olduğu gerçeğini unutmaya meyilli olan, zayıf ve nihayet Tanrı'ya inanacak ruh asaletinden bile yoksun yaratıklarız biz.Güvenilirliği hakkında bize hiçbir işaret göstermeyen sıradan bir insana inanıyoruz da, sevgisinin sonsuz kanıtlarıyla bizi kuşatmış olanı kuşkuyla karşılayarak ona inanmıyoruz.İşte birbirimizle her dakika konuşmamız gereken bu konuyu ben size hatırlatayım, siz bana hatırlatın.Sonra en içten duygularla sizi kucaklayayım ve benim yerime tüm aileyi kucaklamanızı rica edeyim.Gittiğiniz yerden, eğer oradaysanız Moskova'dan yazınız.Çoocuklarınız ne yapıyorlar?Mümkünse ayrı ayrı hepsinden bahsedin.Yazmakta zorlanırsanız, mektuplarınızı yazması için Olga Semyonovya'ya rica ediyorum.Elveda.Tanrı sizi korusun.

Dostunuz Gogol
Frankfurt, 2 Mayıs 1845

....

Aksakov şu mektupla cevap verdi ama yazısı artık eskisi kadar belirgin değildi:

"Sevgili Nikolay Vasilyeviç, son mektubunuzu Yazıkov vasıtasıyla aldım! Sözlerinizin hepsi doğru, ancak...Gönül gözü açılmış bir insan için vücut gözünün kaybı ne demektir! Bundan haz duymanın mümkün olduğu gerçeğini tartışmıyorum; ama ne zaman olacak bu?Öyle bir zaman gelirse, kuşkusuz insanın dış dünyayı algılayan yapısı içsel, manevi bir yaşamla taçlnacaktır.Ben henüz bu dönüşüme uzağım, bir zaman gelip buna layık olacak mıyım bilmiyorum, bu yüzden mektubunuzu okurken üzüntü duyduğumu açıkça size söyleyeyim...Sizden dünyevi bir paylaşım bekliyordum, hatta sizi çok üzeceğimden korkmuştum.Ben bir insanım ve bu yüzden üzülmek, şikayet etmek, homurdanmak isterim...Kör oluyorum; tasadan, öfkeden kendimi yiyip bitiriyorum, bazen ümitsizlik içinde kıvranıyorum ve siz beni körlüğün hiç önemi olmadığını söyleyerek teselli edeceğinizi mi düşünüyorsunuz?

..."

...

"Geleceğimiz karanlık ve korkunç! Tek kendin değilsin çünkü, korkman gereken çok kişi var." Aksakov

...

"Dostum, siz olguları doğru tartmadan görüşlerinizi İsa'nın sözleriyle pekiştirmeyi düşündünüz.Ancak bunu sadece, bütün yaşamını İsa'ya adamış, bütün işlerinde, düşünceleri ve girişimlerinde onu örnek alan, yaşamın anlamını onun sayesinde kavrayan ve baştan sona Mesih ruhuyla dolu olan kişiler hiç yanlışsız yapabilirler.Ama siz aksine, İsa'nın bütün sözlerinde onun kendi söylediklerini değil kendi düşüncelerinizi görmek istiyorsunuz." Gogol

...

"Kışı nerede geçireceğime gelince, kışın Rusya'da kalacağımdan pek emin değilim.Hastalığımdan geriye öyle bir üşüme kaldı ki, Roma bile bana soğuk gelmişti ve Napoli'ye taşınmak zorunda kalmıştım.Moskova'da geçirdiğim son kış mevsimi ise çok zorlu geçmiş ve bende acı anılar bırkmıştı.Vücut yapım biraz sayıf, güneyi isteyen bir yaşlınınkini andırıyor: Kanım kurudu, hareketlerim yavaşladı; sinirlerim de öyle incelip hassaslaşmış ki, kuzeyin hafif bir sisi soluğumu kesecek kadar etkiliyor beni.Vatan havasının bana şifa getireceğini, güçlerimizi yeniden toplayacağımızı söylüyorsunuz.Dostum, eski sağlığımıza tamamen kavuşamayacağımızı unutmayalım; doğduğum günden beri zayıf ve hastalıklı biri olarak hayatımın en güzel yarısı geçmişte kaldı ve ben eskisi gibi olamam.Tanrı'dan geriye kalan günlerimizi bir gönül huzuruyla geçirmemizi nasip etmesini dileyelim." Gogol

...

"Tamamen dürüst olmak gerekir...Kalbimden geçen her şeyi size anlatmalıyım.Gerek yazdığınız mektuplarda gerekse kitabınızda her şeyden evvel öne çıkan bir eksiklik görmekteyim: Bu da yalan söyleme hastalığıdır.Aldatma ve yanlış yapma anlamında.Kişinin kendi içinde oluşan bir yalan bu.Böyle bir yalan, derinlerdeki yalan, her şeyden daha ok hakikat ve samimiyet kılığına bürünür.Kitabınız da böyle." Aksakov

...

Mektubunuzda "Kitabınızın en önemli eksiği, özünün yalan olmasıdır," mealindeki görüşlerinizi okuduğumda, aklıma bir düşünce daha geldi.Hakikatin kendisinde olduğundan emin bir kişiden başka kim bu kadar kesin sözler sarf edebilir? Bir insan yalanı ve doğruyu birbirinden nasıl ayırt edebilir?Her attığı adımda yanlışlıklar olan birisi başka birisini adil biçimde yargılayabilir mi?Deneyimsiz ve kalp kırıcı birisi, sözleri ne kadar samimi olursa olsun, ciddiye alınabilir mi?Acaba kitabımla ilgili söylediklerinizin de yalan olabileceğini düşünüyor musunuz?Yoksa siz bir insan değil misiniz?Konstantin Sergeyeviç, nefsinize dikkat edin; nefis, aldatıcıdır ve heyhat, tam bizden uzak olduğunu, ondan, yalanlarından kurtulduğumuzu ve ağzımızdan çıkan sözlerin hakikatler olduğunu düşündüğümüz zaman, bize en yakın olduğu zamandır.Bir kitapla ilgili yargısını masum bir hakikat gibi tamamen kendinden emin şekilde beyan eden birisiyle karşılaştığım zaman, bunun her seferinde bana korkunç bir rahatsızlık verdiğini söylemek isterim size.Bana göre yapılacak en doğru şey, kendinden daha az emin olmak ve daha fazla kanıtlar sunarak hüküm vermektir." Gogol

...

Sergey Aksakov
Gogol'le Dostluğumuz ve Mektuplaşmalarımız
İletişim Yayınları
Çeviren: Varol Tümer



20 Mart 2023 Pazartesi

Sağlam Adam, Bir Maskeli Geçit - Herman Melville


...

Merhamet uzun süre acı çeker de yine iyilikle mukabele eder.

...

"Görünüş başka, gerçekler başka" diye yapıştırdı cevabı beriki; "varsayıma gelince, bir alçak hakkında, alçak olduğundan başka ne varsayımda bulunabilirsin?"

...

Ben hazin meczuplarla dolu ne tımarhaneler gördüm, ve orada şüphenin sonunun nereye vardığını gördüm: Kinayelerle konuşan kişi, bir köşede cezbeye kapılmış gibi kendi kendine söylenir durur; yıllar yılı orada öylece sabit duran bir nesnedir; kafası öne düşmüş, kendi dudağını kemirir, kendi kendinin akbabasıdır; karşı köşedeki budala ise durup durup ona kaşlarını çatar.

...

New Orleanslı Fransız'ın biri, cüzdanı kendisinden daha şişkin yaşlı bir adam, bir akşam tesadüffen tiyatroya gitmiş, oyunda sanki gerçek gibi canlandırılan sadık bir eş karakterinden öylesine etkilenmiş ki evlenmekten başka bir şey düşünemez olmuş.Böylece Tennessee'den güzel bir kızla evlenmiş.İlk dikkatini çeken şey, kızın özgür davranışları olmuş, ardından kızın akrabaları da onun serbest bir eğitim aldığını, hal ve tavırlarının rahat olduğunu söyleyerek methetmişler.Övgülerin bini bir paraymış ama hepsi boş çıkmış.Çünkü çok geçmeden dedikodular hanımefendinin rahat tavırlarının başka bir anlama geldiğini kanıtlamış.Gelgelelim, pek çok Benedictlinin kesin kanıt kabul edeceği bir sürü vaka yaşlı Fransız'a arkadaşları tarafından aktarıldıysa da, adam karısına öylesine güveniyormuş ki anlatılanların tek kelimesine itibar etmemiş, ta ki bir gece, bir seyahatten beklenmedik bir biçimde dönmek zorunda kalıp da evine girdiğinde kuytu bir köşeden fırlayan bir adama rastlayana kadar: "Dilenci!" diye bağırmış Fransız, "işte şimdi şüphelenmeye başlıyorum."

...

Aziz Pavlus gayet anlamlı bir biçimde, "Bir mümin için kimse ölümü göze almaz, ama gün gelir, iyi bir adam için ölümü bile göze alacak biri çıkar."

...

Ayıklık nöbetindeki sarhoş, insanların en can sıkıcı olanı ise, mantık nöbetine girmiş coşkulu bir kişinin de pek iç açıcı olduğu söylenemez.Hakkını yemeyelim, anlayış yetisi bu sırada, önceki haline göre hayli ilerleme katetmiştir; çünkü coşku eğer çılgınlığın zirvesiyse, umutsuzluk da akilliğin en uç biçimidir.

...

Gerçek dost olabilmek için insanın durmadan dostça sözler sarfetmesi gerektiğini sanmak, batıl bir inançtır, sürekli dostça hareketlerde bulunmasını beklemek de öyle.Hakiki din gibi hakiki dostluk da edimlerden bağımsızdır bir bakıma.

...

Avustralya'da bulunan ördek gagalı sincap ilk kez doldurulup İngiltere'ye getirildiğinde, doğa bilimciler ellerindeki sınıflandırmalaa dayanarak, gerçekte böyle bir yaratığın var olmadığını ileri sürmüşlerdi.Modelin üzerindeki gaga, sonrada insan eliyle takılmış olmalıydı.

Fakat doğa istediği kadar doğabilimcileri hayrete düşüren ördek gagalı sincaplar üretsin, okuru ördek gagalı karakterlerle şaşırtmak naçizane bir yazarın ne haddine, diye düşünenler olabilir.Yazarlar insan doğasını muğlaklık içinde değil, daima şeffaflık içinde göstermelidirler, çoğu romancının izlediği yol da zaten budur ve böylelikle bazı durumlarda insanlığı onurlandırdıkları düşünülebilir.

...

Antik Yunan'da yaşamış bir soyguncu olan Procrustes, kurbanlarını işkence yatağına sığdırmak için bedenlerine zorla şekil verirdi.

...

Cimri, sıska, yaşlı bir adamdı, tuzlanmış morina balığını andıran kupkuru derisi tutuşmaya hazır gibiydi; kafası, bir ağaç budağından budalanın teki tarafından yontulmuştu sanki; yayvan, kemikli ağzı, akbaba burnuyla çenesi arasına sıkışmıştı; inatçı bir ihtiyarınkiyle bir gerizekalınınki arasında gidip gelen ifadesiyle karşılık vermedi.Gözleri kapalıydı, başının altında duran, rulo yapılmış köstebek derisinden eski, beyaz bir paltoya yasladığı yanağı, çamurlu bir kar birikintisi üzerindeki buruşuk bir elmayı andırıyordu.

Sonunda canlanarak yardımcısına doğru eğildi ve öksürükten kırılan bir sesle, "Ben ihtiyar ve sefilim, bir ayakkabı bağı kadar değeri olmayan zavallı fukaranın tekiyim- ama size borcumu nasıl ödeyebilirim?" dedi.

...

Dürüstlüğün en güvenilir makbuzu dürüst bir yüzdür.

...

Güvenin peşinden umudun gelmesi gerekir, peki umut nereden doğacak?

...

Yalan söylüyorsun! Bazı ağrılar uyuşturmadan dindirilemez ve insanı öldürmeden de iyileştirilemez.

...

İşte, al bakalım, bu arada, hazır kalkmışken git de vücudunun geri kalanına da sargı sardır.Duydun mu?Kendini tepeden tırnağa bir burnun üzerindeki bir yara gibi düşün ve defol git.

...

Sanatın mı?Kırık çıkıkçı -doğal bir kırık çıkıkçı olduğunu söylememiş miydin?Git de zıvanadan çıkmış dünyayı yerine oturt, sonra gelip benim kemiklerimi düzeltirsin.

...

Benim deneyimim -ki otuz beş çocukla çalıştım- bana ergenliğin doğal bir alçaklık durumu olduğunu kanıtlıyor.

...

İnsan doğasının genç bireyinde alçaklığın akıllara durgunluk verici sonsuz çeşidini bulabilirsiniz.

...

Bu tür oda hizmetçisi işlerine tenezzül etmiyordu beyefendi.Kasti ihmallerinin ardı arkası gelmiyordu.Üstelik, görevini suistimal ettikçe daha da kibarlaştı.

...

Her neyse, yeter: Kibar ya da laubali çocuklar, beyaz çocuklar ya da zenci çocuklar, zeki çocuklar ya da tembel çocuklar, Kafkasyalı çocuklar ya da Moğol çocuklar -hepsi birer alçak.

...

"Kabaran denize karşı, ıslak bir bez parçasıyla!" 

"Ve beyefendi, şimdi anlıyorum ki aslında sözlerinizin tamamı, dalgalı denizde ıslak bir bez parçasından başka bir şey değil; kuvvetli esen başıboş bir rüzgar; benim sözlerime tam bir tezat teşkil ediyor.

...

Ama hakikat bir çim biçme makinesi gibidir, hassas mizaçlar onun yolundan çekilmeli.

...

Şeytan çok bilgedir.Gidişata bakılırsa insanı, Yaratan'dan bile daha iyi anlamış gibi görünüyor.

...

