çocuk öyküsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocuk öyküsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Şubat 2021 Cuma

Mormorik - Çocuk Hikâyesi



Bir zamanlar garip bir ülke varmış.Bu ülkenin insanları her şeye burunları üstünden bakarlarmış.Yani başkalarını küçümserlermiş.


Burnu büyük olmayan yalnız bir külhancı varmış.Ülke halkı bu külhancıyı, çocuğu olmadığı için küçümser, ona burun bükerlermiş.İhtiyar külhancı, bir akşam ateşin karşısında kara kara düşüncelere dalmış.



Sonra üzüntüyle yatağına yatmış.İşte ne olmuşsa bundan sonra olmuş.O sırada ateş perileri külhancıya çok acımışlar.Ocaktan bir mor kıvılcım alıp ihtiyarın yatağına koymuşlar.Sonra da bir duman olup bacadan uçup gitmişler.


Sabah uyanınca, külhancı yatağında bir de ne görsün; mor renkli bir çocuk yanında yatmıyor mu! Hemen çocuğu uyandırıp nereden geldiğini sormuş.Çocuk:

- İnsan, oğluna hiç nereden geldin der mi? demiş.

Bu söz, ihtiyarın çok hoşuna gitmiş.


Külhancı yeni oğluna, mor renkli olduğu için, Mormorik adını koymuş.Sonra: "Haydi Mormorik, sana yeni elbiseler alalım" demiş.Yol boyunca Mormoriği gören herkes: "Hıh, aman ne garip!" diye burun büküyorlarmış.Bu duruma içerleyen Mormorik, babasının elinden fırlayıp kaçmış.Adamcağız arkasından yetişememiş.


Koşarak şehrin dışına çıkan Mormorik, bir sarmaşık ağacının altında ağlayarak akşamı etmiş.Gece iki ibibik kuşu ağaçta:

- Mormoriğin yerinde biz olsak, bu ağaca çıkardık diye konuşmuşlar.


Kuşların bu öğüdünü duyan Mormorik, ağaca çıkmış.Çıktıkça uzayan dallardan birine tutunarak yükselmiş de yükselmiş.

Sonunda bir de ne görsün! Ağacın tepesinden bir nehir akıyormuş.Nehrin içinde yüzen uzun burunlu kuşlar, havada uçuşan ibibikler varmış.Her şey o kadar başkaymış ki, güneş bile yuvarlak değilmiş.


Uzun burunlu kuşlardan biri, Mormoriği sırtına aldığı gibi saraydaki uzun burunlu dev anasına götürmüş.Dev anası:

- Beni iyi dinle Mormorik.Ben, bu diyarın kraliçesiyim.Ülkemin insanları her şeye burun büküyorlar.


Onların yüzünden, hep benim burnum büyüdü.Bundan böyle büyüklük taslayanların burunları büyüyecek, demiş.


Kendini tekrar ağacın üzerinde bulan Mormorik, ağaçtan inerek evin yolunu tutmuş.Yolda, herkes ona yine burunlarının üstünden bakmaya başlamışlar.Mormorik içinden gizli gizli gülerek:

- Bundan sonra çeksinler burunlarının cezasını, demiş.


Gerçekten de Mormoriği beğenmeyenlerin burunları uzamaya başlamış.Onların uzun burunlarına kim burun büküyorsa, kendi burnu da uzuyormuş.Uzadıkça da ağırlaşıyormuş.İçlerinden biri:

- Bunlar hep o mor çocuktan oldu, deyince. külhancının evine doğru yürümüşler.


O sırada ihtiyar külhancı ile oğlu, birbirlerine kavuşmanın sevinci içindelermiş.Mormorik, kapıda adamları görünce, onlara:

- Bunun tek kurtuluş yolu, şehir dışındaki sarmaşık ağacının altında, alçak gönüllü olmak için ant içmektir, demiş.


Hemen herkes sarmaşık ağacının altına koşup özür dilemişler.Kibirli olmamak için ant içmişler.

Böylece yeniden eski burunlarına kavuşmuşlar.

Meğer büyük burunlu olmamak ne güzel şeymiş.


Artık herkes birbirlerine sevgi ve saygı gösteriyormuş.Mormoriğe, her gördüklerinde de kendilerini büyüklükten, kibirli olmaktan kurtardığı için teşekkür ediyorlarmış.


Resimler: M. Ökkeş İlhan
Damla Yayınevi - 2000 

4 Şubat 2021 Perşembe

Kuzguna yavrusu şahan görünür - Fabl Şiir


Bir zamanlar bir yavru kuzgun varmış,
Annesi onu çok fazla severmiş.

Yaramazlık yapsa, "O yapmaz." dermiş,
Bir suç işlese, "Yavrum suçsuz" dermiş.

Toz kondurmazmış bu sıska kuzguna,
Hayvanlarsa öfkelenirmiş buna.

Derlermiş: "Yavrusunu hep koruyor,
Ne söylesek, bir gerekçe sürüyor."

Böyle gitmez bu, demişler birlikte,
"Bunu soralım hele bilgin file."

Varmışlar, gitmişler filin yanına,
Demişler: "Bir çare bul ey fil şuna."

Fil demiş: "Nedir derdiniz söyleyin?
Kısa olsun, randevum var öğleyin."

Demişler: "Vaktini almayacağız,
Sana sade bir soru soracağız."

Fil "Pekala" demiş: "Sorun bakalım,
Gerçi cevap vermeye yoktur halim."

Demişler, "Kısa bir cevap olsun,
Yeter ki derdimiz son bulsun.

Bizim yavru kuzgun var ya işte o,
Bıktık, bu kadarı fazla, artık yoo !..

Çekemeyeceğiz onun yükünü,
Bir suç işliyor her Allah'ın günü.

Bizi üzen bu da değil bilgin fil,
Suçlar annesinin umrunda değil.

Yavrusunu savunuyor her zaman,
Böyle bir durumdan artık el aman.

Bir günden bir güne paylasa onu,
Kapanacak böylece belalı konu.

Fakat ne gezer, onu savunuyor,
Boş yere yavrusuyla avunuyor."

Fil bakmış, konuşulanlar boşuna.
Cevap vermiş bir cümle ile buna:

"Çirkinse de şirin şekle bürünür,
Kuzguna yavrusu şahin görünür."

Mehmet Erdoğan

Denize düşen yılana sarılır - Fabl Şiir


Bir zaman ormanda bir ayı varmış,
Boyu sanki küçük bir dağ kadarmış.

Lâkin pek kötü bir huya sahipmiş,
Çevresine acı veren bir tipmiş.

Bütün hayvanlar "el aman" demişler,
Bu dertlerini file söylemişler.

Fil demiş: "Buna bir çare bulamam,
Beni işe karıştırmayın aman!"

Hayvanlar bu sefer aslana gitmiş,
Aslanın tavrıysa filden de sertmiş.

Demiş: "Bu huy bir gün düzelir gider,
Hem herkes bu hâle çok hayret eder."

Ancak ne düzelmiş ne çıkmış bu huy,
Bütün kalpleri bir bir yıkmış bu huy.

Bir gün tuzağa düşmüş bir tavşan,
Bir ayı geçiyormuş tam yanından.

Demiş: "Ayı kardeş bana yardım et,
Çukurdayım, ne hâl kaldı, ne kuvvet."

Ayı bakmış bu minik yaratığa;
Bakışı, duruşu, kızgın bir boğa.

Tavşanı görünce hâlsiz mecalsiz,
Kurtamış hemen sorgusuz sualsiz.

Sonra demiş, öfke ile tavşana,
"Bir de kötü diyorsunuz siz bana.

Hâlbuki kötüden yardım umulmaz,
Umulsa da kimse iyilik bulmaz.

Şimdi söyle bana öyle olsaydım,
Benden ister miydin tuzakta yardım?"

Tavşan demiş: "Bu bir ölçü hiç değil,
Bir gül baharı getirmez bunu bil.

Zorda kalan çaresiz bir hâl alır,
Denize düşen, yılana sarılır."


Mehmet Erdoğan

Arpa eken buğday biçmez - Fabl Şiir


Bir zamanlar bir kurt varmış,
Fakat işi hep zararmış.

Çevresine hep zulmeder,
Arkasına bakmaz gider.

Böyle sürmüş bu epeyce,
Zulüm etmiş gündüz gece.

Bir kurdun yavruları,
Büyümüş sarmış dağları.

Onlar da eşkıya olmuş,
Ormana bir bela olmuş.

Ancak işin tuhaf yanı,
Bir gün bir hasat zamanı,

İnmişlerden dağdan ormana;
Haber salmışlar dört yana.

Demişler: "Gelsinler hayvanlar,
Ormanda bir toplantı var."

Tabii anne kurt da gelmiş,
Toplantı epey güzelmiş.

Bir ara yavru kurtların
Biri demiş: "Bu yurtların

Hepsi de bizimdir bilin,
Buradan çekilin gidin."

Anne kurt çıkmış ortaya:
"Ben de mi çıkayım yola?"

"Evet" demişler yavrular,
"Bize bile orman pek dar."

Anne kurt demiş: "Olur mu,
Anneler hiç kovulur mu?"

"Elbet olur!" demiş hepsi,
"Hem ne öyle, ne annesi?

Duygu filan sömürmeden
Çık git şuradan hemen!"

Anne giderken birisi,
Hayvanların en irisi;

Fil olmalı herhalde o,
Demiş: "Kurt kardeş ne o?

Yoksa bir şey mi bekledin,
Zulmü zulüme ekledin.

Şimdi işte hasat vakti,
Topla şu ürünü haydi.

Şunu çok iyi bilesin,
Sen ektiğini biçersin,

Kader şudur budur seçmez,
Arpa eken buğday biçmez."


Mehmet Erdoğan

Tekkeyi bekleyen çorbayı içer - Fabl Şiir


Bir tekke varmış bir zaman,
Dervişler gelirmiş durumdan.

Bizim tilki molla diye,
Girivermiş bu tekkeye.

Gelen olmuş giden olmuş,
Tekke dervişlerle dolmuş.

Lakin hepsi gelip gitmiş,
Tilki ise hep diretmiş.

Ayrılmamış hiç tekkeden,
Kimse bilmez niçin, neden?

Bir gün de bir çakal gelmiş,
Hâli acınacak hâlmiş.

Kemikleri sayılıyor,
Bayılıyor, ayılıyor.

Demiş, tilkiye: "Dostum,
Açlıktan döküldü postum."

Buralarda yemek yok mu?
Bir çorba konuğa çok mu?

Tilki demiş: "Sabret hele,
Sabredene çorba gele."

Ancak çakal sabırsızmış,
Sabır sözüne çok kızmış.

Çekmiş gitmiş bu tekkeden,
Biraz olsun beklemeden.

Biraz sonra bir kurt gelmiş,
Demiş "Tekke ne güzelmiş!"

Lâkin o da aç, susuzmuş,
O da sinirlenmiş, kızmış.

Demiş: "Biraz yemek yok mu?
Her gelenin karnı tok mu?"

Tilki demiş: "Hele bekle,
Buluşursun o yemekle."

Kızmış kurt da çekmiş gitmiş,
Sabrı bir kenara itmiş.

Bir başka gün kedi gelmiş,
Demiş: "Bu tekke güzelmiş

Ancak karnım pek de açtır,
Çorba başımıza taçtır."

Tilki demiş: "Biraz bekle,
Kazanırsın sabretmekle."

O da demiş: "İşim vardır,
Çorba için bu zarardır."

Gelen girmiş, giren çıkmış,
Tilki ise bir âşıkmış.

Çorba değilmiş ki derdi,
Kulluk içinmiş gayreti.

Onun için yer içermiş,
Aşkla kendinden geçermiş.

Bir gün aslan, tülki, kedi,
Birlikte girmişler içeri.

Bakmışlar tilki içerde,
Çorba kaşıklıyor yerde.

Hepsi birden "Oh, demişler,
Ne de çorba içermişler.

Size gelince çorba çok,
Bize gelince ikram yok."

Tilki demiş: "Sabreden er,
Tekkeyi bekleyen çorbayı içer."

Mehmet Erdoğan

Ana gibi yâr olmaz - Yavru Bülbül - Fabl Şiir


 Bir yavru bülbül vardı,
Annesi ona yârdı.

Fakat bir gün bu yavru,
Gitti ormana doğru.

Dedi: "Bana dost gerek,
Dertlerimi bilecek.

Öyle bir sevgili ki
Annemden de ileri."

Böyle düştü yollara
Konarak daldan dala.

Bir ormana rastladı,
Herhâl "Zümrüt"tü adı.

Ağaçlar yemyeşildi,
Bülbülün yüzü güldü.

Bir baktı bir sürü dost,
Ormana sermişti post.

Önce bir kuşu gördü,
Kalbine ümit ördü.

Bu kuş bir güvercindi.
Bülbül cidden sevindi.

Dedi: "İşte annemi
Geçecek bir sevgili"

Ona dedi: "Ey güzel
Gümüş tüyleri tel tel.

Sen bana sevgili ol,
Benimle burada kal."

Güvercin dedi "Olmaz,
Bu dostluk sonuç bulmaz.

Sen kendine bul bir yâr,
Onu yüreğinle sar."

Yavru bülbül üzüldü,
Kanatları süzüldü.

Sonra bir başka yere
Uçtu, dostluk derdiyle.

Bir de baktı bir tavus,
Olmuştu birden sus pus.

Sanki dili tutuldu.
Dedi: "Kalbim dost buldu."

Ona doğru yürüdü,
Gönlünü aşk bürüdü.

"Ey kuşlar padişahı!"
Dedi, "Dinle bu âhı!

Senin gibi bir güzel,
Bana uzatmalı el.

Bana oluver bir yâr,
Sevginle kalbimi sar."

Tavus dedi: "Olmaz bu,
Bu sevgi, uçan buğu

Gibi kaybolur gider,
Bizleri rezil eder."

Bülbül yine üzüldü,
Beti benzi süzüldü.

Yine düştü yollara,
Gördü bir kuş, kapkara.

Bir kartaldı elbette,
Kızgın, öfkeli hem de.

Bülbül ona bakrak,
Özü ümit çakarak.

Dedi: "Ey kartal kardei,
Bana sen ol arkadaş."

Kartal öfkeyle ona,
Dedi: "Yâr olmam sana.

Senin bir yarin var ki,
Ondan üstün kiminki?"

Bülbül şaşırdı kaldı,
Bakışları bir baldı.

Kartal dedi: "Ey bülbül,
Anadır yâr, bunu bil!

Onun gibi yâr olmaz,
Onsuz kalp huzur bulmaz.

Var git annene sarıl,
Ne uzak düş, ne ayrıl!

Daim onunla dost ol,
Sevgi ve ümitle dol."

Bülbül bu dersten sonra,
Uçtu öz yuvasına.

Baktı annesi dalda,
Güçsüz mecalsiz halde.

Onun için uykusuz
Kalmış, aç ve susuz.

Gördü onu annesi,
Şen şakrak oldu sesi.

Birden dirildi sanki,
Bu nasıl bir canan ki?

Onu öptü okşadı,
Bulunmaz evlat tadı.

O da ona sarıldı,
Sanki kalbi yarıldı.

İçine bitmez sevgi
Aktı, çağlayan gibi.

Çağlayanın sesinde,
Kalbinin nefesinde,

Bir öğüt vardı solmaz:
"Ana gibi yâr olmaz."


Mehmet Erdoğan

3 Şubat 2021 Çarşamba

Gruyço'nun Mektubu, Kuş Gibi Uçmak İsteyen Çocuk - Angel Karaliyçev


Tuğlacı Gruyço'nun, Kameneç köyünde oturan büyükbabası Gruyu Dede'ye yazdığı mektup şöyleydi:

"Sevgili büyükbabacığım, bugün günlerden pazar ve benim yapacak hiçbir işim ok.Burada beni, tuğlaları beklemem ve Çigan'ın eşeğini otlatmam için bıraktılar, hani şu dereden fıçılarla su taşıyan Çigan.Biraz önce, kemanımı akort edip çalmaya başladım ama yayı tellerin üzerinde gezdirdiğimde , yüreğimin çırpıntılarına uyan sesleri çıkarmakta güçlük çekiyorum.Köyü, anamı ve seni büyükbabacığım, çok özlüyorum.Bu yüzden, size mektup yazmak geldi içimden.Burada ne masa ne iskemle var ama ben bir gaz tenekesi buldum, ters çevirdim, onun üstünde yazıyorum.Dedeciğim, burada çok çalışıyorum.Tuğla taşıyorum, hem para bile kazanmaya başladım.Gündelik sekiz leva veriyorlar, karnımı da doyuruyorlar.Kış boyunca yani Sofya'ya yeni geldiğimde, sokaklarda ve hanlarda kemanımı çalıyordum.Bazen beni dinlemek için duruyorlar, para veriyorlardı ama bazen de "Haydi, git işine!" diyorlardı.Bir kezinde hancının biri, beni elinde bıçakla kovaladı.Hana girdiğimde, bir masanın önünde patates soyuyordu.Beni görünce bağırmaya başlayıp bıçağını sallayarak üzerime yürüdü.Ben de tabanları yağlayıp, var gücümle kaçtım.Ama tam kapıdan çıkarken ayağım eşiğe takıldı, düştüm.Hancı tavuk gibi benim boğazımı kesecekti ya, neyse vazgeçti.Yalnız kemanım çatladı, dizim sıyrıldı.Kundura tamircisine götürdüm, iyice yapıştırdı.Yine çalıyor ama sesi biraz boğuk çıkıyor.Büyükbabacığım, eğer yapacak başka işin yoksa, sen bana bir tane daha yapıver, ben sana parasını öderim.Yaparsın, değil mi?

Bizim köy, buradan çok uzakta.Dün Yaşar'la birlikte, hani tuğla harmanına su taşıyan çingene, odun aramak için dağın yamacınd bir köye gittik.Dağın en yüksek tepesine çıkıp bizim köyü aradım.Baktım, baktım ama göremedim.Siz nerelerdesiniz acaba?Bir kuş olmak geçti içimden.Bir kuş olup size doğru uçmak ve tarlada, anamın omuzuna konmak.Oysa Sofya, çok büyük bir şehir.Bütün gün boyunca tramvaylar,otomobiller baş döndürücü bir hızla gidip geliyorlar.Dağlar kadar yüksek evler var.Şöyle bir bakmak istersen o evlere, gözlerin daha damlarına varmadan, başından kasketin düşer, öylesine yüksek.Tabii yakınacağım bir sürü şey de var, büyükbabacığım.Bütün bir kış, benim gibi yoksul bir çocukla birlikte, büyük bir çöp varilinde yattık.

Onun adı Mateyko.Büyük bir otelin kapısında durup zenginlerin ayakkabılarını boyuyor.Ben de kemanımla şehirde dolaşıyordum.Gece olunca, çöp bidonunda buluşuyorduk yeniden.İçine girip girip yan yana yatıyor, birbirimizi ısıtıyorduk gece boyunca.

Öyle bir soğuktu ki büyükbabacığım, sana anlatmak bile istemem.Ayağımın baş parmağı dondu, tırnağım düştü.Açlığa gelince, onu artık sonra anlatırım.

Eğer merak ediyorsanız, hiç tasalanmayın, ben çok iyiyim.Burada, tuğla harmanının karşısında, havaalanı var.Uçakları bir görmelisin!Öyle güzel ki!Sabahları havalanıyorlar, kanatları pırıl pırıl ışıldıyor.Çok yükseklere çıktıklarında, gece yıldızların parıldadığı göklere, o zaman homurtuları azalıyor.Bahçede vızıldayan arılara benziyorlar.

Yazın, pilotlar beyaz giysi giyiyorlar.Hele birinin göğsünde ufak bir hançer var ve sapı da kartal başı biçiminde.Gerçekten, olağanüstü bir şey!Sana bir şey söyleyeyim mi büyükbabacığım, biliyor musun, ben neye karar verdim?Çok para kazandığımda okula gidip pilot olacağım.Beyaz üniforma giyeceğim, göğsümde de kartal başlı bir hançer olacak.Uçağım olunca, her istediğim yere uçabileceğim.

Göreceksin bak.Güzel bir gün dere kıyısında oturmuş, balık avlamak için sepet örerken, birden başının üstünde bir gürültü duyacaksın.Elini gözlerine siper edip bakacaksın.Kanatlı bir şey, gökyüzünden aşağılara doğru süzülmeye başlayacak.Sazlığın üzerinde daireler çizerek alçalacak ve sana yaklaştıkça büyüyecek.Sonunda biçilmiş bir tarlaya inecek.Kalkıp bakacaksın, gözlerine inanamayacaksın.Bir uçak!Motor duracak.Uçağın karnından bir kapı açılacak, deri bir tulum giymiş, başında başlığı ve gözlükleriyle pilot inecek.Sen ellerini çırpacaksın.Çünkü o pilot benim!Senin küçük torunun, Gruyço!

"Haydi gel büyükbaba, uçağıma bin" diyeceğim.Seni, eski günlerde bir gezinti yapmaya götüreceğim.Önce Avrupa'ya gideceğiz.Orada elektriği ve fabrikaları göreceğiz.Söylendiğine göre, fabrika bacaları sık bir orman gibiymiş.

Sonra Pasifik Okyanusu'nu geçeceğiz.Havai adalarına uğrayacağız.Küçük bir kitapta görmüştüm, orada benim gibi yoksul çocuklar, limana giren gemileri karşılar ve denize bir para atılırsa, dibe dalarak onu yakalarmış.Ayrılmadan önce, sen iki büyük sepet alırsın oradan.Sonra Filistin'e gideriz, orada ağaçlardan mandalina toplarız.Sepetlere doldururuz ve daha bir sürü armağan alır, köyün bütün çocuklarına dağıtırız.Büyükbabacığım, sen hiç daha önce fil görmüş müydüm?Afrika'da onlardan sürülerle var.Tabii annemi de uçağa bindirmek istiyorum.O da bütün yaz boyunca iplik bükmekten, harman toplamaktan çok yorulmuştur.

Büyükbabacığım, bana bir mektup yaz ve yolla.

Anneme, sana ve tüm köy halkına çok selam ederim.

Seni seven torunun.

Gruyço"


Angel Karaliyçev
Kuş Gibi Uçmak İsteyen Çocuk