gilles deleuze etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gilles deleuze etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2021 Cuma

Bartleby, Zafer Aracagök - Kavramsız Negativite


Bartleby, Deleuze'ün "fabulasyon" adıyla andığı, olmayan insanları, gelmekte olan kişileri düşlemek ediminin en iyi örneklerindendir, çünkü her ne olursa olsun, orjinallerden kopyalar üretmemeyi tercih etmektedir.Bir başka deyişle, Bartleby mimetik varoluş biçiminin reddidir.Böyle olduğu için de, Melville hikâyeyi anlatırken okuyucuya Bartleby hakkında en ufak imgesel bir ipucu vermez.Hikâyenin sonunda, gözlerimizi yumduğumuzda, Bartleby hakkında aklımızda hiçbir imge canlanmasının nedeni budur;o gösterileni olmayan bir gösterendir.Gelecekte varolması beklenen bir kimliği üstlenmemenin tercih edilmesidir; reddin bir positivite içinde olumlanmasıdır.

Zafer Aracagök
Bartleby
Kavramsız Negativite: Adorno+Hayat+Deleuze
Sub Yayınları

6 Mayıs 2021 Perşembe

Metafizik, Zafer Aracagök - Kavramsız Negativite

Eskiden böyle değildi, değil mi?Şimdi kanallara bakıyorsunuz, suratlarından aptallık akan adamlar ekranda geçit halindeler, çuvallatılmış bir modernite tarafından iyice şapşallaştırılmışlar, yüksekte duran bir sese seve seve isteye bağlanmışlar - itaatkâr kullar.Heryerde böyle, eskiden de böyleydi vs diyebilirsiniz ama 70'ler ve 80'lerden sonra metafiziğin bu kadar hınçla geri döneceğini kim tahmin edebilirdi?Nietzsche titizlikle uyarmıştı: Tanrının ölümü insandan bir tanrı yaratmak anlamına gelmemeli derken adeta Führer'in ayak seslerini yıllar öncesinden duyabilmişti.Bugün Modernitenin birçok yerde diktatörlüğe dönüşmesinde, metafiziğin modernizm tarafından doğrudan insana tercüme edilmesi mi yoksa modernizmin seküler bir dünya hayalinin nano-teknolojiler yardımıyla insan-tanrıya manipülasyonu mu söz konusudur?

Zafer Aracagök
Kavramsız Negativite: Adorno+Hayat+Deleuze
Sub Yayınları

Makro / Mikro / Nano-Faşizm, Zafer Aracagök, Kavramsız Negative: Adorno+Hayat+Deleuze

Alman faşiminin basit bir tekrarı gibi görünse de Nano-Faşizm, Doğu ve Batı kapitalinin bir despotun yönetimine verilerek bir islamo-kapitalist-despotik-makinanın oluşturulduğu Türkiye Cumhuriyeti'nde geliştirilmiş bir faşizm biçimidir.Alman Nazizminin yükselişinde Führer'in libidoyu tekelleştirip, ülkedeki her siyasi öznenin arzu-üretim makinasını ele geçirerek hükümranlığını kurduğu aşikârdır.Führer'in bunu becerebilmesinde en büyük pay ifadenin öznesi ve öznenin ifadesi arasındali farkı ne dereceye kadar güdümü altına alabileceğinde yatar.Örneğin , bu aşamada  Führer'in ontolojik düzeni, erkin kurumsallaştırılması bağlamında makro düzeyde aşkınsal bir özne yaratmıştır.Makro-Faşizm'de kişi ifadenin öznesi olarak kalmaya rıza gösterdiği sürece kendisine bu erkten pay alma hakkı tanınmıştır.

Makro-Faşizm'in savaş sonrası döneme aktarıldığı biçimiyle, Mikro-Faşizm, Adorno'nun aynı adı taşıyan araştırmasında açıkladığı gibi "otoriter kişilik" olarak çıkar karşımıza.Mikro-Faşizm'de ifadenin öznesi ve öznenin ifadesi  arasındaki farkı güdümü altına alan bir Führer'e gerek kalmamıştır çünkü bu baskı özne tarafından içselleştirilmiş ve uygulamaya konmuştur.Mikro-Faşizm'in bu içimizde tıkır tıkır çalışan saati Deleuze ve Guattari'de molar ve moleküler ayrımına dönüşür.Bu dönemde faşizmin başarısı kapitali ekonomik olandan bağımsız kılarak sahte arzu-üretim-makinaları yaratmasında yatar.Öznenin ifadesinin molar/moleküler farkını canlı tutarak var ettiği siyasal'ı günlük sıradan siyasete kurban ettiği sürece pay alabileceği reel politikaya bir davettir bu.

Nano-Faşizm ise makro ve mikro aşamalarındaki faşizmin Türkiye gibi Batılı olmayan ülkelerce özümsenmesi sürecinde ortaya çıkar.Toplumsal, ekonomik ve siyasal baskıların olağanüstü derecelere ulaştığı bu tür ülkelerde olan şey ulusal ve uluslararası kapitalin Doğulu anlamda tekelleştirilmesidir: Neandertal Kapitalizm.Bu süreçte, laiklik ilkesi üstüne kurulmuş Batılı anayasaların aksine, aşkınsalın kişiselleştirilmesine asla izin vermeyecek İslam temel aktördür.Sonuç olarak bu aşamada ifadenin öznesi ve öznenin ifadesi arasındaki fark bile ortadan kalkar.Bu demektir ki, Nano-Faşizm'de ne makro düzeyde kurumlar tarafından organize edilen dışsal faşist bir baskı ne de bunun özne tarafından içselleştirilmesi vardır: Kişi artık faşist, bir nano-faşist olarak doğmaktadır.Neandertal Kapitalizm'in ürünü olarak, nano-faşist tüm dünyası itaate çözünmüş, itaatin ne olduğunu bilmeden itaat eden, biçim dışından biçime geçişinin önü sonsuza kadar tıkanmış, Aydınlanma öncesi döneme ait, birey-öncesi tekilsizliktir.

Zafer Aracagök
Makro / Mikro / Nano-Faşizm
Kavramsız Negative: Adorno+Hayat+Deleuze
Sub Yayınları

19 Mayıs 2020 Salı

Beckett'in Lanetlileri, Gilles Deleuze


Beckett'in lanetlileri, Dante'den beri en şaşırtıcı duruş, yürüyüş ve pozisyonlar sergisini oluştururlar.Kuşkusuz Macmann kendini "otururken ayakta dururkenkinden daha iyi" hissettiğini saptamıştı.Ama bu formül bitip tükenmişliktense yorgunluğa daha uygun düşüyordu.Yatmak asla bir son değil, son sözcük değil, sondan bir öncesidir, ve kalkmak için değilse bile en azından kendi etrafında dönmek ya da yerde sürünmek için yeterince dinlenmiş olma tehlikesiyle çok ciddi biçimde karşı karşıya kalınır.Sürüneni durdurmak için, onu bir deliğe tıkmak, orada uzuvlarını kımıldatmayacak olduğundan ancak birkaç hatırasını kımıldatabileceği bir saksıya dikmek gerekir.Ama bitip tükenme yatmaya izin vermez ve gece olduğunda, masada oturup kalınır, tutsak eller üzerinde içi oyulmuş baş, "güçten düşmüş eller üzerine eğilerek taşlanmış baş" "Bir gece, masasına oturmuş, başı ellerinin üzerinde...ölmüş başını kaldırıyordu ölmüş ellerini görmek için...", "Kapalı karanlık bir yerde bir tahtanın üstüne konmuş yalnız kafatası...", "İki eli ve başı bir yığın oluşturuyor..." Son bir defa bizi dikleştirecek ve ilelebet yatıracak darbeyi sabırsızlıkla bekleyerek, ayağa kalkmadan, yatamadan, oturarak ölümü beklemek pozisyonların en korkuncu.Oturarak ondan kurtulunamaz, bir hatıra bile kımıldatılamaz artık.Bu bakımdan, sallanan koltuk daha da kusurludur, onun durması gerekir.Belki de Beckett'in yatan eserlerini, yalnız başına oturan son eserlerinden ayırmak gerekiyor.Bu, oturan bitip tükenme ile yatan, sürünen ya da dikilip duran yorgunluk arasında bir doğa farkı olduğundandır.Bitip tükenme yalnızca bellek yitimine uğramış tanıklıkla ilgiliyken, yorgunluk eylemin tüm hallerini etkiler.Oturan; diğerinin yorgunluğun tüm derecelerini geliştirerek etrafında döndüğü tanıktır.O, doğmadan önce de oradadır, ve diğeri başlamadan önce de."Benim de böyle dönüp durduğum zamanlar oldu mu?Hayır, ben sürekli bu aynı yerde oturuyordum..."Ama peki oturan neden hep sözcükleri, insan seslerini, sesleri kollar durur?


