"Adamın biri, yanmakla olan apartmanından dışarı fırlarken, durup düşünür: Sevdiğim kız -Tanya... Başı belâda, yardım istiyor...Yardımıma ihtiyacı var...Yoksa ölecek...Ve kahramanımız sokağa iner aceleyle...Ve aniden, köşe başında bir arkadaşla ya da ezilmiş bir köpekle karşılaşır...Ve...Her şeyi toptan unutuverir; ama her şeyi -Tanya'nın ölmekte olduğunu, onu beklediğini, yardımına ihtiyacı olduğunu...Sonra, başka bir arkadaşıyla karşılaşır, onunla çay içmeye gider...Ve aniden, yine...Beni bekliyor Tanya... Gitmeliyim... Vesaire...”
Bu da nedir?Bütün bunlar ne anlama geliyor?
Dostoyevski kahramanları hep bir aciliyet haline yakalanmış durumdadırlar...Hep ölüm kalım sorunlarıyla karşı karşıya kalırlar.Ama bilirler ki, daha da acil olan bir sorun vardır...Ama bu sorun nedir? İşte onu bilmezler...
Her şey, sanki bir yangın çıkmış, her şey yanmaktayken, kaçıp dışarı çıkmak yerine kendime şunları demem gibidir: Hayır!Hayır!Burada daha da acil bir şey var... Onu öğrenene kadar yerimden kımıldatmayın beni...
Ama bu BUDALA'dır...budala...bu, Budala’nın formülüdür...”
Ertesi gün, tebeşirle tahtaya, aynadan okunan yazı olarak ters gözükecek şekilde şu soruyu yazdım: “Nedir bu?” (“What is it?”).Ve tahtanın önünde, Yunanların Anadolu’daki unutulmuş tarihi üzerine Ulus’la bir görüşme yaptım.Tekinin camı düşmüş olan kırık gözlüklerinden bana bakarak: “Göç...” dedi, Hendrix model saçlarına henüz ak düşmemişti: “Göç problemi harekelin sonudur.Geriye dönüş yoktur, geçişli değildir: Bir şeyleri yeni bir kültüre ya da medeniyete getirirsin ama bir şeyler geri götürmeyi başaramazsın.Geçişsizdir.
...
Angela Melitopoulos
Beyin Ekran
Ulus Baker Anısına
Angela Melitopoulos
Beyin Ekran
Ulus Baker Anısına
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder