17 Aralık 2020 Perşembe
16 Aralık 2020 Çarşamba
Çevengur, Andrey Platonov
...
"Yeter uluduğun, Nikifororovna!" demişti hıçkıra hıçkıra ağlayan, alelacele ağıt yakan bir hatuna."Şu uluman acından değil, öldüğünde senin de arkandan ağlasınlar diye ağlıyorsun..Çocuğu yanına al bakalım, zaten altı tane var sende, bu biri de diğerlerinin arasında yalandan doyar gider."
"Yok ya!Yalandan doyacakmış!Şimdi böyle göründüğüne ne bakıyorsun, sen onu bir de delikanlı olduğundai boğazlanıp pantolonlarını paralamaya başladığında gör, yemek yetiştiremezsin yemek!"
Öksüzü başka bir hatun almıştı, yedi çocuklu Mavra Fetisovn Dvanova.Kendisine elini uzatan öksüzün yüzünü eteğinin ucuyla temizlemiş, burnunu silmiş ve damına götürmüştü.
Çocuk, babasının kendisine yaptığı oltayı anımsamıştı -gölde unutmuştu onu.Şimdiye bir balık takılmış olmalıydı ucuna, yenebilirdi, yabancılar kendi yemeklerini yiyor diye azarlamasınlardı.
"Teyze, suda balığım tutulmuştur." demişti Şaşa."İzin ver gidip çıkarayım da yiyeyim, beni beslemen gerekmesin."
---
Zahar Pavloviç mezarı açıp annesine bakmayı arzuladı şiddetle: kemiklerine, saçlarına ve çocukluk yurdunun bütün kaybolan kalıntılarına.Canlı bir anneye bugün de hayır demezdi doğrusu çünkü çocukluğuyla bugünü arasında büyük bir fark görmüyordu.O zaman da, ilk yaşlarının mavi sisinde, bahçe çitindeki çivileri, yol kenarlarındaki demirhanelerden yükselen duman ve araba tekerleklerinis severdi, döndükleri için.
Küçük Zahar Pavloviç evinden nerelere giderse gitsin, kendisini her daim bekleyen bir annesi olduğunu bilir ve başka hiçbir şeyden korkmazdı.
---
Ömrü boyunca kendi gücüyle, kimsenin yardımı olmadan yaşamış, kendi duygularından evvel bir yol göstereni olmamıştı, oysa kitaplar Şaşa'ya başkasının aklını öğretiyordu.
"Ben eziyet çektim, Şaşa ise okuyor -hepsi bu! diyordu Zahar Pavloviç, oğlana imrenerek.
Şaşa biraz okuduktan sonra yazmaya koyuluyordu.Zahar Pavloviç'in karısı uyuyamıyordu lambanın ışığından.
"Yazıp duruyor," diyordu "Ne, yazıyorsa?"
"Sen uyu" diye öğütlüyordu Zahar Pavloviç."Gözlerini derinle ört de uyu!"
Karısı gözlerini yumuyor ama gözkapaklarının ardından da gazyağının boşa yandığını görebiliyordu.Yanılmamıştı kadın -gerçekten de boşa yanmıştı Aleksandr Dvanov'un gençliğinde lamba, sonradan zaten peşlerinden gitmediği kitapların, ruhu huzursuz eden sayfalarını aydınlatarak.Ne kadar okusa ve düşünse içinde hep boş bir yer kalıyordu, betimlenmemiş ve anlatılmamış bir dünyanın tedirgin bir rüzgar gibi içinden geçtiği o boşluk.On yedi yaşındayken Dvanov göğsünün üzerinde hala bir zırh taşımıyordu, ne tanrı inancı ne de başka bir düşünsel avuntu; önünde uzanan isimsiz yaşama yabancı bir ad vermiş değildi.Gelgelelim dünyanın isimsiz kalmasını da istemiyordu; tek beklediği, bilinçli olarak uydurulmuş lakaplar yerine ismini dünyanın kendi ağzından duymaktı.
---
Bu vagon, uzun yollarda canları sıkılan ve yalnızlıktan bunalınca, cepheden memlekete yollanan mektuplarda her daim kullanılan o mürekkepli kalemlerle duvar ve sıraları karalayan nice Kızıl Orduluyu taşımış olmalıydı.Dvanov, bu yazıları samimi bir kederle okuyordu; evindeyken de yeni takvimi senenin başında okuyup bitirirdi böyle.
"Ümidimiz denizin dibine demir atmıştır." diye yazmıştı meçhul bir ordulu gezgin ve düşüncelerinin mekanını iliştirivermişti: "Cankoy, 18 Eylül 1918"
---
Devrimden haberleri yoktu çocukların, patates kabuğunu ebedi yiyecek sanıyorlardı.
---
"Aklından çıkarma beni" dedi Tanrı; bakışları kederlendi."İşte ebediyen ayrılıyor yollarımız, bunun ne kadar üzücü olduğunu kimse anlayamaz.İki insandan geriye birer insan kalır!Ama şunu unutma, bir insan diğerinin dostluğundan doğar, ben ise kendi ruhumun kilinden büyüyorum."
"Bir şey var o uzak ülkede,
Karşısında bu kıyının,
Giren bizim düşlerimize,
Sahip olduğu düşmanın..."
"Ey elmacık, kaplanasın
Olgun altınla
Sovyetler kesecek seni
Çekiç-orakla..."
"İşte kılıcım, ruhum işte,
Mutluluğum ise orada..."
"Ah elmacık
Özgürlüğünü sakla:
Ne Sovyet'e, ne çarlara,
Ama bütün halka..."
13 Aralık 2020 Pazar
Dönüş, Andrey Platonov, Öyküler
...
Çocukların ne üstlerine, ne ayaklarına giyecek bir şeyleri yoktu.Okul sıkça hepten tenhalaşıyordu.Köyde ekmeğin sonu gelmek üzereydi ve çocuklar Mariya Nikiforovna'nın gözünün önünde zayıflıyor, masallara ilgilerini kaybediyorlardı.
Yılbaşına doğru yirmi öğrenciden ikisi öldü, kıpırtılı kumdan mezarlara gömdüler onları.
Narışkina'nın sağlam, neşeli, yürekli doğası kaybolmaya ve sönmeye başlamıştı.
Uzun akşamlar, asırlar gibi gelen boş günler boyunca oturuyor ve ölüme mahkum bu köyde ne yapması gerektiğini düşünüyordu.Aç ve hasta çocuklara bir şey öğretilmeyeceği açıktı.
(Kum Öğretmeni)
(İnek)
---
"Artık unutmayacaksınız beni değil mi?" dedi onunla vedalaşırken Lyuba.
"Hayır" dedi Nikita."Başka anımsayacak kimsek yok ki."
(Potudan Nehri)
---
Temmuz ya da ağustos ayında Yuşka omuzlarına ekmek heybesini takıyor ve şehrimizde ayrılıyordu.Yol boyunca otların, ormanların hoş kokusunu soluyor, gökyüzünde doğan, aydınlık, sıcak havada yüzdükten sonra ölen beyaz bulutlara bakıyor, taşlık sığ yerlerde mırıldanan nehirlere kulak veriyordu.Böylece hasta göğsü dinleniyordu Yuşka'nın; hastalığını, veremini hissetmiyordu artık.Hepten insansız uzaklara ulaştığında, c anlı varlıklara duyduğu sevgiyi saklamıyordu artık.Hepten insansız uzaklara ulaştığında, canlı varlıklara duyduu sevgiyi saklamıyordu artık.Toprağa eğiliyor, nefesinden bozulmasınlar diye üzerlerine solumamaya çalışarak çiçekleri öpüyor, ağaçların kabuklarını okşuyor, patikaya baygın halde düşen kelebekleri, böcekleri kaldırıyor ve onlarsız yetim kalacağını hissederek uzun uzun yüzlerini seyrediyordu.Fakat canlı kuşlar şarkı söylüyordu gökyüzünde, kızböcekleri, haşereler ve çalışkan çekirgeler otların içinde neşeli sesler çıkarıyordu, bunları işiten Yuşka'nın ruhu da hafifliyor, göğsüne nem ve güneş ışığı kokulu çiçeklerin tatlı havası doluyordu.
(Yuşka)
---
Islaktı.
12 Ekim 2019 Cumartesi
muhteşem vahşi dünya, andrey platonov, öyküler
...Bir keresinde avcı, iki karıncanın demiryolundan demir yongası sürüklediklerini bile görmüştü.Demire de ihtiyaçları vardı demek.Tek bir yığın oluşturmak için tüm dünyayı kırıntı kırıntı topluyorlardı.
...
"Radyoyu aç," diye emretti karısı Aleksey Kirilloviç'e."Dinlemem gerek, neme lazım mühim bir şey kaçırır kara cahil yaşarsın, fayda önünden geçip gider..."
...
"Sizin derdiniz görevi yerine getirmek, bense hissediyorum."
( Hayvanlar ve Bitkiler Arasında )
---
İnsan ruhu alemde var olduğu müddetçe kahır çeker.
---
Ölü oğlum rüyalarımda beni acılarını ve ölümünü paylaşmaya çağırıyor.Bense hala yaşıyorum, utanmaz ve ödlek anne.
---
Koca bir sene geçmişti -uzun bir güz, upuzun bir kış ve az ürkek bir bahar.
( Yepifan Savakları )
---
"Sizin suçunuz değil, kimseyi riske attığınız filan yok," diye teselli etmeye çalıştım yargıcı."Hangisi daha iyi -hür ve kör bir adam olmak mı, görmek ama haksız yere hapis yatmak mı?"
"Bir insanın masumiyetini mutsuzluğu pahasına kanıtlamam gerekebileceğini hiç düşünmemiştim," dedi sorgu yargıcı."Bu çok ağır bir bedel."
( Muhteşem Vahşi Dünya )
---
İnsanların sadece umutlarla ve kederlerinin değişeceğine dair beklentiyle yaşadıkları zamanlar olur; ancak geçmişe duyulan hasretin yaşayan nesli avuttuğu zamanlar vardır; bir de mutlu zamanlar vardır ki yeryüzünün tarihi gelişimi insan yüreklerindeki kıpırtıya denk düşer.Nazar Fomin halkın mutlu zamanlarının insanıydı ve başlarda birçok akranı ve yoldaşı gibi tüm dünyaya yavaş yavaş yayılacak uysal bir sevinç, barış, kardeşlik ve saadet çağının geldiğini düşünüyordu.Bunun gerçekten böyle olması için sırf inşa etmek ve emek vermek yeterliydi: O zamanlar buna inanıyordu genç adam Fomin.
( Afrodit )
---
Anlaşılan keyfinden değil, alışkanlıktan yaşıyordu, çünkü nefesiyle içine aldığı, karnını doyurduğu ve inandığı her şeyi elinden alıyor, uzaklaştırıyorlardı.Ama o yine de yaşıyor ve sabırla çile dolduruyor, sanki kendisini saadet için doğuran anasının vasiyetini sonuna kadar yerine getirirken bir yandan da onun tarafından aldatılmadığını, dert çekmek için doğmadığını ümit ediyordu.
---
"Faşist, ölüme de kıyamıyor, cimri, yedimize bir ölüm vermişti"
---
"Ateş edin..." dedi."Burada yaşamım varsa orada da çocuklarım var- her yerde mülküm vardır benim, her yer güzel bana..Burada biz insanlardık, insanlıktık, orada daha da yüce olacağız, insanları doğuran sonsuz tabiat olacağız..."
( Yedinci Kişi )
---
Çocuk ağladı ağladı sustu: Kısa bir süre, belki iki saat yaşayıp ölmüştü, bu alemin kapısını şöyle bir aralamıştı da içeri girmemişti sanki, yanılmıştı çünkü, yanlış yere gelmişti.
---
Gece yatısında yabancı adam karanlık sessizlikte uyanıveriyordu bazen; kalbinde sancı, kafası anlamsız, bir düşünce ya da hatıra belirsin istemiyordu içinde.Onega'nın kıyısından belli belirsiz bir su sesi geliyordu -herhalde uzak bir rüzgar ürpertiyordu gölü ve sahibesini maaşıyla beslese de, yakında buradan kovulmaktan korkuyordu.Kim bilir, belki sabahleyin ev sahibesini bir sinir alır, koca bedeninde bir hınç peydahlanırdı- kadının kendi bile bilemezdi ki içinde olabilecekleri; hoşnut, dertsiz, korkusuz yaşayan kişi kendini kontrol edemezdi- işte o zaman yabancı adam yuvasız kalabilirdi tekrar.Yine de suyun Onega'nın boş kıyısına nadir, ürkek çarpışı yaban elden gelen konuğun ruhunu diriltiyordu; madem insan gibi yaşamak imkansızdı ve her daim bir şeyden korkmak icap ediyordu, o halde insan olmaya gerek yoktu: Su olunurdu, toprak ya da rüzgar.Karısı ve çocuğu da insan olmayı bırakmışlardı ama bir yerlerde varlardı, rüzgar , su ve toprak da olsalar yakındılar ve onları yanında, aynı dünyada, kalbinin içinde hissediyordu.
---
İhtiyar ormana gider, yaşlı kadın boyasız pencerenin kenarına geçip peşinden uzun uzun bakar, avunmak için yüzündeki birkaç damla yaşı silerdi, fakat neden sonra yine kalbini kocası için duyduğu korkuyla tedirgin eder, yine gözyaşı dökerdi.Acıyı çağırırdı ruhuna çünkü köy sessiz, olağandı ve yaşamak için yeni bir şey gerekirdi.Avcı ormanda fiyakalı bir edayla, acelesiz adımlarla kaybolurdu, ormanın kenarında durup köye, açık vadideki cümle aleme bakardı, dünyanın tüm güzelliğiyle ölümüne vedalaşır gibi.Ormanda bir kuş öldürürdü, kendi varlıklarının korkusundan titreyen küçük hayvanları.*
*Cümlenin ikinci kısmının üzeri yazar tarafından çizilmiş ve öykü tamamlanmamıştır.
( Lobskaya Dağı )
---
Meğer fizyoloji haksızmış ("beyin en son çürüyen organlardan biridir"), meğer Rus-Bolşevik deyimiymiş haklı olan: Tarih, idamını istediği kişinin ilkin aklını alır.
( Antisexus )
30 Temmuz 2017 Pazar
can, andrey platonov
Gülçatay annemdir, dağ çiçeği.İnsanlara henüz küçüklerken, tüm iyi şeylere benzedikleri sıra verilir isimleri.
---
-Babanız sizi seviyor mu?
-Hayır, yabancıları sever o, annemle beni sevmek istemiyor.
---
Köhne Derya Nehri'nin kuru yatağına varan Nazar Çağatayev lığın içine ön ayaklarına dayanarak insan gibi oturmuş bir deve gördü.Deve zayıftı, hörgüçleri çökmüştü, kara gözleriyle akıllı, üzgün bir insan gibi ürkek ürkek bakıyordu.Çağatayev yanına geldiğinde deve ona ufak bir ilgi bile göstermedi; rüzgarların sürüklediği ölü otların hareketini takip etmekteydi: Yaklaşıyorlar mıydı yanına, yoksa geçip gidiyorlar mıydı önünden?Tozun üzerinde ilerleye ilerleye ağzına kadar yanaşan küçük bir ot sapını dudaklarıyla çiğneyip yuttu.İleride yuvarlak bir perekati-pole sürükleniyor, deve bu büyük canlı otu ümitle aydınlanan gözleriyle takip ediyordu, ne var ki perekati-pole geçip gitti yanından; o zaman deve gözlerini yumdu, çünkü nasıl ağlanacağını bilmiyordu.
---
Seni sevemeyecek kadar güçsüzüm artık.
---
Bu yapmacık oyun uzamış, ebedi bir hal almıştı ve artık kimse gülmek istemiyordu, kalmamıştı gülecek hal.Issız çöl toprağı, deve, hatta acınası avare otlar -tüm bunların ciddi, yüce ve muzaffer olması gerekmez miydi?Sefil varlıkların içinde kutlu, gerekli ve zorunlu bir göreve adanmışlık hissi yaşar, yoksa ne diye böyle güçlüklere katlanıp bir şeyler beklesinler?Çağatayev devenin karnına sokulup kıvrıldı ve sıradışı gerçekliğe şaşırarak uyuyakaldı.
---
"Seni yalnız bırakmayız!" dedi Çağatayev kaplumbağaya.
Her canlının üzerinde kutsal bir varlıkmış gibi titriyordu ve yüreği öylesine yoksuldu ki teselli verebilecek bir şeyi farketmemesi olanaksızdı.
---
Deve eti almışlardı yanlarına ama Çağatayev pek iştahsız yiyor, kederli bir hayvanla beslenmek zoruna gidiyordu.
---
"Halk yakınlarını kendi de gömebilir, bu iş için sana ihtiyaç yok."
"Hayır, gömemez, bilirim ben."
"Neden gömemezmiş?"
"Ölüleri diriler gömmeli, burada diri yok, vadesini uykuda dolduran ölmemişler var.Mutlu edemezsin onları, acılarının farkında bile değiller artık, ıstırap çekmiyorlar, çekmişler çekeceklerini."
---
...Belki de bu sesler çok daha yakından, Çağatayev'in bedeninin içinden, ruhunun ağır nabzından geliyor, ona şimdilerde unuttuğu, acıyla büzüşen kalbinde boğulan o asıl hayatı anımsatıyordu.
---
"Neden ölmek istediniz?" diye sormuştu ihtiyarlara Çağatayev.
"Ruhumuz uyuştu yaşamaktan." demişti Sufyan, "kemiklerimiz kurudu, büküldü, damarlarımız büzüştü: Gerinmek istiyor bu kemikler, bırak yağmur ıslatsın, rüzgar kurutsun, solucanlara yem olsunlar, mani olmayayım artık onlara..."
---
"Yanımızda sıkılmıştı," dedi Aydım boşluğa bakarak."Ölür artık, sıkılmaz bundan sonra."
---
Sese kulak verdi ve acıdı vücuduna, kemiklerine; bir zamanlar annesi kendi bedeninin yoksulluğundan bir araya getirmişti onları, hem aşk ve tutkudan ya da zevkten de değil, sırf yaşam öyle gerektirdiği için.Başkasının malı gibi hissetti kendini Çağatayev, yoksulların şimdi boşa harcanmaya çalışılan son mülkü gibi ve öfkeye kapıldı.
---
Yaşlar gözlerimize dayansa da ağlamayacağız, gülümseyeceğiz sevinçten, derin yüreğimize erişemeyecek kimse; aydınlık günlere kavuştuğunda yüreğimiz insanların ve cümle hayatın huzuruna kendisi çıkacak, ellerini uzatacak onlara, ki yakındır o aydınlık günler: Göğsümüzde ruhumuzun çırpınışını duyuyoruz, yardımınıza koşmak için...
---
Ben artık başkasının gücüyle yaşıyorum evlat, kendiminkini bitirdiğim çok oldu...
---
"Acı ve keder daha çalar kapımızı nasıl olsa, fakat acımız eskisi gibi zavallı olmasın artık, başka türlü oluversin.Acımız kertenkelenin, kaplumbağanın acısına benziyordu."
Can
Andrey Platonov