19 Ocak 2012 Perşembe

allah'ın garibi

Allah’ın Garibi

“Llahuekber!”
“-A-“ Anafartalar!
Hoca duaya geçince, en arka sırada ben de “uuu”larıma başladım, “uuu” hastalığım mı vardı, “uuu”lardan bir doktora tezim vardı, “uuu”larım tükenince, Amasya Genelgesi ve Faydalı Cemiyetler’e geçiyorum.Hepsini yüksek sesle okuyorum.Cemaatten biri dayanamayıp namazı bırakıp üstüme yürüdü.Yaka paça dışarı attı beni.İmam selam verdi, cumhur cemaat şadırvanın önüne döküldüler.İhtiyarlar , adamın elinden aldılar beni.İçlerinden biri “Bırakın şu Allah’ın garibini!” dedi.Bütün ışıklarıyla zihnimde bir pano gerildi, bu bağışlayıcı ses, bir cam parçası olup içimde kırılmıştı, gözbebeklerim keskin bir viraj alarak, “Allah’ın garibi!” diyen yaşlı dedeye baktım, “Yok yavrum, hepimiz Allah’ın garibiyiz!” dedi, üstüne yürüdüm, “Sen de mi Allah’ın garibisin!” dedim, “Evet oğlum, ben de, hepimiz Allah’ın garibiyiz!”

Abdest alanlara, tuvalete girenlere, namaz kılanlara, gelip geçene “Allah’ın garibiyim!” demeyene yol vermiyorum.Abdest alanlar, abdestlerini bozmak istemiyor, başlarıyla “evet!” diyorlar, sonra sinirle avuçlarına doldurdukları suyu yere fırlatıp, “evet oğlum, biz de Allah’ın garibiyiz!” deyip başlarından defetmek için kendilerini zor tutuyorlar.Bir zaman tuvalete su taşıdım, tıkanan tuvalet deliklerini elimle ve neşeyle açtım.Sonra bir sopam oldu, bu sopayla çok delik açtık ve çok sevdim onu!

Cımbız üstümü değiştiriyor, ağlıyor makyajı akıyor, “bir daha çıkmayacaksın dışarı, gidersen haberim olacak tamam mı?” diyor, başımı sallıyorum, “bir daha mendireğe gitmek yok, o camiye de hiç gitmeyeceksin!” diye sıkı sıkı tembihliyor.”Bak senin bir öğretmenin mi ne varmış, geçen gün buraya gelip seni sormuş, tekrar gelecekmiş?”…”Bu elbiseleri de kirletmek yok!” deyip üstümü başımı topluyor, tam önümde eğilmişken, “Aaa, senin memelerin var cımbız!” diyorum, Cımbız elime vuruyor, “tüh, sen de erkeksin..!”

“…Bugün söylemeliyim ona, bir çocuk bilmeden yakalamışsa kanatlarından kelebeği, o kelebek uçamaz artık, iğreniyorsun, hayır iğrenmiyorum, benim sopam var,
suçun yok senin, Allah seni bir kereye mahsus yarattı, küçük bir an sadistçe eğlendi seninle, iğreniyorsun, hayır benim sopam var, çıkmasaydı önüne bu lastik çocuklar, çekmeseydi külotunu aşağı, işemeseydi üstüne, o lağım suları, iğreniyorsun, hayır sopam var dedim, yeniden bir ruh yaratılacak sana, hiç öpülmemiş dudaklarla koşacaksın, içinde kördüğüm olmuş minare gibi şeyleri, iğreniyorum, ama sopam var beni, yine bir serçeydin, bir kış günü yine bir çocuk sapantaşıyla vurmuştu seni boynundan, öylesine yıkılmıştık karların içine, güzel bir kız vardı, yanakları vardı, utandırırdı, iğreniyorsun, sopam var, sopam olunca iğrenmiyorum hiçbir şeyden,  ben yalan söylemeyecektim, hiç yalan söylemedim, bütün hayatım bir kiraz lekesi gibi kalsın kimsenin öpmediği o yerde, iğreniyorsun, hayır dedim, hayır, iğrenmiyorum, sopam var benim.

Küçük bir kız çocuğu, dedesinin kucağında, şimdi cami avlusunda oynuyor.Şadırvanın bütün musluklarını açıp kapatıyor, dedesi bağırıyor uzaktan, tekrar zıplayarak, oynayarak açıp kapatıyor, eteğini kaldırıp caminin önünde bir baştan bir başa seke seke koşuyor.Usulca yanına yaklaştım, “Sen de Allah’ın garibi misin!” dedim.Küçük çaplı bir şok geçirdi ve kaçtı.Dedesinin kucağına saklandı.”Hayır kızım, bir şey yapmaz sana, korkma!, sen de ona, ‘ben de Allah’ın garibiyim’ de!”  diye usul usul tembihledi…Küçük kız Merihli görmüş gibi gözlerini hiç ayırmadan bakıyor bana,  çok erken vakit sonsuzluğun kıyılarına ulaşmış ürpertilerle, kaskatı süzüyor beni.

Kendisine hiçbir şey yapmayacağımı ve uzaklaştığımı da görünce koşup arkamdan taş attı.Uzaktan uzağa, “Allah’ın garibiyim, Allah’ın garibiyim!” diye zıplamaya başladı, tekrar taş attı, tekrar seslendi.

Bir zaman sonra, nereden bulmuşsa, bir kedi bulup üstüme doğru fırlattı.Gecenin zifiri karanlığında camda bir ışık silüeti göründü ve kayboldu.Cam olduğu yerde kırıldı, bir şeyler anlattı, bu benim kedim, evet o, İsa diriltmiş miydi onu, kırılan cam ıssızlığımın tam ortasında tekrar sert bir zemine düştü, bu küçük kızla gönderdi onu, kiliseme koştum, İsa’nın koynuna koyduğum kedi yoktu, cesedi yoktu, o halde, İsa bu mehdimiz, işte mucize koynumda,s arıldım ona, bir daha bırakmadım, adını “Allah’ın garibi” koydum.

Sırtımı kilise duvarına verip, kırılan cam parçalarında uçuşan ve kaybolan resimleri ayıkladım, tek tek hepsine baktım, bir yerlerime birkaç çizik attım, acıyla aydınlanıyordu resimler, bir eteklik bu, evet bir eteklik, “Hey Küçük Filozof!” deyip hıçkırıklarla birileri sarıldı bana, gözyaşlarını silerek şöyle bir süzdü beni, duvarda benimkilerden görmüş olmalı, keskin bir çığlık attı, “bunlar ısırır seni!” dedi, “Onlar artık ısıramaz öğretmenim!” dedim, aceleyle çantasından bir mendil çıkarıp, fermuarımın altında ve kenarlarında kanımı aradı, kuruladı, tekrar yüzüme baktı, aynı mendili yüzüne götürdü, “hadi gidiyoruz!” dedi, “Hatırlıyor musun öğretmenim, akreplerin niçin silahları var demiştim!”, çekimser bir “hıı!” döküldü dudaklarının arasından, “başardım öğretmenim , buldum sonunda, Tanrı onları zehirleriyle yaratıyor ama, öldür demiyor!”, “hadi gidiyoruz!” dedi yeniden, başardım kelimesi hangi öğretmeni çıldırtmaz, başardım diyorum, “şu akrepler evet!”, bir kez daha yalan söyledim, omzuma çıktı kedim, kulağıma bir şeyler fısıldadı, anladım mı, anlıyorum, “ama siz insansınız, isterseniz öldürmezsiniz?”, “hiç mi öldürmeyiz” dedim, kedim “hiç öldürmezsiniz, bu sizin elinizde!” dedi, güldüm, sarıldım kedime ve öğretmenime, onlar da sarıldı bana, göğüsleri göğüslerime dayandı Nilgün öğretmenin, kedim kulağımın diplerini yalıyor, “Hey, sizin de memeleriniz var!” dedim, Nilgün öğretmen garip bir irkiltiyle geriye doğru attı kendini.

Dün Korkusu
Nihat Genç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder