nurdan gürbilek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nurdan gürbilek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2024 Pazartesi

Nurdan Gürbilek - Örme Biçimleri & Korkulu Çıraklık


"Bir meydanın farkına varabilmek için insanın oraya dört ayrı yönden yaklaşması,
hatta orayı dört ayrı yönde terk etmesi gerekir."
W. Benjamin

...

Wirginia Woolf'un Kendine Ait Bir Oda'nın ortalarına doğru Charlotte Bronte'nin "burukluğu"ndan söz ettiği bir bölüm var.Jane Eyre'de öyksünü anlatırken sanki birden kendi eve kapatılmışlığını hatırlamış, dünyayı özgürce gezmek varken bir papaz evinde çorap yamamaya zorlandığını düşünmüş, öyküyü bir kenara bırakıp bir hak mücadelesine girişmiştir Bronte.Romanın orta yerinde beliren bu yersiz aranın, hikayenin tam genişleyecekken aniden büzüşmesinin, yazarın kişileri üzerine yazarken birden kendisi üzerine konuşmaya başlamasının "yazar dürüstlüğü" denen şeyi zedelediğini söyler  Woolf.Öykü yolundan sapmış büyük yazı yeteneğine rağmen tökezleyip düşmüştür Jane Eyre'in yazarı.

...

Deniz Feneri'ni bitirdikten iki yıl sonra babasının ölüm yıldönümünde Keats'in ünlü dizesini ("life to him would be death to me") yankılanırcasına günlüğüne şunu yazar Wirginia Woolf: Onun hayatı benimkini sonlandırdı.Ne mi olurdu? Yazı yok, kitaplar yok: - Tahayyül bile edilemez."

Yazar - düşünür babanın hayaleti Deniz Feneri'ne doymak bilmeyen ilgi açlığıyla karısının enerjisini soğuran felsefe profesörü Mr. Ramsay olarak girer.Karısı ölünce "yaşlılığını, güçsüzlüğünü, kimsesizliğini tek bir yumak yapmış"

...

Korkulu Çıraklık

Madame tricoteuse: Fransız ihtlali sırasında giyotinin etrafında bir yandan infazları seyreden, bir yandan da örgü ören kadınlara verilen ad.Charles Dickens İki Şehrin Hikayesi'nde düşmanlarının adlarını örgüsüne işleyen karanlık Madame Defargue'ı bu figürden esinlenerek yaratmıştı.Figürün ne kadarı kamusal alandan dışlanan yoksul kadınların sınıfsal öfkesini, ne kadarı erkeklerin muhayyilesinde büyüyen bir korkunun, eve kapatılmış madame tricote'un bir gün karanlık bir madame tricoteuse olarak geri döneceği korkusunu yansıtıyor, araştırmak ilginç olur."Korku" kısmı önemli, çünkü bu karanlık örgücünün dilde de izleri var: "Kader ağlarını örüyordur"daki, "başına çorap örmek"teki, "örümcek kadın"daki ürkütücü kader de dişildir.

...

Bilge Karasu'nun usta-çırak ısrarında bir gelenek özlemi görenler olmuş mudur? Çırağın ustayla ilişkisi birçok anlatısının merkezindedir.Yazıyı bir deha ya da esin işinden çok, "el alınan" işlere benzettiğini de biliyoruz.Duvar işçiliği, marangozluk, yemek pişirmek.Gelenek zincirinin koptuğu bir çağda o zinciri onarmaya mı çalışıyor?Ustamdan bana, benden çırağıma: Böyle mi okuyacağız Karasu'yu?

Bu zinciri en çok düşündüren metin, "Kısmet Büfesi"nin içindeki MorYeleliAt masalıdır.Masalın en güzel pasajları MorYeleliAt'ın mağara duvarın bir av sahnesi çizebilmek için  kat ettiği uzun yolun, çırağın ustadan öğrendiği sırların betimlenmesine ayrılmıştır.Çırak önce gördüğü hayvanları çizer.Sonra eksiksiz bir at, bir boğa, bir keçi çizebilmek için düşünde o hayvanla birlikte koşmayı öğrenir.Sonra kovalayanlarla kovalananların seslerine kulak vermeyi, koşanlarla birlikte terleyip yara alanlarla birlikte kanamayı öğrenir.Öğrenilecek sırların hepsini öğrendikten sonra ustalığın kendisine geçmesini sağlayacak son şey yaraların çizimidir.Masalda büyük usta, usta ve çırağın oluşturduğu bir üçlü zincir vardır.Büyük usta yaşlanınca çırağını bir başka mağaraya yerleştirip ölmeye çekilir.Sonra o çırak usta olup MorYeleliAt'ı yetiştirir.Sonra da çırağına boş duvar bırakabilmek için kendi çalışmasını ağırlaştırır, derken hepten bırakır.Böylece her çırak kendine bir boş duvar bulabilecek, ressamlık soyu sürüp gidecektir.

Turgut Uyar bir "korkulu ustalık"tan, usta şairin gücünü koruyabilmek için "yeniden çırak" olmasından söz ediyordu.Karasu probleme arzuyla korkunun durmadan yer değiştirdiği bir korkulu çıraklıktan girer.Arzu: MorYeleliAt ustasının yaptığı resimleri artık beğenmediğine ("kulakları böyle değil, şöyle olmalı"), av sahnelerini çizerken elinin ustasından daha az titrediğini fark ettiğine, duvardaki figürlerin ustasının "yıllar boyu edindikleri bilgiler" tarafından belirlenmiş olmasına takıldığına göre artık usta olmak istiyordur.Korku: "Ustasının kendisinden uzaklaşacağı, kendisini yapayalnız bırakacağı ürküntüsü" peşini bırakmaz: "Bir kalıptan bir başka kalıba geçişi, bu ad değişimini, MorYeleliAt nasıl başaracaktı, yalnız kalmadan?"

Masalın devamında zincirin kırıldığı ana odaklanır Karasu.Tam da çırak olarak ölüp usta olarak doğmaya hazırlandığı sırada, ustasını dinlemeyip resmine bir akbaba figürü ekledikten sonra ("önce akbabayı çizmekle, ustasını dinlememekle, sonra da elini tam akbabanın altına rastlayan yere basmakla yanlış bir iş edip etmediğini sordu kendi kendine") depremde ölür MorYeleliAt.Gelenekte yeri olmayan o akbaba figürü, çırağın elini tam o figürün altına rastlayan yere basması mı çağırmıştır ölümü?Masal çırağın ölümüne değil, sonrasına odaklanır.MorYeleliAt'ın ustası tam usta olacakken ölen çömezine yanar, ama yerde insan biçiminde yontulmuş bir yontu bulunmuştur.Bir mağara da bulunabilirse eğer, yeni çıraklar yetiştirebilecektir.Bir çırak ölür, yenisi gelir, bir halka kopar, yenisi eklenir, zincir böyle devam eder, bunu mu diyor Karasu?Ressamların bir boş duvar bulabilmek için yarıştığı bu modern zamanlarda neden bir "el alma" masalı anlatıyor?Turgut Uyar'ın dümeni acemiliğe doğru kıran "Korkulu Ustalık" ve "Efendimiz Acemilik"inin üzerinden neredeyse yirmi yıl geçtikten sonra acemiliği bir yetersizlik bölgesi olarak tanımlamak mı istemişti?Kendi kendinin efendisi bir acemi olmaz, çırak da ustasız olmaz, bunu mu diyor?

Karasu'nun öldürdüğü ilk çırak MorYeleliAt değildi."Usta Beni Öldürsen E"nin genç cambazı da yere çakılır."Göçmüş Kediler Bahçesi"nin mor şeritli "küçücük, bağımlı piyade"si de ölür.Göçme oyununun kurallarını yeşil şeritli vezirden öğrendiğine göre ( "Oyun üzerine ne biliyorsam ondan öğrenmiştim.Ustam karşımda duruyordu) o da bir çıraktır.Karasu'da yeşil ustanın rengiyse ("yeşil şeritli vezir", "oğultutmaz damarının yeşilimsi kaması") mor çırağın rengidir.Yaratıcılığa atılan ilk adımın, MorYeleliAt'ın ilk figürünü çizdiği "mor taş"ın, çırağın başka çıraklara duyduğu kıskançlığın , "kardeşkovan damarının mor çatalı"nın rengi.Sonunda ölümün, "mor şeritli" çırağın gömüldüğü, dölyatağını andıran suyun rengi: "Baygındım/ölüydüm/yüzüyordummorbirsuda."

"Usta Beni Öldürsen E!" MorYeleliAt masalındn önce yazılmış daha sert bir masaldır.Karasu orada ustayla çırağı tehlikeli bir denge sanatında, birinin ölümünün diğerinin elinden olabileceği bir ip cambazlığında buluşturur.Tehlikeli, çünkü ustayla çırağının havada güreştikleri, biri yanlış adım atıp düşermiş gibi yaptığında diğerinin onu son anda kurtarıyormuş gibi yakaladığı "yalancıktan güreşme" numarasının ardında gerçek bir agon ("çatışma","güreş") vardır.Karasu'da bir gelenek varsa, diye düşünebiliriz şimdi, ustanın "yıllar boyu edindikleri bilgiler'in çırağa aktarılmasıyla oluşmuş, tatlı tatlı uzayan bir devam zinciri değil, ölmeyen sevginin öldürücü olduğu bir agon geleneğidir.

...

...Bir "kaybeden" olmamak için çırpınan yoksulları son yıllarda edebiyattan çok sinema görünür kıldı.Yoksulların yoksullarla savaştığı edebiyattan çok sinema görünür kıldı.Yoksulların yoksullarla savaştığı, kaybetmemek için birbirini çiğnediği bir Parazit yoksulluğu değil sadece.İnsan sermayesine dönüşen demiryolu işçileri, kargo çalışanları, temizlik işçileri, göçmen işçiler, yoksulluk çemberini yırtabilmek için uyuşturucu çetelerinin eline düşen yoksul gençler Ken Loach filmlerinin ısrarlı konusudur.Bu zor koşullardaki dayanışma anlarını (Ben Daniel Blake, Ekmek ve Güller, Benim Adım Joe), yoksulların yoksulluğa dayanıklı neşesini (Demiryolu İşçileri, Ayaktakımı) bir kaybeden olmamak için verilen savaşın çok da temiz bir savaş olmadığını da (İşte Özgür Dünya) anlatır Ken Loach.Çoğu filminde bu hikayeyi yoksullara "meleklerin payı"nı ayırarak y da onlara bir ikinci şans tanıyarak anlatır.Bugünün daha sert dünyası ise Jean-Pierre ve Luc Dardenne'in filmlerindedir.Rosetta, Lora'nın Sessizliği ve Söz'de yoksulların başka yoksullarlı çiğnediği çaresizlik anlarının bazen de her şeye rağmen yitip gitmemiş o son iyilik damlasının peşine düşer Dardenne kardeşler.

(Halktan Geriye Kalanlar)

...

Nurdan Gürbilek
Örme Biçimleri
Bir Ters Bir Düz Fragmanlar
Metis Yayınları

16 Ekim 2021 Cumartesi

Sessizin Payı - Nurdan Gürbilek

Manzara ve Patikalar

Mektuplar dışında asla "ben" sözcüğünü kullanma
Walter Benjamin

...

Paris pasajları üzerine kısa bir çalışma olarak başlayan, on üç yıl boyunca bine yakın kaynaktan toplanan sayısız alıntı ve durmadan değişen taslaklarla yazarının da içinde kaybolduğu devasa bir modernlik tarihine dönüşen Pasajlar'a da benzer bir gezinti temposu damgasını vurmuştur.Benjamin'in büyük şehr peyzajında bir yere yetişme telaşı olmadan gezinen aylağa duyduğu ilgide, şehrin döküntülerini biriktiren paçavra toplayıcısına olan bağlılığında, yetişkinlerin gözden çıkardığı artık malzemede nesnelerin bambaşka yüzlerini gören "çocuk dikkati"ne olan sevgisinde, tamamlanmış yapıtlardansa ömür boyu üzerinde çalışılan fragmanlara olan takıntılı düşkünlüğünde de aynı seçimin izleri vardır.Manzarayı tarayan bir gözlem uçuşundansa, kavramı çileci bir disiplinle geri çeken bir gezintiyi önemsiyordur Benjamin.Düşünceye deneyimin yoğunluğunu kazandırabilmek için nesnenin buyruğunda yaşanacak bir çıraklığı önemsiyordur.Kral yolunu değil, patikaları; ana arterleri değil, ara sokakları; kavramı değil, kavramın eleğinden uçup giden artığı önemsiyordur.Firari anıların, uçucu imgelerin, sapa yolların yazarı: "Başkalarının sapma kabul ettiği şeyler, benim için rotamı belirleyen veriler."

...

Suç ve Ceza

"Eğer başarsaydım sevinçle taçlandıracaktım, şimdi hapishaneyi boyluyorum!"
 Dostoyevski, Suç ve Ceza

"Biz ihtilal yaptık, ihtilale teşebbüs etmedik." 
Kenan Evren, Aralık 2012

...


"Reel" politikanın temel mantığı da bu değil mi?Şu cümle Robespierre'in: "Birer asi mi, yoksa insanlığın velinimetlerini mi olduğunuza zafer karar verecek.Şu Goebbels'in: "Ya gelmiş geçmiş en büyük devlet adamları ya da en büyük suçlular olarak tarihe geçeceğiz." Şu Nihai Çözüm'ün mimarlarından Eichmann'ın avukatının: "Başarırsanız madalya ve nişanlara boğulursunuz, başaramazsanız darağacını boylarsınız." Şu da Kenan Evren'in ifadesi "Biz ihtilal yaptık, ihtilale teşebbüs etmedik." Darbe bir kez başarılı olmuşsa, fiili güç hukuki güce dönüşmüşse eğer, ortada kurucu bir iktidar vardır.Başarılmış darbe suç değildir, çünkü rejimi çoktan değiştirmiştir.

...

Yanlış Hayat

...

Ahlaki davranış pekala gizlenmiş bir bencillikten, bir cezalandırma arzusundan, hatta düpedüz hınçtan kaynaklanabilir.Vicdan bizi her zaman vicdanlı bir yere götürmez."Bir vicdanımız olmalıdır, ama kendi vicdanımız üzerinde ısrar etmeyebilirz."

...


"Evsizlere Sığınak"ta kendi evimizi ev olarak görmemenin ahlakın bir parçası olduğunu söylüyordu Adorno.Tolstoy için eklemek gerekir: Kendi evsizliğimizi ev olarak görmemek ahlakın bir parçasıdır.Bir çözüm değil, problem cümlesiydi Adorno'nunki: Yanlış yaşam, doğru yaşanamaz.

...

Yoksulluk Lekesi
Orhan Kemal'in Çocukları


...

Tuğcu hikayesinin vaktiyle okurunu yakalayabilmiş olmasının nedeni, Türkiye'de orta sınıfın kendini yoksullardan henüz kalın çizgilerle ayrıştırmamış olmasıydı.

...

Bir Orhan Kemal hikayesinde sadece zenginler değil, yoksullar da yoksullara "hava atar", "fiyaka söker", "kurum satar", "çalım atar", "sükse yapar", "caka satar", "fort atar", "zort çeker".Müteahhidin kızı avukatınkini, avukatın kızı noterinkini, noterin kızı pzaracınınkini, pazarcının kızı çamaşırcınınkini "burunlar." Orhan Kemal'de utandırma savaşları yalnız merkezde değil, "Kenar Mahalle"de de (Kardeş Payı) bütün şiddetiyle devam eder.Yoksullar bacak bacak üstüne atıp "düşman utandıracakları" günü hayal eder.Çocuğu subay çıkan, çocuğu ırgat olana bakarak "yürek soğutur".Yoksullar, başkaları onlara bakıp yürek soğutmasın diye yoksulluklarını belli etmez.

...

Orhan Kemal'in çocuklarına dönebiliriz şimdi.Yoksul çocuğun imrenme dürtüsüyle haysiyetini koruma isteği arasında yaşadığı vahşi gelgiti "çikolata" (Dünyada Harp Vardı) kadar iyi anlatan bir hikaye bulmak zordur.Mahallede, şekercinin vitrininin önündeyizdir.Vitrinde kırmızı, mor, mavi kağıtlara sarılı çikolatalar vardır.Kamyon şoförünün kızıyla oğlu para biriktirmişler, günlerdir hayalini kurdukları çikolatayı almak üzere şekerciye gelmişlerdir.Ama yoğurtçunun kızı da ordadır; hayatında hiç çikolata yememiştir; şimdi de alacak parası yoktur.Kamyon şoförünün çocukları, yoğurtçunun kızına hava atmak isterler ("Bizim babamız kamyon şoförü, dünyayı dolaşır!"); ama imrendirmenin günah olduğunu duyduklarından (Cehennemde katran kazanları, zebaniler" çekinirler.Çikolatayı bölüşmek de işlerine gelmez.Hikayenin daha yoksulunun, yoğurtçunun kızının duyguları daha az karmaşık değildir.Çikolatayı tatma isteğiyle (Çikolata çok mu tatlıydı acaba?) imrendiğini belli etmeme ("Onu bana bedava verseler de yemem!"), çikolataya duyduğu arzuyla çikolatayı değersizleştirme çabası arasında ("istersem alırım ama almam") gidip gelir.Sonunda iki kardeş ellerinde çikolata, iştahla yiyerek uzaklaşırlar.Yoğurtçunun kızı onları görmemek için gözlerini yumar.

...

Orhan Kemal'in başkasının önünde eğilmemek için açlığı göze alan, sadaka kabul etmeyen yoksullarından söz ettim.Ama Orhan Kemal'de bize haysiyeti en çok düşündüren pasajlar, bu tür olumlu haysiyet göstergeleri değil, olumsuz olanlardır.Başın inadına dik tutulduğu değil, çaresizce eğildiği anlar."Kırmızı Mantolu Kadın"da (Kardeş Payı) elli kuruş için koğuşun ortasında anadan doğma çiftetelli oynayan Bobi."Üç Arkadaş"ta (Kardeş Payı) zenginlerden para koparabilmek için kendilerini acındıran çocuklar."Simit"te (Yağmur Yüklü Bulutlar) karnını doyurabilmek için küçük bir çocuğun elindeki simiti kapıp kaçan adam."Birtakım insanlar"da (Yağmur Yüklü Bulutlar) çöpte bulduğu küflü ekmek parçasını başkasına kaptırmamak için her şeyi göze alan yoksul mahkumlar.Küçücük'te tüm umutlarını futbola bağlayan, ayağı kırılınca sevgilisinin orospuluk yaparak kazandığı paraya muhtaç kalan Erol.Soru, Erol'un sorusudur: "Haysiyet, şeref, namus...Evet ama, yenir miydi bunlar, içilir mi?" Su soru Bobi'nin: "Ben dünyanın yüzkarasıyım, ama suç benim mi?" Şu da Bobi'nin: "Karnımı doyurabilmek için insanlığımı harcıyorum, görmüyor musun?"

...

Ben bu yazıyı Orhan Kemal'le bitirmek istiyorum.İki hapishane hikayesi; biri neşeli, diğeri kederli.Önce neşeli olanı: 1940'ların sonunda yazdığı "Ekmek, Sabun ve Aşk"ta (Ekmek kavgası) bütün gün ayna karşısında biryantinli saçlarını tarayan genç bir gardiyanı anlatır Orhan Kemal.Gardiyan bir gün hikayenin anlatıcısından, içinde aşk üzerine vecizeler bulunan bir kitap ister.Anlatıcı, Kamelyalı Kadın'ı verir.Gardiyan bütün gece uyumaz: romandaki imkansız aşk onu derinden sarsmıştır.Armand Duval'e üzülür; Marguerite için gözyaşı döker.Bu arada bir kadın mahkuma aşk mektupları yazar.Kadına ilahi aşktan, ebedi saadetten, tül kanatlı aşk perilerinden söz eder.Bir süre sonra cevap gelir. "Ben bu tür laflardan anlamam." diyordur kadın."Sen beni seviyorsan, ben de seni seviyorum demektir." Mektup şöyle biter: "Eğer beni ciddi olarak seviyorsan, bana bir kalıp sabunla iki somun gönder." Kadın açtır ve bitlenmiştir.

...

Orpheus Çıkmazı


"Anlatsam  mı, Neye yarar?
Annemle babam, uyuyorlar koyun koyuna
Cebeci Asri Mezalığında"

Vus'at O. Bener, Siyah Beyaz

"Daimi ıstırap içinde olanların da işkence görenler kadar haykırrmaya hakkı vardır."
Adorno


Nurdan Gürbilek
Sessizin Payı
Metis Yayınları

24 Ekim 2015 Cumartesi

tanpınar'da görünmeyen, nurdan gürbilek, yer değiştiren gölge

...
Şu soruyu sormuştu Tanpınar: "Neden geçmiş bizi bir kuyu gibi çekiyor?" Nerede olduğunu hatırlayamadığım bir yerde Nietzsche söylemişti sanırım: " İnsan bir kuyuya bakarsa, kuyu da ona bakar." Suyu çekilmiş, kurumuş bir kuyu olmalı Nietzche'ninki.Tanpınar'ın kuyusunun dibinde ise bir su birikintisi vardır; tıpkı bir ayna gibi, bakana kendi yüzünü yansıtır.

Tanpınar'da Görünmeyen
Nurdan Gürbilek
Yer Değiştiren Gölge

6 Temmuz 2015 Pazartesi

yanlış hayat & tolstoy'un vicdanı, sessizin payı, nurdan gürbilek

"Elimi kolumu bağlayan bu yalanı neye mal olursa olsun parçalayacağı, her şeyi itiraf edeceğim, herkese gerçeği söyleyeceğim ve doğru olanı yapacağım" dedi.

Tolstoy, Diriliş




"Doğru hayat gerçekten mümkün mü, yoksa 'yanlış hayat, doğru yaşanamaz' iddiasıyla mı yetineceğiz?"

Adorno, Ahlak Felsefesinin Sorunları

 
...Tolstoy, son otuz yılını "yalan üzerine kurulu yaşamı"nı  dönüştürmeye çalışarak geçirdi.Çabanın uzun yıllara yayılmasının nedeni, dönüştüreceği hayatın artık yalnızca kendi hayatı olmamasıydı...

..."Belki de söylenebilecek tek şey" der Adorno son derste, "bugün doğru hayatın, en ileri zihinlerin iç yüzünü görüp eleştirel olarak teşrih ettikleri yanlış hayat biçimlerine direnmekten ibaret olduğudur." Son dersin son cümlesi şudur: "Bugün ahlak dediğimiz her şey dünyanın organizasyonu meselesiyle iç içe geçer.Hatta doğru hayat arayışının doğru siyaset biçimi arayışı olduğunu bile söyleyebiliriz."

Bu derslerden geriye, Adorno'nun elli yıl önce öğrencilerine sorduğu, bugün bizi de uğraştırmaya devam eden sorular kaldı: Bazen adaletsizliğin tam da kendini doğru, başkalarını yanlış gördüğümüz noktada ortaya çıkabileceğini fark etmemiş olabilir miyiz?Kendi sınırlarımız üzerinde düşünerek bizden farklı olanların hakkını vermeyi öğrenebilecek miyiz?Bir de yanlış hayat üzerine ahlak felsefesine yol gösterebilecek bazı saptamalar: Dünyayı değiştirmek için ona bulaşmamız gerekir; ona bulaşmaksa yanlışın bize de bulaşması demektir.Ne kadar radikal olursa olsun ahlaki eylem kendi imkansızlığını gizliyorsa yalan içerir.Bütünün çıkarıyla bireyinki arasındaki uzlaşmazlığı görmezden gelen bir ahlak kaçınılmaz olarak barbarlığa varır.Ahlaki davranış pekala gizlenmiş bir bencillikten, bir cezalandırma arzusundan, hatta düpedüz hınçtan kaynaklanabilir.Vicdan bizi her zaman vicdanlı bir yere götürmez."Bir vicdanımız olmalıdır, ama kendi vicdanımız üzerinde ısrar etmeyebiliriz."

Bugün vicdanı konuşurken keşke karşımızda Tolstoy kadar kuvvetli bir figür, o kadar rahatsız bir vicdan olsaydı.Madem yok, onunla tartışacağız.Yalnızca sadeliği ararken fazla gürültü çıkardığı için değil, yokluğu ulaşılması gereken bir varlıkmış gibi gösterdiği, ahlak probleminin, "dünyanın organizasyonu"yla iç içe geçtiğini görmezden geldiği için de doğruya uzak düşmüştü Tolstoy vicdanı.Keşke gerçeklerle doğrular arasındaki bağı koparıp atmasa, estetikle ahlakı birbirinden bu kadar uzaklaştırmasa, yeni bir dinsel öğreti kurmak yerine kendi doğrusu olmayan yanlışına Anna Karenina'nınkine baktığı gibi dimdik bakabilseydi Tolstoy.

"Evsizlere Sığınak"ta kendi evimizi ev olarak görmemenin ahlakın bir parçası olduğunu söylüyordu Adorno.Tolstoy için eklemek gerekir: Kendi evsizliğimizi ev olarak görmemek ahlakın bir parçasıdır.Bir çözüm değil, problem cümlesiydi Adorno'nunki: Yanlış yaşam, doğru yaşanamaz.

Yanlış Hayat, Tolstoy'un Vicdanı
Sessizin Payı
Nurdan Gürbilek

2 Temmuz 2014 Çarşamba

yoksulluk lekesi, nurdan gürbilek

Büyük şehirlerdeki sokak çocuklarının sayısı hiç bugün olmadığı kadar çok olmamıştı. Ama onlar artık edebiyatın ısrarlı konusu olmaktan uzaklar. Şimdi şehrin tehlikelerine tek başına göğüs geren kimsesiz çocuklar değil, şehri tehdit eden tehlikeli bir kitlenin uzantısı olarak görülüyorlar. Artık karşımızda Tuğcu'nun "zavallı ama onurlu çocuklar"ı değil, Orhan Kemal'in elli yıl öncesinden haber verdiği gibi, hikâyeleri sübyan koğuşunda biten 'suçlu' çocuklar var. Bir üçüncü sayfa dehşetinin muhtemel adayları. Son yıllarda 'merhamet' sözcüğünü daha çok duyduğumuza bakmayın. Sınırlarını korumaya eskisinden çok daha düşkün eski sınıf için 'korku ve acıma'daki korku bileşeni çok daha şiddetli artık. Zenginlerle yoksullar uzun zamandır aynı mahallede birbirini görerek yaşamıyor. Şehirdeki dönüşüm vicdan yükünü çoktan azalttı. Metropol korkunun yeri merhametin değil.

Ama bugünün karanlığına işaret eden Tuğcu değil, Orhan Kemal'di. Kavşaklarda araba silen, kâğıt mendil satan, lokanta önlerinde karınlarını doyurmamızı bekleyen sokak çocuklarına yakından bakın: Orada tam kaybedecekken başarıya koşan Tuğcu çocuğunu değil, ('Suçlu'da Cevdet'i anlatırken kullandığı sözcüklere söylersem) 'mosmor öfkesiyle' Orhan Kemal çocuğunu göreceksiniz. Bir zamanlar Aslan Tomoson, Lefter, Frank Sinatra, Beniamino Gigli olmayı hayal eden, bugünse İbrahim Tatlıses, Rambo, Ronaldinho, Polat Alemdar olmak isteyen, karınlarını doyurmaya çalışırken başları eğilmesin diye diklenerek dilenen çocuklar. bir Orhan Kemal hikâyesinden çıkmış gibiler. Tek farkla: Bugünün varoş çocuklarının, yoksul çırakların, göç mağduru çocukların 'Sokakların Çocuğu'ndaki çocuksu 'Kırmızı Eşarp Çetesi'yle, 'Arkadaş Islıkları'ndaki 'serseri mayın'lıkla yatışması imkânsız artık. 

Nurdan Gürbilek
Bir+Bir Dergisi
Mayıs 2013

1 Ağustos 2013 Perşembe

yeraltında neler var, anayurt oteli, nurdan gürbilek

...Yalnız kestaneciden değil, sanki o güne kadar kötü kaderini belirlemiş ölü ya da diri herkesten, bir besleme olan ninesini gebe bırakan Keçecizade Haşim Bey'den, ona Zebercet adını koyup hayat boyu aşağılanmasına yol açan ebeden, onu askerlik yıllarında cinsel şakalarıyla küçük düşüren Fatihli'den, "küçük askerim" diye aşağılayan orospudan, onu "sabahtan öğlene kadar bir ortalıkçı kadın gibi" kullanan yüzbaşıdan, hamama giderken bohçalarını taşıtan subay karılarından, horoz döğüşü sırasında kan içindeki horozlara bakıp "Ya yener ya geberir" diye bağıran erkeklerden, yenilen hayvanı yere vurup öldürdükten sonra fırlatıp atan horoz sahibinden, "yukarı"yla bağlantı kurmak için aksatmadan doldurduğu otel fişlerini hiç bakmadan bir kenara atan polislerden, nihayet bir türlü bağlantı kuramadığı şu "yukarı"sından, hem gölgesinde kaldığı güçlü Keçeci beylerinden hem de onu görmezden gelen Ankara'dan, kısacası onu adam yerine koymamış tüm dünyadan intikam almak istiyordur Zebercet...

Mağdurun Dili
Nurdan Gürbilek

5 Temmuz 2013 Cuma

mağdurun dili, nurdan gürbilek

Üslup tek başına dünyayı değiştirmez.Olsa olsa bu dünyada susturulmuş olanın sesinin hepten unutulmasını engeller.O sesin içindeyse muhteşem olan değil, hemen her zaman ancak yasla anılabilecek, çünkü geri getirilemeyecek içerikler vardır.Eğer mazlumu baştan muzaffer gösteriyorsa üslup, yalnızca gerçeği perdelemekle kalmaz, sahibini şimdiden zalime borçlandırmış demektir.Adorno'dan daha iyi anlatmak imkansız: "Şahane mazlumların yüceltilmesi, sonuçta, onları mazlumlaştıran şahane sistemin yüceltilmesinden başka bir şey değildir."

Mağdurun Dili
Nurdan Gürbilek

17 Mart 2012 Cumartesi

mahrumiyet, nurdan gürbilek

"İş yeri" nin "Ev yeri" ile Karıştığı Yer:
 1990'da gazetelerde çıkan bir halı reklamının sloganı bu.Resimde, işyerinde halının üzerinde oğluyla oynayan bir baba var."Çağdaş Yer..." sloganıyla bitiyor reklam: Çağdaş işyeriningerginliklerle dolu, acımasız ya da katı değil, tersine insanın kendisini evinde hissettiği, ev rahatlığını ve aile huzurunu duyduğu bir yer olabileceği ima edilmiş.Bu kez kamu "özel"miş gibi yapıyor, özel olanın dilini taklit ediyor.

Vitrinde Yaşamak
Nurdan Gürbilek

16 Ekim 2011 Pazar

vitrinde yaşamak, nurdan gürbilek

Simgeler de göçebe bir hayat sürüyor.Bugün çevreci bir hareketin simgesi olabilecek bir caretta caretta, yarın pekala büyük bir turizm şirketinin amblemi de olabilir.Yakın geçmişte sol hareketin benimsediği "geçmişi sahiplenmek, geleceğe yürümek" gibi bir tema , çoktandır banka reklamlarında kullanılıyor.Nitekim düzeni karşılarına alan Punklar, bütün aykırı aksesuarlarıyla birlikte Batı'da çoktan reklamcıların sınırsız hammadde deposuna giriverdi.Modacı Mary Quant, desenlerini çizerken bir başka altkültür grubundan, Mod kızlarının giyim tarzından etkilendiğini söyler.Nasıl altkültürler egemen kültürün simgelerini çalıp aykırı bir simgeler sistemi oluşturmaya çalışırlarsa, tüketim toplumu da aynı simgeleri sınıfsal ya da tarihsel içeriklerinden arındırıp piyasaya iade eder.Piyasa ise, kendi ilkeleri işlediği sürece, muhalif simgelerin serbest dolaşımına izin verecektir...

Nurdan Gürbilek