samuel beckett etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
samuel beckett etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ağustos 2023 Cumartesi

Çehov Korkutucu - Drive My Car (2021) - Ryusuke Hamaguchi / Haruki Murakami

Drive My Car (2021) - Ryusuke Hamaguchi
Haruki Murakami
- Godot'yu Beklerken -













Drive My Car (2021) - Ryusuke Hamaguchi
Haruki Murakami
- Çehov Korkutucu -

Çehov korkutucu.
Onun sözlerini söylediğinde,
gerçek benliğin ortaya çıkıyor.
Hissetmiyor musun?
Buna artık dayanamıyorum.
Bu da artık kendimi bu role teslim
edemeyeceğim anlamına geliyor.













Drive My Car (2021) - Ryusuke Hamaguchi
Haruki Murakami
- Vanya Dayı -














Drive My Car (2021) - Ryusuke Hamaguchi
Haruki Murakami

18 Haziran 2022 Cumartesi

Malone Ölüyor - Samuel Beckett


Yine de bir süre sonra büsbütün öleceğim sonunda.

...

Bu arada şunu söylememe izin verin, hiç kimseyi bağışlamıyorum.Onların hepsine rezil bir yaşam, sonra da cehennem ateşi ve dondurucu soğuklar diliyorum, bir de geleceğin iğrenç kuşakları arasında saygın bir ad.Bu akşamlık bu kadar.

...

On dört yaşında, yapılı, şeftali yanaklı bir oğlandı.El ve ayak bilekleri kalındı, bu nedenle annesi ileride babasından da iri olacağını söylüyorduTuhaf bir çıkarsama.Ama en çarpıcı tarafı, fırça kıllarını anımsatan sert ve dimdik sarı saçlı, yuvarlak, koca kafasıydı.Hocaları bile zeki göründüğünü düşünmeden edemezlerdi bu kafanın, böylece buraya bir şey sokamamanın hüznü de iyice büyürdü içlerinde.Bir gün hepimizi şaşırtacak, derdi babası, keyfi yerinde olduğu zamanlar.Bu düşünceye varmasında, tüm olumsuz koşullara karşın arada sırada oğlunu savunmasında, kuşkusuz Sapo'nun kafasının büyük etkisi vardı.Ama oğlunun bakışlarına dayanamaz, onunla göz göze gelmekten kaçınırdı.Aynı senin gözlerin, derdi karısı.Bay Saposcat aynada gözlerini inceleyebilmek için yalnız kalmaya can atardı o zaman.Soluk maviydi gözleri.Biraz daha açık, derdi Bayan Saposcat.

...


Büyükler, adalet yanlıları yakalar ve döverlerdi beni; düzene, oyuna, sevince yeniden teslim ederlerdi..Çünkü ciddilik sorun yaratmaya başlamıştı çoktandır.Hastalığımdı bu benim.Başkaları nasıl frengili doğuyorsa ben de ciddi doğmuştum.Ciddiyetten kurtulmaya da yaşamaya da yaratmaya da ciddiyetle çabalamıştım, anlıyorum kendimi.Ama her yeni çabalayışımda pusulamı şaşırıyor, çıkar yol bulmak için de ya karanlıklarıma gömülüyor ya da böyle bir şeyi ne kendisi yaşayan ne de başkalarında bu görüntüye katlanabilen birinin önünde diz çöküyordum.Yaşamak diyorum ama bilmiyorum anlamını.Ne yaptığımı bilmeden çabaladım buna.Belki de yaşadım, kim bilir, hiç farkına varmadan.

...

Yaşamayı da başkalarını anlatmayı da nasıl bilmiyorsam, kendimden söz etmeyi de beceremedim oldum olası.

...

