17 Mayıs 2020 Pazar

Beli Kırılan Devrim, Köy Enstitüleri ve Kadın Kalemler, Nedime Köşgeroğlu


Ütopya; bugünü anlamak ve değiştirmek için geleceği düşünmenin bir yoludur.Asla insanın kendini bugünün çekilmez hale gelen sorunlarından ve olumsuz koşullarından kurtarmak adına, geleceğe yasladığı boş bir hayal değildir.Kısaca ütopya ne geleceğe bir kaçış ne de gelecekten kaçıştır. (Özsoy S.)

...

Tonguç'un kendinden geçercesine Türkiye'de eğitim sorununa çözüm arayışı ve köylere yönelik aydınlanmanın eğitim yolu ile gerçekleştirileceğine yönelik inancı, dönemin Talim Terbiye Kurulu Başkanı İhsan Sungu'nun şu sözlerine maruz kalmasına da neden olacaktır. "...Oğlum Hakkı!Neden kendini bu kadar yıpratıyorsun.Nedir acelen.Köylüler yabalarını, dirgenlerini alıp Ulus (Karaoğlan) Meydanı'na yürüyüp Bakanlığı sarıp "Biz okul istiyoruz" diye boğazladırlar mı ki sen bu kadar çırpınıyorsun?"

...

Kastamonu milletvekili İsmail Mahir Efendi.Türkiye'de köy eğitimi sorununa ilk sahip çıkan, sorunun önemini vurgulayarak ilk değinen kişi İsmail Mahir Efendi'dir dersek yanılmış olmayız.

...

"Elimde olsaydı tüm dünya okullarına insanın insanı sömürmesi diye bir ders koyardım." İsmail Hakkı Tonguç

...


Öğretmenin Sesi dergisinde Behzat Ak'ın bir yazısını paylaşmak yetiştirilen öğretmenlerin kişilik yapılarını göstermek açısından oldukça yararlı olacaktır."Milli Eğitim Bakanlığı illerdeki müdürlüklerine birer yazı gönderdi: Köylerde öğretmenlere saldırılar oluyor.Öğretmenler dövülüyor.Nedenlerinin incelenip öğretmenlere yardımcı olunması...Falan filan.Buyruğ alan Milli Eğitim Müdürü'nün biri, ilköğretim müfettişlerini topluyor.Saldırıya uğrayan ve dayak yiyen öğretmenlerden birinin dosyası açılıp tetkike başlanıyor.Anlaşılıyor ki, bu öğretmen köye hasta koyunların kesilmesini önlemek istemiş.Ölmek üzere olan hayvanları kesip köylüye satan çıkarcının biri bu durumdan hoşnut olmamış.Öğretmene bu işe karışmamasını söylemiş.Öğretmen karşısındakine, böyle hasta hayvanları kesmekle vatandaşa zararı olduğunu söyleyerek, -Sonra ben köy öğretmeniyim, görevlerimden biri de budur- deyince karşı taraf saldırıya geçerek öğretmene dayak atmıştır." Buraya kadar paylaşılanlar aslında köy enstitülerinde toplumsal çıkarların daima bireysel çıkarlardan önde geldiğini, hangi koşulda olursa olsun sağlam ve erdemli kişilik yapısına sahip bireyin haksızlığın karşısındaki tek başına olsa da dimdik durması gerektiğine ilişkin güzel bir örnektir.Ancak, yazarın makalesinde bundan sonra paylaşılacak bölümde yetkili kişilerin bu olaya yaklaşım biçimidir.Devam edelim...Tetkik sonucu, ilköğretim müfettişlerinden biri:

"Bu işe öğretmen karışmayacaktı.İleri gitmemek gerekir.Kendisi ölen hayvanların etinden almazdı.İş de bu çığıra dökülmezdi.Herkesin sağlığından, canından , yiyeceğinden öğretmen sorumlu değil.Öğrencilerini okutsun yeter.Köy öğretmeni köy işlerine fazla burnunu sokmamalı..."

...



 Bir gün Tonguç, eğitmen kursu öğretmeni Süleyman Edip Balkır'ı yanına alıp bir yolculuğa çıkar.Kastamonu Gölköy'e varıldığında bir eğitmen kursunu da burada açacaklarını söylerçYapılacak
işlerin bir listesini yazıp, "Hadi sana kolay gelsin!" der ve ayrılır.Aradan aylar geçer.Bir gün Kastamonu'dan bir paket çıkagelir; paketin içinde nar gibi kızarmış dört tuğla vardır sadece! Tonguç'un gözleri dolar, Balkır'ın başardığını anlamıştır.Bu tuğlalar, Kastamonulu tuğlacıların 1000 tuğlaya 10 lira istemeleri üzerine eğitmen adaylarınca üretilmiştir; üstelik 1000 tanesi yalnızca 1 lira 30 kuruşa mal olmuştur.

...

...Kurslarda başarılı öğretmenler, ilköğretim müfettişleri, usta öğrenciler öğretmenlik yapmışlardır.Kursu başarıyla bitiren öğretmenlere, köylerine dönerken komşulara ve köylülere okutacakları kolay anlaşılır türden küçük bir sandık kitapla, yine köyde kullanacakları marangozluk, duvarcılık ve tarım araç gereçleri de verilir.

...


"Akçadağ Enstitüsü, arkası dağa yaslı 3000 dekar saban girmemiş bir arazide, yazın sıcağında sığınılacak bir ağaç yaprağının bulunmadığı bir yerde kuruldu.Kurulmasında iki tip insan zorluk çıkarıyordu.Bunlardan birinci grupta olanları daha önce hiç köy görmemiş, köy koşullarının zorluğunu bilmeyenler ki zor'a gelince kaza kaymakamının yaptığı gibi kaçıyorlardı.İkinci grubu oluşturanlar ise, köy ağaları, eşraf, köylünün uyanmasından çıakrlarını kaybedecek olanlardı.Bunların silahları daha ziyade iftira, yalan dolan ve arkadan vurmak gibi jurnalcılıktı."

"Bu yıl Elazığ'da sürgünde iken şu olay yaşandı.Ben gidince muhtar uyuyan karısını, iki çocuğunu uyandırdı..Odayı boşalttı.Boşalan yatağa ben yattım.Muhtar da oracığa uzandı...Sabahleyin  muhtar elinde çorba çanağıyla içeri girdi.Söyleniyordu."Aksiliğe bak beyim, uyurken bizim çocuğa eşek basmış öldürmüş..."Muhtar başka odası olmadığı için o gece karısı ve çocuklarını ahırda yatırmış.Tekben Yazısında çarpıcı bir gerçeği şu şekilde açıklar.Ben bu olayı devlet büyüklerine, ilericiyie, gericiye anlattığımda nasıl sarsılacaklarını beklerken, hiç de öyle olmadığını gördüm.Hiç kime etkilenmedi "olur bunlar" deyip geçtiler.Yürekler nasırlaşmıştı."

Şerif Tekben (1908-1983)

...

kâğıt kitap dediniz,
Yaktınız beni,
Ya yaşatın,
Ya da silin mürekkebimi,
Yakmak, yırtmak, atmak,
İnsanlık değil ki"

İbrahim Yıldız

...

Ve 1946'da CHP tek parti olarak iktidardadır.CHP'nin sağ kandı, parti yönetimini ele geçirmişti.Sağ görüşlü Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanı oldu.Köy Enstitülerinin kurucularından İsmail Hakkı Tonguç (İlk Öğretim Genel Müdürü) görevinden alındı.Köy enstitülerinde görevli müdürler, öretmenler hemen değiştirildiler.Köy enstitülerine yönelik suçlama kampanyası başlatıldı.Köy enstitülerinin kütüphanelerinde bulunan on binlerce kitap yok edildi.Büyük bölümü yakıldı." Tam bu noktada biraz soluklanarak, C. J .Heinrich Heine'nin bir sözünü paylaşmak yararlı olacaktır;

"Eğer bir ülkede kitaplar yakılıyorsa, o ülkede eninde sonunda insanlar yakılacaktır..."

...



Akçadağ Köy Enstitüsü'nde yakılan kitaplara tanık olan eğitimci Kemal Sürekli'nin anısını paylaşalım.

"Akçadağ Öğretmen Okulu'na 1956'da meslek dersleri öğretmeni olarak atanmıştım.Oradaki gerçekleri ve olayların anlamlarını tanık olduğum bir olaydan sonra daha net öğrenecektim.Olay şu: Bir gün kampüsün ortasında bir çukur açılmış bir şeyler yakılıyordu, ateşin yanına yaklaştı, bir görevli bazı eskimiş kağıtları ve de muzır sayılan kitapları ateşe sürüyordu.Sordum, "Arşivi temizleme işi hocam" dedi.Hemen ateşe atılmayı bekleyen, hatta kapağı ateşin hışmına uğramış bir kitabı kaptım ve oradan uzaklaştım.İşte o kitap, İsmail Hakkı Tonguç'un "İlköğretim Kavramı" adlı kitabıydı.Bu kitap benim için bir servet oldu.Günlerce okudum.O zaman köy enstitüleri üzerine koparılan fırtınaların kaynağını ve nedenlerini daha iyi kavradım.Kitap bir eğitim düşünün ötesinde bir aydınlanma filozofunun, bir sosyoloğun, yürekli bir devrim elemanının özgün ürünü gibiydi."

...


"Çifteler Köy Enstitüsü'nde Mahmudiye ve Hamidiye bölümlerinde birer kitaplık vardı.Kitaplıkları öğrenciler yönetirlerdi.Gerek müdürümüz Rauf İnan, gerekse diğer öğretmenlerimiz okumaya çok önem verirlerdi.Kitaplıkta yeteri kadar yerli ve yabancı klasiklerimiz vardı.Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel'in bakanlığı zamanında 570 çeşit kitap yayımlanmıştı ve bu kitapların hemen hepsi kütüphanelerimizde vardı.Kitap sayımız 7000 civarındaydı...Yıl 1941 Devlet Başkanı İnönü, Savaştepe Köy Enstitüsü'ne gelmiştir...Abdurrahman Nazif Paşa yanındadır.Yamaçta hayvanları yayma nöbetindeki öğrencinin çantasında neler olduğunu merak eder.Açılan çantadan ekmek, peynir, köfte, zeytin ve bir de bakanlık klasiklerinden ANTIGONE çıkar.İnönü: "Bak Paşa" der Abdurrahman Nafiz'e, "Ekmeğin yanında kitap.Ne zaman komutanlarımız, erlerimiz, sıradan yurttaşlarımız ekmekle kitabı bir tutabilecek düzeye ulaşabilirlerse, Türkiye o zaman gerçekten kurtulacaktır."

Neşet Tınaztepe


...


Hayat döker eteklerinden
Saklı yüzleri
Yıkıma gelirse birileri
Üşenme; çıkart en alta kalan cümlemi...

Zamanı bölüştüren tanrının elleri
Sana nimetler yollar
Bana dar odalar bol astım krizleri
Taşa yazdım sözleri...

Nedime Köşgeroğlu

...

Halise Apaydın anlatıyor:

"Ben ilkokulun beşinci sınıfındayım.Bizim oturduğumu kazaya her sene bir tiyatro kumpanyası gelirdi.O sene de bir grup gelmişti.Bizim orada bir hafta hemen hemen her akşam halkevi salonu dolardı.Sonra birdenbire bir şayia çıktı: güya 1938'de bu grup Erzincan'da bulunuyormuş, zelzele bunların yüzünden olmuş.O zaman tesadüfen yalnız bunların bulundukları otel yıkılmamış.Bizim Erzurum Oltu kazası bunu duyar duymaz artık temsillere kimse gitmez oldu.Yalnız kazanın kopukları dediğimiz delikanlılar macera hayatı olsun diye evden para çalarak tiyatroya gelir oldular."

"Küçük Ali'den bir anı: Kastamonu'ya ilk kez ciddi bir trup (aynı tiyatroda çalışan oyuncular topluluğu) gitmiş ve şehrin her tarafına akşam oynayacakları temsilin afişlerini asmışlardır.Afişlerde şöyle yazılıymış: "Bu akşam Ahmet, Mehmet, vs gelmiştir.Falan temsili oynayacaklardır.Askerlere bir kuruş, başıbozuklara iki kuruştur." Kastamonu'nun kültürlü valisi Galip Efendi bu afişi okuyunca acı acı gülmüş ve trup başını çağırtarak demiş ki; "Böyle yazarsan kimse sana gelmez al kalemi eline ben sana yeniden yazdırayım: Bugün şehrimize üç pezevenk, üç de orospu gelmiştir.Bu akşam saat üçde ırgalayıp, çalkalayacaklar.Ön tarafın üç kuruş, ortadan iki kuruş, askere de bir kuruştur. (Pezevenkten)

...

Talip Apaydın'ın mektubu Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nde bir üst sınıftan arkadaşım.Bu mektup bir evlenme teklifi idi.Önce Köy ve Eğitim Dergisi'nde çıktı çok beğenildi.


"Ama başaracağım Halise!
Çünkü benim istediğim onların istemediğinden çok daha kuvvetli, çok daha candan..."


Beli Kırılan Devrim
Köy Enstitüleri ve Kadın Kalemler
Nedime Köşgeroğlu

&

Huriye Saraç
Ayşe Baysal
Naciye Makal
Pakize Türkoğlu
Halise Apaydın
Mürüvvet Bilen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder