6 Nisan 2016 Çarşamba
türk halk şiirinde beddualar, mehmet ergönül, dönesin
Kuru dalda yaprak gibi sararıp
Bahar aylarında güze dönesin
Göğsü delik deşik teller kırılmış
Acemi ellerde saza dönesin
Yangın ola göğe çıka dumanın
Dört bir yandan işitile amanın
Kavrula başağın kala samanın
Sam vurup kurumuş boza dönesin
Yuvan ola yavruların kaçışan
Derdin ola birbirine bitişen
Bir köy akşamında yanıp tutuşan
İğde dallarında toza dönesin
Gam olasın her gün biraz boylanan
Can evinde baykuşları eğlenen
Bir ağızdan düşmanlara söylenen
Namert dudağında söze dönesin
Mum misali yana yana bitesin
Duman ola yoksul evde tütesin
Büyüye de kötü güne yetesin
Aşık yüreğinde köze dönesin
Küçülesin şımarıklar yanında
Eyüp kurdu yuva yapa canında
Kılıç olsa paslanasın kınında
İçinden çürüyen öze dönesin
Düşen dosta her an çalım atasın
Hiç gelmezin hayaline yatasın
Çeyizine göz yaşını katasın
Köyünden ayrılmış kıza dönesin
Nedametin karanlığı içinde
Senelerin gam yığını saçında
Yalnız isek hak dünyaya göçende
Namerde el açma bize dönesin
Mehmet Ergönül
Dönesin
Seher Yeli
Folklorumuzda Beddua Söyleme Geleneği ve Türk Halk Şiirinde Beddualar
Doğan Kaya
18 Şubat 2016 Perşembe
tren bir hayattır, tanıl bora
Mat i Syn (1997)-Aleksandr Sokurov
"...O zaman pederin Ankara deefterdarlığı vesilesiyle, Bursa'dan arabalara binerek Ankara'ya vu'ku bulan seyahatimiz, şimdikine nispeten gayet büyük bir sefer idi.Hakikat halde Bursa'dan itibaren şosesiz, tesviyesiz, bozuk yollardan araba içinde mevce vurarak köylerde kulübe içinde yatarak gitmek; dağ başlarında müsadif olduğumuz tek tük yolcuları görünce, hemcinse tesadüften dolayı büyük sevinmek, nihayet seferin onuncu günü bir tepe üzerinden Ankara'yı görerek enva-yı müşkilat-ı seferiyeye hatime çekeceğimizi anlayub i'lan-ı sürur etmekle Haydarpaşa'dan müteharrik odalar içinde, hareketin ikinci günü akşamüzeri Ankara'yı görmek arasında o kadar büyük bir fark vardır ki..." Ahmed İhsan Tokgöz, Servet-i Fünun
---
...Tren deyince bana, bu konserve kutuları gelmiyor aklıma kardeşim.Benim sendikamın amblemi daima buharlı tren olmuştur.Ben buharlı tren hastasıyım.İki sene önce Almanya'ya gittim, orada hala o makineler var ve hala çalışıyor.Özellikle gittim, makinistin yanında durdum.Fotoğraf çektirdim çocuklara.Bizde buharlı makine gerçekten demiryolculuğun başlangıcı ve devamı.Sonra çıkanlar, bunlar bana sardalye kutusu gibi gelmiştir...
Benim girdiğim yıllarda Bırık Osman derdik biri vardı.Babamdan büyüktü.Dağ gibi bir adamdı.95-100 kilo belki.İnanır mısın, cebinden mendilini çıkarıp treninin tekerleklerini temizlerdi boş kaldığı zaman, silerdi.Maaşını aldığında, cebinden para verip tekerleklerin kırmızısını, beyazını çekerdi.Böyle insanlar vardı.Sevgi o kadar ileri derecede.Ha içinde haylazları, bilmem neleri yok muydu?Hiç ummadığın zaman bir istasyondan bir bakarsın, pat diye bir müfettiş biner.O müfettişin oraya geldiğini kimse bilmez.Baskın yapardı.Şöyle bir hadise anlatılırdı misal, yolda tren bir ara duruyor, sürü var.Sürüden bir tane kuzuyu ateşçiye aldırtıyor makinist.İçerde ateş de yanıyor ya.Tam kesip pişirme niyetindeyken, haber alıyorlar ki istasyonda müfettiş var.Hayvanı canlı canlı kazana atmışO adam hep anılırdı. ( Zafer Boyar söyleşisinden)
---
Yolcu trenin penceresinden gördüğü yerleri düşünür.kıyıda köşede kalmış kasabaları, yapayalnız köyleri, ormanları, bozkırı.Bunlar yolcunun simgeleridir.Gerçekte bu simgeleri değersiz görmekle yalnızca bunları değil, kendi imgelemini de değersizleştirir, bir yolcu.Öyle ki, bana göre, yolcu, yol simgelerinin gözünün önünden hızla geçip gitmesinden ne anlayacaktır?Hız, belki bedeni hızlandırır ama imgelemi yavaşlatır.
...
Ankara'dan Kars'a trenle yolculuk ettiğim sırada -bir kompartımanımız vardı ama pulman vagonlarda da boş koltuklara oturabiliyorduk- okumak üzere yanıma Umberto Eco'nun baş belası Foucault Sarkacı'nı almıştım...Tren raylarından çıkan ritimli metalik ses, Foucault Sarkacı'nın okurda bıraktığı etkiye eşlik eder.Bugün hale Foucault Sarkacı aklıma gelse, trenler de gelir.Elbette, uçağın nimetlerini yadsıyacak değilim.Ama tren mi uçak mı diye soracak olanlara da yanıtım budur.Varın siz karar verin: Uçakla bir buçuk saat, trenle Foucault Sarkacı! (Faruk Duman)
Tren Bir Hayattır
Derleyen: Tanıl Bora
voskhozhdeniye, the ascent (1977), larisa shepitko
Ah Sotnikov! Hala çözülmemiş, buzdan kahramanımız.
-Alçaklar! Sana ne yaptılar böyle?
-Kolya, sen de - Sen de çığlık attın mı?
-Önemi yok.
-Dayanabildin mi?
-Bu da geçer.
-Alçaklar.-Böyle olmayacak.Çare bulmalıyız.Beni dinle.Önemli olan hikâyelerimizin birbirini tutması.
-Alçaklar.-Böyle olmayacak.Çare bulmalıyız.Beni dinle.Önemli olan hikâyelerimizin birbirini tutması.
Şöyle olacak; Yiyecek arıyorduk, köy yakılıp yıkılmıştım ve
sonra Lesiny'e geldik. Anladın mı?
- Mantıksız.
- Kes şunu! Aptallık etme de dinle.Dubovoi
Bölüğü'ndeniz.Bölük, Parkovsky Ormanı'nda.Zaten herkes biliyor.Hele oraya
girmeyi bir denesinler, onları duman ederler!Dinle, bir çıkar yol düşünmeliyiz.
Nalları dikmek kolay.Bizim çıkar yol bulmamız lazım!
-İşe yaramaz.
-Onlara oltada balığı oynamamız lazım.Çok çekersen, misina
kopar ve her şey gider!Rol kes biraz.
Bana şimdiden seni polis yapacağız dediler.Neden bana öyle
bakıyorsun?'Rol' dedim sana.
-Dünkü çocuk değilim ben.Nasıl yapabildin?
Biz askeriz.Asker.
Pis işlere bulaşma.Lekesi asla çıkmaz.
-Ölüp gidelim o zaman...Kurtçuklara yem olalım.Öyle mi?
-Olabileceklerin en kötüsü bu değil.
-Hayır.Bizim konumuz bu değil.
-Şimdi anlıyorum.Anlıyorum.Önemli olan kendimize karşı dürüst olmak.
-Budala!Budalanın tekisin, Sotnikov.Boşuna okul okumuşsun.
Yaşamak istiyorum!
Yaşamak!Şu alçakları öldürmek için!
Anlıyor musun?Ben askerim, sense bir ceset.
Senin, inadın ve prensiplerinden
başka bir şeyin kalmamış!
-Vicdanını bir kenara bırakarak yaşamaya devam edebilirsin.
-Sen vicdan mı dedin bana?
Peki, şu kadını...ve beni; bu güçlü kuvvetli adamı, bu belaya kim sardı.
Sen! Vicdanlı şahsiyet.
Ve çatıdayken - yaralı ve hasta halde - neden ilk ellerini kaldıran sen değildin, ha?Vicdanın mı kaldırma dedi?
Bu Rybak seni ve köyü kurtardı.Anlıyor musun?Benim vicdanım... düşün diyor!Görevimizi yerine getirmeliyiz!Senin derdin; Vicdan, vicdan!
İçinde hiç umut kalmadı mı senin?Yalan söylüyorsun.Umudun var.Açıklıktayken geri dönmeyi umduğun gibi.
Ve başardık da! Döndük!Yaşamak zorundayız!
-Polis olarak mı?Öyleyse boşa vakit harcama.
-Sen var ya - Sen nesin biliyor musun?Ölmeden mezara girmişsin!Ve beni de yanına çekmek istiyorsun!
Yalnız kalmaktan korkuyorsun! Seni yalancı pislik! Korkuyorsun!Neden, sen -
Sotnikov!