Kinaye öylesine adaletsizdir ki, kinayeden asla haz etmem; şeytani bir yan vardır kinayede.Tanrı beni kinayeden korusun ve onun can dostu hicivden.

...

Köstebek için olduğu gibi orman adamında da içgüdüler, ilkelerden önce gelir.

...

Etrafında pek az can yoldaşı vardır, kaçınılmaz kaderi olan yalnızlığa göğüs gerer -hafife alınacak bir iş değildir bu, çünkü yalnızlık, doğru biçimde katlanıldığında, ölümü saymazsak, dayanıklılığın belki de en çetin sınavıdır.Fakat orman adamı yalnızlığa razı olmakla kalmaz, çoğu durumda yalnız kalmak için didinir.On kilometre ötede tüten bir baca, bulunduğu yeri terk ederek ormanın bir adım daha içine doğru ilerlemesi için kışkırtır onu.İnsanın, her ne olursa olsun, evrenin tamamı olmadığına, zaferin, güzelliğin, iyiliğin insanla sınırlı olmadığına mı inanır?İnsanın varlığı kuşları nasıl ürkütürse, kuş misali düşünceleri de kaçırdığını mı düşünür?Her halükarda, orman adamının mizacı incelikten hepten yoksun değildir.Kıllı bir Tarzan gibi görünse de Shetland foku gibi, onun da dikenlerinin altında belki de kürkü gizlidir.

...

Şefin keskin zekası onu olsa olsa daha zalim kılıyor.

...

Hatırlıyorum da, Sicilya'nın huysuz tiranı Phalaris'in bir keresinde gülüşü bir atın anırmasını andırıyor diye zavallı bir adamın kellesini binek taşında kestiğini anlatır.

...

Bu sürüngenin güzelliğiyle büyülendiğiniz vakit onun yerine geçmek hiç aklınızdan geçmedi mi?Bir yılan olmak nasılmış görmek?Çimenin üzerinde fark edilmeden süzülmek?Bir dokunuşla sokmak, öldürmek; güzel bedeninizin tamamı ışıltılı, ölümcül bir hançermiş gibi?Kısacası, kendinizi bilgiden ve vicdandan muaf hissetmek ve bir süreliğine tümüyle içgüdüsel, kayıtsız, sorumsuz bir yaratığın tasasız, keyifli yaşantısını sürmek arzusu hiç içinizden geçmedi mi?

...

Şu anda çıngıraklı yılan olsaydım insanlarla samimiyet kurmam söz konusu olamazdı -insanlar benden korkar, ben de çok yalnız ve mutsuz bir çıngıraklı yılan olurdum.

...

İşte İncil'deki o mühim paragraf da bu yüzden nail olmuştur; "Yılan oynatıcıyı yılan soktuğunda ona kim acır?"

"Ben acırım" dedi gezmiş-görmüş adam, sanki bir parça damdan düşmüş gibi.

"Peki ama" diye karşılık verdi diğeri, sakin tavrını elden bırakmayarak, "peki ama, doğanın acımasız olduğu yerde insanın merhamet etmesi bir parça kibirli bir tavır olmaz mı sizce?"

"Dil cambazları ne isterlerse desinler, merhamete yürek karar verir."

...

"Evet, ne olmuş" Ben tutarlı olmayı nadiren dert edinirim.*Felsefi bakış açısından, tutarlılık, her zaman belli bir düzeydedir, insanın aklındaki bütün düşüncelerde bu düzey korunur.Fakat doğa hep inişli çıkışlı olduğuna göre insan bilginin içinde doğal olarak ilerlerken, bu sürecin içerdiği doğa eşitsizliklere boyun eğmekten başka ne gelir elinden?Bilgide ilerlemek büyük Erie Kanalı'nda ilerlemeye benzer, çevrenin özelliğinden dolayı seviye değişikliği kaçınılmazdır; mütemadi tutarsızlıklarla bir yükselir bir alçalırsınız, yine de durmadan yol alırsınız; bütün bu rotanın en sıkıcı kısmı ise denizcilerin "uzun düzlük" dedikleri kısmıdır. -durgun bataklıklardan geçen, altmış mil boyunca tutarlı dümdüz bir yüzey."

...

*Ralph Waldo Emerson'ın "Kendi Ayakları Üzerinde Durma" (1841) başlıklı denemesinde geçen "Tutarlılık, dar kafalıların üzerimize saldığı bir öcüdür." sözüne nazire.

...

Egbert benim hem müridim hem de şairim.Çünkü şiir, mürekkep ve kafiyeyle değil, düşünce ve eylemle yazılır; her kim onu nerede ararsa, ancak bu yolla, yararlı bir eylem yoluyla bulur onu.

...

Herman Melville
Sağlam Adam
Bir Maskeli Geçit
İletişim Yayınları
Çeviren: Ayşe Deniz Temiz