everest yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
everest yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mart 2022 Çarşamba

Tiamat, İhsan Oktay Anar

...Anteninin ucunda parlayarak avları cezbederken aynı zamanda kendi korkunç gözleriyle, uzun ve sivri dişlerini de aydınlatan fenerinin ışığında, önce taşlaşıp yosun bağlamış o pusula ve dümen tekerleği belirdi.Derken fenerbalığının ışığı, ölü bir denizcinin karanlık ve bomboş göz yuvalarını doldurdu.İkisi o an yüz yüzeyken biri canlı olup bilmemenin, diğeri ise bilebilme ama ölü olmanın birer örneği idiler.

...


...

Vardiya zabiti Mülazım, dakikalar geçmesine ve kıç güvertede çıkan küçük yangın zayıflayıp kendi kendine sönmesine rağmen, şilepten morsla bir teslim işareti göremeyince yanında ışıldakla bekleyen onbaşıya, "Morsla bildir, teslim olsunlar, yoksa batırırız," diye bağırdı.Ardından, yağmur ve deniz suyunun her yalpada içeri dolduğu kaportadan aşağıya, kuleye doğru, "Söyle kumandana, vardiya kıymetli hedefi batırma izni ve yetkisini yazı ile istiyor, anladın mı?" diye haykırınca, aşağıdaki, "Anlaşıldı, kumandana bildiri, vardiya zabiti kıymetli hedef tahrip izni ve yetkisi talep ediyor," diye tekrarladı.

...

Tahtelbahir gemisine çıkar çıkmaz, bileklerindeki üçer beşer kol saatini ayarlamak isteyenler ise seyir gediklisine, tek tek kendi memleketlerinin ve Hicaz'ın zamanını hesaplatıyor, saatlerinden birini fotoğraflarını eksik etmedikleri çıplak kadınların kabarelerde kan-kan dansı yaptığı Paris'e, ikincisini Mekke ve üçüncüsünü Dersaadet'e, eğer varsa dördüncüyü ise, hayallerinin ulaştığı maceralar diyarı Batı Hint Adaları'na göre ayarlatıyorlardı.

...

Sıhhiyecinin gedikliden istediği şey 1000'e kadar bağıra bağıra saymasıydı.Sonra husyeleri bırakılacaktı.Adamcağız acının bu yolla kendi kontrolünde olduğunu düşündüğünden midir, daha bir canıgönülden, adeta marş temposuyla ve coşkuyla, bağıra bağıra, düzlük boyunca hedefine rap rap yürüyen zinde asker gibi, 1000'e doğru ilerliyordu.Kim bilir, evlatlarını kaybeden yaslı anaların, saçlarını yolup dövünürlerken makan ve vezinle ağıt yakmaları da herhalde buna benzer.Belki çingene çalgıcıların en kederli insanların elini aşırı kasvetli bir ezgiyle tuttuktan sonra müziği kaldırıp şenlendirerek, onların karanlık ruhlarında koskoca bir neşe ateşi yakabilmeleri de.

...

Yine, tahtelbahir gemisindeki su kıtlığına rağmen el ve ayakları tertemiz yegane kişi de artık nasılsa oydu.Mürettebat içinde palavracı olanların attığı bir kıtır ise bu adamın her sabah vardiyasında ilahi bir nurla abdest aldığıydı.

...

"Biz askeriz" dedi Kumandan çivilerin yedisini de doldurduğu torbayı kabinden dışarı savurduktan sonra, "Polis yahut hafiye değiliz.İşimiz yapmak, düşünmek değil.Bu işin meraklısı çok, bırakın başkaları düşünsün, boş vakti olan boş kişiler, polisiye tutkunları, feylesoflar, fen adamları, ayağı yere değmez, kafası bulut delen kim varsa."

"Evet," dedi Züp, "İlim adamlarının işi beyaz kuğular.Biz ise siyah kuğuyu ararız.Almanların harpte çuvallamaları da kitabi olmalarından.Akılcı hasımları yine akılcı olan onları öngörebiliyor.Akıldan akıla yol var çünkü.Onlar beyaz kuğu.Ama bizim erlerimiz öyle değil, bazen akıl dışı davrandıkları için tahmin edilemezler, ancak deli bir kumandana yenilirler.Her biri siyah kuğu."

...

"Ben nezih bir şarkı okuyorum, siz tersten tezekten bahsediyorsunuz, his yok mu sizde?Dostunuz aşktan dem vururken, hem de besteli güfteli, siz kenefte nasıl kakizlediğinizi anlatıyorsunuz.Aşk olsun.

...

"Bilginiz de anca ilmihal seviyesinde, mızraklı, oraklı, çekiçli.Ruhsuzlar sizi!"

...

"Su altında en fazla 2 saat 20 dakika kalabiliriz.Tütün içilmezse 3 saat" 

Bu sırada kıç omuzluktan yaklaşan ikinci destroyerin, satıhta gümbürtüsü duyuluyordu.

Mülazım cevap verdi:

"Bırak tüttürsünler, havadan çok morale ihtiyaçları var."

...

Sanki insanoğlunun bin yılda başına gelenlerin tamamını biz yedi saatte yaşadık.

...

Adamın sözlerine kulak veren Karagümrük uzaktan tevekkülle, "Allah bizi bildiğimizden, gördüğümüzden ayırmasın," diye mırıldanmıştı.Aşçının o halini görenler, Mülazım'ı değil de, camide imamın hutbesini yahut bir şeyh vaazı dinliyor zannederdi.Allah için, mürettebatın dini bütün olan neredeyse tamamı, ölümden sonra dirilişe ve meleklere kamilen iman ettiklerinden, yani inanılması en zor ve hatta imkansız şeylere bir kez inandıklarından, tabiatüstü görünen diğer şeyleri, mesela altın sandığın demire dönüşmesini ve içinden çıkan canavarı alelade sayıp hayatın ve hayatlarının olağan akışı içine zaten çoktan yerleştirmişlerdi.Çünkü hem imanları hem de batıl itikatları gayet sağlamdı.Hatta asgari oksijen sarfı için baş torpido dairesinde hareketsiz dinlendikleri o esnada aralarında fısır fısır, sızı ve yaralarına ilaç ve merhem tavsiye eder gibi, hortlak ve ifrit gibi tabiatüstü tehlikeler için faydasını gördükleri duaları ve sihirli lakırdıları birbirlerine ısrarla önerdikleri kesindi.Çünkü kimi erliğini bağlayan bir cadının suratına ağzındaki okunmuş suyu püskürtmüş, kimi ise, kendisini tiyatro sanatçısı diye yutturmaya kalkan ama dudaklarını kıpırdatmaksızın gaipten konuşan bir ifriti haykıra haykıra tekbir getirerek, iki mahalle kovalamıştı.Dedikleri doğruysa bazısı, hem de erkekler gününde, göbektaşı üstünde hamamanası görmüştü.Bazısının ise ecinnilerle merhabası vardı.

...

"Akıl, hayatı sürdürme kabiliyetine denir.Biz askeriz, hayatta olmamız önem taşımaz, yakılacak mermiyiz."

...

Tiamat
İhsan Oktay Anar
Everest Yayınları

22 Mayıs 2020 Cuma

Yaşarken ve Ölürken, Selim İleri


...

Bir kır görünümüne bakmaktansa, bir kır görünümünü betimleyen yazıyı ya da izlenimci resmi yeğlerdim bugüne dek.

...

Kentimizde okur-yazar çevrelerin, okur-yazar olmamakla birlikte tiyatrocu ya da sinemacıların sık sık uğradıkları tek bir yer vardır: Hiyeroglif, Hiyeroglif'e gidecektim ben de.Orada kimse kimseyi beklemez, fakat herkes birbiriyle buluşurdu.

...

Serüven'in gerçek kişileri, ne yazık ki, sonsuz özveri, sonsuz acıma duygusu, sonsuz ve sınırsız sevgi yeteneklerini yalnızca kitaplarda okumuşlar, tiyatroda veya sinemada izlemişler, ama kendi yaşamlarına uyarlayamamışlardı.Neden böyleydi?

...

Sıradan ünlerin, ünlenişlerin ardına düşmüşsek, bunda kılgısal-iktisadi sorunların payı büyüktü.Sanat yapıtını bu aşamada sürekli mal olarak görüyorduk ve ben, kendi malımı kötüleyen, çürüğe çıkaran bir iki yazıya adamakıllı sinirlenmiştim: sanki pazaryerinde materyalist şairle ikimiz domates satıyorduk: o, alıcılara benimkilerin ezik olduğunu, onlarla ancak salça yapılabileceğini bağıra çağıra söylüyordu.

...

Ve ben, hayat kadar yalın bir başlangıç seçmek zorundaydım, çünkü anlatacaklarım, başkalarınca yaşanmış gerçekliklerdi.

...



Sevgili ve acıklı yurdumuzda, birçok nedenden dolayı köklü insan ilişkileri kurmak olanaksız gibidir.Bu yüzden büyük çoğunluk gelgeç ilişkilerle yetinir ve bunu, yerine göre aşk, dostluk, hatta yoldaşlık sanır.Gelgelelim aşklar bakımsız, dostluklar çıkarcı, yoldaşlıklarsa bir dönemeçte bütün ihanetlere açıktır.(açık olabilir)Suçlamalarım benim dışımdaki kişiler için değil yalnızca; aşklarda, dostluklarda, benzeri bütün insan ilişkilerinde hem arkadan vurdum, hem vuruldum.

...

Ben, büyük ve kalabalık bir yere -hatta küçük bir taşra kasabasının tenha lokantasına- girildiğinde, gözlerine dikkat edilmezse fark edilmeyecek özelliksiz insanlardan biriyim...

...

"Yağmur ha yağmış, ha yağmamış yağmur..." dedi."Yolculuk sona ermezse yitireceğim bir şey yok."

...

"...Acının bir din değilse bile, köklü bir terbiye olduğuna inanıyorum..."

...


"Ünlenmek uğruna, hayata alçalmak üstemiyordum."

...

"Herhalde yasadışı işler karıştıracağımdan ürkmüştü.Senatör eskisine sanat ve şiirsel yaşam konusundaki görüşlerimi aktarmama olanak yoktu tabii.Bu yüzden sorularını doğru dürüst yanıtlayamadım.Fakat o da, tıpkı müdürlüğün kapısındaki resmi olmayan nöbetçiler gibi çelimsiz yapıma bakıp benden anarşist çıkmayacağı, kır gerillasını başlatamayacağım kanısına vardı.

...

Kasaba halkı Y.'ye Karayazgı adını takmıştı ve burası, öyle sanıyorum ki, yüzyıllardan beri Karayazgı adıyla anılagelmekteydi.İlden Y.'ye kalkan minibüsler resmi adı hiç kullanmaz, sürücüler, 'Karayazgı'ya! Karayazgı'ya...' diye bağırırlardı.

...

Bu dik yar'ın adı Kanlıkaya'ymış.Büyük otlakları ve pek çok hayvanı olan, ama kendisi büyük kentlerde yaşayan engin bir "bey" varmış ve bey günün birinde otomobiliyle buralara gelmiş.Beye maral bir köylü kızcağız aşık olmuş, bey onu bir geceliğine koynuna aldıktan sonra terk etmiş ve kız yemekten içmekten kesilmiş, dağlarda gezinir olmuş, günün birinde Kanlıkaya'dan aşağı atmış kendini.Beye gelince, o, lüks otomobiliyle bütün gün gezer ve bütün beyler gibi yalnızca eğlenirmiş, arkadaşları da gelmiş yaşadığı kentten, bir süre kalmışlar burada beyin evinde ve bir gece hayli sarhoş, otomobille Kanlıkaya'dan geçerlerken aşağıya yuvarlanmışlar, paramparça olmuşlar.Yolculuk arkadaşım onları aşağıya maral gözlü kızın çağırdığını ve bu sesteki aldatılmışlık, terk edilmişlik tınısına hiçbir erkeğin dayanamayacağını söyledi.Oradan geçen herkes kulağını tıkarmış.Herkes; yani bütün erkekler.Ve geceleri hala aldatılmış kızın çığlıkları işitiliyormuş çevre köylerde, yankılarla.

...




Ben Shakespeare'in edebiyatçılığını, dilinin yetkinliğini asla yadsımıyorum.Hiç şüphe yok ki bu ozan İngiliz diline ve şiir diline katkıda bulunmuştur.Ama maalesef hayatın sevgiler toplamına sağlıksız kahramanlarla yaklaşmıştır.

...

"Öyle sanıyorum ki, yeryüzünün pek az yerinde, ölü doğa resimler, adlarına buradaki kadar yakındır.Her şey siyah ve ölüydü.İnsanlar da birer ceset, cansız ayaklanmış hayaletten farksız.Otlaklarda gördüğüm hayvanlar bile sevgiyi, sevecenliği aşılamıyordu insana.Onlarda o kadar çok etkilendiğim İsa resimlerinin koyunlarını, kuzularını anımsatan hiçbir kutsallık yoktu: ağalarının çobanları kadar mutsuz ve yalnızdılar."

...

Bir dersimizde -daha on gün kadar önce- resim konusunu serbest bırakmıştım ve Ebazer, dağlara çıkan eşkıyaları çizmişti.Büyük boy kağıda karakalem çalışmış, sayısız ayrıntıyla bu bölgeyi adeta kuşbakışı resmetmiş ve eşkıyaları da Yılanlı Kale'yle Süryani Kilisesine ayrı yollardan çıkarken betimlemişti.Resim bir ihtilal bildirisi gibiydi ve nedense bana İspanya İç Savaşı'nı, Lorca'nın şiirlerini, Atilla Josef'in bazı dizelerini anımsatmıştı.

...

Oysa burada, bu "memlekette" yarın umudundan söz açmaya imkan yoktur.Yerli halkın dilinde 'yarın'
sözcüğü hiçbir umut barındırmaz.Dün, bugün ve yarın, onların zaman konusundaki bütün bilgileri gibidir.En acı olayları bile söylenceye, efsaneye dönüştürecek zamansız, zaman dışı anımsarlar.Beklenti yoktur.Yarın, bütün kış mevsimi, o çorak yaz ya da otlağın azıcık yeşereceği yağmurdur.Ama yarın, toplumsal düzenin kökten değişmesi değildir; dünün, su yollarıyla yaşanmış bir uygarlık olmadığı gibi...Ve dün, on yedi yaşında bir oğulun köy düğününde vurulmasından ibarettir: bunu da ancak kadınlar unutmaz.

...

"Kış bütün şiddetiyle devam ediyordu.Hürriyet Lisesi'nde bile odun yokluğundan tezek yakmaya başlamıştık.Öğrenciler buz gibi sınıflarda paltolarıyla oturuyorlar; resim yapmıyorduk ve öğretmeye didindiğim İngilizce, her ağzımızı açışta yoğun bir buhar olup çıkıyordu.

...

"Ben, neredeyse bütün yurdu dolaştım.Genç nesiller o kadar mutsuz ki, onlara daha fazla bir şey öğretilemez."

...


Onların kapalı dünyalarında hangi korkunç uçlara sürüklendiklerini görerek üzülmek, yapabildiğim tek şey gibiydi.Kızlar da erkek öğrencilerimden farksızdı.Eski Yunan sanatını, mitologyayı anlattığım bir derste Apollon yüzünden kahkaha nöbetine yakalanan öğrencim, 345 Emine, artık bütün umutlarımı pörsüttü.Kızcağız, Apollon'un bir vazoya betimlenmiş çırılçıplak resmini görür görmez gözlerinden yaş akıncaya kadar gülmüş, mendiliyle ağzını burnunu tıkamaya çalışmıştı.

...

- Gençsin, bilmezsin sen taşrayı.
- Bilmek de istemem!Bir işin doğrusunu kimse yapmazsa, burası da hep aynı kalır.Aynı bataklık, aynı leş kokusuyla!

...

"Kuşku yok ki, buradaki karşıtlık artık trajik olanın kapsamını da, boyutlarını da aşıyor; çocukken ve hala bizi hep sanatın yordamıyla donatan Şarlo'nun pek sevdiğim bir sözünü de tepetaklak ediveriyordu: 'Yaşamın uzaktan görünüşü komedya, yakından görünüşüyse tragedyadır."

...

Oysa sanata gönül vermiş insanın yaşamında büyük ve gelecek fikrine dayalı ülküler söz konusudur.

Taşradaysa rastlantılar.

Mesela Emine okulunu bitirecek, sonra da evde görücü bekleyecekti.Okumuşluğun getirdiği, görücüsüz evlenme arzusu da, bir iki isteklinin geri çevrilişinden sonra, kendiliğinden kırılacak; taşra cehenneminde evde kalmışlığın önce korkusu, derken yılgısı başlayacaktı.Çevrenizde bir yığın şişman, kolları altın bilezikli kadın: her an dün gece kocalarıyla ne yaptıklarını açığa vurur gibidirler.Sonunda her şeyi unutacak ve ilk yeni evlilik önerisine, gözleri kapalı, sadece 'boyun eğecekti' 345 Emine.

...

Hadiye Hanım da Akademi'den emekliliğini istemiş, bu ders yılı model olarak durmayacakmış artık.Sokakta rastladığım arkadaşlar, vücudunun çizilemeyecek kadar kırıştığını gülüşerek söylediler.

...

Turan'ı bulacağımdan o kadar güvençliydim ki, Y.'de nerede kalabileceğimi bile düşünmemiştim.Üstelik, hala anılara, Turan'ın yazdıklarına sözcüğü sözcüğüne bağlı bulunduğumdan burada otel gibisinden bir konaklama yeri de yoktur sanıyorum.Ama otel kendiliğinden karşıma çıktı -üç katlı binaya otel denebilirse.Kapısında OTAĞ PALAS yazılıydı.Böyle yerlerin hüzünlerini az çok herkes bilir, içlerine girilmese de o hüzün daracık giriş kapısından dışarıya, yollara taşar.

...