-Kimseye ihanet etmem.Etmem!
İnsanın kendi postundan daha önemi şeyler vardır.
İnsanın kendi postundan daha önemi şeyler vardır.
Adım Sotnikov - Boris Andreevich.
Bir annem, bir babam ve bir vatanım var.
-Direnişine ne olacak? Ya gözlerindeki o fanatik parıltıya?
Hepsi korkuya teslim olacaklar.
(O gözler korkuya hiç teslim olmadı.)
Voskhozhdeniye (1977)
The Ascent
Larisa Shepitko
TIRMANIŞVasili Bykov'un Sotnikov adlı romanından uyarlanmıştır.
17 Şubat 2016 Çarşamba
vicdan rahatlığı & ahlak, max horkheimer, geleneksel ve eleştirel kuram
...Herkesin kendi vicdanına uymasıyla, ne kaos ne de ondan kaynaklanan sefalet sona erer.Kendi kendisiyle barışık olma, çelişkisiz bir istence sahip olma yönündeki biçimsel talimat, ahlaki huzursuzluğun nedenini ortadan kaldırabilecek bir ilke oluşturmaz.Bir kez bile vicdan rahatlığıyla yapılmamış tek bir alçaklık var mıdır?..
Max Horkheimer
Materyalizm ve Ahlak (1933)
Geleneksel ve Eleştirel Kuram
yaşlı ormanın gizemi, dino buzzati
...Bu kuş gece gündüz ağacın dalında oturur, yoldan geçen birini gördüğünde öterek evdekilere haber verirdi.Gerçekten de çığlığı çok uzaklardan bile duyulurdu.Kuşun yegane yeteneği eve doğru ilerleyenleri bildirmekti; vadiye inenlere hiç ses etmediğinden bekçilik görevini layıkıyla yaptığı söylenirdi...Procolo bunun üzerine hiç düşünmeden, bu durumdan hoşlanmadığını ifade etti.Bunun gibi bir kuşa nasıl güven duyulabilirdi?AAmcası güvenli bir uyarı istiyorsa, oraya bir adam dikmeliydi.Ayrıca bu hayvan da elbette uyuyordu, uykusunda nasıl bekçilik edecekti?Aiuti, saksağanın genellikle tek gözü açık uyuduğunu belirtti.
---
Bernardi'nin dostları için katlandığı fedakarlıklar, kurnazlıklar ve yorgunluklardır.
---
Onun kaba sözlerini duyan etraftaki otlar kurumuş, yakınındaki ağaçlar yapraklarını dökmüştü.
---
Ama bir gün yeniden buluşacağız.Dallarımız yeniden birbirine değecek ve biz sohbetimize kaldığımız yerden devam edeceğiz, kuşlar yeniden bizleri dinleyecek.Burada olmayan, kocaman, çok güzel ve çok renkli kuşlar göreceksin orada.
---
"Uğursuz gölge, benden ne istiyorsun?" diye sordu.
"Hiçbir şey" diye karşılık verdi gölge.
---
Ben de senin savaşçı bir rüzgar olduğunu sanıyordum.Oysa seb, şairlere ilham veren meltem esintisinin hoş kokusuyla odama geliyorsun.Görünen o ki naif bir rüzgar olup çıkmışsın.
---
İki korkuluğun kşmliklerinin belirlenmesi: Uzun araştırmalar neticesinde, Fenchina mevkiindeki buğday tarlalarına bekçilik etmek üzere yerleştirilmiş korkunç görünümlü iki kişinin, aslında birer korkuluk olduğu sonucuna varılmıştır.Kuşların gerçekleştirdiği on beşinci denemede kimlikleri tespit edilmiştir.Bu korkunç insani figürlere birkaç santim kalana kadar yaklaşma cesaretini gösteren baştankara Marietta özel bir övgüye layık görülmüştür.Çevredeki bütün kuşlara saldığı korku ve endişeyi ortadan kaldırarak bunun bir aldatmaca olduğunu gözler önüne sermeyi başarmıştır.Kimliklerin belirlendiği haberi binlerce kanatlının iki tarlaya akın etmesine yol açmıştır.
---
Ağzı yiyecekle dolu bir tırtıl arkadaşına, "Bilmiyorum, ama bugün içimde tuhaf bir his var" dedi."Sanki içimde bir şey hareket ediyor gibi...Sağlığım gayet yerinde, sorun yok.Bu hafta içinde tam yarım gram almışım."
---
Biz her zamanki gibi ağaçların arkasındaydık ve onlara selam veriyorduk.Onlarsa bize göz ucuyla bile bakmadan yanımızdan geçip gidiyorlardı.Biz onlara isimleriyle sesleniyorduk.İçlerinden hiçbiri bize dönüp bakmazdı.Bizi göremez, sesimizi işitemez olmuşlardı artık; işte asıl neden buydu.Eski oyun arkadaşları rüzgarlar üstlerinden geçiyor, onlara hoş geldin dercesine dalların arasından ıslıklar çalıyorlardı.Çocuklar ise asık yüzleriyle, "Rüzgar çıktı, yavaş yavaş eve dönsek iyi olur.Fırtına geliyor." derlerdi.
---
Rüzgarlar, repertuarlarının en güzel kısmını oluşturan eski zaman devlerinin hikayesini anlatan şarkılarını söylediler.Biz bu öyküleri hiç duymadık, fakat bu şarkıları dinleyenlerin gönlünde büyük sevinç dalgalarının nasıl yükseldiği bilinmektedir.
---
"Bu gece ölme sırası bende" dedi Matteo, "Çözülmeye başladım bile...Birazdan yükselir, sonra da yavaş yavaş gökyüzünde kaybolur giderim."
...
Evet, sanırım bu defa büyüme sırası senin.Yarın çok daha güçlü olacaksın, senin için yeni bir hayat başlayacak, ama sen pek çok şeyi anlamayacaksın: Seninle konuştuklarında bile, ne ağaçları, ne kuşları, ne nehirleri, ne de rüzgarları anlayacaksın.Kalsam bile hiçbir sözümün artık anlamı olmayacak senin için.Sesimi duyacaksın elbette, ama bu sana anlamsız bir hışırtı gibi gelecek; belki de güleceksin buna...Hayır, inan bana doğru zamanda ayrılıyoruz, belki böylesi çok daha iyi.
---
Sadece yalanın uydurulmaya ihtiyacı vardır...Claudio Toscani
Yaşlı Ormanın Gizemi
Dino Buzzati
neden yok sponsorum, hüsrev hatemi'den duyduklarımız, nevhayat tulay gouwy
2000 yılı başlarıydı.Mürsel Işık, Hüsrev Hatemi'ye "Beraber hazırlayacağımız ikinci bir müzik albümü çıkarmak istiyorum.Fakat sponsor bulmak gerek" diye kısa mesaj gönderir.Hüsrev Hatemi, Antalya'da bir otel odasında aldığı mesajı,
"Felek sana son sorum
Neden yok sponsorum?"
diye cevaplar.Daha sonra bir mısra daha ekler:
"Zannetme var on sorum
Felek sana son sorum
Neden yok sponsorum?"
Hüsrev Hatemi'den Duyduklarımız
Nevhayat Tulay Gouwy
dedales (2003), rene manzor
Her birey, içinde yaşayan kişiliklerin özetidir.
Yarattığımız bütünlük izlenimi, engellerimizden kaynaklanır.
Başkaları karakterimizi; mahiyetimizi koruyan bir kalkan,
Başkaları karakterimizi; mahiyetimizi koruyan bir kalkan,
toplumsal ilişkiler için dizayn edilmiş bir zarf olarak tanımlar...
...ki bu sadece barış zamanlarında geçerlidir.
Saldırı durumlarında ve ancak böyle zamanlarda olduğumuz kişilere dönüşürüz.
...ki bu sadece barış zamanlarında geçerlidir.
Saldırı durumlarında ve ancak böyle zamanlarda olduğumuz kişilere dönüşürüz.
Tehdit edildiğimizde, gizlemek için o kadar uğraştığımız her şeyi bir anda su yüzüne çıkarabiliriz.
Evet diyerek yalan söylemek, hayır demekten daha zordur.
Evet diyerek yalan söylemek, hayır demekten daha zordur.
O yarayı kapatmak için kaç yalan gerekli?
Dedales (2003)
Rene Manzor
körleşme, elif sofya
Şimdi burada siyah
Şimdi burada kör oldum
Bir hayat sesi buldum çabucak
Sonra suya ve suça batmış ıslıkları duyacaktım.
Sırtını bırakmış gölgeye
Görünmeyen bir meyveye hunharca
Omurgası orada kuruyup dökülecek dediler
Mutantan bir yürüyüş aradım
Bir gidiş geliş haritası
ve esnek acılar aradım
Aklımı çeldim, çelmeledim
Burası uzun zaman önceydi
Süresini sürmeyen vakitler gibi
Tekrarlanıyordu körleşme
Zaman mekândan ayrılıyordu gizlice
Sesimin içi söyledi
Öl şimdi
Öl şimdi
Sadece ölürken öğreneceksin ölmeyi.
Elif Sofya
Körleşme
Düzensiz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)