3 Şubat 2012 Cuma
öldürürsün, aşık edebiyatından...
http://www.youtube.com/watch?v=ClSl2N8gHBw
Sözlü edebiyatın, âşık-tekke edebiyatının doğal özelliklerinden biri, ürünlerinin (atasözü, mani, bilmece, türkü, masal, efsane, koşma, semai, nefes, ilahi, deyiş gibi) dilden dile dolaşırken önemli değişikliklere uğraması, kimi zaman dilinin sadeleşmesi veya ağdalaşması, unutulan mısraların yerine yenilerinin konması, âşığın / şairinin unutulup yerini, bilinen mahallî şairlerden birinin almasıdır. Söz konusu temel özellik dolayısıyla âşık-tekke edebiyatımızda şairi karışık, birçok şaire mal edilmiş, nazire (benzek) olmayan epeyce şiir vardır. On yıl boyunca bir deftere kaydettiğim bu şiirleri, üç yıldır teker teker ele alıp gerçek şairleri hakkında görüşümü yazmaktayım.Bu makalede ele aldığı şiir, "beni öldürürsün" redifli bir âşık edebiyatı ürünüdür. Âşık Ömer, Gevherî ve Yâregiden'e mal edilmiştir.
Önce tespit ettiğim şiirleri ve şairlerini sıralayacağım.
1. Âşık Ömer (1619, 1621 ?-1707)
Göğsün açıp bana karşı
Çıkma beni öldürürsün
Gözlerini süze süze
Bakma beni öldürürsün
Öldürüp kanıma girme
Gayrılara gönül verme
Ela göze siyah sürme
Çekme beni öldürürsün
Diş değil, dişin dürdane
Gelmemiş mislin cihane
Siyah zülfün ak gerdane
Dökme beni öldürürsün
Der ki Ömer, yâre giden
Sevip de sonra terk eden
Göründü ol gümüş beden
Açma beni öldürürsün
dinle şair, ilhami çiçek
çizgi filmler üzerine, adorno
Vaktiyle çizgi filmler, akılcılığın karşısında yer alan hayal gücünün temsilcisiydi.Teknikleri sayesinde, elektrik vererek sakat bıraktıkları hayvanlara ve nesnelere, hakkın yerini bulması için ikinci bir hayat bağışlarlardı.Günümüzde çizgi filmler sadece teknolojik aklın hakikat üzerindeki zaferini onaylıyor.
Theodor W. Adorno
Kültür Endüstrisi-Kültür Yönetimi
24 Ocak 2012 Salı
kim suçlamış, dr. hikmet kıvılcımlı
https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:ASC9myemxGsJ:www.sosyalistarsiv.com/S-A/kivilcimliKim_Suclamis.pdf+kim+su%C3%A7lam%C4%B1%C5%9F&hl=tr&gl=tr&pid=bl&srcid=ADGEESgR2jgqnfjgeDTabHEcpLw4HSgCCF1x_vCAeiAUpGMPYR6-_nLOqeFZULYDGgFtVf1i9TZ9E6sPR6FPQXiVrHjgT3gFG3_VTk31b6zx4yY1ca6tqbuJoPcP2r0rwVME47e1RH1_&sig=AHIEtbS8wRtba7wvNwg1IKpZhHr8fxI55w&pli=1
"Şimdi ben de mi «edebî» eşeklerle birlikte yalan zorlıyayım? Ne denli aleyhime olduğunu bile bile, doğrudan şimdiye dek çekinemedim.Başıma gelenlerin hepsi: «Selâmünaleyküm kör kadı» diyen dik sesimden geldi, geliyor, gelecek" Dr. Hikmet Kıvılcımlı...
Yer yer kişisel görülebilecek noktalar olsa da, döneme dair genel bir intiba oluşturması açısından önemli notlar..Donanma davası'ndan Nazım'a, Kemal Tahir'e değin, Doktor'un babıali kuyruklu yıldızları ve sürgünlükleri arasında yine kör kadılara çaktığı selama dairdir, okunmalı...
19 Ocak 2012 Perşembe
allah'ın garibi

“Llahuekber!”
“-A-“ Anafartalar!
Hoca duaya geçince, en arka sırada ben de “uuu”larıma başladım, “uuu” hastalığım mı vardı, “uuu”lardan bir doktora tezim vardı, “uuu”larım tükenince, Amasya Genelgesi ve Faydalı Cemiyetler’e geçiyorum.Hepsini yüksek sesle okuyorum.Cemaatten biri dayanamayıp namazı bırakıp üstüme yürüdü.Yaka paça dışarı attı beni.İmam selam verdi, cumhur cemaat şadırvanın önüne döküldüler.İhtiyarlar , adamın elinden aldılar beni.İçlerinden biri “Bırakın şu Allah’ın garibini!” dedi.Bütün ışıklarıyla zihnimde bir pano gerildi, bu bağışlayıcı ses, bir cam parçası olup içimde kırılmıştı, gözbebeklerim keskin bir viraj alarak, “Allah’ın garibi!” diyen yaşlı dedeye baktım, “Yok yavrum, hepimiz Allah’ın garibiyiz!” dedi, üstüne yürüdüm, “Sen de mi Allah’ın garibisin!” dedim, “Evet oğlum, ben de, hepimiz Allah’ın garibiyiz!”
Abdest alanlara, tuvalete girenlere, namaz kılanlara, gelip geçene “Allah’ın garibiyim!” demeyene yol vermiyorum.Abdest alanlar, abdestlerini bozmak istemiyor, başlarıyla “evet!” diyorlar, sonra sinirle avuçlarına doldurdukları suyu yere fırlatıp, “evet oğlum, biz de Allah’ın garibiyiz!” deyip başlarından defetmek için kendilerini zor tutuyorlar.Bir zaman tuvalete su taşıdım, tıkanan tuvalet deliklerini elimle ve neşeyle açtım.Sonra bir sopam oldu, bu sopayla çok delik açtık ve çok sevdim onu!
Cımbız üstümü değiştiriyor, ağlıyor makyajı akıyor, “bir daha çıkmayacaksın dışarı, gidersen haberim olacak tamam mı?” diyor, başımı sallıyorum, “bir daha mendireğe gitmek yok, o camiye de hiç gitmeyeceksin!” diye sıkı sıkı tembihliyor.”Bak senin bir öğretmenin mi ne varmış, geçen gün buraya gelip seni sormuş, tekrar gelecekmiş?”…”Bu elbiseleri de kirletmek yok!” deyip üstümü başımı topluyor, tam önümde eğilmişken, “Aaa, senin memelerin var cımbız!” diyorum, Cımbız elime vuruyor, “tüh, sen de erkeksin..!”
“…Bugün söylemeliyim ona, bir çocuk bilmeden yakalamışsa kanatlarından kelebeği, o kelebek uçamaz artık, iğreniyorsun, hayır iğrenmiyorum, benim sopam var,
18 Ocak 2012 Çarşamba
bereketli topraklar üzerinde, orhan kemal
"Lâkin biz biz olalım, şehir yerinde göz kulak olalım
kendimize kardaşlar. Neden derseniz, şehir yeri köy yerine benzemez.
Şehir adamı köylüyü cin çarpar gibi çarpar"
Üç arkadaş şimdiye kadar hiç görmedikleri sert şakırtılı, pamuk tozları uçuşan bir hava içine girince sanki çarpılarak ürktüler.Burada hemen her şey sarsılıp sallanıyor, dönüyordu.(...) Yanlarındaki volanların kuvvetli sarsıntılarla çalıştırdığı çırçır makinelerinden şiddetli sesler çıkıyor, toz salkımları, tozlu duvarlar, döşeme tahtaları, havada uçuşan tozlar sarsılıyordu.
Orhan Kemal
Bereketli Topraklar Üzerinde
Üç arkadaş şimdiye kadar hiç görmedikleri sert şakırtılı, pamuk tozları uçuşan bir hava içine girince sanki çarpılarak ürktüler.Burada hemen her şey sarsılıp sallanıyor, dönüyordu.(...) Yanlarındaki volanların kuvvetli sarsıntılarla çalıştırdığı çırçır makinelerinden şiddetli sesler çıkıyor, toz salkımları, tozlu duvarlar, döşeme tahtaları, havada uçuşan tozlar sarsılıyordu.
Orhan Kemal
Bereketli Topraklar Üzerinde
aime cesaire
Parmaklarıma dokun
Güzel ölçülü parmaklarıma
Göster hünerini
Ben de duyumlarımla sarayım seni
Bilincin ritmini tenin sevincini
Aşılayayım sana
Alevler çıkarayım
Zayıf mahcup ışıltılarla yükselen
Çözmek için yüzündeki karanlığı
Prangalar ve zincirler vereyim
Çürüyen bileklerinden düşmüş
Ve topuklarından kölelerin
Bataklıklara sokup çıkarayım seni
Kemiren rüzgarlara
Hoyrat sözler
Acı ve yakıcı sözler
Fısıldayayım sana
Dön dön durma göster kendini
Dön dön sarıl bana
Sarıl bana titreyerek
Fırtınanın kollarına atılan
Çalılar ve otlar gibi
Sarıl bana öfkeyle
Bizi saran öfkeyle
Bizi saran ve kemiren
Kanımızı emen kanımızı kurutan
Öfkeyle sarıl bana
muhtıra, ismet özel

Mustafa Reşit Paşa Fransa’dan dönerken yanında Barachin adlı Parisli ve bir yığın avukat, doktor gibi diplomalı serseri getirmiş.Bu mösyölere serseri deyişim onlara duyduğum öfkeden değil.Gerçekten bunlar gazete idarehanelerinden, sokaktan toplanmış medeniyet heveslisi kimseler imiş.Paris’te bedava medeniyetçilik yapmaktansa Osmanlı Devleti’nde reformları para alarak geliştirmeyi tercih etmişler.İstanbul’a varır varmaz Gülhane Hatt-ı Şerifinin onlara tanıdığı imtiyaz çerçevesinde hemen işe girişmişler.Kağıt üzerinde bir reform hükümeti kurmuşlar; ayrıntılı, mükemmel bir teşkilat.
Öyle bir teşkilat ki harbiye heyeti silahlanmak isterken, mali heyet harcama yapmak istemiyor, bahriye heyeti kuvvetli bir donanma isterken hariciye hazineyi korumak kaygusuyla donanmanın görevini verdiği notalarla yürütmek istiyor, halk eğitimi heyeti mektepler açmak isterken çalışmayla ilgili heyet mekteplerin halkın güçlü ve sıhhatli olmasına engel teşkil edeceğini ileri sürüyor.Bu müthiş hükümet İstanbul’da bulunduğu ilk sene zarfında üç muhtıra kaleme almış:
Birincisi yunus balıklarıyla ilgili o dönemde İstanbul Boğazı yunuslarla dolu.Öldürülmelerini önleyen Padişah iradesi çok eskiden konulmuş.Bu mösyöler yunusların avlanarak hazineye gelir temin edilmesini teklif ediyorlar.Yunustan yağ çıkarılarak, balina ve fok balığı yağıyla rekabet edilmesini ileri sürüyorlar.
İkinci muhtıra su kuşlarını kapsıyor.Boğazın üzerinden sürekli olarak sürüler halinde uçup çatılarda dinlenen kuşlara kimse zarar vermiyor.Devlet kuşları da koruyor.Firenk reformcuları istiyorlar ki bu kuşlar(bilhassa martılar) avlansın, tüyleri yolunarak kaz tüyüyle rekabete girişilsin.
Üçüncü muhtıra sokak köpekleriyle ilgili.Marmara’daki Tavşan Adası’nda bir köpek mezbahası kurulmasını teklif ediyorlar.Köpeklerin derisinden ve yağından faydalanılmasını, etlerinin de yunuslara ve albatroslara yem olarak atılmasını istiyorlar.
14 Ocak 2012 Cumartesi
garipler ağıdı
Sesim sesine gider
Döner tersine gider
Orda bir garip ölmüş
Kuşlar yasına gider
Bağbansızın bağını
Yel atar yaprağını
Garip yerde ölenin
Kim atar toprağını
Bir at binmiş başı yok
Yoldaşı yok eşi yok
Bir yiğit garip ölmüş
Mezarının taşı yok*
*Mustafa Turan, Kars'ta Ölü ile İlgili Gelenekler, Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri
11 Ocak 2012 Çarşamba
adalet, remzi gürkan
Neyzen Tevfiki bir arkadaşı sinemaya götürmüş,izledikleri ‘yerli film’den sonra arkadaşı Neyzene filmle ilgili fikrini sormuş;iyi miydi,kötü müydü,beğendin mi beğenmedin mi diye.
Neyzen, esas oğlan esas kızı önce kurtardı,sonra tuttu kendisi becerdi diye cevaplamış arkadaşını.
Bu ülkede çekilen ilk film 14 kasım 1914de Fuat Uzkınay’ın çektiği film olarak görülür,nereden baksan 100 yıla yakın bir sinema tarihimiz var ama tüm zamanların ratingi en yüksek filmi Neyzenin de izlediği zaman zaman oyuncuları ve kurgusu değişebilen ancak konusu hiç değişmeyen bu film olmuştur ve mealen Neyzenin deyişiyle aynı hamam aynı tas ve fakat bir varsa kurna değişmiştir bu filmde.
Filmde işlerin yolunda gitmesini engelleyen kötü insanlar;suçlular,düşmanlar var.Bunun mutlaka olmak gereği vardır.Belli bir yasallık çizgisinin dışından hareket eden bu suçlu kişiler eğer gerçekten yoksa bile gerek senaryo yazarları ve gerekse yönetmenler tarafından imal edilmek zorundadır.Gerek maddi,gerekse de manevi anlamda hayatını tehdit eden büyük bir tehlike esas kıza hissettirilmeli ki esas kız kendini bekleyen akibetine doğru adeta gönüllü bir biçimde yol alsın,iki ucu boklu değneğin bir ucundan tutsun,naçiz bedenini çekiştiren ellerin emin eller olduğuyla avunsun.
Fakat vicdan sahibi,suret-i haktan yana entelektüel seyirciler de vardır.onlar bu filmde suçlu olarak gösterilen kişilerin gerçekten suçlu olmama ihtimallerini ya da yeterince suçlu olup olmamalarını kurcalarlar,filmdeki adalet sarayından adalet beklerler.Sarayların tarihiyle hapishanelerin tarihinin bir ve aynı tarih olduğunu,birinin olmasının ancak ötekisi de olunca mümkün olduğunu bile bile bu adalet illüzyonuna kendilerini bir umut diyerek kaptırırlar.
Neyzen, esas oğlan esas kızı önce kurtardı,sonra tuttu kendisi becerdi diye cevaplamış arkadaşını.
Bu ülkede çekilen ilk film 14 kasım 1914de Fuat Uzkınay’ın çektiği film olarak görülür,nereden baksan 100 yıla yakın bir sinema tarihimiz var ama tüm zamanların ratingi en yüksek filmi Neyzenin de izlediği zaman zaman oyuncuları ve kurgusu değişebilen ancak konusu hiç değişmeyen bu film olmuştur ve mealen Neyzenin deyişiyle aynı hamam aynı tas ve fakat bir varsa kurna değişmiştir bu filmde.
Filmde işlerin yolunda gitmesini engelleyen kötü insanlar;suçlular,düşmanlar var.Bunun mutlaka olmak gereği vardır.Belli bir yasallık çizgisinin dışından hareket eden bu suçlu kişiler eğer gerçekten yoksa bile gerek senaryo yazarları ve gerekse yönetmenler tarafından imal edilmek zorundadır.Gerek maddi,gerekse de manevi anlamda hayatını tehdit eden büyük bir tehlike esas kıza hissettirilmeli ki esas kız kendini bekleyen akibetine doğru adeta gönüllü bir biçimde yol alsın,iki ucu boklu değneğin bir ucundan tutsun,naçiz bedenini çekiştiren ellerin emin eller olduğuyla avunsun.
Fakat vicdan sahibi,suret-i haktan yana entelektüel seyirciler de vardır.onlar bu filmde suçlu olarak gösterilen kişilerin gerçekten suçlu olmama ihtimallerini ya da yeterince suçlu olup olmamalarını kurcalarlar,filmdeki adalet sarayından adalet beklerler.Sarayların tarihiyle hapishanelerin tarihinin bir ve aynı tarih olduğunu,birinin olmasının ancak ötekisi de olunca mümkün olduğunu bile bile bu adalet illüzyonuna kendilerini bir umut diyerek kaptırırlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)