Samuel Beckett
Quad
ve Diğer Televizyon Oyunları
&
GillesDeleuze
Bitik

-Norgunk Yayıncılık-

26 Ocak 2018 Cuma

ulus baker anısına, angela melitopoulos, beyin ekran, deleuze


Video seminerim esnasında, öğrenciler, sabah saat 10.00’da beni Ulus’a takdim etti.Ulus, seminerin verileceği mekânda bekliyor ve Gilles Deleuze kasedini izlemek için sabırsızlanıyordu.Ertesi gün, mimarlık ve sosyoloji bölümlerinden bir hoca grubu da katıldı.Deleuze kasetini izlemek üzere yaklaşık yirmi kişi kendiliğinden biraraya gelmişti. Pek az öğrenci alınmıştı içeriye.Deleuze’ün beni kendimden geçiren sesi, şiirsel- felsefi bir sıvı gibi dostane yollarla sızar içinize.Sesi, film tarihine atıfta bulunuyordu.Seminerin bir yerinde, Dostoyevski'nin romanındaki budala karakterinde karşılık bulan belirli bir unutma ve hatırlama halini açıkladığını anımsıyorum.Göç üzerine olan araştırmamdan ötürü ilgilendiriyordu bu beni.Deleuze kararlı bir biçimde birkaç kez yinelediği “peki ama sinemada bir fikri olmak ne demektir?” sorusunu, ardından şu hikâyeyle cevaplıyordu:

"Adamın biri, yanmakla olan apartmanından dışarı fırlarken, durup düşünür: Sevdiğim kız -Tanya... Başı belâda, yardım istiyor...Yardımıma ihtiyacı var...Yoksa ölecek...Ve kahramanımız sokağa iner aceleyle...Ve aniden, köşe başında bir arkadaşla ya da ezilmiş bir köpekle karşılaşır...Ve...Her şeyi toptan unutuverir; ama her şeyi -Tanya'nın ölmekte olduğunu, onu beklediğini, yardımına ihtiyacı olduğunu...Sonra, başka bir arkadaşıyla karşılaşır, onunla çay içmeye gider...Ve aniden, yine...Beni bekliyor Tanya... Gitmeliyim... Vesaire...”

Bu da nedir?Bütün bunlar ne anlama geliyor?

Dostoyevski kahramanları hep bir aciliyet haline yakalanmış durumdadırlar...Hep ölüm kalım sorunlarıyla karşı karşıya kalırlar.Ama bilirler ki, daha da acil olan bir sorun vardır...Ama bu sorun nedir? İşte onu bilmezler...

Her şey, sanki bir yangın çıkmış, her şey yanmaktayken, kaçıp dışarı çıkmak yerine kendime şunları demem gibidir: Hayır!Hayır!Burada daha da acil bir şey var... Onu öğrenene kadar yerimden kımıldatmayın beni...

Ama bu BUDALA'dır...budala...bu, Budala’nın formülüdür...”

Ertesi gün, tebeşirle tahtaya, aynadan okunan yazı olarak ters gözükecek şekilde şu soruyu yazdım: “Nedir bu?” (“What is it?”).Ve tahtanın önünde, Yunanların Anadolu’daki unutulmuş tarihi üzerine Ulus’la bir görüşme yaptım.Tekinin camı düşmüş olan kırık gözlüklerinden bana bakarak: “Göç...” dedi, Hendrix model saçlarına henüz ak düşmemişti: “Göç problemi harekelin sonudur.Geriye dönüş yoktur, geçişli değildir: Bir şeyleri yeni bir kültüre ya da medeniyete getirirsin ama bir şeyler geri götürmeyi başaramazsın.Geçişsizdir.
...

Angela Melitopoulos
Beyin Ekran
Ulus Baker Anısına

15 Şubat 2016 Pazartesi

bitik, gilles deleuze, samuel beckett, kafka

Bitik, yorgunun çok ötesindedir."Yalnızca yorgunluk değil nedeni, yorgun değilim yalnızca, tırmanışa karşın."Yorgun artık hiçbir (öznel) imkana sahip değildir: Demek ki en ufak bir (nesnel) imkanı bile gerçekleştiremez, hatta gerçekleştiremediği nispette yeni mümkünler ortaya çıkar.Yorgun yalnızca gerçekleştirmeyi bitirip tüketmiştir.Yorgun artık hiçbir şey gerçekleştiremez, halbuki bitik artık hiçbir şeyi mümkünleştiremez"benden mümkün olmayan isteniyor, canıma minnet, daha başka ne istenebilirdi ki benden?"Artık mümkün yoktur: azgın bir Spinozacılık.Kendisi bitik olduğundan mı mümkünü bitirip tüketir, yoksa mümkünü bitirip tükettiği için mi bitiktir?Mümkünü bitirip tüketerek kendini bitirip tüketmektedir, ve de tersi.Mümkünde gerçekleşmeyeni bitirip tüketir.Mümkünle işini bitirir, tüm yorgunluğun ötesinde, "yine hep bitirmek için."
---Beckett2in lanetlileri, Dante'den beri en şaşırtıcı duruş, yürüyüş ve pozisyonlar sergisini oluştururlar.Kuşkusuz Macmann kendini "otururken ayakta dururkenkinden daha iyi" hissettiğini saptamıştı.Ama bu formül bitip tükenmişliktense yorgunluğa daha uygun düşüyordu.Yatmak asla bir son değil, son sözcük değil, sondan bir öncesidir, ve kalkmak için değilse bile en azından kendi etrafında dönmek ya da yerde sürünmek için yeterince dinlenmiş olma tehlikesiyle çok ciddi biçimde karşı karşıya kalınır.Sürüneni durdurmak için, onu bir deliğe tıkmak, orada uzuvlarını kımıldatmayacak olduğundan ancak birkaç hatırasını kımıldatabileceği bir saksıya dikmek gerekir.Ama bitip tükenme yatmaya izin vermez ve gece olduğunda, masada oturup kalınır, tutsak eller üzerinde içi oyulmuş baş, "güçten düşmüş eller üzerine eğilerek taslanmış baş" "Bir gece, masasına oturmuş, başı ellerinin üzerinde...ölmüş başını kaldırıyordu ölmüş ellerini görmek için...", "Kapalı karanlık bir yerde bir tahtanın üstüne konmuş yalnızkafatası...", "İki eli ve başı bir yığın oluşturuyor..." Son bir defa bizi dikleştirecek ve ilelebet yatıracak darbeyi sabırsızlıkla bekleyerek, ayağa kalkmadan, yatamadan, oturarak ölümü beklemek pozisyonların en korkuncu.Oturarak ondan kurtulunamaz, bir hatıra bile kımıldatılamaz artık.Bu bakımdan, sallanan koltuk daha da kusurludur, onun durması gerekir.Belki de Beckett'in yatan eserlerini, yalnız başına oturan son eserlerinden ayrmak gerekiyor.Bu, oturan bitip tükenme ile yatan, sürünen ya da dikilip duran yorgunluk arasında bir doğa farkı olduğundandır.Bitip tükenme yalnızca bellek yitimine uğramış tanıklıkla ilgiliyken, yorgunluk eylemin tüm hallerini etkiler.Oturan; diğerinin yorgunluğun tüm derecelerini geliştirerek etrafında döndüğü tanıktır.O, doğmadan önce de oradadır, ve diğeri başlamadan önce de."Benim de böyle dönüp durduğum zamanlar oldu mu?Hayır, ben sürekli bu aynı yerde oturuyordum..."Ama peki oturan neden hep sözcükleri, insan seslerini, sesleri kollar durur?
---
İmge tam da budur: Nesnenin bir temsili değil, tin dünyası içinde bir harekettir.İmge tinsel yaşamdır, Acaba Nasıl'daki "öte dünya yaşamı"dır.Beden hareketsiz, büzüşmüş, oturmuş, karanlık ve kendisi de bitip tükenmiş kalmadıkça, sevinçler, tinin yaşamının hareketleri ve hünerleri de bitirilip tüketilemez: Bu, Musphy'nin "suç ortaklığı" dediği şeydir, bedenin ihtiyacı ile tinin ihtiyacı arasındaki mükemmel uyum, çifte bitip tükenme...sadece bulutlar...'ın öznesi tinin bu ihtiyacıdır, bu öte dünya yaşamıdır.Önemli olan artık herhangi bir uzam değil, ona götüren tinsel imgedir.
---
Uykusuzluk sadece geceye uygun düşer ve uykusuzluk düşü, bitip tükenmenin işidir.Bitik, gözleri faltaşı gibi açık olandır.Uykudayken düş görülürdü, ama şimdi uykusuzluğun yanı başında düş görülüyor.Her iki bitip tükenme, mantıksal ve psikolojik olan; Kafka'nın dediği gibi "baş ve akciğerler" sırtınızın arkasında randevulaşırlar.Kafka ve Beckett birbirine pek benzemez, ama ortak noktaları uykusuz düştür.Uykusuzluk düşünde söz konusu olan imkansızı gerçekleştirmek değil, mümkünü bitirip tüketmektir, ister Kafka'nın yöntemiyle, ona uyanık bir gündüz gerçekliği oalrak davranmamızı sağlayacak en çok yayılma alanını kendisine vererek, ister Beckett'in yöntemiyle, onu uykusuz bir gecenin hiçliğine bağlı kılacak bir en aza indirgeyerek.Düş uykusuzluğun bekçisidir, onun uyumasını engellemek için.Uykusuzluk, gündüzler kadar uzağa yayılan ve geceler kadar kasvetle daralan, pusuya yatmış bir hayvandır.
---
"Kendim kalkıp köye gitmeyebilirim, bunu ille de yapmam gerekmez; giyinik vücudumu yollarım, tamam(...)Çünkü ben bu arada yatağımda yatıyor olacağım; sarıya çalan kahverengi battaniyeye güzelce sarınmış ve biraz aralık kapıdan gelen esintiye açık"

Ayrıca Obliques'in Kafka sayısında, Groethuysen'in metni:
"Uyudukları sırada uyanık kaldılar; uyurken gözlerini açık tuttular...Uykusuz bir dünya bu.Uyanık uyurun dünyası.Her şey korkutucu aydınlıkla aydınlanıyor..."

Samuel Beckett
Quad
ve Diğer Televizyon Oyunları
&
Gilles Deleuze
Bitik

-Norgunk Yayıncılık-

3 Ocak 2015 Cumartesi

spinoza pratik felsefe, kötülük mektupları, gilles deleuze

Spinoza , kötülüğün bir hiç olduğunu savunan klasik teze özel bir anlam vermektedir.Çünkü ne olursa olsun, her zaman için bileşen ilişkiler vardır (mesela zehir ile kanın parçalarının girdiği yeni ilişkiler arasındaki bileşim) Yalnız, doğanın düzeni uyarınca bileşen ilişkiler, çözülüp dağılmış yani işletilmkten çıkmış olan şu ya da bu ilişkinin korunmasıyla zorunlu olarak örtüşmezler.İşte bu anlamda (kendinde) kötülük yoktur, ama (benim için) kötü vardır: "İnsan bedeninin parçaları arasındaki devinim ve dinginlik ilişkisinin korunmasını sağlayan şey iyidir; buna karşılık insan bedeninin parçalarının kendi aralarında bir başka devinim ve dinginlik ilişkisi almalarını sağlayan şey kötüdür" İlişkisi benimkiyle bileşen her nesneye iyi; ilişkisi başka ilişkilerle bileşmek üzere benimkini çözüp dağıtan her nesneye ise kötü denecektir.

Şüphesiz ayrıntılara inildikçe durum giderek daha da karmaşıklaşır.Bir yandan pek çok kurucu ilişkimiz vardır, öyle ki bir ve aynı nesne bir ilişki altında bizimle uyuşabilirken diğer bir ilişki altında uyuşmayabilir.Öte yandan her bir ilişkimiz de belli bir serbestliğe sahiptir, o kadar ki çocukluktan yaşlılığa ve ölüme dek kaydadeğer bir biçimde değişir.Bir diğer yandan, hastalık ya da başka koşullar bu ilişkileri öylesine değiştirebilir ki, varkalan bireyin aynı birey olmadığı sorulabilir: Bu anlamda, bedenin cesede dönüşmesinden önce gerçekleşen ölümler vardır.Ve nihayet, değişim öyle olabilir ki, değişmiş parçamız, öteki parçalarımızı bozan ve onların aleyhine çalışan bir zehir gibi davranabilir.(birtakım hastalıklar ve uç durumda intihar)

Zehirlenme modeli her türlü karmaşıklığı içerisinde bütün bu durumlar için geçerlidir.Bu model sadece uğradığımız kötülükler için değil, ettiğimiz kötülükler için de geçerlidir.Bizler, sadece zehirlenenler değiliz, aynı zamanda zehirleyenleriz de; hem toksin hem de zehir olarak eylemde bulunmaktayız...

Spinoza, Pratik Felsefe
Kötülük Mektupları
(Blyenbergh ile Yazışma)
Gilles Deleuze