insan kısım kısım yer damar damar
kaşları lam elif gözlerin kamer
ince bel üstüne olaydım kemer
yakışır beline sar beni beni
ben isterim şeker ola bal ola
değmen bana yana yana kül olam
sen bir bahçıvan ol bende gül olam
yakışır eline der beni beni
Ne haldayım ala gözün süzenler
Ne olur suna boylum gör beni beni
Eşinden ayrılıp yaslı gezenler
Her sabah, her akşam der beni beni
Der ya! İnsan eşinden ayrılır da "vay beni beni" diye yakınmaz mı?
Döğünüp yakınmakla kalmaz insan, az buçuk şairliği, âşıklığı varsa; saza
söze döker içini. Tıpkı Hüseyin gibi.
Hüseyin garip bir köy çocuğu. Sivas köylerinden birinde doğmuş. Askere
gidene dek hiç ayrılmamış köyünden. Ne zamanki askerliğini yapmış dönmüş
köye, anası çekmiş dizinin dibine. "Bak oğul, gayrı zamanıdır; seni
everelim. Tez zamanda torun ver bana. Evimiz şenlensin" demiş. Ana sözü
ata sözü. Ne desin Hüseyin. Bulmuş dengince birini, evermiş Hüseyin'i.
İyi ama, geçim zor. Tarla takım hak getire. Şu kapı senin, bu kapı
benim. Irgatlık, tutmaklık karın doyurmuyor ki. Üç günlük yiyecek
çıkıyor, sonrası yok. Bir gün anasına "Bak ana, ikiydik üç olduk.
Yakında dört olacağız. Bu geçim geçim değil, bir şeyler yapmak gerek.
Ben gurbete çıkıp iş tutmak istiyorum. Üç-Beş kuruş biriktirir de bir
kaç dönüm tarla edinirsek, bir güvenimiz olur. Eker biçer, geçinir
gideriz". Anası "hık-mık" etmiş ilkin, bakmış ki Hüseyin kafasına takmış
bir kere. "Yolun açık olsun oğul. Sağlıkla git, sağlıkla gel" demiş.
Hüseyin anasıyla, karısıyla vedalaşıp, tutmuş gurbetin yolunu. Şurası
senin, burası benim derken, varıp İstanbul'a ulaşmış. Ulaşmış ya, ha
deyince iş bulamamış. Ekmek aslanın ağzında. Sokaklar işsiz dolu. Bir
hemşehrisinin kaldığı hana yerleşmiş Hüseyin. Handakilerin çoğu
gurbetçi. Çoğu da işsiz. Hazırdan yiyorlar. İlkin ufak tefek günlük
işler bulmuş Hüseyin. Boğaz tokluğuna çalışıyor nerdeyse. Elinde
avucunda bir şey kalmıyor. Bir dolu iş değiştirdikten sonra, bir
fabrikaya girmiş işçi olarak, bir gün, beş gün, bir ay, beş ay. Değişen
bir şey yok. Hüseyin üç kuruş biriktirip bir yana atmaktan öte, geçim
sıkıntısına düşmüş bir de. Sıla özlemi bir yandan; geçim derdi bir
yandan. Bir de yalnızlık sarmış ki duygularını. Eh!.. Milyonluk bir
kent; bir tek de Hüseyin. Yollar sokaklar insen seli. İnsanlar şen,
insanlar şakrak. Bir tek Hüseyin garip. Boynu bükük Hüseyin, arada bir
mektup yazıyor köyüne. Bir iki satır da onlardan geliyor. Ama yetmiyor
ki! Geçim bir yandan, sıla özlemi bir yandan. Bir de on dönümlük tarla
var ki gönlünde. Şöyle güzelinden, sulusundan. Taşı eksen bitirir
cinsinden. Sözün özü, karma karışık Hüseyin'in kafası. Bir dalıyor.
Kayboluyor. Gidiyor köyüne. Elleri dolu dolu. Anası, karısı, hısım
akrabası bir güzel karşılıyor. Sarmaş dolaş. Giysilik kumaşlar,
pabuçlar, urbalar. Tarlalardan tarla beğeniyor. On dönüm. Ama tarla!
Taşı eksen bitirir cinsinden. Kolları sıvıyor. Bir ekin ekiyor. Bir ekin
ki, o yörede görülmemiş. Boy dersen, insan kaybolur içinde. Başaklar
koca koca. Bir gür, bir iştahlı ki, gören maşallah demeden geçmiyor. Çok
yoruluyor Hüseyin. Ter alnından şıpır şıpır damlıyor. Ama olsun. Emek
olmadan, yemek olmazmış. Böyle demiş atalarımız. Olsun! Ter olsun. Ter
iyidir. Ter malı haller "Ter.. Ter" diye inlerken Hüseyin, bir eli de
otomatik dokuma aracının kolunda bir ileri, bir geri gidip gelmektedir.
Birden öylesine "ter" diye bağırır ki, yanından bir el uzanır Hüseyin'in
omuzuna. " Ne o Hüseyin gardaş hasta mısın? Kendi kendine konuşup
duruyorsun. Hem, hiç bu kadar terlemezdin çalışırken. Bir şeyin mi var?"
Hüseyin ayıkır birden "Şey, bir şeyim yok be bacı. Memleketi düşünüyordum da."
Gün o gün!. saat o saat. Artık Hüseyin de bir dost edinmiştir. Milyonluk
kentte yalnız değildir artık. Derdini anlatacağı, yardım anlayış
göreceği bir dostu olmuştur. Hüseyin'in de. Bir dost ki, tertemiz. İyi.
Doğru. Çalışkan. Bir dost ki, sıcaklık veriyor insana. Yanında huzurlu
oluyor insan. Leb demeden leblebiyi anlayıp, elini uzatıyor Hüseyin'e.
Gün günü, ay ayı eskitiyor. Geçen her günle dostlukları daha da
pekişiyor Hüseyin'le komşu makinada çalışan işçi kadının. Dostluk
öylesine gelişiyor ki, gün geliyor Hüseyin onsuz; o Hüseyin'siz
olamayacağını anlıyor. Uzun sözün kısası, evleniyorlar. İyi ama, Hüseyin
evli zaten. Köyünde bekleyeni var. Ama gönül ferman dinler mi?
Kimbilir, gönül mü ferman dinlemedi, yoksa Hüseyin aradığını bulduğu
için mi başka şeyi düşünemedi, orası kayıp? Bir de şu var ki, köyünde
evlenirken hiçbir tercihi olmamıştı Hüseyin'in. Yani "şu kız mı, bu kız
mı" denmemişti. "Dengi dengine" demişti anası, o kadar. Hiç tanımadığı,
huyunu suyunu bilmediği biriyle evlendirilmişti Hüseyin. Bütün bunları
bir yana itmiş miydi? Anasından, köyünden kopmuş muydu Hüseyin?. İşte
orasını bilmiyoruz işin. Eğer köyünden, anasından, karısından kopsa,
öyküsünü sunduğumuz türkü olmayacaktı bugün.
Anasını, karısını, köyünü birbir anlatmış Hüseyin, Suna'ya. Suna da hiç
birine olmaz dememiş. "Senin köyün benim köyüm. Senin anan, benim anam
sayılır. Karınla da bacı kardeş gibi geçinip gideriz. Köyün şartları
dersen, seninle olduktan sonra her güçlüğü yenerim ben" der. Eee devir
de eski devir. Arkadaş sen resmen evlisin. Bir daha evlenemezsin.
Yasaktır, diyen yok.
Sırt sırta bir süre daha çalışıp, köye dönmüşler. Dönmüşler ya, Suna
İstanbul kızı. Ne de olsa konuşması, giyinişi, davranışı değişik.
Kendisi, iyi hoş! Öyle kendini beğenmiş cinsinden değil. Zaten öyle
olsa, kalkar alıştığı çevreyi bırakıp, köyün şartlarına razı olur muydu?
Olurdu ya da olmazdı! Sorun o değil. Asıl sorun, kentte doğmuş büyümüş
kızın, köy şartlarına tez zamanda uyamaması. Almış ortalığı bir
dedikodu:
"Hüseyin"in İstanbul'lu avradı çarşaf giymiyor. Hüseyin'in avradı ite,
köpek diyor. Hüseyin'in avradı aşağı, Hüseyin'in avradı yukarı. Bir iki
olsa, neyse ne! Gün yok ki yeni bir dedikodu gelmesin Hüseyin'in
kulağına.
Doluya koymuş almamış, boşa koymuş dolmamış. İnsan çeşittir demiş. Kısım
kısımdır demiş. Her insan doğduğu, büyüdüğü yerin şartıyla oluşur
demiş. Ama dinleyen kim? Her önüne gelen veryansın ediyor Hüseyin'in
İstanbul'lu karısına. Hüseyin'se duygulu bir insan. Sanatçı yanı da var
biraz. Sazı dinlenir, sözü sohbeti yerinde. Ama ne etmişse alamamış
dedikoduların önünü. Uykuları kaçar olmuş. Hayal meyal düşlerle uyanır
olmuş. Uyanmak için, uyumak gerek. Uyuyamıyor ki Hüseyin. Giriyor
yatağa, çıkıyor yataktan. Kirpik kirpiğe değmiyor. Hayal mi, düş mü
karmakanşık duygular içinde.
"Bu böyle sürüp gidemez, bir şeyler yapmak gerek" diyor ve kararını
veriyor. "Haydi İstanbul'a gidiyoruk. Ananı babanı göresmişsindir. Aylar
geçti görmedin onları" diyor Suna'ya. Suna itiraz edecek oluyor.
"Değmez o yolu çekmeye. Hele yaz olsun. Gidip gelmesi kolay olur"
diyorsa da Hüseyin kararlı. Artık bu huzursuzluğa bir son verecek.
Kalkıp düşüyorlar yola. İlçeye gelip, biniyorlar trene. İkinci istasyona
geldiklerinde, Hüseyin'in bir elinde sazı, bir elinde su testisi iniyor
aşağı. Su doldurup geleceğini söylüyor. İniş o iniş. İki dakika. Üç
dakika geçiyor Hüseyin yok. Tren usul usul hareket ediyor, yine
ortalıkta yok. Suna, bir bekliyor, iki bekliyor, sarkıyor pencereden
çevreyi gözetliyor, Hüseyin yok. Arka kapılardan binmiştir deyip
oturuyor yerine.
Aşağıda Hüseyin, trenin hareketiyle çıkıyor gizlendiği yerden. Alıyor
sazını eline. Oturuyor bir taşın üstüne. Vuruyor tellerine sazın.
Vuruyor ki, kızgın, öfkeli, özlemli. Yalvarıyor mu, bir şeylere baş mı
kaldırıyor, orası kayıp!
İnsan kısım kısım, yer damar damar
Kaşların lamelif, gözlerin kamer
İnce bel üstüne olayım kemer
Yakışır güzelim, gör beni beni
Hüseyin der, İstanbul'a gideyim
Değmen bana bu dertten öleyim
Güzelim kapına köle olayım
Müşteri bulursan ver beni beni
Ve avuçlayıp yüreğini, koyuyor ortaya. Köle olup satılmaya razı. Ama
ayrılmak gelmiyor içinden Hüseyin'in. Ayrılmak gelmiyor ya, Suna'yı
trene bindirip İstanbul'a gönderen de kendisi. Oturup ağıdını yapan da.
Ne diyelim. Diyeceğimiz şu; kara tren almış götürmüş Suna'yı İstanbul'a.
Hüseyin de dönmüş köyüne. Dönmüş köyüne ama, hali hal değil Hüseyin'in.
İçine kapanmış. kimseyle konuşmuyor. Eski neşesi bitmiş Hüseyin'in. Bir
tek dostu bağlaması. Çekiyor döşüne, çalıyor, söylüyor. O kadar. Günde
özlem dolu, sevgi dolu bir kucak türkü kalıyor Hüseyin'in günden de
eriyip akıyor. Rengi soluyor. Benzi atıyor. Çok geçmeden de, genç yaşta
göçüp gidiyor dünyadan. Ardında tümü de özlem dolu, sevgi dolu bir kucak
türkü kalıyor Hüseyin'in.
Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler -3
İstanbul-2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder