walter benjamin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
walter benjamin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2022 Cumartesi

Hayatın En Yakın Benzeri - James Wood


"Sanat, hayatın en yakın benzeridir; insanın hayat deneyimi yelpazesinin genişlemesine, kişine öteki insan hemcinsleriyle, kendi payına düşen ilişkiler dışında 
başka ilişkiler kurmasına katkıda bulunur."

George Eliot, "The Natural History of German Life"

(Alman Hayatının Doğal Tarihi)

...

Bir romanın içinde -dalından koparılmamış o büyük Neden? sorusunun kıs kıs gülerek havada asılı durduğu bir bahçede- her şeyin düşünülebileceği, dile getirilebileceği fikrinin, benim için romanın dışındaki resmi Hıristiyanlığın gerçek korkularıyla tersinlemeli bir şekilde simetrik bağlantıları vardı: Dostoyevski'nin dediği gibi Tanrı yoksa "her şeye izin" vardır fikriyle.Tanrı'yı çeker alırsanız her şey olabilir: Kaos ve karmaşa hüküm sürer; insanlar her türlü suçu işleyecek, her şeyi düşünecektir.Tencerenin kapağı olarak Tanrı'ya ihtiyacınız var.Hıristiyanlığın alışılmış geleneksel çizgisi budur.Oysa roman daha sağduyulu görünen bir şeyler söyler: "Ortalıkta Tanrı varken bile her zaman her şeye izin veriliyordu, Tanrı'nın bunlarla bir ilişkisi yok."

...

Roman bu seküler unutuş ölçeği kanalına girdiği zaman kahramanlarının sonsuza kadar yaşamasını ister.Niçin ölmeleri gerektiğini anlayamaz.Hatırlayın, Cervantes ölüm döşeğinde yatan, son anda seyyar şövalyelikten vazgeçen Don Quijote'ye nasıl istemeyerek ve neredeyse üstünkörü bir biçimde veda eder.Don Quijote, Sancho Panza'yı çağırır, ondan kendisini bağışlamasını ister."Ölmeyin efendim"di gözü yaşlı Sancho'nun yanıtı.Don Quijote üç gün daha yaşadı, vasiyetini yazdırdı, sonra "yanında bulunan ve ağlayıp inleyen insanların arasında ruhunu teslim etti, yani kısacası öldü."O kullanılan dilin yoksulluğu, neredeyse acemiliği, hiç genleşip duygusallaşmaması çok dokunaklıdır, sanki Cervantes'in kendisi bu olaya şaşırmıştır, kendi yarattığı kişinin ölümü karşısında öylesine kederlenir ki dili tutulur sanki.

...

Öykü anlatıcısına otoritesini kazandıran şey ölümdür.Bir öyküyü, der Walter Benjamin, aktarılabilir kılan şey ölümdür.Bir romancı olan karım geçenlerde annesini yeni kaybeden bir arkadaşına şunu yazdı: "Bir hayat öyküsünün, örüntüsü olmamak gibi bir tuhaflığı var ya da daha doğrusu hayat sona erinceye kadar hayatın şimdisi dışında bir şeyi yok, ölümden sonra birden bütün yörünge görünü hale geliyor."Son iki yılda hem annesinin hem de babasının ölümüne tanık olmuş biri olarak kendi deneyiminden söz ediyordu.Kendi babasının ölümünden sonra Kanadalı bir romancının ona söylediği sözü alıntıladı: Babası öldükten sonra bu kadın romancı birden babasını bütün yaşlarındaki haliyle özlemeye başlamış.Kendisi dokuz yaşında olduğu zamanki babasını, on yaşlarında bir yeniyetme olduğu zamanki babasını, yirmi sekiz, otuz beş vb. yaşında olduğu zamanki babasını özlüyormuş.

...

Romancı araya girip söz almalı mı yoksa geri çekilip kişiliğini gizlemeli, soğuk bir kayıtsızlık mı sergilemeli?Nabokov, roman kahramanlarım benim kölelerimdir demeyi severdi, bir roman kahramanı sokakta karşıdan karşıya geçtiyse o geçirttiği için geçerdi.Ama Flaubert gibi, gözünü Emma Bovary'nin ruhunun içine dikmiş, o zavallı değersiz Charles Bovary'nin cesedini açtıkları zaman içinde "hiçbir şey bulamadılar" gibi dümdüz bir yorumda bulunan ve "kişilerüstü" kalmayı başaran birinin, bir yazarın, o her şeyi bilen, düşük çeneli Henry Fielding'den ya da denemecimsi ahlakçı George Eliot'tan daha az tanrıcılık oynadığını kim söyleyebilir?

...

Tarihin "kusurları"ndana biri gerçek insanların ölmesidir.Ama kurmaca bize, kabul edilebilir dirilişlere, dinsel olmayan çeşitli geri dönüşlere tanıklık etme olanağı sunar.İtalo Calvino, Palomar adlı romanının sonunda kurmaca ölüm cezasıyla ve yeniden dirilişle oynarken kitaba adını veren başkahramanın ölümünün üzerinde ironik bir şekilde düşündüğü zaman şöyle der:

"Bir kişinin hayatı olaylar toplamından oluşur, bu olayların en sonuncusu bütünün anlamının değişmesine yol açabilir, buna yol açmasının nedeni daha önceki olaylardan daha önemli olması değildir, olayların bir hayata dahil edildiği zaman, zamandizinsel olmayan, bir iç mimariye uygun düşen bir sıra izlemesidir.

Bay Palomar ölü olmanın nasıl bir şey olacağını öğrenmek ister, Calvino'ysa bunu öğrenmesinin zor olacağını bize hatırlatır çünkü ölü olmanın en zor yanı bir insanın hayatının artık "bütünüyle geçmişte kalmış" olduğunun fark edilmesidir, "artık ona hiçbir şeyin eklenmesine olanak yoktur, o kapalı bir bütündür." Calvino'nun eklediğine göre Bay Palomar, bütün insan varlığının ve zamanın kendisinin sona erdiğini hayal etmeye başlar."Zaman sona ermek zorundaysa, tek tek anlar olarak anlatılabilir," diye düşünür Bay Palomar, "o tek tek anları da öylesine uzatabilirsiniz ki artık o anların ucu görünmez olur.Kendini hayatının her anını anlatmaya adamaya karar verir, bütün hepsini anlatıncaya kadar da ölü olduğunu düşünmeyecektir.Tam o anda ölür," diye yazar Calvino.

Kitabın son cümlesidir bu.

...

Sanat gibi edebiyat da zamanın gönül eğlencesine taş koyar -alışkanlığın salonlarında birer uykusuzluk hastasına dönüştürür bizi, şeylerin hayatını ölümden kurtarmamızı önerir.Canlı modelden karakalem resim öğreten ressam Oskar Kokoschka için bir öykü anlatılır.Öğrenciler sıkılmış, uyuşuk uyuşuk çiziyorlarmış, Kokoschka modelin yanına gidip kulağına bir şey fısıldamış, adama birden yere yıkılmasını söylemiş.Kokoschka yüzükoyun yerde yatan adamın yanına gitmişi kalbini dinlemiş, adamın öldüğünü duyurmuş.Sınıftakiler neye uğradıklarını şaşırmışlar.Daha sonra model ayağa kalkmış, bunun üzerine Kokoschka şöyle demiş: "Şimdi bu adamın bir ölü olmadığını, canlı olduğunu bilerek çizin bakalım!"Kurmacada canlı bir insan gövdesinin resmi neye benzeyebilirdi acaba?Kurmaxa gerçekten canlı olan bir insan gövdesi resmi yapardı ama bu öyle bir resim olurdu ki biz bir gövdenin aslında her zaman ölmekte olan bir gövde olduğunu görebilirdik; kurmaca hayatın üzerine ölümlülüğünün gölgesinin düştüğünü bilir, böylece Kokoschka'nın hayat bağışlayıcı estetiğini ölüm bilinci içeren bir fizikötesine dönüştürürdü.

...

Sergey Dovlatov'un İnostranka (Yabancı Kadın) adlı romanının kadın kahramanı Marusya Tataroviç, Rusya'yı terk edip New York'a gelmekle bir hata yaptığı sonucuna varır ve dönmeye karar verir.Kendisi Rusya'yı 1979'da terk eden ve romanda kendisi olarak yer alan Dovlatov kadınla konuşup onu bu kararından vazgeçirmeye çalışır.Oradaki hayatın nasıl bir şey olduğunu unuttun sen, der: "Kabalıkları, yalanları." Kadın şu yanıtı verir."Rusya'da insanlar kabalık ediyorsa, hiç değilse Rusça konuşarak ediyorlar." Ama Amerika'da kalır.Bir zamanlar Almanya'da Samuel Beckett'ın Alman yayıncısına yazdığı mektupları içeren küçük bir sergi görmüştüm.Üzerine kısa notların yazıldığı pek çok kart vardı, tarih sırasına göre dizilmişlerdi, en sonuncu not Beckett'ın ölümünden yalnızca bir ay önce yazılmış bir nottu.Beckett, yayıncısına Almanca yazmamış, Fransızca yazmıştı, kuşkusuz kendine yurt edindiği bir dille; ama hayatının son yılında İngilizceye geçti."Yurduna döndü" diye düşündüm.

...

James Wood
Hayatın En yakın Benzeri
Can Yayınları
Çeviri: Ülker İnce

16 Ekim 2021 Cumartesi

Sessizin Payı - Nurdan Gürbilek

Manzara ve Patikalar

Mektuplar dışında asla "ben" sözcüğünü kullanma
Walter Benjamin

...

Paris pasajları üzerine kısa bir çalışma olarak başlayan, on üç yıl boyunca bine yakın kaynaktan toplanan sayısız alıntı ve durmadan değişen taslaklarla yazarının da içinde kaybolduğu devasa bir modernlik tarihine dönüşen Pasajlar'a da benzer bir gezinti temposu damgasını vurmuştur.Benjamin'in büyük şehr peyzajında bir yere yetişme telaşı olmadan gezinen aylağa duyduğu ilgide, şehrin döküntülerini biriktiren paçavra toplayıcısına olan bağlılığında, yetişkinlerin gözden çıkardığı artık malzemede nesnelerin bambaşka yüzlerini gören "çocuk dikkati"ne olan sevgisinde, tamamlanmış yapıtlardansa ömür boyu üzerinde çalışılan fragmanlara olan takıntılı düşkünlüğünde de aynı seçimin izleri vardır.Manzarayı tarayan bir gözlem uçuşundansa, kavramı çileci bir disiplinle geri çeken bir gezintiyi önemsiyordur Benjamin.Düşünceye deneyimin yoğunluğunu kazandırabilmek için nesnenin buyruğunda yaşanacak bir çıraklığı önemsiyordur.Kral yolunu değil, patikaları; ana arterleri değil, ara sokakları; kavramı değil, kavramın eleğinden uçup giden artığı önemsiyordur.Firari anıların, uçucu imgelerin, sapa yolların yazarı: "Başkalarının sapma kabul ettiği şeyler, benim için rotamı belirleyen veriler."

...

Suç ve Ceza

"Eğer başarsaydım sevinçle taçlandıracaktım, şimdi hapishaneyi boyluyorum!"
 Dostoyevski, Suç ve Ceza

"Biz ihtilal yaptık, ihtilale teşebbüs etmedik." 
Kenan Evren, Aralık 2012

...


"Reel" politikanın temel mantığı da bu değil mi?Şu cümle Robespierre'in: "Birer asi mi, yoksa insanlığın velinimetlerini mi olduğunuza zafer karar verecek.Şu Goebbels'in: "Ya gelmiş geçmiş en büyük devlet adamları ya da en büyük suçlular olarak tarihe geçeceğiz." Şu Nihai Çözüm'ün mimarlarından Eichmann'ın avukatının: "Başarırsanız madalya ve nişanlara boğulursunuz, başaramazsanız darağacını boylarsınız." Şu da Kenan Evren'in ifadesi "Biz ihtilal yaptık, ihtilale teşebbüs etmedik." Darbe bir kez başarılı olmuşsa, fiili güç hukuki güce dönüşmüşse eğer, ortada kurucu bir iktidar vardır.Başarılmış darbe suç değildir, çünkü rejimi çoktan değiştirmiştir.

...

Yanlış Hayat

...

Ahlaki davranış pekala gizlenmiş bir bencillikten, bir cezalandırma arzusundan, hatta düpedüz hınçtan kaynaklanabilir.Vicdan bizi her zaman vicdanlı bir yere götürmez."Bir vicdanımız olmalıdır, ama kendi vicdanımız üzerinde ısrar etmeyebilirz."

...


"Evsizlere Sığınak"ta kendi evimizi ev olarak görmemenin ahlakın bir parçası olduğunu söylüyordu Adorno.Tolstoy için eklemek gerekir: Kendi evsizliğimizi ev olarak görmemek ahlakın bir parçasıdır.Bir çözüm değil, problem cümlesiydi Adorno'nunki: Yanlış yaşam, doğru yaşanamaz.

...

Yoksulluk Lekesi
Orhan Kemal'in Çocukları


...

Tuğcu hikayesinin vaktiyle okurunu yakalayabilmiş olmasının nedeni, Türkiye'de orta sınıfın kendini yoksullardan henüz kalın çizgilerle ayrıştırmamış olmasıydı.

...

Bir Orhan Kemal hikayesinde sadece zenginler değil, yoksullar da yoksullara "hava atar", "fiyaka söker", "kurum satar", "çalım atar", "sükse yapar", "caka satar", "fort atar", "zort çeker".Müteahhidin kızı avukatınkini, avukatın kızı noterinkini, noterin kızı pzaracınınkini, pazarcının kızı çamaşırcınınkini "burunlar." Orhan Kemal'de utandırma savaşları yalnız merkezde değil, "Kenar Mahalle"de de (Kardeş Payı) bütün şiddetiyle devam eder.Yoksullar bacak bacak üstüne atıp "düşman utandıracakları" günü hayal eder.Çocuğu subay çıkan, çocuğu ırgat olana bakarak "yürek soğutur".Yoksullar, başkaları onlara bakıp yürek soğutmasın diye yoksulluklarını belli etmez.

...

Orhan Kemal'in çocuklarına dönebiliriz şimdi.Yoksul çocuğun imrenme dürtüsüyle haysiyetini koruma isteği arasında yaşadığı vahşi gelgiti "çikolata" (Dünyada Harp Vardı) kadar iyi anlatan bir hikaye bulmak zordur.Mahallede, şekercinin vitrininin önündeyizdir.Vitrinde kırmızı, mor, mavi kağıtlara sarılı çikolatalar vardır.Kamyon şoförünün kızıyla oğlu para biriktirmişler, günlerdir hayalini kurdukları çikolatayı almak üzere şekerciye gelmişlerdir.Ama yoğurtçunun kızı da ordadır; hayatında hiç çikolata yememiştir; şimdi de alacak parası yoktur.Kamyon şoförünün çocukları, yoğurtçunun kızına hava atmak isterler ("Bizim babamız kamyon şoförü, dünyayı dolaşır!"); ama imrendirmenin günah olduğunu duyduklarından (Cehennemde katran kazanları, zebaniler" çekinirler.Çikolatayı bölüşmek de işlerine gelmez.Hikayenin daha yoksulunun, yoğurtçunun kızının duyguları daha az karmaşık değildir.Çikolatayı tatma isteğiyle (Çikolata çok mu tatlıydı acaba?) imrendiğini belli etmeme ("Onu bana bedava verseler de yemem!"), çikolataya duyduğu arzuyla çikolatayı değersizleştirme çabası arasında ("istersem alırım ama almam") gidip gelir.Sonunda iki kardeş ellerinde çikolata, iştahla yiyerek uzaklaşırlar.Yoğurtçunun kızı onları görmemek için gözlerini yumar.

...

Orhan Kemal'in başkasının önünde eğilmemek için açlığı göze alan, sadaka kabul etmeyen yoksullarından söz ettim.Ama Orhan Kemal'de bize haysiyeti en çok düşündüren pasajlar, bu tür olumlu haysiyet göstergeleri değil, olumsuz olanlardır.Başın inadına dik tutulduğu değil, çaresizce eğildiği anlar."Kırmızı Mantolu Kadın"da (Kardeş Payı) elli kuruş için koğuşun ortasında anadan doğma çiftetelli oynayan Bobi."Üç Arkadaş"ta (Kardeş Payı) zenginlerden para koparabilmek için kendilerini acındıran çocuklar."Simit"te (Yağmur Yüklü Bulutlar) karnını doyurabilmek için küçük bir çocuğun elindeki simiti kapıp kaçan adam."Birtakım insanlar"da (Yağmur Yüklü Bulutlar) çöpte bulduğu küflü ekmek parçasını başkasına kaptırmamak için her şeyi göze alan yoksul mahkumlar.Küçücük'te tüm umutlarını futbola bağlayan, ayağı kırılınca sevgilisinin orospuluk yaparak kazandığı paraya muhtaç kalan Erol.Soru, Erol'un sorusudur: "Haysiyet, şeref, namus...Evet ama, yenir miydi bunlar, içilir mi?" Su soru Bobi'nin: "Ben dünyanın yüzkarasıyım, ama suç benim mi?" Şu da Bobi'nin: "Karnımı doyurabilmek için insanlığımı harcıyorum, görmüyor musun?"