Turan'ın sahte anıları bu konuda ne kadar ilginç bir malzeme yığını.Onları baştan sona ciddiyetle okudum.Bağışla: senin etkilendiğin kadar etkilenmedim onlardan.Bir kez anıların maddi gerçeklikle en küçük bir ilintisi yok.Ne tuhaf: anılarımız bile yalan!

...

Gözlerimi kaçırıyorum ister istemez.
Evet, herkesi unuttum, her şeyi de.
Ama bana şu solgun çiçekleri getirdi sonradan.
Bütün solgun çiçekler, bizi, diyordu.

...

Acemi yengeçleriz.Yeni bir familya.İyiliği yüreğimize gömerek ve öfkenin bulutlarına bürünüp.Yaşamı aşağılamaksa bildiğimiz tek erdem.Hepsi çaresizlik.

...

...az zamanımız kaldı.Yalnızca tek bir ömür yaşarken geçmişin acılarından yeni iletişimler kurmak için az bir zamanımız kaldı.Her sabah göz ucuyla baktığım gazeteler ve her akşam umutsuzca içtiğimiz içkiler bunu açıkça kanıtlıyor.

...

Öyle bir gün gelecek ki, insanlarla ilişkilerimdeki, iletişimlerimdeki kederi toptan yadsıyabileceğim.Öyle sanıyorum.Henüz o olgunluğa erişemedim.Ama bir zaman sonra -eğer yaşama direncimi sürdürebilirsem-, artık 'trajik insanı' da aşarak, yeni bir boyutla karşılaşacağım.İnsansız bir dünya olacak benimkisi.Yalnızca sanatla kuşatılmış, estetikle donanmış bir dünya.

...



Kimseyi suçlayamam bu serüvende.Hiçbirimizin ötekine kötülüğü birbirimizinkinden az değil.
(Cümleyi yanlış kurmuş olabilirim; ama ne demek istediğimi anladınız değil mi?)

...

"Biz şiir okuyoruz, çok güzel şiirler okuduk" dedi Turan'sa.
Sonra Verlaine sayıklamaya koyuldu:

"Bilemediniz aydınlığını ve onurunu yiğit ve güçlü bir aşk'ın, mutsuzlukta sevinçli, mutluluktan endişelere kapılmış hep, ölünceye dek dipdiri...Ve sen bilemezdin korkusuz, doludizgin bir aşktaki ışığı, yüceliği; ancak mutsuzlukta coşarak, mutluyken endişeli, ölüme kadar genç..."

Sevdiğim dizelerdi tabii.

...

Demek bunları okuyorlar, şarap ya da rakı içiyorlar, bohemdi, yüce yıpranışlardı...

...

...Onlarla bir arada olmaktan, yiyip içmekten, söyleşmekten hoşlanıyordun.Hatta dün gece telefonda o kadar neşeliydin ki, benim yanımdayken hiç böyle görmedim seni.O zaman görüşmememiz gerektiğini düşündüm.Sen yaşam'a karşı benim gibi boşluk duygularıyla tiksinti duymuyorsun.Bunu anlayabilirim, ama katılamam buna, paylaşamam.

...

Bu çok duyarlı bir terazide tartılması gereken bir sorun.Bir incelik ve "sadakat" sorunu.Yaşarken ve ölürken ancak bu sorun bizi insan kılabilir.

...

Turan'ın içtenlikle acı çektiğini algılıyordum.Ama bu acı da eğitilmemişti.

...

Bencildim tabii.Yalnızca beni sevmelerini istemiştim, yalnızca benim yüzüme bakmalarını.Bunu birlikte olduğum herkesten istemiştim.Bunu bağlılık sanmıştım.Başkalarıyla ilgilendiklerinde, yüzüm sapsarı kesilmişti.Hepsi bitiyor sonunda.Ve biten her şeyde bir bayağılık var gerçekten.Ama kim yadsıyabilir onları bir zamanlar sevmiş olduğumu...onların da beni sevmiş olduklarını...Biz sevmiştik, sevebilmiştik!

Selim İleri
Yaşarken ve Ölürken
Everest Yayınları

17 Mayıs 2020 Pazar

Buz, Anna Kavan




Hilmi Yavuz'dan duymuştum: Çocukluğunuzda yetişkinlerin giydiği şapkalardan giymek istediğiniz yaşa geldiğinizde, anlayın ki yaşlanıyorsunuz.

...

"Hiçbir edebi kaygım yok , ama ben edebiyattan yapılmışım." diyordu Kafka.

...

Yazımın kâfi derecede kuvvetli olmadığını muterifim.Kabahat ilham edende değil, bende.

Selahattin Özpalabıyıklar
Çevirmenin Sunuşu

Azalan nüfus, kaybolmuş bir savaşçı üstünlüğünün harabelerinde fareler gibi yaşıyordu.

...

Artık hangimizin kurban olduğu açık değildi benim için.Belki de birbirimizin kurbanıydık.

...

Resmi politikaydı bu, insanlar sakin tutulmalıydı.Ama bu insanlar  ülkelerinin kıyametten kaçabileceğine gerçekten de inanıyorlardı sanki.Hiçbir ülkenin güvenli olmadığını biliyordum, şu anki tahribattan ne kadar uzak olduğunun önemi yoktu, bu tahribat yayılacak ve sonunda bütün gezegeni kaplayacaktı.

...

Bir anın sanrısı, bir sonrakinin gerçekliğine uymuyordu.

...

Sokağa çıkma yasağı vardı: evlerde hiç ışık görünmüyordu, caddeler boştu.Dışarda kalmakla tehlikeye giriyordum, ama buna dikkat edemeyecek kadar ümitsizlik içindeydim.

...

Anna Kavan
Buz
Everest Yayınları
Türkçesi: Selahattin Özpalabıyıklar

19 Mart 2020 Perşembe

veranda, herman melville, toplu öyküler


...

Birkaç mil sonra tepelerin yakınına vardım; ancak bulunduğum yerden onları göremiyordum.Kaybolmadım, çünkü yol kenarındaki altın renkli filizlerin kılavuz kaptanlar gibi bana altın pencereye giden yolu gösterdiklerinden kuşkum yoktu.Onları takip ederek birilerinin ancak uyurgezer, günün telaşına rağmen uyanmamış tembel davarlarıyla geçebileceği, üzerinde ot bitmiş yolların bulunduğu tenha ve uyuşuk bir yere vardım.Otlamamışlardı, zira efsunlular asla yemek yemez.En azından gelmiş geçmiş en bilge filozof olan Don Kişot böyle der.

...

Her gece perdeler kapandığında karanlıkla beraber, gerçek de çöker.Dağda ışık oyunları artık olmaz.Marianna'nın ve başka pek çoğunun yüzü, gerçek bir hikayedeki gibi beni büyülerken verandamda bir ileri bir geri yürürüm.


Herman Melville
Veranda
Toplu Öyküler
Everest Yayınları
Türkçesi: Burcu Erdoğan

elma ağacı, herman melville, toplu öyküler


...

Saat iki.Böcekten haber yok.Tık tıklar kesik kesik.Karım neredeyse uyudu.

Saat üç.Böcekten haber yok.Tık tıklar oldukça sakinleşti.Julia ve Anna'nın neredeyse uykusu gelmek üzere.

Saat dört.Böcekten haber yok.Tık tıkla düzenli, ancak canlı değil.Karım, Julia ve Anna sandalyelerinde uyukluyorlar.

Saat beş.Böcekten haber yok.Tık tıklar zayıfladı.Bendenize bir ağırlık çöktü.Diğerleri hala uyuyor.

...

Bu eşine rastlanmamış bir olay değildi.Masanın ahşabı pek çok böceğin ilgisini çeken türde bir ağaç olan elma ağacındandı.Böcekler meyve bahçesindeki canlı ağacın kabuğunda duran yumurtalarından çıkmışlardı.İkinci böceğin içinden çıktığı deliğin konumu dikkatle incelendiğinde, dairenin korteks katmanlarına bakıldığında ve sonra da böceğin açmış olduğu yol üzerindeki damardan bir buçuk inç pay bırakarak yüzeydeki tüm korteks katmanların sayısı hesaplandığında, yumurtanın ağacın kesildiği tarihten yaklaşık doksan yol önce ağaca bırakılmış olduğu ortaya çıktı.Ancak ağacın kesimi ve şimdiki zaman arasında ne kadar zaman vardı?Çok eski bir masaydı.Masanın seksen yaşında olduğunu varsayarsak, bu böceğin yumurtasını bırakmasının üzerinden yüz yetmiş sene geçmiş olduğu anlamına gelir.En azından Profesör Johnson'un hesapları böyleydi.

...

Ben hala hayaletlere inanıyorum, tek fark önceden onlara korkuyla inanırken şimdi coşkuyla inanıyor olmam.

Herman Melville
Elma Ağacı
Toplu Öyküler
Everest Yayınları
Türkçesi: Burcu Erdoğan



ben ve bacam, herman melville, toplu öyküler


Kardinal Wolsey'in* "ben ve kral" demesi gibi ben de her defasında "ben ve bacam" desem bile bacamdan önce geldiğim bu bencil konuşma tarzı gerçeği pek yansıtmaz, zira yukarıdaki hadsiz sıralama dışındaki her şeyde üstünlük bacamdadır.

*Thomas Wolsey (1473-1530) İngiliz, Kardinal; bir dönem kralın sağ koluydu ve yönetimde büyük bir etkiye sahipti.

...

Garip görüntüsü, çatısından çok hassas zeminiyle ilgilidir.Seneler önce eski evin üçgen biçimindeki orijinal çatısı sızdırmaya başladığından o zamanki ev sahibi kocaman, enine kesen bıçkıları olan bir grup ormancıyı görevlendirmiş ve onlar da eski üçgen çatıyı tamamen doğramaya girişmiş.Zavallı üçgen, tüm kuş yuvaları ve çatı pencereleriyle birlikte yok olup gitmiş.Yerine yaşlı bir sayfiye beyefendisinin evinden çok bir demiryolu barınağı için daha uygun olan modern bir çatı yapılmış.Bu işlem -yapıyı beş metre kadar yükselterek- bacada büyük nehir dalgalarının çarpmasına benzer bir etki yapmış.Garip bir şekilde bütün baca çevresine sular birikince aynı zat bunun üzerine bacanın kafasını keserek onu beş metre kısaltma yoluna gitmiş.Bu davranış krallığa karşı işlenmiş bir suç sayılabilirdi; eğer tavuk ticareti yaptığı için boyun koparmada ustalaşması gibi hafifletici bir sebebi olmasaydı, bu önceki ev sahibinin Cromwell'le* aynı arabada doğruca kaderine uğurlanması gerekirdi.

*Oliver Cromwell (1599-1658), İngiliz diktatör.Ölümünden sonra idama mahkûm edilmiş ve cesedinin asılmasına karar verilmiştir.

...

Bütün ressamların tablolarında çürüme palmiyelerle betimlenir, ben sarmaşığı tercih ederim.Aslında, benim yaşlı bacam için en uygun yerin sarmaşıklarla kaplı eski İngiltere olduğunu sık sık düşünmüşümdür.



...

"Ah, büyüsün diye toprağını belliyorsunuz.Sizin bacanız, bayım, siz küçük olduğunu düşünüyorsunuz sanıyorum, ama özellikle yukarıda biraz işlem yapmayı gerektirmiyor mu?"

"Bayım!" demiştim küreği yere atarak, "kişisel meselelere girmeyin.Ben ve bacam..."

...

Eğer Jül Sezar öyle ölçüsüzce büyük olmasaydı Brutus'un, Cassius'un, Antony'nin ve diğerlerinin daha büyük olduğunu söylerlerdi.Benim bacamın büyüklüğü de böylesine kudretli olmasaydı, odalarım daha geniş olurdu.Karım bana kim bilir kaç kere kaba bir şekilde bacamın tıpkı İngiliz aristokrasisi gibi bütün çevresini daraltan bir gölge yaydığını söylemiştir!

...



O, doğuştan planlayıcıdır.Olan her şey doğrudur ilkesi ona hiç uymamaktadır.Daha çok olan her şey yanlıştır ilkesini takip eder ve daha da kötüsü ona göre, olan değiştirilmelidir, hem de hemen.Haftanın yedi gününü tatil ilan etmiş ve endüstri denen ücretli terörden kendini korumuş benim gibi uykulu, yaşlı bir hayalci için, karısının bu ilkesi oldukça tehlikeli bir hal alabilir.

Eğer ruhlar cennette eşleşiyorsa, benim karım orada I. Petro'nun karısı olabilir.Karman çorman o koca imparatorluğu, karşısındakinin kafasını ütüleyerek tek başına nasıl da çekip çevirirdi.

...

Yaşlı olduğumdan, etrafımdaki şeylerin de yaşlılığından hoşlanmaya başladım; bu yüzden ihtiyar Montaigne'i, eski peyniri, yıllanmış şarabı pek severim; genç insanlardan, ekmek arası köftelerden, yeni kitaplardan ve olmamış patateslerden sakınırım; pençe ayaklı ihtiyar iskemleme, yumru ayaklı komşum Deacon White'a ve bir yaz akşamı evin içinden pencere kenarında dirseğime yaslanırken diğer tarafta kendi dirseğine yaslanan benden yaşlı asmama ve hepsinden önemlisi de yüksek bacama pek düşkünümdür.

...

Had safhadaki enerjisinin gayet iyi farkında olan karım bana sık sık tüm işlerimin sorumluluğunu almayı teklif etmiştir.Başkaca bir kural koymadan, muhterem V. Charles gibi bir tür manastıra kapanarak ev idaresinden elimi eteğimi çekmem için yanıp tutuşur.Ama aslında baca dışında ortaya koyduğum otorite pek zayıftır.



...

Hemen hemen bütün odalar dört bir yandan şömine olarak yararlanmak amacıyla bacaya yanaşmıştı.Bacanın onlara gidecek hali yoktu; onların gelmesi gerekliydi.Bunun sonucu olarak hemen hemen her odanın, felsefi birer sistem gibi kendine özgü bir girişi vardı ve buradan da diğer odalara geçişler oluyordu.Evin içinde sonsuza kadar bir yerlere gidiyor ve hiçbir yere ulaşmıyor gibiydiniz.Tıpkı birinin ormanda kaybolması gibi; baca etrafında döner durursunuz ve eğer bir yerlere varacak olursanız bu ilk başta bulunduğunuz yerdir, böylelikle bir kez daha hiçbir yere gidememiş olarak baştan başlarsınız.

...

Baca yüce devamlılığı temsil eder.Eğer yenilikçiler tarafından rahatsız edilmezse, gelecek yıllarda bütün ev onun etrafında parça parça dökülünce bu baca hala yaşıyor olacak -işte bir Bunker Hill heykeli* Hayır, hayır, hayır, hanım, omurgamı kaldırıp atamam.

*Bunker Hill: Amerika'nın 294 basamağı olan ilk dikilitaşı.

...

Dört metre; on altı metrekare!Bayım, bu ev sanki sadece bacanızın yerleşmesi için inşa edilmiş.

...



Çok uzun zamandır bir arada bulunduğumuz için ben, bacam ve pipomun üç büyük kafadar olduğumuz düşünüldüğünde, ben ve pipoma dair olumsuz izlenimler olabilir, çünkü pipomun üçümüzün en iyisine, yani bacaya karşı olan bu projeye izin vermesi ya da daha ziyade ben ve pipomun hiçbir şeyden haberi olmayan ihtiyar yoldaşımıza gizlice komplo kurmamız söz konusu gibi görülebilir.Fakat, aslında, toprağın oğulları olarak pipomun ve benim, dostumuza ihanet etme fikri bize çok aykırıdır.Ayrıca biz barış yanlısıyızdır.Ortak dostumuza karşı işlediğimiz bu kusur hep bu barış aşkındandı ve en kısa zamanda telafi edilmesi gerekiyordu.Fakat daha iyi ve cesur düşüncelerin hemen geri geldiğini eklemekten büyük sevinç duyuyorum ve bunları burada kısaca açıklamaya çalışacağım.

...

"Kimin kalbi kırılırsa kırılsın *Holofernes illa kendi dediğini yapacak" dedi karım ertesi sabah kahvaltıda yarı öğretici, yarı kınayıcı tarzıyla ki bu onun en hareketli ataklarından çok daha zor başa çıkılan bir tarzdı.

*Holofernes: İncil kahramanı Judith tarafından başı kesilen Asurlu komutan.

...

Zavallı Polonya'nın bölünmesi, karımın ve kızlarımın bacamı parçalara ayırma merakından daha acımasız değildi.

...

Herman Melville
Ben ve Bacam
Toplu Öyküler
Everest Yayınları
Türkçesi: Burcu Erdoğan

18 Mart 2020 Çarşamba

çan kulesi, herman melville, toplu öyküler



"Bu güçler zenciler gibi, insanı sessizce ele geçirir; 
efendilerinin üstünlüğünü dikkate alarak hizmet ederken intikam planları yaparlar."

"Dünya hırs gazabına uğramış.
Ancak her gazap kendi tükenişine mahkûmdur."

"Daha büyük bir özgürleşme peşinde koşan insanlık, 
zorunluluğun egemenliğini aşıyor."

Özel bir el yazmasından.

...

Böyle bir kütlenin döküm işi, ustası için hiç de küçümsenecek bir zafer değildi; öte yandan devletin de kendine pay çıkarmadan edemeyeceği bir zaferdi.Suç örtbas edildi.İyiliksever kişilerin nezdinde, bu eylem alçaklıktan değil, ani estetik tutku dalgalanmalarından kaynaklanıyordu.Arap atının çiftesi, atın kötü huyundan değil, içgüdülerinden kaynaklanıyordu.

...

Bannadonna, kızlarla ve çelenklerle bezeli çanın altında, kanlar içinde yüzüstü yatıyordu.Una'nın ayaklarının dibindeydi, başı yatay doğrultuda Una'nın sol eliyle Dua'nın elini yakaladığı noktaya denk gelmişti.Mahzun yüzüyle çivilenmiş Sisera'ya doğru eğilen Jael* gibi, Bannadonna'nın üzerine doğru eğilmişti, bu kez üzerinde cüppesi yoktu.

*Eski Ahit, Hakimler Kitabı; Kenan Kralı Yavin'e bağlı ordu komutan Sisera, ordusu İsrailliler tarafından bozguna uğrayınca yaya olarak kaçıp Kenanoğulları'ndan Hever'in karısı Yael'in çadırına sığınır.Yael Sisera'yı bu çadırda bir çadır kazığını şakağına saplayarak öldürür.

...


İngiliz şair Edmund Spenser'ın (1552-1599) tamamlanmamış "Faerie Queene" (Periler Kraliçesi) adlı şiirinde Adalet'i simgeleyen şövalye Artegal'ın sadık kölesi metal Talus, uzun sağlı orağıyla Artegal'in emirlerini yerine getirir ve adaleti acımasızca uygular.Sonunda Artegal kötü kalpli Radigung'un kölesi haline geldiğinde onu kurtarmaz.

...

O gerçek bir sanatçıydı, tam bu noktada kendini kaptırdı, belki de Una'nın o garip bakışını yumuşatma arzusuyla kendini fazla kaptırdı; kim bilir belki daha önce başkalarının önünde umursamaz gibi görünse de bu bakış, dikenini gizliden gizliye kendi ruhuna batırmıştı.

...

İşte böylece gözleri görmeyen köle, kendisinden daha kör efendisine itaat etmiş, ancak itaat ederken onu vahşice öldürmüştü.İşte böylece yaratıcı, yarattığı eser tarafından öldürülmüştü.Çan, kule için fazla ağır gelmişti.Çanın başlıca zayıflığı, insan kanıyla yaralandığı yerdeydi.Sonuçta düşüşün sorumlusu yine gurur oldu.

Herman Melville
Çan Kulesi
Toplu Öyküler
Everest Yayınları
Türkçesi: Burcu Erdoğan

bekar erkekler cenneti ve beka kızlar cehennemi, herman melville, toplu öyküler


Bekâr Erkekler Cenneti

...

Miğfer artık peruktur.Zamanın sihirli değneğiyle Tapınak Savaşçısı bugünkü avukata dönüşmüştür.

...

İyi yaşamanın, iyi içmenin, iyi hissetmenin ve iyi konuşmanın sessizce ilerleyişinin kusursuzluğu hepimizi sarsmıştı.Biz bir kardeş takımıydık.Bu samimi evin rahatlığı gecenin en önemli özelliğiydi.Ayrıca bu telaşsız erkeklerin gergin bir şekilde düşünmeleri gereken karıları ya da çocuklarının olmadığını açıkça görebilirdiniz.Bekarların hemen hemen hepsi de gezgindi; çünkü özgür bir şekilde ve cehennem acısı çektiren vicdan azaplarına kapılmaksızın tek başlarına yolculuk edebiliyorlardı.

Acı denen şey ya da yersiz endişe, bu bekarların hayalgücüne son derce anlamsız geliyordu.Dünyaca ünlü burslara layık görülmüş, felsefe ve ziyafetler üzerine çok geniş bilgiye sahip olan özgür iradeli bu insanlar nasıl olur da kendilerini keişi hikayelerine kaptırırlardı?Acı!Dert!Katolik mucizeleri!Yok böyle bir şey!

...

Keyifli olmalarına rağmen, bekarların yemekleri de tıpkı hayatları gibi sonuza kadar devam edemez.Ayrılma zamanı geldi.Kimisi uykuya dalmadan önce yan odaya giderek Decameron'u okumak, kimisi nehir kenarındaki serin bahçede gezinirken puro içmek, kimisi caddeye inip araba çağırmak ve şehrin uzak yerlerindeki evlerine rahatça götürülmek üzere birer birer şapkalarını alarak ve sohbet ederek uzaklaştılar.

...

Bekâr Kızlar Cehennemi

...Ellerinde boş, beyaz katlama makinalarıyla boş kağıtları katlayan, boş gözlerle etrafa bakan kızlar, boş tezgah sıralarında oturuyordu.

Bir köşede ağır, ahşap bir tezgah üzerinde sürekli inip çıkan, piston gibi bir şeyle kocaman hantal bir demir yığını vardı.Önünde, pistonun her aşağı hareketinde güllerden yapılmış bir tacı andıran yarım tabakalık renkli kağıt destesiyle demirden hayvanı besleyen uzun boylu bir kız duruyordu.Bir kırmızı renkli kağıda bir de solgun yanaklarına baktım, ancak hiçbir şey söylemedim.

...

Kısa bir süre sonra kendine gelmeye başlayan yanaklarımda korkunç bir acı hissettim.Sanki iki cılız köpek iki taraftan onları kemiriyordu.Aktaion* gibiydim.

*Aktaion: Yunan Mitolojisinde Artemis tarafından bir geyiğe dönüştürüldükten sonra kendi köpekleri tarafından parçalanan avcı.

...

Aynı şekilde buradaki kızlar da bu boş, paçavralı hayatın kemirici solgunluğundan geçerek ölüme gidiyor.

...

Kendilerini parçalayacak olan o kılıçları, kendi cellatlarını kendileri bileyliyorlar, diye düşündüm.

Bu kızları böylesine kağıt gibi beyazlaştıran nedir, delikanlı?

"Sanırım" dedi muzip bir bakışla, cahilce bir şakacılık ve farkında bile olmadığı bir acımasızlık içinde, "Sanırım sürekli beyaz kağıt parçalarıyla uğraştıkları için böyleler."

...

Herman Melville
Bekar Erkekler Cenneti ve Bekar Kızlar Cehennemi
Toplu Öyküler
Everest Yayınları
Türkçesi: Burcu Erdoğan

zenginin artıkları, herman melville, toplu öyküler


...Fakat imparatorlar, prensler, krallar ve mareşaller genellikle et ve yemekle beslenmezler.Artıkları da buna göre oluyor elbette.Söyler misiniz bana, hiç kralların artıkları sincapların artığıyla aynı olur mu?

---

Kral şölenlerinin parlaklığından kalan artıklarla, etsiz börek parçalarıyla, paramparça edilmiş sülünlerle yarı ezilmiş jölelerle geçirilen bu yarım saat, sadakanın içindeki küçümseme duygusunu hatırlatma görevi görüyordu.Bu ani galeyanda ya da onları saran o gizemli güç her ne ise, bu Lazaruslar, zengin adamların hakaret dolu artıklarını pişmanlık dolu bir öfkeyle kusmaya hazır görünüyorlardı.

---

"Kutsal cennet beni Londra'nın saygıdeğer cömertliğinden korusun" diye iç geçirdim o gece yara bere içerisinde yatağımda uzanırken, "beni fukaranın tatlısından da zenginin artığından da koru yüce Tanrım."

Herman Melville
Fukara Tatlısı ve Zenginin Artıkları
Toplu Öyküler
Everest Yayınları
Türkçesi: Burcu Erdoğan

fukara tatlısı, herman melville, toplu öyküler


...
Hasat zamanından hemen önce yağan bu yumuşak mart karına fukara gübresi denir.Tatlı cennetten toprağa damlayarak ve yavaş yavaş içine işleyerek her toprak parçasını ve saban izini besler.Bu, fakir bir çiftçi için en az zengin çiftçinin kullandığı vitaminler kadar iyidir.Üstelik zengin adamın bunları toprağa serpmesi gerekirken fukaranın böyle bir şeye ihtiyacı yoktur.

---

Siz hiç fukaranın göz damlasını duymuş muydunuz?
Hiç duymadım.
Bu yumuşak mart karını alın, eritin ve bir şişeye koyun.Alkol kadar saftır.Zayıf gözler için dünyadaki en iyi şeydir.Şahsen benim de bundan bir damacanam var.Fakat gözlerinden derdi olan en fakir adam da bu sınırsız ilaçtan yararlanabilir.Gördünüz mü ne tatlı bir erzaktır bu!

---

Siz hiç fukara yumurtasını duydunuz mu?
Şimdi, yumurta kullanılması gereken unlu bir yemeği pişirme hazırlıkları sırasında, yumurtanın yerine geçebilecek malzeme, maya işlevi gören bir bardak yağmur suyunda bulunabilir.Ev kadınları da bu amaçla kullanılan yağmur suyuna fukara yumurtası adını verir.Ve birçok zengin adamın kahyası bu yöntemi kullanır.

---


Ah bayım, keşke dünyaya gelmek üzere olan minikler yürekleri burkarak bu dünyadan ayrılan ufaklıklar olsaydı; geri dönen dostlar olurlardı, yabancılar değil...Ama hep yabancılar, her zaman yabancılar!Yine de bir anne onları sevmeyi hemen öğrenir; kesinlikle bayım, diğerlerinin gittiği yerden gelir onlar.İnanmıyor musunuz?Evet, bütün iyi insanların inanması gerekir.Ama hale küçük William ve Martha'nın cennette olduklarını düşünerek ve şuradaki Dr. Doddridge'i okuyarak kendimi mutlu etmeye çalışıyorum.Tıpkı çatımızdan içeri sızan yağmur gibi karanlık ıstıraplar peşimizi bırakmıyor.Burada her geçen gün daha da yalnızlaştım; sevgili William gider gitmez tüm gün, tüm bir nemli gün boyunca keder ince ince ruhuma yağıyor.Ama Tanrı'ya beni bu yüzden bağışlaması için dua ediyorum ve bir de tabii elimden geldiğince idare etmeme yardım etmesi için.

---

Kışın fukaraların odalarının havalandırılmaması -onlarla inadına bütünleşmiş bir şeydir bu- sıhhatlerine karşı girişilmiş cahil bir ihmalkarlık olarak onlara fatura edilir.Ancak fukaranın içgüdüleri sandığımızdan çok daha bilgedir.Odaya dolan hava aynı zamanda orayı soğutur.Üşüyen bir kişi için havası kötü sıcaklık, iyi havalandırılmış soğuktan iyidir.İnsanlığın insanlık hakkında ileri sürdüğü saçmasapan fikirler arasında hiçbiri, iyi evlerde oturanların, iyi ısınanların ve iyi beslenenlerin, fakirlerin alışkanlıkları hakkındaki varsayımları kadar ileri gitmez.

...

Herman Melville
Fukara Tatlısı ve Zenginin Artıkları
Toplu Öyküler
Everest Yayınları
Türkçesi: Burcu Erdoğan

14 Ekim 2019 Pazartesi

mephisto, bir kariyerin romanı, klaus mann



İnsan böyle güler mi hiç?Doğru dürüst bir hayat yaşayan hiç kimse böyle gülmez...

---

Sahnedeki orkestra, Richard Strauss'un senfonilerini icra edecek kadar kapsamlıydı.Ama küstah bir kakafoni içinde yalnızca askeri marşlar ve Reich'ta zenci ahlaksızlığı diye ayıplansa da başbakanın doğum gününde mahrum kalmak istemediği şu caz müziği çalıyordu.



---

Bonetti'nin alnında öfkeden şişen damarları görülüyordu ama öfkesinden suratında siyah çukurlar çıkaran Hans Miklas'tan daha derinden ve tutkulu kızan kimse yoktu.

---

Theophil yine ciddileşmişti.Düşünüyor gibiydi, düşünürken de siyah bıyığının altındaki mor dudakları durmadan kıpırdıyordu.Ağzının bu heyecanlı oyunu insanı ürpertiyor, et yiyen bitkilerin veya önlerindeki yemi kapan balıkların hırsla emme hareketini hatırlatıyordu.

---

Başkalarının acıları konusunda tecrübeliydi fakat küçüklüğünden beri kendi acılarını, kendi çaresizliğini çok ciddiye almayı veya paylaşmayı kendine yasak etmişti.

---



"On bir, on iki yaşlarındaydım, bizim lisenin erkek korosunda şarkı söylememe izin verdiler.Çok sevinmiştim, galiba diğer herkesten de daha iyi şarkı söyleyebiliyordum -şimdi o küçük, şeytani hatıra geliyor, dikkat et, anlatınca hiç de öyle berbat gelmeyecek.Bizim erkek korosu bir düğün vesilesiyle kilisedeki merasime eşlik edecekti.Büyük bir olaydı, hepimiz çok heyecanlıydık.Bense şeytana uydum, öne çıkmak istiyordum.Koromuz ilahiye başlayınca iğrenç bir fikre kapıldım, herkesten bir oktav tiz söyleyecektim.Sopranomla acayip övünüyordum, galiba tiz sesim kubbede yankılanınca güzel bir efekt yapar diye düşünüyordum.Gururdan kabara kabara orada dikilip keskin sesimle şarkı söyledim, koroya şeflik eden müzik hocası o an cezalandırmaktan çok, tiksinmiş gözlerle bana bakıp şöyle dedi: 'Sessiz ol be!' Anlıyor musun, Barbara?" diye bağıran Hendrik ellerini alev alev yanan yüzüne koydu."Ne kadar dayanılmaz olduğunu anlıyor musun acaba?Kuru kuruya, o kadar sessizce dedi ki 'Sessiz ol be!' diye.Bense kendimi sevinç nidaları atan bir büyük melek sanıyordum..."Hendrik'in sesi kesildi.Uzunca bir aradan sonra, "Böyle hatıralar bazen içine girmek zorunda kaldığımız küçük cehennemler gibidir..." dedi.



---

Hendrik Höfgen gibi adamların sağlayabileceği tek mutluluk tahrik edici varlıklarının, büyüleyici yakınlıklarının mutluluğuydu...

---

Her şeye oyunmuş gibi, soğuk bir merakla el atıyorsun.Devrim inancı senin için ilginç bir psikolojik tezahürden ibaret.Bizim içinse hayatın en kutsal gayesi.

---

Hakikatin ve geleceğin bizde olduğunu daha bugünden biliyorsunuz.Ama itiraf edip sonuçlarına katlanmaktan biraz korkuyorsunuz, o kadar.


---

Onun devrimci taktiği, Devrimci Tiyatro'nun provalarına başlamamak için her gün yeni kulplar bulmaktı.

---

Kendisi, babası veya arkadaşları için kıymetli ve vazgeçilmez ne varsa hepsinden nefret edip tiksindiğini fark ediyordu.

---

Barbara ise şöyle düşünüyordu: "Almanya'nın şerefinden ötürü niye böyle heyecanlanıyor?Bu anlaşılmaz kavramla tasavvur ettiği nedir acaba?Almanya'nın yine tanklarının ve denizlatılarının olması onun için sahiden bu kadar önemli mi?Önce şu kötü öksürüğünden kurtulmaya, iyi bir rolde başarılı olmaya ve her gün karnını doyurabilmek için biraz daha para kazanmaya bakması lazım halbuki.

---

Burada iktidara talip olan cehennemin ta kendisi.

---



Hendrik'in övündüğü "hayatın merkezine" aşık Nicoletta sahiptir.Başkaları da buna sahip olduğunu iddia edebilir, mücadele ve sabırla "o günü" bekleyen Ulrichs mesela.Bu inançlı adam kendine ve inanan dostlarına "O gün gelecek!" diye vaatte bulunmaktadırçGenç Miklas'ın içindeki ses de neşeli bir kesinlikle, "O gün gelecek!" diye müjdeler.Kastettiği, Führer'in nihayet iktidara geleceği güzel gündür: O gün bütün düşmanları mahvolacaktır.Herkesten önce mahvolacak kişi de en fena ve iğrenç düşmanı Höfgen'dir.Miklas'ın, kariyerini uzaktan aciz bir garazla izlediği bu menfur adamın düşüşü "büyük günün" en mutluluk veren olayı, planın da bir parçası olacaktır.

---

Bu ülkede iktidarı pis yalanlar gasp etmekte.Toplantı salonlarından, mikrofonlardan, gazete sütunlarından, beyaz perdeden böğürtüler çıkıyor.Ağızlarını açınca irin çıkıyor, leş kokusu yayılıyor.Bu koku birçoklarını ülkeden kaçırıyor, kalmaya mecbur olanlar içinse zindana, berbat kokan bir hapishaneye dönüyor.

---

Ah, yollarda kıyamet atlıları geziyor, ülkeye yerleşip iğrenç bir idare kurmuşlar.Buradan dünyayı fethetmek istiyorlar: Evet, niyetleri bu işte.Kıtalara hükmetmek, denizlere hakim olmak istiyorlar.Biçimsizlikleri her yerde sevilip sayılacak.Çirkinliklerine yeni bir güzellik diye hayran olunacak.Bugün gülerken yarın önlerinde diz çökecekler.Küçük düşürüp mahvedebilmek için harp yoluyla dünyaya saldırmaya kararlılar -tıpkı bugün hükmettikleri ülkeyi, üstünde kafra bulutlar dolaşan ve tanrının öfkeyle sırtını döndüğü vatanımızı küçük düşürüp mahvettikleri gibi.Vatanımız karanlıklar içinde.Eyaletlerinde kötü adamlar kol geziyor - büyük otomobilleri, uçakları veya hususi trenleriyle.Kibirle dolanıyorlar etrafta.Çarşı pazar demeden her yerde anlatıyorlar safsatalarını.Kendilerinin veya alçak yardımcılarının göründüğü her yerde aklın ışığı sönüyor, ortalığa karanlık çöküyor.



---

Doktor Ihrig yıllarca öfkesini kusmuş, Marksist sanat anlayışının bütün meselelerinde belirleyici mercilerden birine dönüşmüştü.Nasyonal sosyalistler iktidara gelince Neues Börsenblatt'ın Yahudi yazı işleri müdürü makamından çekildi.Hem anne hem baba tarafından bütün atalarının ari ırktan olduğunu ve hiçbir zaman sosyalist partilerden birine mensup olmadığını ispatlayabilen Doktor Ihrig ise gazetede kalabildi.Sonra, pek tereddüt etmeden, baştan aşağı milliyetçi ruhla dolan Neues Börsenblatt'ın sanat köşesini yeniden işgal etmeye başladı.Doktor Ihrig kurnazca, "Burjuvaya ve demokratlara hep karşı olmuşumdur," diyordu.Gerçekten de eskisi gibi "gerici liberalizme" karşı ateş püskürmeye devam edebiliyordu - tek değişen, antiliberal tavrının biçimiydi.

---

Birbirleri hakkında düşünceleri aynıydı: "Tabii, azizim, sen de aynı benim kadar adi bir herifsin." Bu düşünceyi ikisi de birbirlerinin gözlerinden okuyabiliyordu.Onun için utanıyorlardı.

---



Kötülüğün bu derece kendinin farkında olması, şeytanın, tüyler ürperten mertebesinden duyduğu gurur çok eğlendirmişti onu.

---

Hadi itiraf edin: Topluluğa bal gibi de uymaktadır, onların sahte haysiyetinin, isterik coşkusunun, kibirli bilmişliğinin ve ucuz şeytanlığının aynısına sahiptir.







---

İktidara gelmelerini hasretle beklediğin makam ve şahıslara başkaldırmaya cüret ediyorsun.Ama sen zayıfsın, genç Miklas, koruyucun da yok.

Sevdiğin iktidar zalim.Eleştiriye tahammülü yok, başkaldıranlar da paramparça ediliyor.Paramparça ediliyorsun çocuk, içtenlikle tapındığın tanrılar tarafından.Yere düşüyorsun, küçük bir yaradan bir parça kan sızıyor otlara, dudakların da ışıldayan alnın kadar beyaz artık.

Kimse ağlamaz mı acaba bu düşüşe, bu kadar büyük, bu kadar ateşli ve bu kadar fenalıkla boşa çıkraılmış bir ümidin sona erişine?Kim ağlayacaktı ki?Neredeyse hep yalnızdın.Annene yıllardır yazmıyordun, yabancı biriyle evlenmişti, baban zaten ölü, Dünya Savaşı'nda öldürülmüştü.Kim ağlayacaktı ki?Cefalarla harcanmış gençliğinin, cefalı ölümünün üstüne kim bir şeyler örtecekti?Bari biz kapayalım gözlerini de daha fazla açık kalıp bu suskun yakarış, bu tarifsiz sitemle bakmasınlar göğe doğru.Çetin yaşamının izin verdiğinden daha müsamahakâr olabildin mi artık, zavallı çocuk?Olduysan bağışlayabilirsin belki, cesedinin üstüne tek eğilenlerin biz düşmanların olmamızı.

...
Mephisto (1981) - Istvan Szabo


İhanete uğramayan hiçbir şey kalmadı, elbette kalmayacaktı, derken bir sabah odanda birtakım üniformalı herifler bitiverdi, daha önce de işin olmuştu onlarla, eski tanıdıklardı - aşağıda bekleyen bir arabaya binmeni rica ettiler.Çok fazla karşı koymadın.Şehrin birkaç kilometre dışında bir koruya götürdüler seni.Serin bir sabahtı, üşüyordun ama eski arkadaşlarından battaniye veya palto veren olmadı.Araba durdu, birkaç adım yürümeni emrettiler.O birkaç adımı yürüdün.Otların kokusunu bir defa daha duydun, sabah rüzgarı dokundu alnına yine.Dimdik duruyordun.Arabadakiler yüzünün tarifsiz kibirli ifadesinden korkabilirlerdi ama yüzünü görmüyorlardı, tek gördükleri sırtındı.Sonra silah sesi geldi.

Haftalardır sahne almadığın devlet tiyatrosuna araba kazası geçirdiğini bildirdiler.Haberi metanetle karşıladılar, doğruluğunu kontrol etmeye meyilli kimse yoktu.Fraulein Lindenthal şöyle dedi: "Korkunç, gencecik oğlan.gerçi pek sevmezdim.Bilmem neden, rahatsız edici duruyordu, sizce de öyle değil mi, Hendrik?Bakışları çok fenaydı..."



---

Gerçek Alman gençliği dünyaca ünlü yaşlı adamı iyi bir dövmeye, sonra bir arabaya bindirip en yakın toplama kampına teslim etmeye kararlıydı.Çete, villada sadece korkudan titreyen bir hizmetçi bulunca kudurdu.Milli dava uğruna yine de bir şeyler yapmak, gece gezintilerine de biraz anlam katmak için yaşlı kadıncağızı biraz tartakladılar, üst kattaki kütüphanede eğlenmeye başlamadan önce de onu bodruma kapattılar.Gerçek Alman gençliği Goethe ile Kant'ın, Voltaire ile Schopenhauer'in, Shakespeare ile Nietzsche'nin eserleri üstünde tepiniyordu.Bu üniformalı gençlerin tiksintiyle yaptıkları tespite göre hepsi Marksizmdi.Lenin ile Freud'un yazıları şömine ateşine düştüğümnde sevinçten dans etmeye başladılar.Evlerine dönerlerken, müsteşarın evinde nihayet birkaç güzel saat geçirebildiklerini söylüyorlardı.

---

Artık Dostoyevski ruhuyla yapılacak bir şey kalmamış, Herr Katz ticaret dairesine kesinkes hapsolmuştu.

---

Eskiden yumruğunu sıkıp kızıl cephe selamıyla karşıladığı komünist sahne işçilerinden hiçbirinin tiyatroda bulunmadığını görünce bir ferahlık hissetti.Kaldıkları yeri sormaya cesaret edemiyordu.Belki döve döve öldürülmüş, belki içeri atılmış, belki göç etmişlerdi.





Mephisto
Bir Kariyerin Romanı
Klaus Mann

Everest Yayınları
Türkçesi: M. Sami Türk

Sahneler:
Mephisto (1981)
Istvan Szabo

13 Ekim 2019 Pazar

çehov öykülerimden, bütün öyküleri - 3 (1886), everest yayınları

Burnu öylesine uzundu ki, bir şeyi incelerken kuşlar gibi başını yana döndürmek zorundaydı.
...
Neyse, değerli konuğumuzu fazla bekletmedik.Mayıs başlarında iki araba dolusu kocaman bavullarla çıkageldi.Bavulların iriliği öylesine etkileyiciydi ki, arabacılar indirirlerken saygıyla şapkalarını çıkarıyorlardı.

Ben, "Bu sandıklar üniformayla, barutla dolu olmalı," diye düşündüm.

"Niçin barutla" diyeceksiniz.Çocukluk anlayışım generalliği top ve barutla özdeşleştiriyordu.
...
Fiodor Petroviç'in karısına kaç kişi güzel derdi ki?Yirmi yaşlarında, kısaca boylu, balıketinde, düzgün görünüşlü, kara gözlü, kara kaşlı, kırmızı yanaklı, hoş bir kadın düşünün.Ancak ne yüzünde ne de bedeninde gözlerinizi dinlendireceğiniz cesur, kararlı bir çizgiye rastlayabilirdiniz, sanki doğa ana onu yaratırken kendinde büyük bir güven ve esin eksikliği duymuş.
...
Sana nasıl söylesem, bilmem ki...Yaşam böyle oluştu kendiliğinden.

(Müsteşar Dayım)
---

Saçı, sakalı öylesine karışık ve sıktır ki, içine bir sinek ya da hamamböceği düşse kurtulması olanaksızdır.
...
Yaşamı yeterince öğrenmemiş kişiler okudukları kitaplara göre canlandırırlar insan ilişkilerini, ama Yegor Savviç kitapları da bilmemektedir.Bir tarihte Gogol'ü okumak istemiş, ikinci sayfada uykusu gelmiştir.

(Yetenek)
---

Moskova'da onuruma düzenlenen bir gecede genç izleyiciler o kadar çok defne çelengi getirmişlerdir ki, yeryüzünde bütün kutsal şeyler üzerine yemin ederim, bunları ne yapacağımı şaşırdım!Parole d'honneur! Sonra bir gün -parasız kaldığım sıralardı- defne yapraklarını topladığım gibi komşu dükkana götürdüm.Ne kadar geldi dersiniz?Tam kırk kilo!Kah kah kah!Paralar öyle işime yaradı ki, sormayın!Bilirsiniz, sanatçılar çoğu zaman züğürttür.Bugün bakarsınız binlerce rublem vardır, yarın meteliğim kalmaz.Bugün bir dilim ekmek bulamam, yarın istiridye, balık yumurtasından başkasını yemem.

(Sevgili)
---

Numara mı yapıyor, diye bizimkinin yüzüne baktım.Hiç de öyle değildi.Koşarak önümüzden uzaklaşan doru atın arkasından bakarken yüzü uysaldı, mutluluğu da atla birlikte gitmiş gibi hüzün vardı gözlerinde.

Anlaşıldığı kadarıyla, kadınların ortada bir neden olmadan sessizce ağladıkları; erkeklerin ise yaşamdan, kendilerinden, Tanrı'dan yakındıkları sinirli, hüzünlü bir ruhsal durum içerisindeydi o sırada.

(Öylesine Bir Olay)
---

Evde herkesin acı çektiğini biliyordu; ancak kim suçluydu, kimin acısı daha büyük, kiminki daha azdı, orası belli değildi.

(Çekilmez İnsanlar)
---

N. ilçesinde kahverengiye boyalı bir devlet binasında birçok daire sırayla hizmet görür: Çiftçilr Birliği, Sulh Yargıçlığı, Köy İşleri, Borsa, Seferberlik Dairesi vb. Havanın kapalı olduğu bir güz sabahı burada gene Bölge Mahkemesi geçici olarak çalışmaya başladı.Söz konusu kahverengi binayla ilgili olarak yerel yöneticilerden biri şöyle nükte yapmıştı:

"Burası akşam okulları gibi hem polise, hem milise, hem adliyeye, hem askeriyeye çalışır."

(Mahkemede)
---

Aslında kimseye bağırdığı, kavga çıkardığı filan yokmuş, erdemleri kusurlarından fazlaymış, gene de evden gidince herkes rahat bir soluk alırmış.Niçin böyle olduğunu kendisi de anlamıyormuş.

(Sıradışı Bir Adam)
---

Bir zamanlar Moskova'da Vladimir Semyoniç Liadov adında bir arkadaşım vardı.Kendisi hukuk fakültesini bitirdikten sonra demiryollarında denetleyici olarak çalıştığı halde ne iş yaptığını soranlara, altın çerçeveli burun gözlüğünün üzerinden ışıl ışıl iri gözleriyle bakar, kadife yumuşaklığındaki sesiyle "Edebiyatla uğraşıyorum," diye mırıldanırdı.
...
"Seni böyle gördükçe içim daralıyor!Wagner Faust operasını yazarken eşelediği çukurdan börtü böcek çıktı, ama ünlü besteci hazine arıyordu.Oysa sen börtü böcek bulmak için kazıyorsun toprağı."

(İyi İnsanlar)
---

Söylevci yağmur oluklarından güldür güldür akan sular gibi kesintisiz, coşkuludur; darağacındaki acıklı sözler kimi meyhanelerdeki hamam böceklerinden daha boldur.Esnaf düğünlerinde yaptığı sonu gelmez, şatafatlı konuşmalarında ise onu susturmak için bazen polise başvurmak gerekir.
...
Mezarlıkta dua okundu.Ölünün kaynanası, karısı, baldızı göreneklere uyup bol bol gözyaşı döktüler.Tabut mezara indirilirken karısı "Beni de onun yanına gömün!" diye bağırdı, ancak alacağı dul aylığını anımsamış olacak ki, kocasının peşinden mezara inmedi.

(Söylevci)
---

Kendim kaçıp köye gelirdim ama pabuçlarım yok, soğuktan ayaklarım donar.Büyüdüğüm zaman unutmam bu iyiliğini, bakarım sana.Ne kimse kılına dokunabilir ne de öldüğünde seni duasız bırakırım.Pelageya anneme de öyle yapmadım mı?

(Vanka)
---

Altın bulut gecelerdi
Dev kayanın koynunda...
Lermontov

Bütün yetenekler genelde çocukluk çağında ortaya çıkar, benim inanma yeteneğim de bebekliğimde masanın altında emeklerken kendini belli etmiştir.Annem çocuklarının bol bol yemelerini isterdi, beni doyururken "Hadi ye!En önemli şey çorbadır!" derdi.Ona inanır; verdiği çorbayı köpek balığı gibi günde on kez, çatlayıncaya, tıksırıncaya dek yerdim.Dadım masal anlatırdı bize; onun anlattığı ev cinlerine, orman cinlerine, her türlü şeytana inanırdım.Babamdan süblime çalar, bunu annemin pişirdiği kurabiyelerin üzerine sürerek ev cinleri yiyip gebersinler diye çardağa bırakırdım.Okumayı, okuduklarımı anlamayı öğrendikten sonra yaptığım saçmalıkların bini bir paraydı artık.Amerika'ya kaçmaya mı çalışmadım, haydutlara katılmaya mı, manastıra sığınmaya mı?İsa'ya edilen eziyeti bana da etmeleri için çocukluk arkadaşlarımı mı ayartmadm?
...
Ben, otuz beş bin birinci böcek türünü bulup gene de doyuma ulaşamayınca oynanan hokkabazlığın ayrımına vardım.Ancak bu yüzden fazla bir hayal kırıklığına uğradım sayılmaz, çünkü yeni bir inanca kendimi kaptırmış, çeşitli bildirileri, karanlık paylaşımları, bir sürü ıvır zıvırıyla nihilizme toslamıştım.Giderek halkın arasına karıştım, fabrikalarda çalıştım, boyacılık yaptım, ırgatlıkla uğraştım.Ülkede oradan oraya savrulurken, Rus yaşamının ruhunu kokladım, bu yaşamın ateşli hayranı kesildim.Rus halkı vazgeçemeyeceğim putum oldu; Tanrı'sına, diline, sanatına gönül verdim, bunlara yürekten inandım.Daha başka neler gelmedi ki başıma!Zamanla Slavcı kesilip Aksakov'u mektuplarımla canından mı bezdirmedim, Ukrayna ırkçılığına mı bulaşmadım, arkeolojiyle mi ilgilenmedim, halk sanatı örnekleri toplamaya mı başlamadım...Olaylar, düşünceler, insanlar, gezip gördüğüm yerler beni kendine bağlayıp sürükledi, bir düşünce akımını bırakıp ötekine kapıldım hep.Beş yıl önce mülkiyetin yadsınmasında karar kıldım.Sonuncu inancım ise kötülüğe karşı koymama felsefesidir.
...
Biliyor musunuz, biz üniversite öğrencisi erkekler arasında kadınlara karşı belli başlı iki türlü tavır takınılır.Birinde kadın kafatasları ölçülür.Amaç, kadınların erkeklerden daha aşağı bir yaratık olduğunu kanıtlamak, onlarda kusur bulup alay konusu yapmak, böylece değişik bir görüş ortaya atarak iyi şeyler yaptığını sanmaktır...İkincisinde ise ellerinden geldiğince kadınları kendi düzeylerine yükseltmeye çalışırlar.Böylece kadınların da kendileri gibi otuz beş bin böcek türünü ezberlemelerini, kendi konuşup yazdıkları saçmalıkları onların da söyleyip yazmalarını isterler.
...
Bir rahibe benim istememle nihilist oldu, sonradan işittiğime göre jandarmalara ateş etmiş.Karım sağda solda serserice sürttüğüm sürece beni bir adım yalnız bırakmadı, yeni düşüncelere kapılıp sürüklenmeme bakarak o da fırıldak gibi yön değiştirdi.
...
Hanımefendiciğim, bazen insan on yıl kimseye açılmaz, düşündüklerini karısından, en yakın dostundan saklar, ama bir gün trende rastladığı bir askeri lise öğrencisine boşaltıverir içinde birikenleri.
...
Doğa, Rus insanına olağanüstü bir inanma yetisi, irdeleyici bir akıl, büyük bir düşünme gücü vermiştir; gelgelelim bütün bunlar tembellik, umursamazlık, hayalci bir uçarılık engeline çarparak darmadağın olurlar...Gerçek bu...

(Yolda)
---

Biliyor musunuz, uzağı görmeyen, onurlarına fazlaca düşkün insanların öyle anları olur ki, mutsuzluklarını düşünmek onlara bir çeşit haz verir, hatta çektikleri acılarla kendi kendilerine caka satarlar.Düşüncelerimin çoğu için de bulunduğum acı gerçeği yansıtmakla birlikte, saçma sapan, övünmeye benzer olanları da vardı.Kendi kendime "Daha ne gibi bir felaket olabilir?" diye sorarken bile çocukça böbürleniyor, dünyaya meydan okuyor gibiydim.

(Şampanya)
---

Mutsuzluk insanları birleştirmez, birbirinden koparır; üzüntülerin benzer olduğu, karşılıklı yakınlaşmanın beklendiği durumlarda bile hallerinden oldukça memnun insanlarda görülenden daha çok haksızlık, kötülük yaparlar.

(Düşmanlar)
---

Karşısında Kuznetsov'un kızı Vera duruyordu.Yirmi bir yaşında, her zaman hüzünlü, özensiz giyinen, alımlı bir kızdı Vera.Sürekli hayal kuran, bütün gün yatağa uzanıp ellerine geçirdikleri her şeyi tembel tembel okuyan, hüzünle karışık can sıkıntısı çeken genç kızlar hep böyle gelişigüzel giyinirler zaten.Doğadan zevk ve güzellik duygusu kapmış olanlara onların giyimlerindeki bu özensizlik daha bir çekicilik verir.
...
Köprüye varınca durdu, derin düşüncelere daldı.Kızcağıza karşı niçin böylesine garip, soğuk davranmıştı?Bunun nedenini bulmalıydı.Asıl nedenin dışarıda değil, kendi içinde olduğunu biliyordu.Ve açık yüreklilikle itiraf etti: Bu, zeki insanların böbürlendikleri bir mantık soğukluğu değildi.Bu, ruhsal zayıflık, güzelliği ta derinden duyma yetersizliğiydi.Öğrenim görme, ekmek parası kazanma yolunda verilen karman çorman bir boğuşmanın, otel odalarında kimsesiz yaşamanın çabuklaştırdığı bir içi geçmişlikti.

(Veroçka)

Anton Çehov
Bütün Öyküleri-3 (1886)
Eczacının Karısı
Everest Yayınları