16 Aralık 2020 Çarşamba

Goodbye, Dragon Inn (2003) - Tsai Ming-liang

 
Goodbye, Dragon Inn  (2003) - Tsai Ming-liang
Trailer




























Final Sahnesi & Final Şarkısı
Gitmene İzin Veremem- Yao Lee

Hatırlarım, çiçeklerden önce
Geçişin, çoğu kalbimde
Yarı acı, yarı tatlı
Yıllar sonra, çiçeklerden önce

Gitmene izin veremem
Gitmene izin veremem
Ayın altında, çiçeklerden önce
Gitmene izin veremem
Gitmene izin veremem
Sonsuza kadar özlemle hatırlayacağım

Hatırlarım, ayın altında
Hatırlarım, çiçeklerden önce
Geçişin, çoğu kalbimde
Yarı acı, yarı tatlı
Yıllar sonra, gitmene izin veremem

Gitmene izin veremem
Gitmene izin veremem
Ayın altında, çiçeklerden önce
Gitmene izin veremem
Gitmene izin veremem
Sonsuza kadar özlemle hatırlayacağım


Goodbye, Dragon Inn (2003) - Tsai Ming-liang

Çevengur, Andrey Platonov


...

 "Yeter uluduğun, Nikifororovna!" demişti hıçkıra hıçkıra ağlayan, alelacele ağıt yakan bir hatuna."Şu uluman acından değil, öldüğünde senin de arkandan ağlasınlar diye ağlıyorsun..Çocuğu yanına al bakalım, zaten altı tane var sende, bu biri de diğerlerinin arasında yalandan doyar gider."

"Yok ya!Yalandan doyacakmış!Şimdi böyle göründüğüne ne bakıyorsun, sen onu bir de delikanlı olduğundai boğazlanıp pantolonlarını paralamaya başladığında gör, yemek yetiştiremezsin yemek!"

Öksüzü başka bir hatun almıştı, yedi çocuklu Mavra Fetisovn Dvanova.Kendisine elini uzatan öksüzün yüzünü eteğinin ucuyla temizlemiş, burnunu silmiş ve damına götürmüştü.

Çocuk, babasının kendisine yaptığı oltayı anımsamıştı -gölde unutmuştu onu.Şimdiye bir balık takılmış olmalıydı ucuna, yenebilirdi, yabancılar kendi yemeklerini yiyor diye azarlamasınlardı.

"Teyze, suda balığım tutulmuştur." demişti Şaşa."İzin ver gidip çıkarayım da yiyeyim, beni beslemen gerekmesin."

---

Zahar Pavloviç mezarı açıp annesine bakmayı arzuladı şiddetle: kemiklerine, saçlarına ve çocukluk yurdunun bütün kaybolan kalıntılarına.Canlı bir anneye bugün de hayır demezdi doğrusu çünkü çocukluğuyla bugünü arasında büyük bir fark görmüyordu.O zaman da, ilk yaşlarının mavi sisinde, bahçe çitindeki çivileri, yol kenarlarındaki demirhanelerden yükselen duman ve araba tekerleklerinis severdi, döndükleri için.

Küçük Zahar Pavloviç evinden nerelere giderse gitsin, kendisini her daim bekleyen bir annesi olduğunu bilir ve başka hiçbir şeyden korkmazdı.

---

Ömrü boyunca kendi gücüyle, kimsenin yardımı olmadan yaşamış, kendi duygularından evvel bir yol göstereni olmamıştı, oysa kitaplar Şaşa'ya başkasının aklını öğretiyordu.

"Ben eziyet çektim, Şaşa ise okuyor -hepsi bu! diyordu Zahar Pavloviç, oğlana imrenerek.

Şaşa biraz okuduktan sonra yazmaya koyuluyordu.Zahar Pavloviç'in karısı uyuyamıyordu lambanın ışığından.


"Yazıp duruyor," diyordu "Ne, yazıyorsa?"

"Sen uyu" diye öğütlüyordu Zahar Pavloviç."Gözlerini derinle ört de uyu!"

Karısı gözlerini yumuyor ama gözkapaklarının ardından da gazyağının boşa yandığını görebiliyordu.Yanılmamıştı kadın -gerçekten de boşa yanmıştı Aleksandr  Dvanov'un gençliğinde lamba, sonradan zaten peşlerinden gitmediği kitapların, ruhu huzursuz eden sayfalarını aydınlatarak.Ne kadar okusa ve düşünse içinde hep boş bir yer kalıyordu, betimlenmemiş ve anlatılmamış bir dünyanın tedirgin bir rüzgar gibi içinden geçtiği o boşluk.On yedi yaşındayken Dvanov göğsünün üzerinde hala bir zırh taşımıyordu, ne tanrı inancı ne de başka bir düşünsel avuntu; önünde uzanan isimsiz yaşama yabancı bir ad vermiş değildi.Gelgelelim dünyanın isimsiz kalmasını da istemiyordu; tek beklediği, bilinçli olarak uydurulmuş lakaplar yerine ismini dünyanın kendi ağzından duymaktı.

---

Bu vagon, uzun yollarda canları sıkılan ve yalnızlıktan bunalınca, cepheden memlekete yollanan mektuplarda her daim  kullanılan o mürekkepli kalemlerle duvar  ve sıraları karalayan nice Kızıl Orduluyu taşımış olmalıydı.Dvanov, bu yazıları samimi bir kederle okuyordu; evindeyken de yeni takvimi senenin başında okuyup bitirirdi böyle.

"Ümidimiz denizin dibine demir atmıştır." diye yazmıştı meçhul bir ordulu gezgin ve düşüncelerinin mekanını iliştirivermişti: "Cankoy, 18 Eylül 1918"


---

Devrimden haberleri yoktu çocukların, patates kabuğunu ebedi yiyecek sanıyorlardı.

---

"Aklından çıkarma beni" dedi Tanrı; bakışları kederlendi."İşte ebediyen ayrılıyor yollarımız, bunun ne kadar üzücü olduğunu kimse anlayamaz.İki insandan geriye birer insan kalır!Ama şunu unutma, bir insan diğerinin dostluğundan doğar, ben ise kendi ruhumun kilinden büyüyorum."

---

"Bir şey var o uzak ülkede,
Karşısında bu kıyının,
Giren bizim düşlerimize,
Sahip olduğu düşmanın..."

"Ey elmacık, kaplanasın
Olgun altınla
Sovyetler kesecek seni
Çekiç-orakla..."

"İşte kılıcım, ruhum işte,
Mutluluğum ise orada..."
"Ah elmacık
Özgürlüğünü sakla:

Ne Sovyet'e, ne çarlara,
Ama bütün halka..."

---

Bekçi isterdi ki çocuklar okula hiç gelmesinler: Masaları kazıyor, duvarları karalıyorlardı zira.Kendisi ilgilenmezse öğretmenin öleceğini, okulun ise köylüler tarafından ev ihtiyaçlarında kullanılmak üzere sökülüp götürüleceğini kestirebiliyordu

---

"Aşkım şimdi kılıçta ve tüfekte parlıyor, zavallı yürekte değil."

---

Nerede bir kitle varsa, orada derhal bir önder peydahlanır.Kitle önder aracılığıyla beyhude ümitlerini sigortalar, önder ise kitleden gereksindiği şeyleri edinir.Yirmi kişinin sığıştığı fren sahanlığı, kendisi binebilmek için diğerlerini vagona ittiren o adamı önder kabul etmişti.Bu önder hiçbir şey bilmiyor ama her şeyi bildiriyordu, bu nedenle insanlar ona inanıyorlardı.

---

Bu serin sabah vakti bir ufak tohumla değiş, insanların bilmediği bir hayalle ısındığı aşikardı.Kopyonkin de ekmek ve refahla değil, şuursuz bir ümitle yaşıyordu.

---

Ben memur adamım, işim kâğıt üzerinde düşünmektir.

---

...

Andrey Platonov
Çevengur

15 Aralık 2020 Salı

Tavşanın Kulakları Masalı, Fabl Şiir - La Fontaine - Sabahattin Eyuboğlu

 


Boynuzlu hayvanlardan biri 
Aslanı yaralamış nasılsa, 
Birkaç yerinden. 
Küplere binmiş haşmetli: 
Canı yanmasın diye bir daha 
Yemek yerken, 
Sürgün ettirmiş hemen 
Bütün boynuzlugilleri. 
Boğalar, koçlar, keçiler, 
Hep yurtdışı edilmişler: 
Boynuzlu hayvan ara da bul, 
Ne geyik kalmış ne gazel.
Bir tavşan, bu korkulu günlerde, 
Kendi gölgesini görmüş yerde: 
Bakmış dimdik iki kulak, tıpkı boynuz.
- Yandık, demiş tavşan; 
Ya savcının biri çıkar, 
"Böyle uzun kulak olmaz, boynuz bunlar" diye tutturursa? 
Hemen gitmiş cırcırböceğine:
- Komşu, demiş; hakkını helal et, 
Bana haram gayrı bu memleket: 
Kulaklarıma boynuz denmeden
Gitmeyelim buralardan; 
Fazla uzun mübarekler! 
Hem kısa da olsalar, 
Bu zamanda korkulur; 
Kuzu kulağı bile boynuz olur.
- Ne boynuzu, demiş cırcırböceği; 
Aptal yerine koyma beni.Seninki boş kuruntu:
Allah'ın yarattığı kulak 
Boynuz olur mu?
- İsterlerse olur, demiş tavşan; 
Boynuzun dik âlâsı olur hem de. 
Ağzınla kuş tutsan
Laf anlatamazsın o zaman.

La Fontaine
Çeviri: Sabahattin Eyuboğlu

Sırça Köşk, Seyhan Erözçelik

 


Sır/ça Köşk

Hiç ölmüyorum ki.Şimdi kasımpatılar
ölüyor birer düşer.Dünyanın bütün
patlarına brkaç parça gözyaşı
gönder.Şimdi.Hemen.Sırça köşk
                                               ah! Birer
bireriz, sen de bir gel.Herkes gitti, her-
Yalnız biz varız.Biz varız yalnız, gel bir
ey gel!
                İşte sırça bir köşk, derin.
O köşkte inler birileri.İşte bir sır-
Çal kapısını.Çal.Avazın çıktığı kadar
bağır,
         Hiç'e bir anlam!Hiç'e bir anlam!
Anla/ma bir hiç...işte bir hiç.Sen
sana bak.Orda yakarır birileri,
akrep gelmesin kuyruğuyla kendini
delmesin örümcek örmesin
                                                 Oysa, hepsi
olur.Akrep gelir, kuyruğuyla deler
kendini, örümcek örer ve her şey biter.
Kimse hiç'e bir anlam aramaz o
kertede.Kimse
                        Ve her kimse sen
sana bak, in/san.Dünyada bir in/san/ma.
Ha ha ha!

Seyhan Erözçelik

Vive L'amour (1994), Tsai Ming-liang


Vive L'amour (1994)
Tsai Ming-liang



















Rabelais ve Dünyası, Mihail Bahtin


...

Denebilir ki karnaval, resmi bayramın aksine, egemen hakikatten ve kurulu düzenden geçici bir özgürleşmeyi kutlardı; tüm hiyerarşik rütbelerin, ayrıcalıkların, normların ve yasakların askıya alınışının altını çizerdi.Karnaval, zamanın hakiki bayramıyd; oluşumun, değişimin ve yenileşmenin bayramı.Ölümsüzleştirilmiş ve tamamlanmış olan her şeye düşmandı.

...

Leonardo da Vinci şöyle demiş: "İnsan gelecek baharı, gelecek yılı, neşeli bir sabırsızlıkla beklerken, dört gözle kendi ölümünü beklediğini fark etmez bile." Da Vinci'nin vecizesi her ne kadar grotesk biçimde söylenmişse de, karnaval ruhuna dayanır.

...

Ortaçağ gülmesi, dünyanın gizeminden ve iktidardan kaynaklanan korkuyu mağlup ettiğinde, hem dünyanın gizemini hem de iktidara ilişkin hakikatin peçesini düşürdü.Övgüye, dalkavukluğa, riyakarlığa karşı çıktı.Sövgülerde ve kaba sözcüklerde ifade edilen bir gülen hakikat, iktidarı itibarsızlaştırdı.Ortaçağ soytarısı işte bu hakikatin temsilcisiydi.

Kültür tarihinde gülmenin işlevleriyle ilgili engin düşünceler (gülen ortaçağı bizzat tanımasa bile) Herzen tarafından ifade edilmiştir: "Gülme devrimci bir şey içerir....Voltaire'in gülmesi, Rousseau'nun ağlamasından daha yıkıcıydı."

...

İsteksiz dinleyicilere yağdırılan yedi küfürden beşi hastalık niyaz eder: 1.Aziz Antonius hastalığı (yılancık); 2. Epilepsi; 3. Ayakta pamukçuk; 4. Topallık; 5.Kanlı ishal ve rektum iltihabı.

Bu beddualar, bedene dair grotesk bir görüş sunar; bedeni yakar, yerle bir eder, bacakları sakatlar, ishale ve havaleye yol açar.Başka bir deyişle bedenin içini dışına çıkarır; anüsü dışarı pörtletir.Beddualar her zaman aşağı doğru hareket eder, yere, baldırlara, bacaklara doğru yönelirler.

...

Rabelais ve çağdaşları tarihi yorumlarken mizahtan korkmazlardı; onlar sadece, taş kesilmiş dar kafalı ciddiyetten korkarlardı.

...

"Doktor, kalıcı mıyım, gidici miyim,
Söylemiyor mu sana çişim?

(IV. Kitap, Kardinal Odet'ye Mektup)

...

Hekim ile hayat ve ölümün fars bağlamında algılanışı (skatolojik aksesuarlar ve evrensel bir anlamla beraber) Rabelais'nin zamanının tipik bir özelliğidir.Bunu, belli XVI. yüzyıl yazarlarının eserlerinde ve anonim facetie, sotie ve farslarda da görüyoruz.Örneğin bir farsta, neşeli ve tasasız "deli divane çocuklar", "Dünya'nın hizmetine girerler.Ancak "Dünya" hoşlanılabilecek bir şey değildir, rahatsız edicidir, hastadır.Bir hekim çağrılır.Hekim, "Dünya"nın çişini tetkik ettikten sonra, beyinde bir hastalık tespit eder.Hasta, evrensel bir faciadan, seller ve yangınlarla gelecek büyük bir yıkımdan endişe eder.Oyunun sonunda "deli divane çocuklar" hastalarını, tasalarını kovar, yeniden şenlendirirler.

...

Kronos, zamanı, zamanın akışını sigeler.Uranos ile Gaia'nın son oğlu olan Kronos, babasının hayalarını keserek erkekliğine son verir, böylece birinci kuşak tanrıların egemenliğine de son vermiş olur.Ancak Uranos ile Gaia ona, kendini de benzer bir kaderin beklediğini söylediği için doğan tüm oğullarını yer.Karısı Rheia, oğlu Zeus'u dünyaya getirmeden önce bir mağaraya saklanır ve onu orada doğurur.Koca bir taşı bezlere sararak Kronos'a verir; tanrı bunu midesine indirir.

...

Kimseye değil, sadece bilgeye söyle
Zira kitleler hemen küçümseyecektir!

...

"Sokakları süpüren çalı süpürgelerinde, sokaklarda koşuşturan çocuklarda, her daim tükenecek ve yenilenecek hayatın simgelerini görmek için pencereden dışarı bakmam yeterli." (Goethe ile Konuşmalar)

...

Popüler şenlikli biçimlerin yüzü geleceğe dönüktür.Bu biçimler, bu geleceğin, altın çağın, geçmiş karşısındaki zaferini temsil eder.Bu, tüm halkın maddi bolluğunun, özgürlüğünün, eşitliğinin, kardeşliğinin zaferidir.Geleceğin zaferi, halkın ölümsüzlüğü tarafından garantiye alınır.Yeninin, daha büyüğün, daha iyinin doğumu, ez az eskinin ölümü kadar zaruri ve kaçınılmazdır.Biri ötekine aktarılır; daha iyi olan, en kötüyü gülünç duruma düşürür, onu öldürür.Dünyanın bütününde ve halk arasında korkuya yer yoktur.Zira korku ancak bütünden ayrılmış bir parçanın içine girebilir; bu, yeni doğmuş bir bağlantıdan kopan ve ölmekte olan bağlantıdır.Halkın ve dünyanın bütünü bir zafer anının neşesini taşır, korkusuzdur.Bu bütün, karnaval imgeleriyle konuşur; tam da bu şenliğin atmosferinde hüküm sürer, herkesi bu farkındalığa katar.

...

Önceden de söylediğimiz gibi yeme ediminde, beden ile dünya arasındaki kısıtlamalar, beden tarafından aşılır; beden, dünya karşısında zafer kazanır, düşmanını alt eder, zaferini kutlar, dünyayı feda ederek büyür.Bu başarı ve zafer öğesi, şölen imgelerinin hepsinde içseldir.Hiçbir yemek üzgün olamaz.Üzüntü ile yemek bir arada bulunamaz (öte yandan ölüm ile yemek mükemmel şekilde bir arada bulunur.)Şölen her zaman bir zaferi kutlar, bu onun tam da doğasının ayrılmaz bir parçasıdır.Dahası zafer şöleni hep evrenseldir.O, hayatın ölüm karşısındaki zaferidir.Bu anlamda, hamile kalma ve doğurma denktir.Muzaffer beden yenilgiye uğrayan dünyayı alır ve yenilenir.

...

Ortaçağ sempozyum geleneğinin dikkatimizi çeken bir sonraki eseri, XV. yüzyılda yazılmıştır."Cambridge Şarkısı El Yazması" adlı eserde, Mainz Başpiskoposu Göeringer'in sarayına gelen ve cennet ile cehennemi ziyaret ettiğine yemin eden bir hırsızın hikayesini anlatan bir şiiri vardır.Adam, İsa'nın cennette cümbüş yaptığını, aşçısının havari Petrus, kilercisinin Vaftizci Yahya olduğunu söyler.Hırsız, o göksel sofradan ciğer almış, yemiştir.Bu kötü davranışından dolayı Başpiskopos misafirine ceza verir.Bu kısa hikaye, ortaçağ şölen geleneğinden gelir: Burada, Son Yemeğin gülünçleştiren bir taklidini görürüz.Şölen imgesi, yemeğe dair gerçek ayrıntılar ekleyerek ve havariyi bir aşçıya çevirerek bu olayın, maddi bedensel düzeye aktarılmasını sağlar.

...

Mihail Bahtin
Rabelais ve Dünyası
Sanat ve Kuram Ayrıntı Yayınları
Çeviren: Çiçek Öztek

14 Aralık 2020 Pazartesi

Bir Mayıs Ölçeği, William Stanley Merwin


Soğuk yamaç karanlıkta dikiliyor

Oysa ağaçların güney yüzü dokununca kuru
Ağır dallar uzanıyor ay ışığını taşıyan teleklere

Seyretmeye geldim bu
Beyaz bitkileri geceleyin
En yaşlısı
İlk gelendir kalıntılara

Ve ay ışığında uykusu kaçmış saksağanları duyuyorum
Su akıyor kendi
Bitimsiz parmakları boyunca

Bu gece bir kez daha
Tek bir yakarı buluyorum ve bana sunulmamış o da

Sessizlik dışında tüm öğretmenlerim ölü şimdi
Beş kavağın yazdıklarını okumaya çalışıyorum
boşlukta

Tüm yaratıklar arasında sırf insana adalet getirir ölüm
Oysa ben arzuluyorum
Şarkı hariç bomboş bir eşikte diz çökmeyi

Zamanı yaratan eksik bırakmadı ahmaklarını da
Kollarında saatleri ve oy pusulalarıyla
Görünmez krallıkların sınırlarından geçen

Olanı mazi say başarmak için
Kendini kaçınılmaz addet ve takdir topla bununla
Artık inanmadığını fark ettiysen büyüt tapınağı

Gün boyu adsız yıldızlar geçip durur kapıdan
Ta ölümden gelmişler buralara
Sorgusuz sualsiz

Işıktan duvarlar sarsılır ve bir baykuş uyanır yürekte
Kelimeler kifayetsiz
Gün başka yerde batmaya gider

Gece çökmeden kapının altında taçyapraklar eser
Ve gölgeler
Ölümün ötesindeki atalarını anımsar

Karlar boyu geçit töreninin sonunda
yağan
su hatırlar gülmeyi.

William Stanley Merwin

Çeviren: İnan Mayıs Aru

Sami Baydar İçin Dünyadan 7 Cümle, Haydar Ergülen


Sami Baydar İçin Dünyadan 7 Cümle

1. Dünyada Anılara Bakıyorum (Yayınevi Yayıncılık, Ekim 1991), Sami Baydar’ın öykü kitabı, başka öykü kitapları da var. Sami dünyada baktığı anıları, evlerimize, hepimize anı olarak bıraktı. Sami’nin her evde, hepimizde bir anısı var. Dünyadan hafif, uçucu, bugün var yarın daha çok var bir anı olarak geldi ve geçti. Anılı çocuk. Anısı çok bi çocuk.

2. Dünya onun için… Çok geçti, çok gençti, çok sertti, çok tersti, çok acıydı, çok karanlıktı, çok uzaktı, çok yakıcıydı, çok büyüktü, çok dardı, çok acımasızdı, çok tekinsizdi, çok sivriydi, çok batıcıydı, çok tuhaftı, çok kesikti, çok dikenliydi, çok yokuştu, çok çıkıştı, çok inişti, çok süslüydü, çok plastikti, çok kırıktı, çok tuzaktı, çok dehşetti, çok beyazdı, çok gizliydi, çok yalancıydı, çok vardı, çok yoktu, çok şakaydı, çok çöldü, çok kıştı, çok kalabalıktı, çok kabaydı, çok düzdü, çok fazlaydı… Dünya onun için…diye okuyun, yazın, sürdürün! Sami’nin aşkına.

3. Bu dünyadan değildi! Belki de böyle demek gerekiyor Sami için. Dünyayı çok, Sami’yi az yaşadık ama, onun şiirden öyküye, resme yazdığı çizdiği, dünyaya bırakıp gittiği, meraklısına armağan ettiği her şey, uzun Sami’yi upuzuuuuuun kılacak güzellikte, anlamda, kıymette ve bunun gibi… Varlığı armağandı Sami’nin, şimdi daha da…

4. Dünyadan Çıkış Yolları’na hiç gidiş, kaçış, terkediş, bırakış olarak bakmadım. Cümleye yorulan anlamın tersine, hep bir ışık gördüm onda. Sızan bir ışık, inceden, gün ışığı gibi, dünyanın ağır kapısının açılacağı ve ışığın rüzgâr gibi çıkacağını, yağmur gibi yağacağını ve Sami’nin desenleri gibi, şiirleri gibi bir “yeşil alev” saçacağını. Sami, o ağır kapıyı aralamaya çalışan bir rüzgâr ışığıydı.

5. Dünyaya inanmak istedi. “Sevgili Yürek” şiirine “Benim için fosforlu bir dizedir içim” dizesiyle başlar. Dünya, rüyasıydı. Rüyasında gördüğü şeydi dünya. Ve gerçekti: “uzak bitkisel alemlerde/dolaşan insanlar/tuhaf kokular, arzular” kadar gerçek. Dünyanın ve rüyanın buluştuğu gerçekti Sami’nin şiiri: “Hayatı rüya içinde gördüm Nerval”. Rüyasına inanıyordu, dünyaya da rüyasıyla inanmak istedi.

6.“Suçsuzduk/sonunda/dünya gibi.” Varla Yok Arasında(2003) böyle diyor. Dünyayı bile temize çıkaracak, temize çekecek kadar saf bir şiir. Sami’de şiir de, öykü de, resim de bir düşünce. Konuşma. Diyalog. Gereksinim: “Sevindik dünyaya güzeldir.” Dünya, rüyadan hemen sonra. Rüyadan, güzel bir yer olması arzusuyla gözünü açtığı yer, dünya: “Dünyadaki günlerin hepsiydim.”

7. “Sami, güzel melek.” Ahmet Güntan, Sami için en hakikatli sıfatı söyledi. Bir tablosu vardı, “Yeşil Melek”, şimdi ona bakıyoruz evde, o bize bakıyor belki de, su getirecek.


Haydar Ergülen


Pelerin Fanzin, Sayı:1

pencere

13 Aralık 2020 Pazar

Rosebud - Seyhan Erözçelik, Gül ve Telve

ROSEBUD (*)

Çiyler donmuş.Dolayısıyla kırağı yağmış.

Topuğuma kırağı battı.
Ve ben neden ölmedim? 
Çünkü kırağı kalbimde.
Ruhum kırağı. 

Çocukken topuğuma
kırağı battı benim. 
Annem söyledi, 
topuğuma kırağı batmış benim. 
Ve ben o zaman ölmüşüm.
Yani ben bir kez öldüm. 

Ben çocukken ölmüşüm. 

Annem söyledi.
Bir daha ölmem.
Annem söyledi,
ben çocukken ölmüşüm.
Bir daha ölmem ben. 

(Ölüm,
çocukluk hastalığıysa eğer!) 

Topuğuma kırağı batınca,
ben ölmüşüm. 
Topuğumdan, 
kırağıyla vurulmuşum.

Canevimden vurulmuşum.

Kırağı, birbirlerini kesen doğrularla, yani birbirini kesen eliflerle örülür.Gökten yağan eliflerle.Toz ve kırağı, birbirine karşıdır.Toz, elif haline varamaz.
Su olmadıkça, yağmadıkça.

Elifler, tozu yok eder.Yeryüzüne, tozun bulunduğu yerlere
yeni bir düzen getirir.

Birbirini kesen eliflerin düzeni.

Kesmek?

Bu en iyi kırağıdan anlaşılır.

Kırağının ömrü, bir çocuğun topuğuna,
yani benim topuğuma raslayınca
ya da güneş çıkıncaya kadardır.

Ay, kırağıyı etkiler.
Biçimlenmesinde payı vardır.

Kır!

Ruhta ağırdır.

Kırda gün ağarır, çocuk topuğuyla vurur.

Gökyüzü kırılır.

Elifler toz olur.

Gözümü kesen elifler toprağa dökülür,
benim peşime düşer.

Kırağı benim.

Ben, yani çocuk.Çocuğun saf yüzü.

(En şeytan yüzü.)
Kırağı çocuğu. Isırgan yaprakları büyüyor kalbimde.
Bir çocuğun topuğu, yani benim topuğum, kırdı kırağıyı.
Kırağı parçaları, kalpteki dokuları parçaladı, kesti. Kırağı eridi,
kesikler kaldı. Kırağı,
çelikten daha soğuk. Topuk, tozu eşeliyor.
Toz içinde bir şeyler bulmaya çalışıyor

Ama her şey donuk!

Sabah feci bir donla karşılaştık. Kırağı ve buz kırarken, baktım,
herkes aynı şeyi yapıyor.

Gökkuşağı insanların nasıl hoşuna gidiyorsa,
demek ki kırağıları topuklamak da hoşuna gidiyor.

Kırağının içi boş olduğu için, kırılırken çıkan ses de
o kadar ilginç.
(Olamaz! Yoksa Ahileas'ın çığlığı mı bu!)

Sanki bir çalgı gibi.
Çok ince cam bardakların kırılması gibi.

Belki de kristal bir kemiğin.

Hala dağılmadıysan,
sen bu şiiri unur,
beni unutma.
Ben,

gençlik ne demek,
biliyorum.

Zaren topuğumdan vurulmuşum-


1993-1996


Seyhan Erözçelik
(1962 - 2011)

(*) Rosebud: goncagül