...

Ben bu yazıyı Orhan Kemal'le bitirmek istiyorum.İki hapishane hikayesi; biri neşeli, diğeri kederli.Önce neşeli olanı: 1940'ların sonunda yazdığı "Ekmek, Sabun ve Aşk"ta (Ekmek kavgası) bütün gün ayna karşısında biryantinli saçlarını tarayan genç bir gardiyanı anlatır Orhan Kemal.Gardiyan bir gün hikayenin anlatıcısından, içinde aşk üzerine vecizeler bulunan bir kitap ister.Anlatıcı, Kamelyalı Kadın'ı verir.Gardiyan bütün gece uyumaz: romandaki imkansız aşk onu derinden sarsmıştır.Armand Duval'e üzülür; Marguerite için gözyaşı döker.Bu arada bir kadın mahkuma aşk mektupları yazar.Kadına ilahi aşktan, ebedi saadetten, tül kanatlı aşk perilerinden söz eder.Bir süre sonra cevap gelir. "Ben bu tür laflardan anlamam." diyordur kadın."Sen beni seviyorsan, ben de seni seviyorum demektir." Mektup şöyle biter: "Eğer beni ciddi olarak seviyorsan, bana bir kalıp sabunla iki somun gönder." Kadın açtır ve bitlenmiştir.

...

Orpheus Çıkmazı


"Anlatsam  mı, Neye yarar?
Annemle babam, uyuyorlar koyun koyuna
Cebeci Asri Mezalığında"

Vus'at O. Bener, Siyah Beyaz

"Daimi ıstırap içinde olanların da işkence görenler kadar haykırrmaya hakkı vardır."
Adorno


Nurdan Gürbilek
Sessizin Payı
Metis Yayınları

7 Kasım 2012 Çarşamba

tek yön, walter benjamin


Pulların üstünde ülkeler, denizler sadece vilayetlerdir; krallar sadece renkleri hoşlarına gittiği gibi üstlerine boca eden rakamların paralı askerleridir.Pul albümleri büyülü başvuru kitaplarıdır, monarşilerin ve sarayların, hayvanların ve alegorilerin ve devletlerin sayıları tespit edilmiştir içlerinde.Postanın dolaşımı bunların uyumu üzerine kuruludur, nasıl ki göksel sayıların uyumu üzerine gezegenlerin dolaşımı kuruluysa.

***

Pullar büyük devletlerin çocuk odasında takdim ettikleri kartvizitlerdir.

***

Suçlunun öldürülmesi ahlaki olabilir- öldürülmesinin haklı çıkarılması asla.

***

Bütün insanları besleyen Tanrı'dır, yetersiz besleyen ise devlet.

***

Para ile yağmur sıkı sıkıya ilintilidir.Havanın kendisi bu dünyanın durumunun bir göstergesidir.Rahmetirahman ise bulutsuzdur, hava şartlarından haberi yoktur.Üzerine hiçbir paranın yağmayacağı bir mükemmel mallar memleketi de gelecektir.

***

Banknotların üzerindeki rakamların etrafında oynaşan masum yavrular, tanrıça kılığında elinde kanun levhaları tutanlar ve kılıcını kınına sokan zırhlı kahramanlar-kendi başına bir dünyadır bu: cehennemin cephe mimarisi- 

***
Morötesi ışınları gibi hatırlayış hayatın kitabında herkese, uzgörü olarak metni tefsir etmiş o görülmez yazıyı gösterir.Ama maksatları değiş tokuş etmek, yaşanmamış ömrü birçabuk yaşayıp bitiren, aşındıran, kirletilmiş halde bize geri veren iskambil kağıtlarına, ruhlara, yıldızlara teslim etmek cezasız kalmayacaktır; bedeni dolandırıp onu kaderin cilveleriyle kendi toprağında boy ölçüşerek onlara galebe çalma gücünden etmek cezasız kalmayacaktır.

***

Sevene sevilen hep yapayalnız görünür.

Tek Yön
Walter Benjamin