Mat i Syn (1997)-Aleksandr Sokurov
"...O zaman pederin Ankara deefterdarlığı vesilesiyle, Bursa'dan arabalara binerek Ankara'ya vu'ku bulan seyahatimiz, şimdikine nispeten gayet büyük bir sefer idi.Hakikat halde Bursa'dan itibaren şosesiz, tesviyesiz, bozuk yollardan araba içinde mevce vurarak köylerde kulübe içinde yatarak gitmek; dağ başlarında müsadif olduğumuz tek tük yolcuları görünce, hemcinse tesadüften dolayı büyük sevinmek, nihayet seferin onuncu günü bir tepe üzerinden Ankara'yı görerek enva-yı müşkilat-ı seferiyeye hatime çekeceğimizi anlayub i'lan-ı sürur etmekle Haydarpaşa'dan müteharrik odalar içinde, hareketin ikinci günü akşamüzeri Ankara'yı görmek arasında o kadar büyük bir fark vardır ki..." Ahmed İhsan Tokgöz, Servet-i Fünun
---
...Tren deyince bana, bu konserve kutuları gelmiyor aklıma kardeşim.Benim sendikamın amblemi daima buharlı tren olmuştur.Ben buharlı tren hastasıyım.İki sene önce Almanya'ya gittim, orada hala o makineler var ve hala çalışıyor.Özellikle gittim, makinistin yanında durdum.Fotoğraf çektirdim çocuklara.Bizde buharlı makine gerçekten demiryolculuğun başlangıcı ve devamı.Sonra çıkanlar, bunlar bana sardalye kutusu gibi gelmiştir...
Benim girdiğim yıllarda Bırık Osman derdik biri vardı.Babamdan büyüktü.Dağ gibi bir adamdı.95-100 kilo belki.İnanır mısın, cebinden mendilini çıkarıp treninin tekerleklerini temizlerdi boş kaldığı zaman, silerdi.Maaşını aldığında, cebinden para verip tekerleklerin kırmızısını, beyazını çekerdi.Böyle insanlar vardı.Sevgi o kadar ileri derecede.Ha içinde haylazları, bilmem neleri yok muydu?Hiç ummadığın zaman bir istasyondan bir bakarsın, pat diye bir müfettiş biner.O müfettişin oraya geldiğini kimse bilmez.Baskın yapardı.Şöyle bir hadise anlatılırdı misal, yolda tren bir ara duruyor, sürü var.Sürüden bir tane kuzuyu ateşçiye aldırtıyor makinist.İçerde ateş de yanıyor ya.Tam kesip pişirme niyetindeyken, haber alıyorlar ki istasyonda müfettiş var.Hayvanı canlı canlı kazana atmışO adam hep anılırdı. ( Zafer Boyar söyleşisinden)
---
Yolcu trenin penceresinden gördüğü yerleri düşünür.kıyıda köşede kalmış kasabaları, yapayalnız köyleri, ormanları, bozkırı.Bunlar yolcunun simgeleridir.Gerçekte bu simgeleri değersiz görmekle yalnızca bunları değil, kendi imgelemini de değersizleştirir, bir yolcu.Öyle ki, bana göre, yolcu, yol simgelerinin gözünün önünden hızla geçip gitmesinden ne anlayacaktır?Hız, belki bedeni hızlandırır ama imgelemi yavaşlatır.
...
Ankara'dan Kars'a trenle yolculuk ettiğim sırada -bir kompartımanımız vardı ama pulman vagonlarda da boş koltuklara oturabiliyorduk- okumak üzere yanıma Umberto Eco'nun baş belası Foucault Sarkacı'nı almıştım...Tren raylarından çıkan ritimli metalik ses, Foucault Sarkacı'nın okurda bıraktığı etkiye eşlik eder.Bugün hale Foucault Sarkacı aklıma gelse, trenler de gelir.Elbette, uçağın nimetlerini yadsıyacak değilim.Ama tren mi uçak mı diye soracak olanlara da yanıtım budur.Varın siz karar verin: Uçakla bir buçuk saat, trenle Foucault Sarkacı! (Faruk Duman)
Tren Bir Hayattır
Derleyen: Tanıl Bora
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder