6 Şubat 2012 Pazartesi

suskunlar, ihsan oktay anar

 ...
Galata şehri ahalisi, tedavileri sonuç vermeyen Rafael'in tabâbet yeteneği hakkında ileri geri konuşmaya yeni yeni başlamıştı.Kabadayılar nasıl ki "leşleriyle" anılıp korku salıyorlarsa, Rafael de "naaşlarıyla" yâd edilip "dehşet saçmaya" başladı.O güne kadar tedavi etmeye çalıştığı yirmi hastasından on dokuzu vefât etmişti.Geriye kalan bir tek hastanın da, Rafael'e getirildiğinde, ne nabzı atıyor ne de adam nefes alıyordu.Hastayı defalarca muayene eden Rafael, sonuçta bir teşhis koydu: Adam ölüydü! O güne kadar koyduğu tek doğru teşhis de zaten bu olmuştu...

İhsan Oktay Anar
Suskunlar

yalan, remzi gürkan

  Bilimle uğraşan karıncalar hayvanları ikiye ayırmışlar, bir; aslan, kaplan, kurt gibi yumuşak huylu hayvanlar, iki; tavuk, kaz, ördek gibi yırtıcı hayvanlar...

       Bakış nerede durduğuna göre değişir, tartışılır. İnsan hata yapar, yanılır, tartışılır. Ama karıncayı kurt, aslanı ördek yaparsan bu düpedüz yalan söylemektir. Yalan politik bir şeydir...

Son zamanlarda üniversitelerde yurtseverlik vurgusunu üzerlerinde ‘fedakarca’ taşıyan iki ‘politik’ eğilimin karşı karşıya geldiklerini deyim yerindeyse ‘karakolluk’ olduklarını görüyoruz. “Güzellik hulasa edilemez” diye bir laf vardır. Hulasa edilebilen bir şey yoktur ki güzel olsun. Sevmek de hulasa edilemeyen bir güzelliktir. “Dünyayı güzellik kurtaracak” diye yazıyordu Dostoyevski. Arif Damar “Yoksulduk, dünyayı sevdik” der. Sevmek güzelken, özellikle birlikte sevmek daha da güzelken böylesine güzel bir şey üzerinden insanlar nasıl oluyor da karşı karşıya geliyor? Ama karşı karşıya geliyorlar. Demek ki işin içinde bir iş var. Eğer yurt da sevgi de bir tapu, mülk, iktidar sorunuysa gelirler tabii.

Oysa sevgi ve tahakküm yan yana düşünemeyeceğimiz şeyler, biri varsa öteki yoktur. 'Yanak yanağa değil duvar duvara'dırlar. “Yurt, canlı türlerin yaşam alanıdır. Savaşmayız, veririz” diye yazıyor Ahmet Güntan. Yeter ki gasp etme, yaşa ve yaşat. Politika ise bir gasp sanatı, bir hükmetme sanatıdır, ne arasın orada sevgi? Adaleti infaz memurlarının, özgürlüğü füzelerin sağlayacağını, yurtseverliğin de iktidarsevicilerin tekelinde olduğunu sanmak politika uzmanlarına gafil avlanmaktır olsa olsa. Ama herkes gaflet uykusunda değil bakın(!); Yılmaz Odabaşı mesela, Mithat Cemal Kuntayın bir şiirine nazire olarak yazdığı şu dizeler sevile sevile duman edilmiş, sevilmedik bir yeri kalmamış kimi insanlara bir ilaç gibi geliyor, onları rahatlatıyor ve 'uyarıyor': “Bayrakları bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır / Toprak eğer uğruna ölen varsa utanmalıdır”

Ne var ki afyonun etkisi biraz geçtikten sonra ‘nedir yani’ diyor insan kendi kendine, bayrakları bayrak yapanlar, bizi çook seven ve bizler müsait oldukça daima sevmek isteyenler değil mi? Gerek müesses nizam, gerekse de müesses nizam adayları, çekirdekleri değil mi? Bayrak imalatçısı dediğin Hasan emmidir, Ayşe teyzedir. Varsa bir suçları günahları olsa olsa ‘küçük hisseli, uzak ortak’tırlar ki o bile değil. Toprak dediğinse tabiat anadır birader, severim de uğruna ölürüm de... Kızılderililer de ölmüşlerdi uğruna, aborjinler de, Afrikalı ‘ilkel’ kabileler de, göçebe Oğuzlar da, bedeviler de…Hiç birinin tapu daireleri yoktu. Tabiatla kurdukları ilişki mülkiyet ilişkisi değildi. Toprakla mülkiyet ilişkisini kuranlar –bu isterse kamu adına olsun- öylesi böylesi hiç fark etmeyen müesses nizamlardır.

tutunamayanlar'dan...


…Dünyayı bir karanlık kapladı.Fırıncılar kimseye ekmek vermedi.Şeker karaborsaya düştü.Matbaalar, ekmek karnesi basmaya başladı gizlice.Selim, kafasında on yüz bin, hayatında sadece bir aşk yaşadı.Onun da dumanı doğru çıkmadı.Baca çarpık yapıldığı için, ortalığı bir kurum kapladı.Göz gözü görmez oldu.Dost, düşmandan ayrılmaz oldu.Herkes birbirine girdi.Ölüm sıkıyönetim ilan etti: kimse burnunu pencereden çıkaramadı.Çıkaranların burnu kırıldı.Düşünenlerin aklı tutuklandı.Düşünmeyenlerin korkudan akılları başlarından gitti.Kimse kabul etmediği gerekçesiyle geri döndüler.Akıl artık başka bir akıl oldu.Dünyayı çılgınlık sardı.Düşünme imtiyazları Batılıların elinden alındı; kimseye verilmedi.Aklı başında olanlar şiddetle cezalandırıldı.Deliler kefaletle tahliye edildi.Descartes’in kitapları meydanlarda toplanıp yakıldı.Onlarla birlikte bütün evraklar, belgeler, tapular, senetler, nüfus cüzdanları, mahkeme kararları, paralar, otobüs pasoları, aylık yolculu karneleri, diplomalar, dilekçeler, banka cüzdanları, raporlar, kanunlar, tüzükler, ölüm ilmühaberleri, aşk mektupları ve bilumum mektuplar, etiketler, izin kağıtları, terhis teskereleri, kadro cetvelleri, tayin kararnameleri, istifa mektupları, can sıkıcı eleştiri yazıları, üyelik kartları, yemek listeleri, fakirlik ilmühaberleri, vekaletnameler, bütün vesikaların noterce tasdik edilmiş suretleri, okul karneleri, icra tebliğleri, kira kontratoları, Carnegie’nin öğütleri, gazeteler, şeref diplomaları, seçim kütükleri, seçilme mazbataları, biletler, evlenme cüzdanları, vasiyetnameler, can sıkıcı günlük takvimler, “saat on ikiye kadar bekledim evden çıkıyorum” “yarın öğleden sonra uğrarım” “akşam evdeyiz” “cumartesi odada buluşalım” gibi anlamsız haberleşme kağıtları, üzerine şarkıcıların resimleri basılı bilumum afişler, tabelalar, genelev kadınlarının vesikaları, kitap halinde toplanmış günlük makaleler fıkralar röportajlar, kilit altında tutulan pul koleksiyonları, pasaportlar, yasak levhaları, çamaşır ve gömleklere işlenen her türlü markalar, tabanca ruhsatları, imtihan kağıtları, yılbaşı tebrik kartları, bayram tebrik kartları, nüfus kütükleri, her çeşit evrak-ı müsbite, işçi kontrol kartları, kartvizitler, davetiyeler, rozetler, kongrelerde delegelerin göğsüne takılan kurdele ve işaretler, piyango biletleri, faiz kuponları, iskambil kağıtları, çocukların boynuna takılan “öpme beni” önlükleri, lokantalarda üzerinde “tutulmuştur” yazan kartlar, toplantı salonlarının kapısına asılan “toplantı var” levhaları, “kapalıdır” levhaları, “öğle tatili” levhaları, dükkanlardaki “müşteri velinimetimizdir” , “müşteri daima haklıdır” şeklinde levhalar, “düşün” “bugünün işini yarına bırakma” “doğruluktan ayrılma” gibi öğütler veren levhalar, çift çizgili defterler, tek çizgili defterler, çizgili kağıtlar, kağıtlar da yakıldı.Yanan kağıtların alevleri gökyüzüne yükseldi.Dünyayı bir aydınlık kapladı.Elektrik idaresi iflas etti.Herkesin gözü açıldı.Bu alevler herkesin içini ısıttı, kalbindeki buzları çözdü.Bütün buzlar eriyince, ortalığı gözyaşı selleri kapladı…

Oğuz Atay
Tutunamayanlar

3 Şubat 2012 Cuma

öldürürsün, aşık edebiyatından...


http://www.youtube.com/watch?v=ClSl2N8gHBw 

Sözlü edebiyatın, âşık-tekke edebiyatının doğal özelliklerinden biri, ürünlerinin (atasözü, mani, bilmece, türkü, masal, efsane, koşma, semai, nefes, ilahi, deyiş gibi) dilden dile dolaşırken önemli değişikliklere uğraması, kimi zaman dilinin sadeleşmesi veya ağdalaşması, unutulan mısraların yerine yenilerinin konması, âşığın / şairinin unutulup yerini, bilinen mahallî şairlerden birinin almasıdır. Söz konusu temel özellik dolayısıyla âşık-tekke edebiyatımızda şairi karışık, birçok şaire mal edilmiş, nazire (benzek) olmayan epeyce şiir vardır. On yıl boyunca bir deftere kaydettiğim bu şiirleri, üç yıldır teker teker ele alıp gerçek şairleri hakkında görüşümü yazmaktayım.Bu makalede ele aldığı şiir, "beni öldürürsün" redifli bir âşık edebiyatı ürünüdür. Âşık Ömer, Gevherî ve Yâregiden'e mal edilmiştir.
Önce tespit ettiğim şiirleri ve şairlerini sıralayacağım.

1. Âşık Ömer (1619, 1621 ?-1707)
Göğsün açıp bana karşı
Çıkma beni öldürürsün
Gözlerini süze süze
Bakma beni öldürürsün

Öldürüp kanıma girme
Gayrılara gönül verme
Ela göze siyah sürme
Çekme beni öldürürsün

Diş değil, dişin dürdane
Gelmemiş mislin cihane
Siyah zülfün ak gerdane
Dökme beni öldürürsün

Der ki Ömer, yâre giden
Sevip de sonra terk eden
Göründü ol gümüş beden
Açma beni öldürürsün


dinle şair, ilhami çiçek


İlhami Çiçek'in Aşık Sümmanioğlu ile atışmasından...

çizgi filmler üzerine, adorno


Vaktiyle çizgi filmler, akılcılığın karşısında yer alan hayal gücünün temsilcisiydi.Teknikleri sayesinde, elektrik vererek sakat bıraktıkları hayvanlara ve nesnelere, hakkın yerini bulması için ikinci bir hayat bağışlarlardı.Günümüzde çizgi filmler sadece teknolojik aklın hakikat üzerindeki zaferini onaylıyor.

                                                                                       Theodor W. Adorno
                                                                                           Kültür Endüstrisi-Kültür Yönetimi

24 Ocak 2012 Salı

kim suçlamış, dr. hikmet kıvılcımlı


https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:ASC9myemxGsJ:www.sosyalistarsiv.com/S-A/kivilcimliKim_Suclamis.pdf+kim+su%C3%A7lam%C4%B1%C5%9F&hl=tr&gl=tr&pid=bl&srcid=ADGEESgR2jgqnfjgeDTabHEcpLw4HSgCCF1x_vCAeiAUpGMPYR6-_nLOqeFZULYDGgFtVf1i9TZ9E6sPR6FPQXiVrHjgT3gFG3_VTk31b6zx4yY1ca6tqbuJoPcP2r0rwVME47e1RH1_&sig=AHIEtbS8wRtba7wvNwg1IKpZhHr8fxI55w&pli=1


"Şimdi ben de mi «edebî» eşeklerle birlikte yalan zorlıyayım? Ne denli aleyhime olduğunu bile bile, doğrudan şimdiye dek çekinemedim.Başıma gelenlerin hepsi: «Selâmünaleyküm kör kadı» diyen dik sesimden geldi, geliyor, gelecek" Dr. Hikmet Kıvılcımlı...

Yer yer kişisel görülebilecek noktalar olsa da, döneme dair genel bir intiba oluşturması açısından önemli notlar..Donanma davası'ndan Nazım'a, Kemal Tahir'e değin, Doktor'un babıali kuyruklu yıldızları ve sürgünlükleri arasında yine kör kadılara çaktığı selama dairdir, okunmalı...


19 Ocak 2012 Perşembe

allah'ın garibi

Allah’ın Garibi

“Llahuekber!”
“-A-“ Anafartalar!
Hoca duaya geçince, en arka sırada ben de “uuu”larıma başladım, “uuu” hastalığım mı vardı, “uuu”lardan bir doktora tezim vardı, “uuu”larım tükenince, Amasya Genelgesi ve Faydalı Cemiyetler’e geçiyorum.Hepsini yüksek sesle okuyorum.Cemaatten biri dayanamayıp namazı bırakıp üstüme yürüdü.Yaka paça dışarı attı beni.İmam selam verdi, cumhur cemaat şadırvanın önüne döküldüler.İhtiyarlar , adamın elinden aldılar beni.İçlerinden biri “Bırakın şu Allah’ın garibini!” dedi.Bütün ışıklarıyla zihnimde bir pano gerildi, bu bağışlayıcı ses, bir cam parçası olup içimde kırılmıştı, gözbebeklerim keskin bir viraj alarak, “Allah’ın garibi!” diyen yaşlı dedeye baktım, “Yok yavrum, hepimiz Allah’ın garibiyiz!” dedi, üstüne yürüdüm, “Sen de mi Allah’ın garibisin!” dedim, “Evet oğlum, ben de, hepimiz Allah’ın garibiyiz!”

Abdest alanlara, tuvalete girenlere, namaz kılanlara, gelip geçene “Allah’ın garibiyim!” demeyene yol vermiyorum.Abdest alanlar, abdestlerini bozmak istemiyor, başlarıyla “evet!” diyorlar, sonra sinirle avuçlarına doldurdukları suyu yere fırlatıp, “evet oğlum, biz de Allah’ın garibiyiz!” deyip başlarından defetmek için kendilerini zor tutuyorlar.Bir zaman tuvalete su taşıdım, tıkanan tuvalet deliklerini elimle ve neşeyle açtım.Sonra bir sopam oldu, bu sopayla çok delik açtık ve çok sevdim onu!

Cımbız üstümü değiştiriyor, ağlıyor makyajı akıyor, “bir daha çıkmayacaksın dışarı, gidersen haberim olacak tamam mı?” diyor, başımı sallıyorum, “bir daha mendireğe gitmek yok, o camiye de hiç gitmeyeceksin!” diye sıkı sıkı tembihliyor.”Bak senin bir öğretmenin mi ne varmış, geçen gün buraya gelip seni sormuş, tekrar gelecekmiş?”…”Bu elbiseleri de kirletmek yok!” deyip üstümü başımı topluyor, tam önümde eğilmişken, “Aaa, senin memelerin var cımbız!” diyorum, Cımbız elime vuruyor, “tüh, sen de erkeksin..!”

“…Bugün söylemeliyim ona, bir çocuk bilmeden yakalamışsa kanatlarından kelebeği, o kelebek uçamaz artık, iğreniyorsun, hayır iğrenmiyorum, benim sopam var,

18 Ocak 2012 Çarşamba

bereketli topraklar üzerinde, orhan kemal

"Lâkin biz biz olalım, şehir yerinde göz kulak olalım kendimize kardaşlar. Neden derseniz, şehir yeri köy yerine benzemez. Şehir adamı köylüyü cin çarpar gibi çarpar"

Üç arkadaş şimdiye kadar hiç görmedikleri sert şakırtılı, pamuk tozları uçuşan bir hava içine girince sanki çarpılarak ürktüler.Burada hemen her şey sarsılıp sallanıyor, dönüyordu.(...) Yanlarındaki volanların kuvvetli sarsıntılarla çalıştırdığı çırçır makinelerinden şiddetli sesler çıkıyor, toz salkımları, tozlu duvarlar, döşeme tahtaları, havada uçuşan tozlar sarsılıyordu.


Orhan Kemal
Bereketli Topraklar Üzerinde 

aime cesaire


Parmaklarıma dokun
Güzel ölçülü  parmaklarıma
Göster  hünerini
Ben de duyumlarımla sarayım seni
Bilincin ritmini tenin sevincini
Aşılayayım sana
Alevler çıkarayım
Zayıf  mahcup ışıltılarla yükselen
Çözmek için yüzündeki karanlığı
Prangalar ve zincirler vereyim
Çürüyen bileklerinden düşmüş
Ve topuklarından kölelerin
Bataklıklara sokup çıkarayım seni
 
Kemiren rüzgarlara
Hoyrat sözler
Acı ve yakıcı sözler
Fısıldayayım sana
Dön dön durma göster kendini
Dön dön sarıl bana
Sarıl bana titreyerek
Fırtınanın kollarına atılan
Çalılar ve otlar gibi
Sarıl bana öfkeyle
Bizi saran öfkeyle
Bizi saran ve kemiren
Kanımızı emen kanımızı kurutan
Öfkeyle sarıl bana