Bilimle uğraşan karıncalar hayvanları ikiye
ayırmışlar, bir; aslan, kaplan, kurt gibi yumuşak huylu hayvanlar, iki;
tavuk, kaz, ördek gibi yırtıcı hayvanlar...
Bakış nerede durduğuna göre değişir, tartışılır. İnsan hata yapar,
yanılır, tartışılır. Ama karıncayı kurt, aslanı ördek yaparsan bu
düpedüz yalan söylemektir. Yalan politik bir şeydir...
Son zamanlarda üniversitelerde yurtseverlik vurgusunu üzerlerinde ‘fedakarca’ taşıyan iki ‘politik’ eğilimin karşı karşıya geldiklerini deyim yerindeyse ‘karakolluk’ olduklarını görüyoruz. “Güzellik hulasa edilemez” diye bir laf vardır. Hulasa edilebilen bir şey yoktur ki güzel olsun. Sevmek de hulasa edilemeyen bir güzelliktir. “Dünyayı güzellik kurtaracak” diye yazıyordu Dostoyevski. Arif Damar “Yoksulduk, dünyayı sevdik” der. Sevmek güzelken, özellikle birlikte sevmek daha da güzelken böylesine güzel bir şey üzerinden insanlar nasıl oluyor da karşı karşıya geliyor? Ama karşı karşıya geliyorlar. Demek ki işin içinde bir iş var. Eğer yurt da sevgi de bir tapu, mülk, iktidar sorunuysa gelirler tabii.
Oysa sevgi ve tahakküm yan yana düşünemeyeceğimiz şeyler, biri varsa öteki yoktur. 'Yanak yanağa değil duvar duvara'dırlar. “Yurt, canlı türlerin yaşam alanıdır. Savaşmayız, veririz” diye yazıyor Ahmet Güntan. Yeter ki gasp etme, yaşa ve yaşat. Politika ise bir gasp sanatı, bir hükmetme sanatıdır, ne arasın orada sevgi? Adaleti infaz memurlarının, özgürlüğü füzelerin sağlayacağını, yurtseverliğin de iktidarsevicilerin tekelinde olduğunu sanmak politika uzmanlarına gafil avlanmaktır olsa olsa. Ama herkes gaflet uykusunda değil bakın(!); Yılmaz Odabaşı mesela, Mithat Cemal Kuntayın bir şiirine nazire olarak yazdığı şu dizeler sevile sevile duman edilmiş, sevilmedik bir yeri kalmamış kimi insanlara bir ilaç gibi geliyor, onları rahatlatıyor ve 'uyarıyor': “Bayrakları bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır / Toprak eğer uğruna ölen varsa utanmalıdır”
Ne var ki afyonun etkisi biraz geçtikten sonra ‘nedir yani’ diyor insan kendi kendine, bayrakları bayrak yapanlar, bizi çook seven ve bizler müsait oldukça daima sevmek isteyenler değil mi? Gerek müesses nizam, gerekse de müesses nizam adayları, çekirdekleri değil mi? Bayrak imalatçısı dediğin Hasan emmidir, Ayşe teyzedir. Varsa bir suçları günahları olsa olsa ‘küçük hisseli, uzak ortak’tırlar ki o bile değil. Toprak dediğinse tabiat anadır birader, severim de uğruna ölürüm de... Kızılderililer de ölmüşlerdi uğruna, aborjinler de, Afrikalı ‘ilkel’ kabileler de, göçebe Oğuzlar da, bedeviler de…Hiç birinin tapu daireleri yoktu. Tabiatla kurdukları ilişki mülkiyet ilişkisi değildi. Toprakla mülkiyet ilişkisini kuranlar –bu isterse kamu adına olsun- öylesi böylesi hiç fark etmeyen müesses nizamlardır.