20 Mayıs 2020 Çarşamba

Oyun Sonu (2000), Conor Mc Pherson - Samuel Beckett

Çevirmen Mehmet Gündoğdu'ya teşekkür ile...


Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Terzinin Hikâyesi-

Terzinin hikayesini anlatayım mı?
- Yok.
- Niye ki?
- Seni neşelendirmek için.
- Komik değil ki.
- Her zaman gülerdin oysa.
İlk seferindeyken, öleceksin diye düşünmüştüm.
Como gölündeykendi.Bir Nisan'dı, öğleden sonraydı.
- İnanabiliyor musun buna?
- Neye?
Bir zamanlar Como gölünde kürek çekerdik ya.
- Bir Nisan'dı, öğleden sonraydı.
- Ondan bir gün evvelsinde de nişanlanmıştık.
- Nişanlanmıştık ya!
- Kahkalara boğulmuştun da devrilmiştik.
- Doğrusu, boğulabilirdik de hani.
- Mutluluktandı işte.
Hiç de ondan değildi!
Ondan değildi asla!
Yok, yok. Hikâyem yüzündendi işte.
Yalnızca ondandı işte. Mutluymuş.
Hâlâ gülmüyor musun oysa?
Sana her anlattığımda. Mutluymuş.
Derindi, öyle derin.
Dibine dek bile görebilirdin.
O denli ak, o denli berrak.
Tekrar anlatayım öyleyse.
Yılbaşı kutlamaları için, İngilizin birinin, acilen bir çizgili pantolona ihtiyacı olur.
Ölçü vermek için de terzisine gider böylece.
"İşte böyle, dört gün sonra gelin alın, hazır edeceğim."
Ne güzel işte. Dört gün sonra ya.
"Çok özür dilerim, en iyisi bir hafta sonra gelin siz, biraz daha toparlamalıyım."
İyi işte ya, bozmuş, toparlaması gerek.
Bir hafta sonra.
"Çok çok üzgünüm, on gün sonra hazır olacak, kasık kısmını bozdum ben."
Güzel, elden de bir şey gelmez zaten, mecbur onu bekleyeceğiz ne yapalım.
On gün sonra. "Özür dilerim, iki hafta sonra gelin siz, ön kısmı harap ettim."
Güzel, öyle olsun, ön kısmı halletsin bakalım.
Ne de berbat anlattım.
Sonraysa, iğne iplik, o bu şu derken sıra iliklere dek gelir.
"Tanrı müstahakını versin, bu kabul edilemez.Son raddeye geldi artık."
"Altı günde, duyuyor musun beni, tam altı günde, Tanrı dünyayı yarattı."
"Evet, efendim, evet, hem de dünyayı."
"Sizse üç ayda lanet olası bir pantolonu dikemediniz gitti."


- Dün gece, göğsümün içini gördüm, bir yara vardı, hem de büyük bir yara.
- Ah, gördüğün kalbin olmalı.
- Hayır, yaşıyordu.


Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Dürbünle Bakıyorum Dünyaya-



Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Bir gün sen de benim gibi...-

- Bekle! Gözlerin nasıllar?
- Berbat durumdalar.
- Yine de, görebiliyorsun.
- İstenilen kadar.
- Bacakların peki?
- Berbatlar.
- Yürüyebiliyorsun yine de.
- Gelirim... Ve giderim işte.