Söylemime başlarken bir şeyler düşünüyor olmalıydım bu konuda, yoksa hiç girmezdim söze, dilimi tutar, sıkıntılarımı içime gömer, koniler ve silindirlerle, bir de kuşların çok sevdiği darılarla oyunlar oynardım; biri gelip de beni gömene kadar sürerdi bu.Ama ne düşünüyorsam, çıkmış gitmiş belleğimden.Ama önemi yok bunun, başka bir şey düşünüyorum şimdi.Belki de aynı şeyi düşünüyorum yine; düşünceler öylesine benziyorlar ki birbirlerine, biraz düşünün göreceksiniz.Doğmak, yani karbon gazını soluyacak kadar bir süre yaşamak, sonra teşekkür edip ayrılmak dünyadan; aklıma gelen düşünce bu işte.Hep düşümdü bu benim, çok düşlemiştim gerçi ama gerçekleşmemişti bir türlü.Evet, şimdi yaşlı bir ceninim ben, saçım başım ağarmış, kötürümüm, annem hapı yutmuş, çürütmüşüm onu, kangrenin yardımıyla yakında doğuracak beni, babam da bu cümbüşün içinde belki, gömütlüğün içine viyaklaya viyaklaya düşeceğim kafa üstü ama viyaklamayacağım, değmez çünkü.Anlatmış olduğum küf tutmuş bu öyküler şişip büyüyecek, sonunda oldu işte, bu senin masalın, diyecekler.Ama neden coşkuya kapıldım böyle, bir şeyler değişti mi yoksa?Hayır, yanıtım hayır buna, doğmayacağım ben, bu nedenle hiçbir zaman ölmeyeceğim de, daha iyi böylesi.Eğer tutup da kendimden, sonra da ötekinden, küçüğümden söz edersem, sevgiye, kendime benzeyen bir yaratığa duyduğum gereksinmeden olacak bu; hassiktir, neler saçmalıyorum.Ama bazen bana öyle geliyor ki doğdum ben, uzun bir yaşam sürdüm, Jackson ile tanıştım, kentlerde, ormanlarda ve çöllerde aylaklık ettim, gözlerim yaşlı deniz kenarında bulundum uzun süre, geceleri insanlara ait küçük sarı kesikli ışıkların pırıldadığı adaları ve yarımadaları seyrettim, içlerinde mutlu dakikalar geçirdiğim tüm gece boyunca kocaman beyaz ya da canlı renkli ışık demetlerinin yansıdığı mağaralara diktim gözlerimi, kumlara çömeldim, kayalar korunak oldu bana, yosunların ve nemli kayanın kokusunu duydum içimde, rüzgâr uğuldar, dalgalar köpük köpük yüzüme vurur ya da sahile bir iç çekişle uzanarak çakılları ıslatırdı, hayır, mutlu değildim, hiç mutlu olmadım ama gece bitmesin, sabah olmasın, insanlar da, yaşam akıp gidiyor eğlenmemize bakalım, demesinler istedim..Ayrıca doğduğum ya da doğmadığım, yaşadığım ya da yaşamadığım, öldüğüm ya da ölmekte olduğum hiç önemli değil, şimdiye kadar nasıl yaptıysam öyle sürdüreceğim bundan sonra da, ne yaptığımı, kim olduğumu, nerede olduğumu, varlığımı sürdürüp sürdürmediğimi hiç ama hiç umursamadan.Ağzımdan dökülen sözlere hiç aldırış etmeden, kollarıma almak için, kendime benzeyen, küçük bir yaratık yapacağım, yapmayı deneyeceğim.Sonra zavallılığını ya da bana ne kadar çok benzediğini görüp yiyeceğim onu.Sonra uzunca bir süre, kime nasıl yakaracağımı bilmeden yalnız ve mutsuz kalacağım.

...


Macmann için baharmış, güzmüş bir şey fark ettiğini sanmıyorum, belki yazı kışa yeğliyor ya da kışı yaza ama pek olası görünmüyor bu bana.Ama bir daha yerinden kalkmayacağını, başka bir yere gitmeyeceğini, konumunu değiştirmeyeceğini düşünüyorsanız yanılırsınız, çünkü önünde uzun yaşlılık günleri var onu bekleyen, ardından da kimsenin pek bir şey bilmediği, sahip olduklarınıza bir şey eklemeyen, karmaşıklıklara da hiçbir açıklık getirmeyen bu tür kapanış sahnesi ama yine de bir yararı olduğu söylenebilir bu son sahnenin; samanların ambara yerleştirilmeden önce kurumak için dışarıda bırakıldığını anımsatırım size.Öyleyse istesin istemesin ayağa kalkacak, çeşitli yerlerden geçip başka bir yere varacak, oradan da başka bir yere, belki de buraya gelecek; rahatsız gözükmüyordu burada ama hiçbir şeyden emin olamıyorum.İşte yıllar böyle akıp gidecek.Çünkü ölmek istemiyorsanız eğer, gidip gelmek zorundasınız; yemeğinizi benim gibi yattığınız yere getiriyorlarsa iş değişir kuşkusuz.Hiç kımıldamadan üç ya da dört gün geçirebilirsiniz, yadsımıyorum bunu ama soruyorum size, önünüzde onca uzun bir yaşlılık ve havaya karışana kadar geçireceğiniz bir süreç dururken, bu dört gün okyanusta bir damla değil de nedir diye.Bunları henüz bilmediğiniz kesin, yaşama bir pamuk ipliğiyle bağlı olduğunuzu düşünürsünüz her insan gibi ama kazın ayağı öyle değil.

...

Bundan sonra Murphy, Mercier, Molloy, Moran ve öteki Malone'lar için her şey bitmiş olacak (ölümden sonra yaşam varsa o zaman iş değişir kuşkusuz).Ama acele etmeyelim bu kadar, önce ölelim, sonra görürüz neler olacağını.

...

Şu ana kadar beni burada yaşatanlar toprağa verilişim sırasında da küçük bir tören düzenlerler sanıyorum.Burada Malone yatıyor, yazacak mezar taşımda, şu dünyada kendimi affettirmek için geçirdiğim süre konusunda az da olsa bir fikir verebilmek, bir de adadaki ve mezar ötesindeki adaşlarımdan ayırt edilebilmem için doğum ve ölüm tarihlerim eklenecek yanına.Yaşamım boyunca bir adaşımla karşılaşmamı tuhaf buldum doğrusu.Ama zamanım var daha.Burada yatan hıyardı, yaşam boyu bayardı, yazacaklar belki.

...

Samuel Beckett
Malone Ölüyor



Beckett: Bir Karşılaşma - Emil Cioran


Önceki gün Lüksemburg Bahçeleri yolunda Beckett'i fark ettim,bana karakterlerinden birini hatırlatır şekilde gazete okuyordu.Sandalyeye oturmuştu, düşüncelere dalmıştı, her zamanki gibi.Pek iyi gözükmüyordu.Yaklaşmaya cesaret edemedim.Ne diyecektim?Onu çok seviyorum ama konuşmasak daha iyi.Çok ketum!Sohbet, belirli oranda kendini koyvermeyi gerektiren rol yapma formudur.Beckett bu oyun için yaratılmamış.Ona dair her şey sessiz bir monologa delalet ediyor.

                                                                                                                   Eylül 1968

...

Budizm'de, aydınlanmaya yönelen kişi için, "bir tabutu kemiren fare" kadar sebatkâr olması gerektiği söylenir.Her sahici yazar benzer bir gayret gösterir.O, varoluşa bir şeyler katan bir yıkıcıdır-onu temelini oyarak zenginleştirir.

...

Letafet hiddeti dışlamaz.

...

Söyleyecek hiçbir şeyi olmayan, kendilerine ait bir dünyaları bulunmayan yazarlarla sadece edebiyat konuşulur.Onunlaysa pek nadiren yapılır bu, aslında neredeyse hiç yapılmaz.

...

Beckett bana Gulliver'in Seyahatleri'ni tekrar okumakta olduğunu ve özellikle bir Yahoo dişisi yaklaşınca Gulliver'in yaşadığı dehşet ve tiksinti sahnesi için "Houyhnhnm'ların diyarı"nı yeğ tuttuğunu söyledi.Bana anlattığına göre -ki bu benim için büyük bir sürpriz, hatta büyük bir hayal kırıklığı oldu- Joyce Swift'i sevmezmiş.Hem de, diye ekledi, düşünülenin aksine, Joyce'un satire hiç meyli yokmuş."Asla isyan etmezdi.Tuttuğu bir taraf yoktu.Her şeyi kabul ederdi.Onun için bir bombanın düşmesiyle bir yaprağın düşmesi arasında zerre fark yoktu."

...

Uçsuz bucaksız bir yorgunluğa, (Beckett'in beğenisine ters bir dille söylersek) bu dünyaya ait olmayan bir yorgunluğa kurban düşmüş, hâlâ hayatta olup olmadıklarını bilmeyen varlıklar; hepsi yaralanabilir olduğu tahmin edilen ama edebinden yaralanmazlık maskesi takan bir insan tarafından tasavvur edilmiş (çok olmadı, ani bir aydınlanmayla, onları yazarlarına, suç ortaklarına bağlayan bağları görüverdim)...O an gördüğüm ya da daha doğrusu hissettiğim şeyi akılla anlaşılacak bir deyime tercüme etmem mümkün değil.Yine de o zamandan beri kahramanları hakkında en küçük söz bana bir sesin perdelenmesini anımsatıyor.Ama hemen ekleyeyim ki bir ilham ancak bir teori kadar kırılgan ve yalancı olabilir.

...

Onu bir fanatik kadar direngen buluyorum.Dünya yıkılsa, ne devam etmekte olan çalışmasını bırakır, ne de konusunu değiştirir.Asli meselelerde kesinlikle tesir altında kalmaz.Geri kalan, asli olmayan tüm konularda ise savunmasızdır, muhtemelen hepimizden daha zayıftır, hatta kendi yarattığı karakterlerden bile daha zayıf...Bu notları kaleme almadan önce niyetim, Meister Eckhart ve Nietzsche'nin, kendi farklı bakış açılarından "soylu insan" hakkında yazdıklarını tekrar okumaktı.Tasarımı gerçekleştiremedim ama bunu tasarladığımı bir an olsun unutmadım.

                                                                                                                     1976

...

Beckett: Bir Karşılaşma
Emil Cioran
Fransızca  aslından çeviren: Murat Erşen

3 Şubat 2021 Çarşamba

Samuel Beckett yazışmasından

"Istırabını biliyorum ve biliyorum ki bizim gibiler için kalbin sözlerde ya da mantıkta bulacağı bir suhulet yoktur ve tam da ıstırabın azalıp dineceği vaadinde daha fazla ıstırap vardır.O yüzden sana yalnızca muhabbet ve şefkatle dolu düşüncelerimi sunuyor, bize yaralarımızla birlikte yaşamaya devam etme gücü veren o tuhaf şey her neyse, onun seni yüzüstü bırakmamasını diliyorum."

Samuel Beckett

20 Mayıs 2020 Çarşamba

Fikir (Bir Müsvedde) & Samuel Beckett'tan Sonra Yazmak - İlyaz Bingül



Efendimiz acemilik.Bir taş alacaksınız.
Yontmaya başlayacaksınız.Şekillenmeye başlamışken atacaksınız elinizden.
Bir başka taş, bir başka daha.
Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız.
Belki başkaları sever tamamlar.
Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız yenidir, tazedir.
Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız.

Turgut Uyar, Efendimiz Acemilik

"Süzülmemiş" olma özelliğini taşıyan bir şarap var şimdi.
Bütün tortularını koruyor, bunlar çok özel tatlar katıyor bazen şaraba, 
süzme işleminin sonradan yok ettiği tatlar.
Biz okulda fazlasıyla süzülmüş, 
bundan dolayı da tortulu tatlar barındırmayan bir edebiyatı tattık.

J. -C. Carriere

...

İnsan aklını yitirince hikayesini de kaybediyordu; hikaye oralarda bir yerdeydi, hakikatti, fakat anlatılmadıktan, anlatılamayacak olduktan sonra ne hükmü kalırdı hikayenin?İşte o zaman "ben" dışında bir anlatıcı hakikat olan hikayeyi var edebilir.Anlatılan o hikaye ise artık o hakikatin bizatihi kendisi değil, hikayedir.Hikaye hakikatin yerine geçer.Hikaye, hakikatin ta kendisi kılınır, ki hakikate artık ihtiyaç kalmaz, ki hakikat ebedi yitişin eşiğindedir.

...

Çocuğun ölüsü okula gitti.Karısının ölüsü hala uyuyordu.Annesinin ölüsü mutfakta çay içiyordu.Komşusunun ölüsü bakkala seslenip balkondan sofra bezini silkeliyordu.Kedisinin ölüsü dışarı çıkmış, yiyecek arıyordu..Sandalyesinin ölüsü onun gelip oturmasını bekliyordu yılların alışkanlığıyla.Sözcüklerin ölüsü sözlükte sıra sıra dizilmiş, geçici bir hayata tutunmalarına anlam verecek cümleyi yurt tutmak için 80.000 ila 150.000 yıl öncesi olduğu gibi uysal uysal bekliyordu.


...

"Öyküsünü anlatacak anılara sahip değildi" deseydi, tersinerek sözcükler faslından hayat faslına geçebilecektik: Burjuva çağının destanı romana; burjuva çağının metafiziği psikanalize; burjuva çağının piçi burjuvaya.
Ne kadar da birbirleriyle içiçeler, birbirlerine yaklaşıyorlar, örtüşüyorlar.

...

Ergenlik yıllarımda büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak farketmiştim bu bu yolu,: İtişip kakıştığım annem, cümlelerinde yer yer bütün bütüne benim cümlelerimi kullanıyordu ya da çoğunlukla bana ait anlam kurucuları kullanıyordu.İşte böyle anne olunur, kadın...dedim sonraları kendi kendime.Sonraki keşifse çok daha şaşırtıcıydı: Benim cümlelerimde de yer yer onun cümleleri, anlam sızmaları vardı.Dilsel mi yoksa kültürel bir durum muydu bu?Hala işin içinden çıkabilmiş değilim.Ama anadili dedikleri şey aha işte tam da bu, dedim kendime kendime, çünkü o yaşta bu keşfimi nasıl anlatabilirdim türkçe öğretmenlerime, yaşıtım arkadaşlarıma.Ya peki sonraları anlatabildim mi?Kim, ne anlardı?Herkesin anadili kendine.Sonraki tanışlarımla öğreneceğimdir: Ne kadar ana varsa bir o kadar da anadili var handiyse.Zemininde barındırdığı anadillerin çeşitliliği sebebiyle anlamı iletmekte, aktarmakta her zaman kifayetsiz kalacaktı dil.Vay dilden medet umanın haline.

...


"Sen ölemeyeceksin -yaşadın mı ki, de ölesin...Otobiyografin olmayacak, o kendini özenle gömdüğün yoklukta yaşayacaksın.Ne var ki, otobiyografiye bir çok biyografinin, olay-örgüsünün -hayatın değil- bulaştığını ıskaladın.Sen benim otobiyografimde yaşıyorsun.Yazarak seni hayata mahkum edeceğim.Elimde kurtulamayacaksın.Seni yaşatarak = yazarak öldüreceğim."

...

17 Mart 2015

S. Backett'in yazdıklarından sonra edebiyat yazma uğraşı başarısızlığa mahkum -Artık edebiyat yazmayacağım (mı?)

Beckett'ten sonra hala yazılabilecek bir şey var sananların vay haline (mi?)

...

İlyaz Bingül
Fikir 
Gram Yayınları

David Thewlis Bakışları, Clov & W. M. Varga - Oyun Sonu (2000) / Fargo 3. Sezon (2017)

David Thewlis Bakışları
Clov / W. M. Varga 
Oyun Sonu (2000) / Fargo 3. Sezon (2017)

Oyun Sonu (2000), Conor Mc Pherson - Samuel Beckett

Çevirmen Mehmet Gündoğdu'ya teşekkür ile...


Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Terzinin Hikâyesi-

Terzinin hikayesini anlatayım mı?
- Yok.
- Niye ki?
- Seni neşelendirmek için.
- Komik değil ki.
- Her zaman gülerdin oysa.
İlk seferindeyken, öleceksin diye düşünmüştüm.
Como gölündeykendi.Bir Nisan'dı, öğleden sonraydı.
- İnanabiliyor musun buna?
- Neye?
Bir zamanlar Como gölünde kürek çekerdik ya.
- Bir Nisan'dı, öğleden sonraydı.
- Ondan bir gün evvelsinde de nişanlanmıştık.
- Nişanlanmıştık ya!
- Kahkalara boğulmuştun da devrilmiştik.
- Doğrusu, boğulabilirdik de hani.
- Mutluluktandı işte.
Hiç de ondan değildi!
Ondan değildi asla!
Yok, yok. Hikâyem yüzündendi işte.
Yalnızca ondandı işte. Mutluymuş.
Hâlâ gülmüyor musun oysa?
Sana her anlattığımda. Mutluymuş.
Derindi, öyle derin.
Dibine dek bile görebilirdin.
O denli ak, o denli berrak.
Tekrar anlatayım öyleyse.
Yılbaşı kutlamaları için, İngilizin birinin, acilen bir çizgili pantolona ihtiyacı olur.
Ölçü vermek için de terzisine gider böylece.
"İşte böyle, dört gün sonra gelin alın, hazır edeceğim."
Ne güzel işte. Dört gün sonra ya.
"Çok özür dilerim, en iyisi bir hafta sonra gelin siz, biraz daha toparlamalıyım."
İyi işte ya, bozmuş, toparlaması gerek.
Bir hafta sonra.
"Çok çok üzgünüm, on gün sonra hazır olacak, kasık kısmını bozdum ben."
Güzel, elden de bir şey gelmez zaten, mecbur onu bekleyeceğiz ne yapalım.
On gün sonra. "Özür dilerim, iki hafta sonra gelin siz, ön kısmı harap ettim."
Güzel, öyle olsun, ön kısmı halletsin bakalım.
Ne de berbat anlattım.
Sonraysa, iğne iplik, o bu şu derken sıra iliklere dek gelir.
"Tanrı müstahakını versin, bu kabul edilemez.Son raddeye geldi artık."
"Altı günde, duyuyor musun beni, tam altı günde, Tanrı dünyayı yarattı."
"Evet, efendim, evet, hem de dünyayı."
"Sizse üç ayda lanet olası bir pantolonu dikemediniz gitti."


- Dün gece, göğsümün içini gördüm, bir yara vardı, hem de büyük bir yara.
- Ah, gördüğün kalbin olmalı.
- Hayır, yaşıyordu.


Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Dürbünle Bakıyorum Dünyaya-



Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Bir gün sen de benim gibi...-

- Bekle! Gözlerin nasıllar?
- Berbat durumdalar.
- Yine de, görebiliyorsun.
- İstenilen kadar.
- Bacakların peki?
- Berbatlar.
- Yürüyebiliyorsun yine de.
- Gelirim... Ve giderim işte.

Bir gün sen de tıpkı benim gibi kör olacaksın.
Burada öylece oturacaksın, karanlıkta, 
boşlukta bir leke gibi,
tıpkı benim gibi, hep de öyle kalacaksın!
Günün birinde,
 yorgunum diyeceksin kendi kendine ve oturacaksın öyle.
Sonra da, karnım aç diyeceksin,
kalkıp da bir şeyler alayım.
Ama kalkamayacaksın.
Öylece kalakalacaksın.
Bakışların bir süre duvarda gezinecekler, 
ardından da gözlerimi kapatayım, diyeceksin.
Uyku iyi gelebilir, diye.
Belki daha iyi hissederim, diyeceksin,
ve de gözlerini kapayacaksın.
Ve onları tekrar açtığın vakit, duvar da artık olmayacak.
Ebedi boşluk her yanı kuşatacak.
Bütün çağların tüm dirilenleri gene de o boşluğu asla dolduramayacak.
Bozkırın ortasında bir yerde, minik bir taşa dönüşeceksin.
Evet, gün gelecek, ne olduğunu anlayacaksın, 
tıpkı benim gibi olacaksın.
Ama senin yanında ise kimse olmayacak.
Çünkü hiç kimseye acımayacaksın 
ve sana acımak için de hiç kimse kalmayacak.



"Dünyadasın, devası yok bunun."

Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Bütün mekân ceset kokuyor.-



- Yeterince uzun sürdüğünü düşünmüyor musun sen de?
- Evet.
- Ne?
- Bu... Bu... Şey...
Hep böyle düşünmüştüm.
Peki ya sen?
- Öyleyse diğer günler gibi bir gün bu da.
- Sürdüğü sürece.
Bir yaşam boyunca da daima aynı zırvalıklar.
- Seni terk edemem.
- Biliyorum. Ve beni takip de edemezsin ki.
- Beni terk edersen, nasıl haberim olacak ki bundan?
- Düdük çaldığında gelmezsem, seni terk etmişimdir.
- Bi güle güle bile demeden mi gideceksin?
- Oh, pek zannetmiyorum.
Fakat mutfağında yalnızca ölmüş de olabilirsin pekâlâ.
- Değişen bir şey olmaz ki.
- Evet, ancak, yalnızca mutfağında öldüysen eğer, bunu nasıl bileceğim ki?
Eninde sonunda kokuşmaya başlamış olurdum ben de.
Şimdiden kokuyorsun zaten.
Bütün mekan ceset kokuyor.
- Bütün evren.
- Canı cehenneme evrenin!
- Bir şeyler düşünsene.
- Ne?
Bir fikir, bir fikir bul!
Harika bir fikir bul!
Ha.
Tamamdır.
Şu bacaklarımdaki ağrılar var ya! Dayanılmazlar!
Yakında hiç de düşünemeyeceğim.
Beni terk edemezsin.
- Ne yapıyorsun?
- Bir fikrim var.
Ha.
Ne beyin ama!
Başka?
Bekle.
Evet. Var. Saati kurarım ben de.
Belli ki bugün parlak günlerimden biri değil benim, 
hakikaten de öyle gibi...


"En son neredeydik? Sona ermişti, bitmiştik.
Bitmek üzereydik.Daha fazla konuşma olmayacak."


-Ağlıyor.
-Öyleyse yaşıyor.

Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Şeker, dua ve babalık-


- Şekerim hani!
- Şeker yok!

- Doğal bu. Nihayetinde babanım tabii.
Doğru, ben olmasaydım, bir başkası olurdu tabii.
Lakin bu bir mazeret olamaz.
Lokum, misal, artık yok bu, hepimiz de biliyoruz bunu.
Dünyada bundan daha çok sevdiğim bir şey yok.
Ve bir gün, senden isteyeceğim,
bir iyiliğe karşılık olarak elbet ve sen de bana söz vereceksin işte.
İnsan kendi çağına uygun yaşamalı.
Karanlıktan korktuğun vakitlerde, minik bir çocukken kime seslenirdin sen?
Annene mi? Yok. Bana.
Ağlamana izin verirdik.
Daha sonra da, rahat bir şekilde uyuyabilmek için
seni işitemeyeceğimiz bir yere taşırdık.
Uykudaydım, krallar kadar mesut yani.
Ve seni dinlemem için beni uyandırdın.
Öyle zaruri falan da değildi hani.
Buna öyle çok ihtiyacın da yoktu.
Gerçi ben de pek dinlemedim seni.
Ama öyle umuyorum ki, öyle bir gün gelecek ki,
hakikaten de dinlememe ihtiyaç duyacaksın.
Sesime ihtiyaç duyuyor olacaksın,
herhangi bir sese.
Evet, umarım o günlere dek de yaşarım,
minik bir çocukken beni çağırdığın gibi,
karanlıktan korkup da seslenen minik bir çocuk gibi bağırdığını duyarım.
Ve tek ümidinin ben olduğumu da.



Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Tirad-


Benim sıram.
Gidiyoruz.
Gözyaşı dökersin ve ağlarsın, beyhude yere
hem de, yani gülmemek de vardır ya.
Ve ağır ağır da... Istıraba saplanırsın.
Yardımımın dokunabildiği bütün herkes.
Yardım... Selamet... Selamet...
Her yer onlarla kaynıyordu. 
Kafanı kullan.
Kullansana kafanı.
Dünyadasın, devası yok bunun!
Kaybolun buradan, gidip biriyle sevişin.
Yalayıp da durun kendiniz gibi birisini.
İstedikleri, ekmek değilse eğer; çörek[crumpet] oluyordu.
Yıkılıp da gidin şuradan, seks partilerinize geri gidin siz.
Tüm olanlar! Tüm bunlar!
Gerçek bir köpek bile değil ki!
Son, başlangıçtadır ve yine de devam edersin.
Belki de hikâyeme devam edebilirdim aslında,
sona ererdi ve ben de bir diğerine başlardım.
Belki de kendimi yerlere fırlatabilirim.
Tırnaklarımla çatlakları kazırdım ve parmaklarımla da öne giderdim.
Bitecek ve ben de orada olacağım,
merak da edeceğim elbet,
neden oldu bu, nasıl olabildi bütün bunlar diye.
Ve niçin bu denli uzun sürdü.
Orada olacağım, eski sığınakta, 
sessizlikle de yüz yüze gelmiş bir şekilde ve dinginlik içerisinde. 
Sükûnetimi koruyabilir ve sessizce oturmayı başarabilirsem eğer,
tüm sesler, tüm hareketler,
her şey uçup gider.
Babama seslenirdim ve seslenirdim...
...oğluma da. 
Ve hatta iki kez, ya da üç kere, 
birincisini veyahut ikincisini duymamış olabilirler pekâlâ.
Kendi kendime söylerdim böyle, geri gelecek diye.
Ve sonra?
Ve sonrası?
Dönemedi.
Çok uzağa gitmişti.
Ve sonra? Tüm o fanteziler!
İzleniyormuşum. Bir fare! Adımlar!
Nefes tutuldu ve sonra.
Sonra laflar, laflar, kelimeler, 
tıpkı kendini öteki çocuklara dek götüren ıssız bir çocuk gibi,
iki, üç diye çoğaltır kendini, karanlıkta birlikte olmak ve beraberce fısıldaşmak için.
An an, darı taneleri gibi inerler.
O ihtiyarlamış Yunanlı gibi. 
Bir ömür boyunca da bütün bunların bir hayat inşa etmesini bekleyip durursun.



Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Clov Tirad-
-Seni Bırakıyorum-

Seni bırakıyorum.
Gitmeden evvel bir şey söylesene.
- Söylenecek bir şey yok.
- Birkaç kelime de olsa...Yüreğinden...
- ...Kalbinden birkaç söz.
- Kalbin ha!
Evet. Evet. 
Geri kalan her şeyle, nihayetinde, gölgelerle, mırıltılarla.
Tüm sıkıntılarla, sona ermesiyle.
Clov... Benimle hiç konuşmadı ki o.
Sonra ise, gitmeden evvel, ona bir şey sormamama rağmen benimle konuştu. 
Dedi ki.
Ah.
- Bir şey... Kalbinden gelen...
- Kalbim!
Birkaç kelime... Kalbinden gelen...
Dediler ki bana, aşktır işte bu, evet, evet,
şüphesiz ki, şimdi de anlıyorsun ki...
- Tane tane.
- Ne kadar da kolay.
Dediler ki bana, işte arkadaşlık, evet,
evet, şüpheniz olmasın, buldunuz onu.
Dediler ki bana, işte orada,
dur orada, kaldır başını ve seyreyle tüm güzelliği.
İşte o düzen!
Dediler ki bana, gel şimdi, canavar değilsin,
bunları düşünsene ve netleşecek her şey.
Ve sade.
Dediler ki bana, nasıl da maharetle bakılıyor tüm bu kanayan yaralılara.
Yeter!
Kendi kendime diyorum, ara ara, 
Clov, seni cezalandırmaktan bezmelerini istiyorsan eğer,
daha iyi acı çekmeyi öğrenmelisin.Bir gün.
Kendi kendime diyorum, ara ara, Clov, 
eğer gitmene müsaade etmelerini istiyorsan,
bundan daha iyi olmalısın.
Bir gün.
Ama çok yaşlı hissediyorum,
yeni alışkanlıklar edinmek için yaşlı ve çok uzak.
Öyleyse, asla bitmeyecek ve asla gitmeyeceğim.
Sonra da bir gün, birdenbire, sona erer,
değişir, anlamam ben de,
ölür mü, ben miyim, anlamıyorum ki.
Kalan kelimeleri de sorup duruyorum,
uyku, uyanıklık, sabah ve akşam.
Söyleyecek bir şeyleri de olmaz ki.
Hücrenin kapısını açıyorum ve gidiyorum.
Eğri büğrülüğümden, sadece ayaklarımı görebiliyorum.
Gözlerimi açtığımda ise, bacaklarım arasında minik bir kara iz.
Söylüyorum kendi kendime, yerküre sönmüş diye,
onu yanarken görmememe rağmen bir de.
İyi de gidiyor.
Yığıldığım vakit gelip çattığında da mutluluktan ağlıyor olacağım.
Clov!
Hiç.




"Kendi kendime diyorum, ara ara, 
Clov, seni cezalandırmaktan bezmelerini istiyorsan eğer,
daha iyi acı çekmeyi öğrenmelisin."

Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Doğa bizi unuttu.-


- Doğa bizi unuttu.
- Doğa diye bir şey yok artık.
- Doğa yok mu? Abartıyorsun.
- Yani etrafta.
Ama nefes alıyoruz, değişiyoruz!
Saçlarımızı, dişlerimizi yitiriyoruz.
Gençliğimiz ve ideallerimiz de uçup gidiyor.
- Öyleyse bizi unutmadı desene.
- Ama sen yok diyorsun.
Herhâlde hiç kimse bizim kadar eğri büğrü düşünmüyordur.
- Elimizden de bu kadarı geliyor.
- Yapmamalıyız ama bunu.
- Ne de mükemmelsin, değil mi?
- Bir parça işte.
Epey yavaş gidiyor.
- Ağrı kesicilerimin zamanı gelmedi mi ki?
- Yok.
Seni bırakacağım.
Yapmam gereken işlerim var benim.
- Mutfağında mı?
- Evet.
Neymiş o, bilmek isterim.
- Duvara bakarım.
- Duvar ha.
- Ne görüyorsun ki orada ha? Mene, mene?
Çıplak bedenler mi yoksa?
- Cansız ışığımı görüyorum.
- Ölü ışık ha! Bak hele hele!
- Desene, ışığın burada da ölebilir öyleyse.






- Sonra laflar, laflar, kelimeler, tıpkı kendini öteki çocuklara dek götüren ıssız bir çocuk gibi,
- Her gün ama her gün neden hep bu saçmalık var ki?
-Rutindir işte.Kimse bilmez nedenini.


Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett