asaf halet çelebi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
asaf halet çelebi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ağustos 2022 Pazartesi

Şiir Nerede Başlar? (23) - Om Mani Padme Hum / Asaf Halet Çelebi

Üstad son zamanlarda pek rahat görünüyor.Şairin arkasından sokaktan geçerken mahalle veledlerinin Om Mani Padme Hum diye teneke çaldıkları rivayet ediliyor.

Nihat Kuşlu
Yeditepe Dergisi, Kasım 1958

Şiir Nerede Başlar? (22) - Asaf Halet Çelebi

...

Şiirin cemiyetteki doğuşunu şöyle tahmin ediyorum:

Ormanların açıklık bir yerinde toplanmış, kuyruksuz ve tüyleri yolunmuş gibi çıplak, görünüşleri acıma ve nefret hissi veren maymuna benzeyen bir cins (Bu cins pithecanthroğus veya australopithecus, doğru bir istihale olabilir.) ellerine bazı dallar almış, aralarından birisi, içi oyuk bir ağaca güm güm vuruyor, sebebi bugünkü zeka'yı doğuran bir nevi deliliktir.Kollektif bir vecit, birlikte söylenilen şarkı taslağı, boğazdan gelen bu çığlıklar şiirin ilk nescini teşkil etmektedir.Vecde kapılan bu vahşi divane ilk sihirbaz-medyum ve ilk şairdir.Şu halde şiire lisandan önce doğmuş denilebilir.Zamanla yavaş yavaş lisan hasıl olunca şairin musikişinaslık ve sihirbazlık gibi vasıfları henüz ayrılmamış olmakla beraber şiir kelimelenmiştir.O zamanki cemiyet, ağaç başında sopasını vuran zatin kelimelerini tefsire mail olduğu için "gayri tabii" ve "deli"yi henüz ayırt etmeyi biliyordu.Herhalde bu zatlerden birisi hezeyanı içinde barsak, mide, karaciğer yerine "kalp"ten bahsetmiş olacak ki bu söz çok eski zamandan beri devam etmiş ve şiirin şemasını teşkil etmiştir.

...

Asaf Halet Çelebi
Şiirde Şairin Tefsiri
Yeni Adam, S. 312, 19 Birincikanun 1940, s. 4.

Fikir İhtilafı - Asaf Halet Çelebi / Bütün Yazıları


Bir su birikintisinden geçerken ona: "Dikkat et cop diye düşersin!" dedim.O: "hayır, cup diye düşerim" dedi.

Bununla inadına benim gibi düşünmediğini anlatmak istiyordu.

Çocukken oynadığım bebeklerin saçı ekseriya tutkalla yapışmış olduğu için merak edip açıp bakardım.Ayni merakla acaba ne ile yapışmış diye elimi uzattığım zaman nedense saçlarımın bir kısmı elimde kalmış ve üstüme başıma dökülmüştü.Bu saçlara yün katılmak şartile iyi bir kumaş yapılabilir mi diye düşündüm.Halbuki o, benim ayı sırtına benzettiği kaburga kemiklerimin üstündeki deriden iyi işlenmek suretiyle birkaç çift sağlam iskarpin çıkarabileceğini söylüyordu.

Beni, şımartıldığı babası tarafından alınan otomobille bir ormana götürmüş ve "İstersem seni şimdi burada bırakır ve kurtlara yem ederim." demişti.Halbuki o, bu sözleri söylemeden ben onu buradaki ağaçlardan birine asılmış, kuşlar tarafından didiklenmekte olan yanaksız ve gözsüz bir maslûp halinde tahayyül ediyordum.

Beni öperken, yamyamlık damarı kabarmış, "Harrt!" diye dudağımın bir parçasını koparmıştı.Artık nasıl olsa bir kere kopmuş olan bu parçayı, bari o yutmadan ben yutayım dediğim zaman o benden daha açık göz davrandı ve yuttu.İkimiz de insan eti yiyorduk.Fakat ben kendi etitmi, o başkasının etini tercih etmişti.

Bütün bir gece onun başını kucağımda yatırarak ikide bir kusmasına yardım ediyordum.Fakat artık çıkaracak bir şey kalmadığı için boyuna safra geliyordu: "Bu safralar acı bir şeydir, bari şeker ye de ağzın tatlansın!" diye zorluyordum.Halbuki o, üzerine şeker ekilecek olursa acılığın gideceğini ve sonra yenilebileceğini iddia ediyor ve benim böyle yapmaklığımı istiyordu.

Asaf Halet Çelebi
Fikir İhtilafı
Yeni Ses, S. 3(7), İkincikanın 1940, s. 7.

Asaf Halet Çelebi - Bütün Yazıları
Everest Yayınları
Hazırlayan: Hakan Sazyek

At Hakkında - Asaf Halet Çelebi / Bütün Yazıları


Eskiden at diye sırıklara biner ve "sakın ha atım teper" diye sağa sola savururduk.Bununla beraber fasulya sırığı hiçbir zaman ata benzemezdi.

Hiç benzemeyen şeyleri nelere benzetmemişizdir.Eski şairler de, gözleri ve ağzı olduğu için ata benzemesi ihtimali daha çok kuvvetli olan sevgililerini hiç benzemedikleri güle ve aya benzetirlerdi.Güvercine ve geyiğe benzetenler şüphesiz daha yaklaşmışlardı.Ata benzetilmesinde ben hiçbir beis görmüyorum.

Allah vermesin Guliver'in anlattığı, insanların hayvan akıllı ve atların insan akıllı olduğu o Hyummhmmm memleketinde olsaydık ne yapardık?Atlar bizim üzerimize binemese de bir arabaya koşturup kendileri içine oturamazlar mıydı?

Equus atın dedesiydi; ve şimdiki attan farklı idi, bununla beraber onun zamanında Neandertal adamı şöyle dursun Pithecanthropus bile yoktu.Equus'lar kendilerinden sonra gelen dedelerimizi görünce acaba hayret etmişler midir?Bununla beraber daha sonraları, ilk defa sırtlarına atlamak küstahlığında bulunan insanlara fevkalade hiddet ettikleri bence muhakkak gibidir.Fakat onların mı insanları, insanların mı onları harbe alıştırdığına şüphe ediyorum.

Eski zamanda konuşan, insan darda kalırsa yaksın da yetişeyim diye üç kılını veren atlar varmış.Fakat ben bunun ne dereceye kadar doğru olduğunu bilemiyorum.Yalnız o atlar şimdi hiç bulunamıyor.

Asaf Halet Çelebi
At Hakkında
Ses, S. 3 Ağustos 1939, s. 7.

Asaf Halet Çelebi - Bütün Yazıları
Everest Yayınları
Hazırlayan: Hakan Sazyek

14 Ağustos 2022 Pazar

Kasap - Asaf Halet Çelebi / Bütün Yazıları



Öküzler vapurdan çıkıyor.
Öküzler sahneye gidiyor, başları birer birer kesilecek.Kesilirken böğürecekler.Gözleri açılıp, sonra buğulu bir cam gibi sönecekler.Kan içinde başları, kopup yere düşecek.
Öküzler koşuyor.
Öküz başına alacağı parayı düşünen celep gülüyor.
Öküzler koşuyor.
Öküzler köfte olacaklar.Soğanla terbiye edilmiş, cızır cızır köfteler.

Ya ben ne olacağım Yarabbi?

Sıkışmış insanların içinde nereye koşuyorum?Niçin vapurlar beni taşıyor, ve gözlerim buğulu?Burnumun sıcak nefesile hangi salhanede kesileceğim?

Kasap gülüyor:

-Yarana bıçak yağı sürelim.Siyah tırnaklı güdük ellerim keskin, inceltilmiş demiri kara sapından tutacak ve yumuşacık boynunda kıtır kıtır işliyecek.Ve kan, evvela damla damla...Sonra sicim gibi...Sonra oluk gibi dökülecek, üzerime sıçrayacak ve kafa kopacak.Kafanın kopmasını ben göreceğim.Ve kopan kafanın benim olmayıp senin olduğunu düşünerek sevineceğim.

Ve kasap gülüyor.

Asaf Halet Çelebi
Kasap
Ses, S. 5, 16 İlkkanın 1938, s. 3.

Asaf Halet Çelebi - Bütün Yazıları
Everest Yayınları
Hazırlayan: Hakan Sazyek

Tekerleme - Asaf Halet Çelebi


...

Devler orada gözleri açık iken uyurlar ve kapalı iken uyanıktırlar.Mükemmel Türkçe bilen ve söyliyen zümrüdüanka kuşuna "Gak!" dedikçe et, "Guk!" dedikçe şarap verilir."Parmak neredesin?" denince, parmak "Sıcacık karındayım!" diye cevap verir.Peri kızı güvercin şekline girer silkinir ve kız olup suya dalınca elbisesi aşırılır.

Dikkat edilirse, bunlardaki çok derin istihzayı sezmemek kabil değildir.Türk ruhu harikuladeyi içinden karikatürize eder, çabucak inanmaz, fakat realiteyi mistikle karıştırmayı sever.

O, zamanı, zaman içinde görür.Sarayburnu'ndan bir adım attımı kendini Kasımpaşa'da bulmaktan hoşlanır.Az gidip, uz gidip dere tepe düz gittikten sonra arkasına bakar ki bir arpa boyu yer gitmiş.Etini, dibi delik tencerede pişirmeğe kalkar.Kafasız kocakarının sakız çiğnediğini görür, babası, babası iken kızı babasının annesi olur ve babasını tıngır mıngır beşikte sallar.

...

"Bir varmış, bir yokmuş.Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, babam benim iken, ben babamın kızıydım.Babam benim oğlum oldu, ben babamın annesi.Arif olan ancak bilir bunun mânâsı."

"Bir varmış, bir yokmuş, zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.Babam düştü beşikten, alnı yarıldı eşikten.Annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği, gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi.O öfke ile denize basmıyayım mı, kıyıdır diye.Orada buldum iki çifte bir kayık, çek kayıkçı Eyube.Eyyubun kızları haşarı, bir tokat vururlar enseme, gözlerim çıktı dışarı.Orada gördüm bir kız adı Emine, gittim baktım evine.Bir tarafı tozluk dumanlık, bir tarafı çimenlik çayırlık, bir tarafı sazlık samanlık, bir tarafında boyacılar boya boyuyor renk ile, bir tarafta demirciler demir dövüyor denk ile, bir tarafta Memet Ali paşa cenkediyor şevk ile..."

"Bir balkabağından üç oğlan çıktı.İkisi gömleksiz, biri çırılçıplak.Çıplağın üstünde üç kuruş buldum.Aldım pazara gittim.Pazarda koltuğa sığmaz bir karpuz satıyorlardı.Şunu bir keseyim de yiyelim dedim.Karpuzu keserken bıçağımı içinde unuttum.Bıçağımı çekeyim derken ben içine girdim.(...)dönüp dolaşırken bir çobana rastladım."Ne yapıyorsun orada?" dedim.Bana "On senedir burada sürümü kaybettim.Hala bulamadım." dedi.Kafamı kaldırınca bir adam geldi, bana bir tokat vurdu.Kafam koptu, gitti pazara soğan, sarımsak satmağa.Koştum arkasından, başladık kavgaya."Kafamsın!" "Kafan değilim!" her ne ise kafam yerine geldi.Oradan üç evli bir köye vardık.Evlerin ikisi viran birinin de çatısı yoktu.Çatısı olmıyana girdim.Baktım, kafasız bir kocakarı sakız çiğniyor."Bana bir tencere ver!" dedim.Nine bana üç tencere verdi.İkisi kırık dökük, birinin hiç dibi yok.Dibi olmayanı aldım.Etimi onda pişirdim, yedim.Suyunu da cebime koydum.Baktım yine kafam yok.Araya araya yine buldum.Başladık yine kavgaya: "Kafamsın!" "Kafan değilim!", derken çekişe çekişe gittik Kadı kapısına.Kadı evinde yoktu.Çarşıda ağaçtan mercimek topluyordu.Kafamla ben gittik oraya.Kadı ağacın tepesinden bağırıyordu.Güç bela işittik.Dedi ki: "Sizin davanız çok çetindir.Kırk top kağıt, kırk kucak kalem lazım, bir de kırk basamaklı merdiven getirin de buradan ineyim."Kırk top kağıtla, kırk kucak kalemi aramaya gittik.Kırk ayaklı merdiveni de bulduk.Ağaca yasladık.Merdiven kadıyı çekmedi kırıldı.Kadı öldü.Kafam da yerine geldi."

Zannetmiyorum ki diğer milletlerin edebiyatında yukarıya bazı numuneler verdiğim tekerlemeler ayarında mücerred eserler bulunsun.


Asaf Halet Çelebi
Tekerleme
Ses, S. 3,2 İlkkanun 1938, s. 4-5

Asaf Halet Çelebi - Bütün Yazıları
Everest Yayınları
Hazırlayan: Hakan Sazyek

Bir Asaf Halet Çelebi Tasviri - Resai Eriş, Yeni Adam Dergisi

"Sabahları Beylerbeyi'nden Köprü'ye gelen vapurda, öğleyin Kapalıçarşı içindeki Çukur muhallebicide, akşamları da Küllük kahvesinde görebilirsiniz.Orta boylu, şişmanca, çay kutuları üzerindeki Çinli resimlerini andıran düşük pos bıyıklı 35 yaşlarında bir adam.O bu haliyle Hindistanlı baharat tüccarlarına benzetilebilir.Sivri topuklarını tahtalarda tıkırdatarak gelir tesadüfen karşınıza oturur.Dar, beyaz pantolonu etli kalçalarına yapışır, ekseriya yeşil renkteki ceketi eski haydariyeleri andırır.Halis şaldan gravatları için "Ben yaptım beyefendi, tam 15 asırlık Acem el dokumasıdır." diyor.Alnında ter damlaları gözleri dalgın...Bir sene önce monoklusu kırılmasaydı şimdi, onu göz çukuruna yerleşmiş görürdünüz.Ağzında daima baharlı bir tatlı...Cebinden çıkardığı antika, kıymetli kutular içinde kakule, Nemse kimyonu, kaya tuzu, zafran veya franbuaz şekerlerini yanındakilere de ikram eder: "İkbal buyurulmaz mı? hanımefendi; zihne küsayiş veriyor."

Resai Eriş
Yeni Adam, S.373,19 Şubat 1942, s.3

Asaf Halet Çelebi - Bütün Yazıları
Everest Yayınları
Hazırlayan: Hakan Sazyek

18 Haziran 2022 Cumartesi

İbnülemin'in, Asaf Halet Çelebi'nin 'Defter-i Meşahir'ine yazdıkları

*İbnülemin’in, Asaf Halet Çelebi’nin defter-i meşahirine yazdıkları... (çevrim yazısı ikinci görselde) 


Bu gülistân-ı gam-alûde misâl-i gonce 
Hande-ber-leb geliriz âh perişân gideriz


*Kaynak: Ahmet Raci https://twitter.com/fahmethilmi

7 Mayıs 2021 Cuma

Asaf Halet Çelebi ve Dolmakalem Tutkusu - Aziz Nesin

Küçük kazançlarla büyük sıkıntılar içinde efendi olarak yaşayan Çelebi, birçok sanatçılar gibi yarın korkusu içindeydi.Yazılariyle, çevirileriyle, daha da başka bir yerden -maaşı dışında- eline geçen parayı hemen kitaba yatırır, sonra bu yaptığı işe üzülür, yine kendini doğrulamamız için çocuksu bir üzüntü içinde kitapları göstererek:

- Bu kitapları nasıl almıyayım? Nasıl dayanayım?.. derdi.

Bir şehri, şehir yapan, o şehre özellik veren, her şeyden önce, o şehrin kişileridir.Çelebi, İstanbul'a özelliğini veren kişilerdendi.Her şeyi kendince idi.Giyinişi Çelebice, konuşması Çelebice, yürüyüşü, yazışı, her şeyi kendinceydi.Çelebice tutkuları vardı.Son yıllardaki tutkusu dolmakalem üzerineydi.Dolmakalem tamir eder, cebinde yirmi otuz dolmakalem taşırdı.

6-7 Eylül hâdiselerinine rtesi günü, yolda giderken, birden aklına gelmiş, yeni aldığı bir dolmakalemi muayene için defterine, eski türkçe "ince narince" diye yazmış.Hemen iki polis Çelebi'yi yakalamış.Onu 6-7 Eylül çapulcularından biri sanıp karakola götürmüşler.Çelebi'nin cebinden 20 dolmakalem çıkmış.Çelebi, zar zor bu 20 kalemin çapul olmadığını anlatmış amma, deftere rastgele yazdığı "ince narince"nin ne olduğunu bir türlü anlatamamış.Bu "ince narince" yüzünden epeyi sürünmüş.Sonra cep defterinde ileri gelenlerden bir tanıdığın adresini görmüşler de Çelebi'yi bırakmışlar.

Aziz Nesin
Asaf Halet Çelebi ve Dolmakalem Tutkusu
Akşam Gazetesi, Ekim 1958

4 Mayıs 2021 Salı

Mâra - Asaf Halet Çelebi

Mâra - Asaf Halet Çelebi


İçimden, Asaf Halet Çelebi Şiiri

İçimden - Asaf Halet Çelebi Şiiri

dünyalar kuruldu
dünyalarda şehirler kuruldu
ve birden
kendimi bir şehirde buldum
sokaklarda yürüyen
yaşayan ve ölen insanlardan

kendimi bir şehirde buldum.
karanlık gecelerde yürüdüm
yarı aydınlık yerlerde oturdum
adımı çağıran dost yüzler buldum
dost dooost diye haykırmak istedim
içimden sevindim

düşünmedim ne başını
ne sonunu
düşünmedim ne kendimi
ne de senin kim olduğunu
yalnız
senin için çok güzel rüyalar gördüm
uyandım
karşımda seni buldum
dosttan daha dost
güzelden daha başka

içimden sevindim
içimden sevdim
içimden

Asaf Halet Çelebi

3 Şubat 2021 Çarşamba

Selim Turhan'ın Asaf Halet Çelebi Tablosu & Adımı Unuttum Şiiri

 
Asaf Halet Çelebi Tablosu (1944) - Selim Turhan


ADIMI UNUTTUM
 
adımı unuttum 
          adı olmıyan yerlerde 
ne in 
        ne cin 
                  ne benî âdem 

zamanlar içinde 
kuşlar uçuyor 
kervanlar geçiyor 
           bir iğne deliğinden 

çarşılar kuruluyor
sarayları oyuncak
            insanları karınca şehirler 
zamanları gördün mü 
            bir iğne deliğinden

adımı unuttum
            adı olmayan yerlerde 
geçip gidenlere bakarak

Asaf Halet Çelebi

27 Eylül 2020 Pazar

Doğuduğum Evin Penceresi, Asaf Halet Çelebi

bir çam vardı önünde
doğduğum odanın
çöpten yapraklarında
güneşi
rüzgârla sallayıp
kafesten
içeri dolduran bir çam

sedirinde iskambilden kuleler yıkılmış odada
loş ve sessiz ikindilerin acısıydı
sızan

gözlerim dalardı
kafesten
duvara
ve duvardan
kafese
seyretmeyi
güneşi
yüz bir güneşti
kafesin her deliğinden
giren
susmuş bir çocukla şaka eden
yüz ikindi güneşi


Asaf Halet Çelebi

11 Haziran 2020 Perşembe

Masal Dünyamız, Asaf Halet Çelebi Konferansı


Yeditepe Dergisi Not: 1958 yılı Ekim ayında kaybettiğimiz Asaf Halet Çelebi şimdi sayfalarımıza geçirdiğimiz bu konferansını 6 Kasım 1958 günü İstanbul Hemşehrileri Derneği'nde vermek üzere hazırlamıştı fakat ömrü yetmedi.

Asaf Halet Çelebi'nin Bir Konferansı

MASAL DÜNYAMIZ

İnsan oğlu düşündüğü ve düşündüğünü sezildiği andan itibaren masal söylemeğe başlamış, tarihin kayıt ettiği ve hatta edemediği zamandan bugüne kadar da masal söylemekte devam etmiştir.

Masallar düşünceler kadar da saridir.Hiindistan'ın cesim ağaçlarla kaplı, rutubetli ormanlarından Arabistan'ın kurak çöllerine, şimalin dantel gibi girift fiyortlarından Akdeniz'in ılık meltemler esen diyarlarında dolaşıp durur.Her memleketten bir renk, bir koku getirir.Çok defa masalların menşe'leri bile bilinmez.Çünkü nasıl bütün dünyanın çocuklarında birbirine benzeyen müşterek bir taraf varsa bu masalların da öyle müşterek bir tarafları vardır.Girdikleri cemiyet ve milletlere göre ufak tefek değişikliklere uğrar, onların bünyesine göre bir hal alır.Fakat ne olursa olsun hayal kuran insanın, daima çocuk ve saf olan insanın karihasından doğduğu için bu saflığı ve hayal genişliği onun ayırıcı ve müşterek vasfı olur.

Her milletin kendine has bir anlayışı olduğu gibi bu masallar o milletlerin cemiyet ve fertlerinin hususiyetlerini de az çok belirten en kıymetli aynalardan birisidir.

Masallar folklor bakımından da türkülerden daha seyyal ve ekseriya daha da renkli olurlar.Çünkü masallarda hayal gemi azıya alır ve istediği gibi düşünceleri arkasından sürükler.Fakat her millete mensup fertlerin ruh ve fikir seviyelerine göre bir kaşeye bürünür.Onlarda her milletin kendisine ait düşünüşü vardır.Onun için masalların birbirine benzeyen örgülerinden ziyade tahkiye tarzları, hayallerinin dizilişindeki hususiyetleri ve halk ananelerine temas eden teferruatı mühimdir

İstanbul masalları muhakkak ki Türk masalları denen kümenin bir parçasıdır.Daha doğrusu İstanbul'da söylenen masallar belki Türk masallarının en güzelleridir demek doğru olur.Çünkü İstanbul çocuğu daha çok hayal kurmağa müsait olduğu gibi İstanbul'un eski çocukları olan nineleri de kendilerinden pek çok şeyler ilave ettikleri bu şeyleri torunlarına anlatmışlardı.

Türkiye masallarının muhtelif mıntıkalarda olan folklor kıymetini ölçmek için evvela mümkün olduğu kadar bu malzemeyi toplamak icap eder.Anadolu'nun muhtelif mıntıkalarında türkü, hikaye, masal ve sair nevileri üzerinde mühim malzemeler toplayarak bunların çoğunu üniversite yayınları arasında ondan fazla, büyük kitaplar halinde Profesör Caferoğlu Ahmet Bey'in mesaisiyle yine Anadolu'nun muhtelif mıntıkalarında masallar toplayıp henüz biri Fransızca diğeri Türkçe iki eser neşreden Pertev Naili Boratav'ın ilmi bütün şartları haiz olarak vücuda getirilmiş mühim eserlerdir.Ancak masal olarak bu şekilde İstanbul masalları Naki Tezel tarafından bundan yirmi sene evvel toplandı ve neşredildi.O zaman pek genç olan Naki Bey'in bu eseri şüphesiz bugün elimizde bulunan İstanbul masallarına ait dökümanların en mühimi olmakla beraber bu eserin yegane kusuru masalların hemen çoğunun hikaye edildikleri şekilde değil, düzeltilerek umumi yazı şivesine göre yazılmış olmalarındandır.Bununla beraber asıl masal şivesine göre uygun cümleler de yok değildir.Bir de masal söyleyenlerin adları, ve söyledikleri tarih tesbit edilememiştir.

Masal söyleyenlerin tesbiti, söylendiği tarih, hatta zaptedenlerin adları, varsa daha evvel kimlerden duyulduğunu kıskançlıkla kayıt etmek bile folklor araştırmalarının ilmi olması için elzemdir.Bunları zaptederken kelimelerdeki şive ve hatta fonetik hususiyetleri bile büyük bir titizlikle tesbit edilir.Ne yazık ki masal anlatan eski İstanbul ninelerini bulmak bugün daha çok güçleşmiştir.

Muhakkak ki benim çocukluğum çok güzel masalların söylendiği bir devirdi.Bunda biraz da benim hayatımdaki tesadüf ve imkanların da tesiri olmuştu.Çocukluğumun yapısında mühim tesiri olan bu masalların bu tesirlerini ben bugün bile kaybetmediğimi görürdüm.Şiirlerimin çoğunun nescini bile bu masal motifleri teşkil eder.

Bana göre masal dinlemiyen bir çocuk çok bedbaht bir insan olmıya namzet bir insandır.Milli şuur ve kültür yapan bütün folklor ananelerinin içinde bence masal en büyük rolü oynar.Zaten bir masaldan ibaret olan hayatımızın bir nevi sembolleşmesini biz ilk defa bize anlatılan bu masallarda görmez miyiz?..Hangi çocuk masalları sevmez?..Hangi çocuk o ilk şiir bahçesinin büyüleri içinde kendini unutmaz?..Çocuklarını masalsız büyüten hangi millet vardır?.

Hatta milletlerin teşekkülünde hususi bazı masallar onları bir araya toplamamış mıdır?.Her milletin kaynaklarında kendilerine mahsus "mythe"leri yok mudur?.Fin'lerin Kalavala'sı, Türk'lerin Oğuzname'leri, Cermen'lerin "Tannhauser"leri ve eski Yunanlıların o bitip tükenmez, şiir ve güzellik dünyaları olan mitolojileri bütün bu milletleri yapan unsurlardan biri değil midir?.

Sadetten uzaklaşmak istemiyorum.İstanbul masallarından bahsetmek için huzurunuzda bulunduğum şu salonda başka masal okuyacak değilim.

Yalnız madem ki çocukluğumda duyduğum masallardan bahsediyorum, evvela bana onları söyleyenlerin şahsiyetlerini belirtmek isterim.Bir kere diyebilirim ki, bana bu masalların çoğunu ümmi kimseler anlatmışlardı.Bu neviden bazı komşuların ihtiyar ve sevimli nineleri, hatta genç ve orta yaşlı hizmetçi, dadı, kalfa gibi komşularda veya bizde çalışan bu neviden kadınlar ve daha az nisbette erkekler olmuştur.Şunu da unutmamalıyım ki, İstanbul'da masal söylemek daha ziyade bir kadın işidir.Hoş, aşağı yukarı her yerde de bu biraz böyledir.(Müstesnaları hariç) nedense ihtiyar erkekler çocuklara masal söylemekte daha az müsamahalı görünürler.Ben de birçok akranlarım gibi erkeklerden ziyade kadınlardan masal dinlemişimdir.



Çocukluğumda masal en çok sevdiğim şeydi.Belki de her çocuktan daha büyük bir alaka ile dinlerdim.Şimdi hayatımın en güzel günlerini düşünürken de öyle zannediyorum ki bu masalların karışık çocuk rüyaları içinde geçen günlerim benim en mesut günlerimdi.O zaman hayallere karışan hakikatler bu kadar sert ve çirkin ve maddi görünmezdi.O zaman hakiki bir şiir aleminde yaşardım.O zaman sevgiler, korkular, iştiyakler hep bu masal dünyalarının anbarlarından akseden ışıklar içinde bana gelirdi.Seyyal bir his, düşünce, müşterek hayal ve renk muhitlerinden benim küçük kafamda da aynı tesirleri yapardı.Bu basit insanlarda ne kudret vardı ki insanlığımın hakiki şuurunu bana onlar sonradan dinlediğim hocalarımdan da okuduğum kitaplardan daha iyi anlattılar.O hayallerle ben etrafımdaki insanların bünyesini daha iyi anlayabildim.O müşterek hayallerde o müşterek şiirde ben bu memleketin, bu toprakların çocuklarını sevmeyi, bu vatana bağlanmayı öğretti.Onlar benden bir parça, daha doğrusu ben onlardan bir cüzdüm.Demir asa, demir çarıklı, dertli şehzade bendim.

Kaf dağlarına giden, ejderhalarla döğüşen delikanlı bendim.Huysuz ve hilekar çengi dilaralar, talibsiz turunç güzelleri, esrarlı benli bahriler, korkunç iğci babalarla akıllı küçük kız, adı Bahtiyar olan bedbaht, dağdan dağa gezip elbiseleri çalılarda yırtılan, kan revan içinde uzaklaşan sultan hanım, ne bileyim öyle çok nevilere mensup bütün bu insanlar kafilesi hem benim etrafımda yaşayan mahluklardı.Bahçelerde narlar ağlar, ayvalar güler, tütün çubuk içenler, lale sümbül biçerek geçenler, ağlayan gözlerden inciler dökülür, gülen yanaklarda güller açardı.Sanki bütün bunlar biraz ben, biraz benim gibi insanlardı.Bunların hepsini aşağı yukarı yanımda buluyordum.Ağaçlı bir yerde bir çeşme görsem bu muhakkak bir masaldan çıkmıştı.Gördüğüm eski bir konak muhakkak Bahtiyar'ın konağıydı.İçinden sedef kakmalı gümüş nalınları ile salına salına cariyeler çıkıp çeşmeye su doldurmaya gideceklerdi.Çiçekli bir daldan bir bahçe duvarına konan bir kuş bir anda silkinip bir insan olabilirdi.Memleketimin insanlarında ve manzaralarında muhakkak masallarımdan bir parça yahut masallarımda memleketimin akseden aynaları vardı.Onlar için sonsuz bir sevgi duyuyordum.

Bu masalları bana en çok söylemiş olan, bu hayalleri en ziyade başımın içine sokan belli başlı dört hanımdan bahsedeceğim.

1- Uzak akrabamızdan ve Cihangir'deki evimizde kalan Hacı Teyze dediğimiz ihtiyar bir hanım vardı.Bu hanım Bandırmalı idi.Fakat ömrünün büyük bir kısmını, gençliğini olduğu kadar ihtiyarlığını da, İstanbul'da geçirmişti.Yine gençliğinde Hicaz ve Arabistan'da bir hayli müddet yaşamıştı.Onun söylediği masallar tipik İstanbul masallarıydı.Fakat o masallarda sanki Marmara denizinin tuzlu meltemleri ve Arabistan çöllerinin bayıltıcı sıcak, mehtaplı gecelerinde bir şey sızardı.

2- Burunsuz Ziyneti Hanım denilen Merdiven köylü, bektaşi, tipik bir İstanbul kadını idi.O da zaman zaman Cihangir'deki konağımızda gelip kalan insanlardan idi.Gayet hoş sohbet, şakacı, hafif ruhlu ve sevimli bir ihtiyardı.Onun masalları hem korkunç, hem çok renkli, hayalleri de en geniş olanları arasında idi.Fakat bu korkunç şahsiyetler bile daima gülünç olmaktan geri kalmazdı.Hayatın en çetin yollarına karşı istihza ve istihfafı ben o hanımın anlattığı masallardan öğrendim.

3- Sudanlı Mehveş Kalfa, attığı gevrek kahkahaları kadar güzel ve hiç bir kahkaha duymadığım bu güzel yüzlü ve sevimli zenci ötekiler gibi yaşlı değildi.Yalnız müthiş bir hafızaya ve muhayyileye sahipti.Bana Afrika'da saman örülü kulübesini, babasını, ailesini, beraber oynayan çocukları, ağaçları, yayık döğen, hamur yoğuran, süt sağan kadınları, maymunları, Afrika köy hayatını bütün teferruatına kadar bir masal gibi anlatır, sonra da bambaşka bir insanmış gibi anlattıklarına hiç uymayan bir dünyanın renklerini, hayallerini işleyerek bambaşka masallar anlatırdı.Bunları bizzat yaşıyormuş gibi de heyecanlanırdı.Onun kadar kariha ve hayal genişliği olan hiçbir insan tanımadım.Her insana, hatta her zenciye benzemiyen tipi, açık ve her zaman gülen yüzünün arkasında öyle çok manalı bir ruh genişliğine, bir iç huzuruna malikti ki, bu kadar saf, temiz ve iyi insanı çok az tanıdım.Mehveş kalfa çocukluğumun sevgilisi idi.

4- Çerkeslerin Şapsih cinsinden çok  güzel menekşe rengi gözleri olan Servet Hanım adındaki bu ihtiyar hanım da dadım Nerves Kalfa gibi çetrefil dilli eski İstanbul tiplerindendi.Asıl adı Kosey'miş.Kafkasya'dan mavunalarla Karadeniz yolundan hicret ederlerken mini mini Kosey elinden bırakmadığı bir armoniği bu felaketli hava içinde çalmıya çalışırken babası kızıp elinden kaptığı gibi denize fırlatmış.Bana hatırayı anlatırken kaybedilen güzel şeylerin sonsuz hasretini belirten bir intiba bırakırdı.Bu zavallı kadına talih en güzel şeyleri verip almıştı.Arslan gibi gelinlik kızı veremden ölmüş.Bu kızın annemle çıkmış bir resmi hala gözümün önündedir.Oğlu Birinci Harpte şehit olmuş.Servet hanım da o çetrefil diliyle o kadar güzel masallar anlatırdı ki...Bu masallarda pırıl pırıl güneşli denizlerle, muhteşem eşyaları olan saraylar, geceleyin eriyen mumlar, fesi küçük şehzadeler, inanılmayacak garabetlerle dolu bir dünya, alışılması güç hayaller vardı.Fakat ben onlara alışmıştım.Bu masallar rüyalardaki gibi sonsuz değişik hayallerle dolup taşardı.Fakat hepsinde bitmez bir hazine saklı gibiydi.Daima tesadüf edilen, kaybedilen ve geri gelmiyen bir şey vardı onlarda...

İşte şu dört ayrı tip masal söyleyicisini anlattım.Bunlar bana hep İstanbul'da duydukları masalları söylemişlerdi.İstanbul eski İmparatorluğumuzun bir geçidi, bir carrefor'u idi.Oraya karlı ve yüksek dağlardan, vahşi steplerden, kızgın kumlardan, yeşil ormanlardan her türlü insan gelip gitti.Dünyanın dört bucağından renk renk, cins cins çocuklar bu şehirde gözlerini açtılar.Hakim Türk unsurunun hakiki ruhunu onlar bu masalların içinde tanırlar.Ve o ruha birer parça da kendilerinden bir şey kattılar.Beş asır böyle devam etti.İslav, Macar, Zenci, Arap veya Çerkes burada, bu şehirde hatıralarını yığdılar.Bu ruh mozayikinden Anadolu'nun her şehrinden bir renk işlendi ve İstanbul çocuğu bütün iklimlerin ortasında mütehavvil ve seyyal bir dünyada yaşadı.

Şimdi müsaadenizle biraz da bu masalların yazılı olarak yapılan ve bugün elimizde olan kaynaklarından ve yeni çalışmalardan bahsedeyim.

İstanbul masallarının en eski yazılmış nümunesi muhakkak "Hikaye-i billur köşk ve Elmas sefine" kitabıdır.Bunu kimin topladığı belli değildir.İfadesi masal ifadesinden ziyade eski halk hikayesi ifadelerine yakındır.Eski ve yeni birçok baskıları bulunmaktadır.Tarihi olmıyan oldukça eski baskılarının birindeki hafif ifade şeklinde güya düzeltilmek istenmiş ve amiyane yazı lisanının klişeleriyle süslenmiş olduğunu görüyoruz.İçinde on dört İstanbul masalı bulunan bu kitapta hemen her masal "Raviyan-ı ahbar ve nakilan-i asar şöyle rivayet ederler ki" diye başlıyor.Tekerlemeler hazfedilmiştir.Fakat ifade bazı yerlerde masal ifadesi ve masal klişeleriyle devam eder.İşte lalettayin "Hikaye Helvacı Güzeli"nin başındaki pasajı okuyalım.

"Zaman-ı evaide bir hatunun dar-ı dünyada kıymetlu bir oğlu ve kerimesi var idi.Bunları hiç sokağa çıkarmaz idi.Bir gün kocası ile oğlu hicaza gitmeğe niyet edüp -Yahu, kızım ile seni müezzine emanet eyledim.Bir şey iktiza olur ise müezzin alıversin dedi.Oradan helallaşup baba oğul hicaza gittiler.Biz gelelim müezzine.Bir gün minareye çıkıp ezan okurken emanet olan kıza aşık olup artık tahammülü kalmadı.Oradan hanesine gelüp sakin oldu.Ol gece komşularından bir ihtiyar hatun çağırıp hitaben -Ey valide al şu on altunu da Hicaz'a giden merkumun kızını senden isterim- dedi.Hatun dahi hitaben: -Oğlum anı validesi hiç bir yere çıkarmaz; biraz müşkülcedir.- dedi.-Aman valide ne olursa senden olur!" dedikte hatun hitaben: -Oğlum yerin var mı?..Şayet gönlünü edersem nereye getüreyim?- dedikte müezzin hitaben: -Valide yarın filan yerde bir hamam tutarım.İçine duhul edip orada sizi beklerim.Yarın sen koltuğuna yalandan bir bohça alıp doğru ol hatunun hanesine gidersin.Bir takarrup hatunu kandırıp kızı bana getürürsün!..- dedi."



İşte size okuduğum şu ifade "Hikaye-i Cevri Çelebi", "Tayyar zade", "Hançerli Hanım" gibi matbu eski eski İstanbul halk hikayelerinin ifadelerine çok yakın olmakla beraber onlardan daha sonra kaleme alındığı da onlar kadar "archaique" olmıyan uslubuyla anlaşılıyor.

Daha sonra "K.D" insiyaliyle başka birisinin topladığı on dört masal ve yine "Türk Masalları" adiyle Meşrutiyetten sonra İstanbul'da neşredildi.Buradaki motiflerde İstanbul masallarından alınmakla beraber daha çok süslü ve yapmacıklı, yeni yazı ifadesine daha uygun  ve pek tatsız yazılmıştır.Bu zat her halde asıl masal ifadesini pek laubali gördüğü için aklınca efendice, edebi bir hüviyet vermiye çalışmıştır.Fakat becerememiştir.Masalların bünyeleri de biraz tahrifata uğramıştır.Bununla beraber yine hususi ve zengin imajlar da yok değildir.İşte buradaki masallardan "Müneccim Başı" masalının başını alalım:

"Gayet fakir, hayatını ancak eski yırtık kunduraları dikerek temin eden bir adamcağız var idi.Bu zavallı bedbahtın yine kendi kadar bedbaht bir karısı, bir de kızı vardı.

Günlerden birinde bu zavallının refikasiyle kerimesi yıkanmak için hamama gider.Halvete girerler.Tamam istihmama başlayacakları sırada, hamam ustası gelerek oradan kalkmalarını, çünkü o kurnada müneccim başının haremi hanımefendinin gelerek yıkanacağını söyler.Orasını hazırlarlar.Suyu doldururlar.Hemen yıkanacak iken yine usta kadın gelir.O kurnanın da küçük hanım efendilere mahsus olduğunu beyan eder.Diğer kurnaya giderler.Meğer ki o da müneccim başının kahya kadınınınmış.Dördüncü kurna cariyelerin, beşinci hizmetçilerin, altıncı, yedinci ilah...Hepsi müneccim başının efrad-ı ailesininmiş.Hulasa her yerden böyle koğulurlar.Bu keyfiyet üzerine kadının canı sıkılır, siniri tutar, pür hiddet evine avdet eyler.Akşam üzeri zavallı eskici bin türlü meşakkat ile alabildiği bir okka ekmeği yazma mendiline koymuş, bir demet taze soğanı bastonunun ucuna asmış evine gelir.Dakka bab eyler.(Kapıyı çalar)Kadın kocasına kapıyı açar.Ağzı da beraber açılır.Bedbaht adam şu suret-i kabulün neden tevellüt ettiğini bir türlü anlamaz.Nihayet tafsilat ister.Kadın meseleyi anlatır.Ve şu kat'i teklifi de ilave etmeyi unutmaz:

"Koca ya sen de müneccim başı olacaksın, biz hamama gittiğimiz zaman onlar gibi hürmete mazhar olacağız, yahut seni bir daha eve kabul etmeyeceğim."

İşte görüyoruz ki bu ifade birincisinden daha ziyade masal ifadesinden uzaktır.

Bundan çok sonra ben pek küçük iken çıkan ilk "Çocuk Dünyaları"mda "Hadiye Hanımın Masalları adiyle çıkan bir masal serisindeki "Of Lala", "Benli Bahri", "Balıkçı Güzeli" masalları, benim bildiğim masal ifadesine en yakın olarak, anlaşıldığı şekilde tatlı tatlı yazılmış ilk İstanbul masallarıdır.

İşte "Of Lala"da üç kızı bulunan fakir bir oduncunun, Unkapanı'nda yemeklerini yerlerken kayıklarını ödünç alıp avladığı nadir bir balığı tutarak padişaha götüren ve ihsan aldıktan sonra eve dönüşüne dair pasaj:

"Bir okka uskumru balığı alır.Soğan, maydanoz, kömür, gazyağı, gaz, sirke velhasıl her ne lazımsa sevinerekten evine gelir.Kızlar babalarını elinde balıkla görünce sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırırlar.Biri ateş yakar, biri balığı ayıklar, birisi de hem soğan salatası yapar, hem de balığa piyaz hazırlar.Balığı güzelce ıskara yaparak yerler.Cenab-ı Hakk'a şükrederler."

Yine başka bir pasaj:

"Zavallı oduncu küçük kızının talihsizliğinden pek müteessir olur.Unkapanı köprüsünün altındaki ikinci dubanın üzerine çıkar.Baltasına dayanır.Of, of diye ah eder.O anda deniz kabarır.Bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir Arap çıkar.-Benden ne istiyorsun, ne çağırdın beni?- der.Oduncu haritayı, pusulayı şaşırır.-Ben seni çağırmadım.Kendi kendime efkar ettim.Düşünüyordum, der.Arap dahi -Sen benim ismimi çağırdın.Of of dedin.Benim ismim Of Lala'dır.Benden ne istiyorsun diye geldim.Sen ne için efkar ettin.Söyle bana?"

"Türk Halk Edebiyatı" adiyle folklorumuza ait yazdığı "Memorandom"u eski harflerle neşreden Macar Müsteşriki İğnatz Kunoz, Macar Osmanpaşazade şair Nigar Hanımın evine davetli olduğu bir sırada şairin büyük annesi olan ihtiyar bir Türk kadınından duyduğu bir masalı onun ifadesi ile, yani masal ifadesi ile şöyle anlatır:

"Vaktin birinde bir odun yarıcısı varmış.Bunun bir de karısı varmış.Bu odun yarıcısı gündüzleri dağa gidip odun kesermiş.Akşam üstü de kestiği odunları götürüp satarmış.Aldığı paralarla ekmek yemek alıp evine getirir, karısı onları pişirir, yerler içerler ondan sonra "Pişi pof de pişi pof" diye türkü çalgı oyun ile vakitlerini geçirirlermiş.Yine ertesi gün odun yarıcı dağa gidip odunlar keser, akşam üstü satıp parası ile evine yemek alıp yerler, içerler yine oynayıp cümbüş eder.Her gece böyle yapıp günlerini zevkle geçirirlermiş."

İşte Kunoz'un kitabında bahsettiği bu ihtiyar ninelerden birisinin, Bahsaver Hanımın topladığı bu masallardan dokuz tanesini İstanbul'da 1931'de bastığı "Türk Masalları" adındaki kitabında görüyoruz ki bu tam masal ifadesi ile çıkan ilk kitaptır.Hakiki bir İstanbul ninesi ifadesi ile tatlı tatlı yazdığı masallardan birisini ben size en sonunda dinlediğim ve bildiğim tarzda anlatacağım.Battal boyda 77 sahifelik bu küçük kitap, İstanbul masalları için tam ve hakiki bir örnektir.

Bahsaver Hanımın bu tatlı ve küçük masal kitabından sonra masallar üzerinde büyük çalışmalar başladı.Bu hususta bilhassa dört sima göze çarpar.Bunlar sırasıyla Naki Tezel, Vasfi Mahir Kocatürk, Eflatun Cem Güney ve Pertev Naili Boratav'dır.

Naki Tezel İstanbul masallarına ait mühim koleksiyonunu Bahsavet Hanımdan sekiz sene sonra neşretti.Yine bu sırada Vasfi Mahir Kocatürk'ün ilk küçük eseri çıktı.

Ve bundan sonra masal toplayıcılarının en mühim simalarından biri olan Eflatun Cem Güney pek mühim bazı kitaplar da yayımladı."Bu Toprağın Masalları" serisi ile Nar Tanesi, Kara Yılan, Akıl Kutusu, Sabır Taşı, Altun Heybe, Zümrüt Anka, Açıl Sofram Açıl, masalları ve yine "Evvel Zaman İçinde", "En Güzel Türk Masalları", "Anadolu Masalları" gibi masal kitaplarını bugün her Türk çocuğu kolayca bulabilir.Eflatun Cem'in masalları hakikaten gerek ifade, gerek renk ve imaj bakımından çok zengin ve hakiki şaheserlerdir.Bunlarda bilhassa hakiki masal ifadesi aynen muhafaza edildiği görülür.Bunlardan güzel kitaplar serisi adı altında Guciyan isimli genç bir hanımın resimlediğ fevkalade nefis bir baskısı olan "Açıl Sofram Açıl" adındaki kitaptaki Eflatun Cem'in nefis bir masal ifadesinin bir misalini alıyorum.

"Bir varmış bir yokmuş.Allahın kulu çokmuş.Develer dellal iken, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir Keloğlan varmış.Günlerden bir gün Keloğlan bu sokak benim şu sokak benim dolaşırken iki taş arasında bir on para bulur.Ama ne alsam ne alsam diye düşünüp durur.Üzüm alsam çöpü çıkar.Erik alsam çekirdeği çıkar.Et alsam hani ocak, ot alsam hani bıçak?İyisi mi, kaygısız başım, ağrısız dişim leblebi alırım da kütür kütür yerim.Artanı da götürür anama veririm" der.Alır leblebiyi, düşer yola.Yine şura senin bura benim derken varır bir kuyu başına: "Acep ne kuyudur bu kuyu, içilir mi suyu?" Diye eğilir bakar; ama derinmiş kuyu...Görünmez suyu.Daha da eğileyim derken yarım leblebisi suya düşmesin mi?Keloğlanın da aklı başından gider."

İşte Türk ve İstanbul folkloruna hakikaten büyük hizmeti dokunan  Eflatun Cem Güney bilhassa bu ifadeye çok ehemmiyet vermiş ve kitaplarını bu yolda vücuda getirmiştir.

Yine 1948 senesinde Türkiye Yayınevi'nin çıkardığı "Masal Zenciri - Türkiye Masalları"nın mühim bir kısmı Vasfi Mahir Kocatürk tarafından zaptedilmiş ve yayımlanmıştır.Daha evvelki çalışmaları ile de masal toplamada Eflatun Güney, Naki Tezel ve Naili Pertev gibi büyük himmetleri olan Vasfi Mahir'in bu koleksiyonu da büyük bir yer tutmaktadır.O da masal şivesini mümkün olduğu kadar bozmamakla beraber Eflatun Cem ve Pertev Naili kadar titizlik göstermemektedir.

Pertev Naili 1955'te Paris'te basılan "Contes Tures" nefis eseri ile "Bir varmış bir yokmuş" (İl etait une fois et il'est plus şeklinde tercüme ettik) manayı bozmadan ve kelimesi kelimesine tercüme ederek yazdığı bu eserde masallarının, kimin tarafından söylendiği ve kimin tarafından hangi tarihte zaptedildiği şekilde yapılan incelemelerde de ilmi araştırmanın bütün karakteristiğini taşımaktadır.

Büyük bir masal koleksiyonuna sahip bulunduğu anlaşılan Pertev Naili'nin bu koleksiyonu seçmeler halinde değil tam olarak neşretmek için imkan bulması bizim milli folklorumuz için, şüphesiz ki en büyük kazanç olacaktır.Bunu kazanç düşünen hususi müesseselerin değil, maarif yolu ve resmi müesseselerin göz önünde bulundurması en büyük faideleri temin eder.Bunları kısım kısım ayırmak, İstanbul masalları üzerinde bilhassa durmak lazımdır.

Asaf Halet Çelebi

Kaynak: Yeditepe Dergisi, 15-31 Ocak 1960
Aktaran: Mustafa Miyasoğlu - Asaf Halet Çelebi Kitabı

10 Haziran 2020 Çarşamba

Benli Bahri (Masal), Pertev Naili Boratav - Az Gittik Uz Gittik

Benli Bahri Masalı
Okuyan: Merve Başdoğan

Eser:
Pertev Naili Boratav - Az Gittik Uz Gittik
Bilgi Yayınevi,1969










Pertev Naili Boratav - Az Gittik Uz Gittik
Bilgi Yayınevi,1969

Şiir Nerede Başlar (9), Asaf Halet Çelebi

Benli Bahri Şehzade bir kedi idi ve tekinsiz konakta fakir kız bir lokma kendi yer, bir lokma ona verirdi ve Benli Bahri: "Miyav!" derdi.Bir gün kız onu takip etti, yedi senelik yolu bir saatte geçti, fakat bu sırrı faş olunca Benli Bahri artık kedi olamadı.

Asaf Halet Çelebi
Şiir Nerede Başlar? (9)
SES Dergisi,  Temmuz, 1939



Asaf Halet Çelebi Yazılarından: At Hakkında, Ses Dergisi (1939)

Richard Carnie Littlefield


Eskiden at diye sırıklara biner ve "Sakın ha atım teper" diye sağa sola savururduk.Bununla beraber fasulye sırığı hiçbir zaman ata benzemezdi.

Hiç benzemeyen şeyleri nelere benzetmemişizdir.Eski şairler de, gözleri ve ağzı olduğu için ata benzemesi ihtimali daha çok kuvvetli olan sevgililerini hiç benzemedikleri güle ve aya benzetirlerdi.Güvercine ve geyiğe benzetenler şüphesiz daha yaklaşmışlardır.Ata benzetilmesinde ben hiçbir beis görmüyorum.

Allah vermesin Guliver'in anlattığı, insanların hayvan akıllı ve atların insan akıllı olduğu o Hyummhmmm memleketinde olsaydık ne yapardık?Atlar bizim üzerimize binemese de bir arabaya koşturup kendileri içine oturmazlar mıydı?

Equus atın dedesiydi; ve şimdiki attan az farklı idi, bununla beraber onun zamanında Neandertal adamı şöyle dursun Pithecanthropus bile yoktu.Equus'lar kendilerinden sonra gelen dedelerimizi görünce acaba hayret etmişler midir?Bununla beraber daha sonraları, ilk defa sırtlarına atlamak küstahlığında bulunan insanlara fevkalade hiddet ettikleri bence muhakkak gibidir.Fakat onların mı insanları, insanların mı onları harbe alıştırdığına şüphe ediyorum.

Eski zamanda konuşan insan darda kalırsa yaksın da yetişeyim diye üç kılını veren atlar varmış.Fakat ben bunun ne dereceye kadar doğru olduğunu bilemiyorum.Yalnız o atlar şimdi hiç bulunamıyor.

Asaf Halet Çelebi
At Hakkında
SES Dergisi (1939)

9 Haziran 2020 Salı

Asaf Halet Çelebi Yazılarından: Kedi - Ses Dergisi (1939)

KEDİ

Aç kediye çörek attım.Öyle hırsla baktı ve yedi ki: Başka var mı diye döndü ve olmadığını görünce gözleriyle teşekkür etmeyi bildi.Bununla beraber insan değildi, kediydi.

Yeni aldığım kitaplar diyorlar ki ilk memeli hayvanlar yirmi kere daha aptalmış.Şu halde kedi ileride insandan akıllı olacak demek.

Ben kediyi hiç bir şeye benzetmem.Kedi kedidir.Çocukluğumda tanıdığım bazı kediler benimle oturup sokağı ve caddeyi seyretmesini bilirlerdi.Havuza eğilerek benim gibi balık yakalamasını bilirlerdi.Yalnız onlar bu balıkları çiğ yerlerdi.Kediler en iyi dostum olmuşlardır ve hiç canımı sıkmamışlardır.

Kediye göre şüphesiz acaip bir yüzüm var; bir kere kulağım başının yanında, kuyruğum yok ve ayak üstü duruyor, istediğim zaman derilerimi çıkartıyorum.Bir kedi muhakkak ki bunu düşünüyor, sonra da kendilerinden yirmi misli büyük bir dev!..Acaba biz bizden yirmi kere büyük ve aklı da yine yirmi kere fazla şeytanlıklara eren mahluklar içinde yaşasaydık onlarla dost olur muyduk?

Benli Bahri Şehzade bir kedi idi ve tekinsiz konakta fakir kız bir lokma kendi yer, bir lokma ona verirdi ve Benli Bahri: "Miyav!" derdi.Bir gün kız onu takip etti, yedi senelik yolu bir saatte geçti, fakat bu sırrı faş olunca Benli Bahri artık kedi olamadı.

Asaf Halet Çelebi
SES Dergisi,  Temmuz, 1939