Bir gün sen de tıpkı benim gibi kör olacaksın.
Burada öylece oturacaksın, karanlıkta, 
boşlukta bir leke gibi,
tıpkı benim gibi, hep de öyle kalacaksın!
Günün birinde,
 yorgunum diyeceksin kendi kendine ve oturacaksın öyle.
Sonra da, karnım aç diyeceksin,
kalkıp da bir şeyler alayım.
Ama kalkamayacaksın.
Öylece kalakalacaksın.
Bakışların bir süre duvarda gezinecekler, 
ardından da gözlerimi kapatayım, diyeceksin.
Uyku iyi gelebilir, diye.
Belki daha iyi hissederim, diyeceksin,
ve de gözlerini kapayacaksın.
Ve onları tekrar açtığın vakit, duvar da artık olmayacak.
Ebedi boşluk her yanı kuşatacak.
Bütün çağların tüm dirilenleri gene de o boşluğu asla dolduramayacak.
Bozkırın ortasında bir yerde, minik bir taşa dönüşeceksin.
Evet, gün gelecek, ne olduğunu anlayacaksın, 
tıpkı benim gibi olacaksın.
Ama senin yanında ise kimse olmayacak.
Çünkü hiç kimseye acımayacaksın 
ve sana acımak için de hiç kimse kalmayacak.



"Dünyadasın, devası yok bunun."

Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Bütün mekân ceset kokuyor.-



- Yeterince uzun sürdüğünü düşünmüyor musun sen de?
- Evet.
- Ne?
- Bu... Bu... Şey...
Hep böyle düşünmüştüm.
Peki ya sen?
- Öyleyse diğer günler gibi bir gün bu da.
- Sürdüğü sürece.
Bir yaşam boyunca da daima aynı zırvalıklar.
- Seni terk edemem.
- Biliyorum. Ve beni takip de edemezsin ki.
- Beni terk edersen, nasıl haberim olacak ki bundan?
- Düdük çaldığında gelmezsem, seni terk etmişimdir.
- Bi güle güle bile demeden mi gideceksin?
- Oh, pek zannetmiyorum.
Fakat mutfağında yalnızca ölmüş de olabilirsin pekâlâ.
- Değişen bir şey olmaz ki.
- Evet, ancak, yalnızca mutfağında öldüysen eğer, bunu nasıl bileceğim ki?
Eninde sonunda kokuşmaya başlamış olurdum ben de.
Şimdiden kokuyorsun zaten.
Bütün mekan ceset kokuyor.
- Bütün evren.
- Canı cehenneme evrenin!
- Bir şeyler düşünsene.
- Ne?
Bir fikir, bir fikir bul!
Harika bir fikir bul!
Ha.
Tamamdır.
Şu bacaklarımdaki ağrılar var ya! Dayanılmazlar!
Yakında hiç de düşünemeyeceğim.
Beni terk edemezsin.
- Ne yapıyorsun?
- Bir fikrim var.
Ha.
Ne beyin ama!
Başka?
Bekle.
Evet. Var. Saati kurarım ben de.
Belli ki bugün parlak günlerimden biri değil benim, 
hakikaten de öyle gibi...


"En son neredeydik? Sona ermişti, bitmiştik.
Bitmek üzereydik.Daha fazla konuşma olmayacak."


-Ağlıyor.
-Öyleyse yaşıyor.

Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Şeker, dua ve babalık-


- Şekerim hani!
- Şeker yok!

- Doğal bu. Nihayetinde babanım tabii.
Doğru, ben olmasaydım, bir başkası olurdu tabii.
Lakin bu bir mazeret olamaz.
Lokum, misal, artık yok bu, hepimiz de biliyoruz bunu.
Dünyada bundan daha çok sevdiğim bir şey yok.
Ve bir gün, senden isteyeceğim,
bir iyiliğe karşılık olarak elbet ve sen de bana söz vereceksin işte.
İnsan kendi çağına uygun yaşamalı.
Karanlıktan korktuğun vakitlerde, minik bir çocukken kime seslenirdin sen?
Annene mi? Yok. Bana.
Ağlamana izin verirdik.
Daha sonra da, rahat bir şekilde uyuyabilmek için
seni işitemeyeceğimiz bir yere taşırdık.
Uykudaydım, krallar kadar mesut yani.
Ve seni dinlemem için beni uyandırdın.
Öyle zaruri falan da değildi hani.
Buna öyle çok ihtiyacın da yoktu.
Gerçi ben de pek dinlemedim seni.
Ama öyle umuyorum ki, öyle bir gün gelecek ki,
hakikaten de dinlememe ihtiyaç duyacaksın.
Sesime ihtiyaç duyuyor olacaksın,
herhangi bir sese.
Evet, umarım o günlere dek de yaşarım,
minik bir çocukken beni çağırdığın gibi,
karanlıktan korkup da seslenen minik bir çocuk gibi bağırdığını duyarım.
Ve tek ümidinin ben olduğumu da.



Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Tirad-


Benim sıram.
Gidiyoruz.
Gözyaşı dökersin ve ağlarsın, beyhude yere
hem de, yani gülmemek de vardır ya.
Ve ağır ağır da... Istıraba saplanırsın.
Yardımımın dokunabildiği bütün herkes.
Yardım... Selamet... Selamet...
Her yer onlarla kaynıyordu. 
Kafanı kullan.
Kullansana kafanı.
Dünyadasın, devası yok bunun!
Kaybolun buradan, gidip biriyle sevişin.
Yalayıp da durun kendiniz gibi birisini.
İstedikleri, ekmek değilse eğer; çörek[crumpet] oluyordu.
Yıkılıp da gidin şuradan, seks partilerinize geri gidin siz.
Tüm olanlar! Tüm bunlar!
Gerçek bir köpek bile değil ki!
Son, başlangıçtadır ve yine de devam edersin.
Belki de hikâyeme devam edebilirdim aslında,
sona ererdi ve ben de bir diğerine başlardım.
Belki de kendimi yerlere fırlatabilirim.
Tırnaklarımla çatlakları kazırdım ve parmaklarımla da öne giderdim.
Bitecek ve ben de orada olacağım,
merak da edeceğim elbet,
neden oldu bu, nasıl olabildi bütün bunlar diye.
Ve niçin bu denli uzun sürdü.
Orada olacağım, eski sığınakta, 
sessizlikle de yüz yüze gelmiş bir şekilde ve dinginlik içerisinde. 
Sükûnetimi koruyabilir ve sessizce oturmayı başarabilirsem eğer,
tüm sesler, tüm hareketler,
her şey uçup gider.
Babama seslenirdim ve seslenirdim...
...oğluma da. 
Ve hatta iki kez, ya da üç kere, 
birincisini veyahut ikincisini duymamış olabilirler pekâlâ.
Kendi kendime söylerdim böyle, geri gelecek diye.
Ve sonra?
Ve sonrası?
Dönemedi.
Çok uzağa gitmişti.
Ve sonra? Tüm o fanteziler!
İzleniyormuşum. Bir fare! Adımlar!
Nefes tutuldu ve sonra.
Sonra laflar, laflar, kelimeler, 
tıpkı kendini öteki çocuklara dek götüren ıssız bir çocuk gibi,
iki, üç diye çoğaltır kendini, karanlıkta birlikte olmak ve beraberce fısıldaşmak için.
An an, darı taneleri gibi inerler.
O ihtiyarlamış Yunanlı gibi. 
Bir ömür boyunca da bütün bunların bir hayat inşa etmesini bekleyip durursun.



Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Clov Tirad-
-Seni Bırakıyorum-

Seni bırakıyorum.
Gitmeden evvel bir şey söylesene.
- Söylenecek bir şey yok.
- Birkaç kelime de olsa...Yüreğinden...
- ...Kalbinden birkaç söz.
- Kalbin ha!
Evet. Evet. 
Geri kalan her şeyle, nihayetinde, gölgelerle, mırıltılarla.
Tüm sıkıntılarla, sona ermesiyle.
Clov... Benimle hiç konuşmadı ki o.
Sonra ise, gitmeden evvel, ona bir şey sormamama rağmen benimle konuştu. 
Dedi ki.
Ah.
- Bir şey... Kalbinden gelen...
- Kalbim!
Birkaç kelime... Kalbinden gelen...
Dediler ki bana, aşktır işte bu, evet, evet,
şüphesiz ki, şimdi de anlıyorsun ki...
- Tane tane.
- Ne kadar da kolay.
Dediler ki bana, işte arkadaşlık, evet,
evet, şüpheniz olmasın, buldunuz onu.
Dediler ki bana, işte orada,
dur orada, kaldır başını ve seyreyle tüm güzelliği.
İşte o düzen!
Dediler ki bana, gel şimdi, canavar değilsin,
bunları düşünsene ve netleşecek her şey.
Ve sade.
Dediler ki bana, nasıl da maharetle bakılıyor tüm bu kanayan yaralılara.
Yeter!
Kendi kendime diyorum, ara ara, 
Clov, seni cezalandırmaktan bezmelerini istiyorsan eğer,
daha iyi acı çekmeyi öğrenmelisin.Bir gün.
Kendi kendime diyorum, ara ara, Clov, 
eğer gitmene müsaade etmelerini istiyorsan,
bundan daha iyi olmalısın.
Bir gün.
Ama çok yaşlı hissediyorum,
yeni alışkanlıklar edinmek için yaşlı ve çok uzak.
Öyleyse, asla bitmeyecek ve asla gitmeyeceğim.
Sonra da bir gün, birdenbire, sona erer,
değişir, anlamam ben de,
ölür mü, ben miyim, anlamıyorum ki.
Kalan kelimeleri de sorup duruyorum,
uyku, uyanıklık, sabah ve akşam.
Söyleyecek bir şeyleri de olmaz ki.
Hücrenin kapısını açıyorum ve gidiyorum.
Eğri büğrülüğümden, sadece ayaklarımı görebiliyorum.
Gözlerimi açtığımda ise, bacaklarım arasında minik bir kara iz.
Söylüyorum kendi kendime, yerküre sönmüş diye,
onu yanarken görmememe rağmen bir de.
İyi de gidiyor.
Yığıldığım vakit gelip çattığında da mutluluktan ağlıyor olacağım.
Clov!
Hiç.




"Kendi kendime diyorum, ara ara, 
Clov, seni cezalandırmaktan bezmelerini istiyorsan eğer,
daha iyi acı çekmeyi öğrenmelisin."

Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett
-Doğa bizi unuttu.-


- Doğa bizi unuttu.
- Doğa diye bir şey yok artık.
- Doğa yok mu? Abartıyorsun.
- Yani etrafta.
Ama nefes alıyoruz, değişiyoruz!
Saçlarımızı, dişlerimizi yitiriyoruz.
Gençliğimiz ve ideallerimiz de uçup gidiyor.
- Öyleyse bizi unutmadı desene.
- Ama sen yok diyorsun.
Herhâlde hiç kimse bizim kadar eğri büğrü düşünmüyordur.
- Elimizden de bu kadarı geliyor.
- Yapmamalıyız ama bunu.
- Ne de mükemmelsin, değil mi?
- Bir parça işte.
Epey yavaş gidiyor.
- Ağrı kesicilerimin zamanı gelmedi mi ki?
- Yok.
Seni bırakacağım.
Yapmam gereken işlerim var benim.
- Mutfağında mı?
- Evet.
Neymiş o, bilmek isterim.
- Duvara bakarım.
- Duvar ha.
- Ne görüyorsun ki orada ha? Mene, mene?
Çıplak bedenler mi yoksa?
- Cansız ışığımı görüyorum.
- Ölü ışık ha! Bak hele hele!
- Desene, ışığın burada da ölebilir öyleyse.






- Sonra laflar, laflar, kelimeler, tıpkı kendini öteki çocuklara dek götüren ıssız bir çocuk gibi,
- Her gün ama her gün neden hep bu saçmalık var ki?
-Rutindir işte.Kimse bilmez nedenini.


Oyun Sonu (2000) - Conor Mc Pherson
Samuel Beckett

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder