metis yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
metis yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2024 Cumartesi

Güneşteki Adamlar - Gassan Kanafani


...

"Pekala, nasıl namaz kılınacağını bilmiyorum," dedi.

"Nasıl yani?" dedi muhtar.

Herkes homurdanmaya başladı, fakat Selim Hoca sözlerini teyit etti:

"Bilmiyorum işte!"

Köylüler birbirlerine garip garip baktılar, sonra da bakışlarını muhtarın üzerinde sabitlediler.Muhtar bir şeyler söylemesi gerektiğini anlayınca fazla düşünmeden konuştu:

"O halde ne biliyorsun?"

Selim Hoca böyle bir soruyu bekliyormuş gibi, ayağa kalkarken cevapladı:

"Bir sürü şey.Mesela iyi nişancıyımdır."

...

Ebu Kays ayağa kalkıp üstündeki tozu toprağı silkelerken bakışlarını ırmağa dikti.Daha önce hiç olmadığı kadar yabancı ve küçük hissetti kendini.Elini sert sakalında gezdirdi.Kıvıl kıvıl karınca orduları gibi kafasına üşüşen düşünceleri silkeledi.

...

Şu son on yılda beklemekten başka bir şey yapmadınçAğaçlarını, evini, gençliğini ve bütün köyünü kaybettiğini anlaman için açlık içinde koskocaman on yıl geçmesi gerekiyordu.Bu sürede herkes kendine bir yol açtı.Sen ise yaşlı, sefil bir köpek gibi çömelip kaldın evde.Ne bekliyordun ki?Evinin damının deliklerinden servetler inmesini mi?Peh peh, eviymiş! Ne evi, ev bile senin değildi.Hayırsever bir adam "Burada otur" demişti, hepsi bu.Bir yıl sonra da "Odanın yarısını bana ver" demişti.Sen de kendinle yeni komşular arasına yamalı çuvallardan perdeler çekmiştin.İşte böyle çömelip kalmıştın ki Saad gelip yayıkta ayran çalkalar gibi sarsmıştı seni."Şatt'a varırsan Kuveyt'e kolayca geçebilirsin.Basra, seni çölden oraya kaçak sokabilecek kılavuzlarla dolu.Neden gitmiyorsun?

...

"Nerelisin?"

"Filistinliyim.Remle'den."

"Aa, Remle çok uzak.İki hafta önce Zeyta'daydım.Zeyta'yı bilir misin? Dikenli tellerin önündeydim.Küçük bir çocuk yanımıza yaklaşıp evinin dikenli tellerden birkaç adım ötede olduğunu söylemişti.İngilizce biliyordu."

"Memur musunuz?"

"Memur mu? Ha ha! Şeytan bile memur olmayacak kadar masumdur.Hayır dostum, turistim."

...

Mervan, Basra'dan Kuveyt'e insan kaçakçılığı yapan şişman adamın yazıhanesinden çıkınca hurma ve hasır sepet kokularının yayıldığı çıkmaz bir sokakta buldu kendisini.Nereye gideceği hakkında belli bir fikri yoktu.Orada, yazıhanede yıllardan beri içindeki her şeyi bir arada tutan ümidin son ilmekleri de kopup dağılmıştı.

...

Adın ne?

"Mervan.Seninki?"

"Bana Ebu'l-Hayzuran*" derler."

Mervan, adamı gördüğünden beri ilk kez gerçekten bambu sopasını andırdığını fark etti.Uzun boylu ve zayıftı.Boynu ve kolları güçlü ve sağlam görünmesine karşın omurgası rahatça eğilip iki kat olabilecek kadar esneyebilirmiş izlenimi veriyor.

*Hayzuran: Bambu ağacı ve bambudan yapılmış baston.

...

"Kuveyt'e gideceğin için içim rahat.Çünkü orada çok şey öğreneceksin.İlk öğreneceğin de şu: Önce para gelir, sonra ahlak."

...

Gassan Kanafani
Güneşteki Adamlar
Metıs Yayınları
Arapçadan Çeviren: Mehmet Hakkı Suçin


18 Haziran 2022 Cumartesi

Deniz Kenarında Geyikler - Ralf Rothmann Öyküleri


 
...

"Ne haltlar karıştırdın bütün gün?"

Elimle orman tarafını işaret ettim ve adama baktım.Sigarayı kesinlikle içine çekmiyordu; burnundan taşan kıllarsa arı bacaklarını hatırlattı bana.Ama kolunda uydu sinyaliyle çalışan bir saat vardı, kalın bir model."BMW'ye biniyorsanız ve Berlin'de yaşıyorsanız neden plakanız B-MW değil?"

Sigarasını söndürürken kamp masası hafifçe sallandı; kolundaki kaslar bir an kasıldı."Doğru.Olabilir.Hiç düşünmemiştim.Sence bu iyi bir fikir mi?"

Başımı evet anlamında salladım ama annem tuhaf bir homurtu sesi çıkardı."Saçmalama!Çok bayağı değil mi?Merhemin kapağını kapattı ve tüpü çimlerin arasına attı."Öyle bir şeyi Türkler, bir de pezevenkler yapar."

...

(Doğu'nun Gururu)

---

...Ödevim şekle şemale girmeye başlamıştı, bu da iyi bir his veriyordu; her ne kadar aslında iyi bir adam olan profesörüme sinirlensem de."Hayvanlar, ruhumuzun gölgesi ve gölgemizin ruhudur," diye yazmıştı; o da cümlemin üstünü çizmişti, sayfa kenarında da "Gayri bilimsel" yazılıydı.

...

Üzerinde iç çamaşırı vardı, Feinripp, açık mavi, kolunu yanımdan uzatıp duvarı yokladı, "Vay, merhaba!" derken otomatiğin şalterine birkaç kez vurdu."Hayvanlar yine kabloları kemirdi demek ki.Aslında şaşmamak lazım, aşağıdaki kargaşa düşünüldüğünde.Her yer çerçöp içinde.Berlin'de kişi başına üç sıçan düşüyormuş, gerisini siz düşünün.Daha bugün okudum.Dört milyon sıçan eder!Sıçtığımız borulardan üst katlara kadar tırmanıyorlar!"

...

(Ruhun Gölgeleri)

---


...Okul arkadaşı, daha ziyade horultuya benzeyen bir kahkahayı patlattı."Bankalar bu söylediğini işistse!" Beni bir kez daha okşadı, kürekkemiklerimi, ben de sırtımı dikleştirdim."Bak şimdi: Fırıncıların horozlardan bile önce kalkması gerekir, değil mi?" O kadarını biliyorsun herhalde.Dolayısıyla rüyaların en güzellerini yarıda kesmek zorunda kalırlar; epey hareketli rüyalar görürken birden kulağının dibinde zil çalar.Hayat böyledir işte.Ve erken kalkan erkeklerin de üçüncü bir bacakları olur.Anlıyor musun?"

...

(İki Bacaklı Fırıncım)

---

...Benim tatlı Sarah'ım.Öyle bir göz kırpışı vardı ki -insanın ağlayacağı gelirdi.Bakışında Peru'yu görebilirdin, rüzgârla yatan otları, hem de hiç oraya gitmemiş olmasına karşın.Sarah burada doğdu, Wuppertal Hayvanat Bahçesi'nde.

...

Aslında yaşlı kaplanımız çok tatlıydı.Tüm hayatını kafeste geçirmişti ve çubukları çizgi sanıyordu ya da tam tersi, bilmiyorum.

...

Palyaçolar daha ziyade tatsızdır, makyajlarının altında mahkeme duvarı gibi suratları vardır ve tek düşündükleri çektikleri inşaat kredileridir.

...

Bütün bunlar Dormagen'den çıktıktan sonra oldu, arazi acayip genişledi ve ben Peru'yu düşündüm ve aslında sınır diye bir şeyin olmadığını, öyle değil mi?Bunlar sadece insanların kafalarındaki ya da kağıt üzerindeki çizgiler, hayatla alakası yok, hele lamalarla hiç yok.Ara sıra yiyecek bir şeyler aldılar ve karanlık bastırmasına rağmen tarlalarda yürümeyi sürdürdük.Ara sıra bisiklet yollarından da gdiyorduk ve o zaman toynakları cam gibi ses çıkarıyordu.

...

(Bütün Yol)

...

Deniz Kenarında Geyikler
-Öyküler-
Ralf Rothmann
Metis Yayınları

16 Ocak 2022 Pazar

At Çalmaya Gidiyoruz - Per Petterson


...

...Sonra aklıma babamın bir hafta önce benden yayla kulübesinin arkasındaki otları biçmemi istemesi geldi.Otlar o kadar uzamıştı ki yan yatıyorlardı, yakında kuruyacak, altında hiçbir şeyin büyümesine izin vermeyen kaskatı bir kilime dönüşeceklerdi.Kısa orağı kullanabileceğimi söylemişti, amatörlerin eline daha uygundu.Orağı odunluktan alıp bütün gücümle işe giriştim, babamın bu işi yaparkenki hareketlerini taklit ediyordum, kan ter içinde kalana kadar çabaladım, gerçekten de orağı kullanmaya alışkın olmamama rağmen hiç fena gitmemişti.Ama kulübe duvarı boyunca geniş bir alanda sık ve yüksek ısırganlar vardı, onların çevresinden geniş bir kavis çizerek ot biçmeyi sürdürdüm, o sırada babam kulübenin çevresini dolaşıp yanıma geldi, durup beni seyretmeye başladı.Eliyle çenesini ovuştururken başını yana eğmişti, sırtımı doğrulttum, ne diyecek diye beklemeye başladım.

"Isırganları niye biçmiyorsun?" dedi.

Orağın kısa sapına ve ilerideki ısırganlara baktım.

"Acıtıyorlar," dedim.Bunun üzerine yarım bir tebessümle bana hafifçe başını salladı.

"Ne zaman acıtacağına sen kendin karar verirsin" deyip bir anda ciddileşti, kulübenin duvarının dibine yürüdü, çıplak elleriyle yakıcı bitkileri kavradı, büyük bir sükûnetle onları birer birer koparıp yığmaya başladı ve hepsini bitirene kadar durmadı.Yüzünde acı çektiğini gösteren tek bir iz yoktu.Bunu hatırlayınca patikada Jon'un arkasında yürürken biraz utandığımı hissettim, dikleştim, hızımı artırdım, başka zamanlar yürüdüğüm gibi yürümeye başladım, daha birkaç adım attıktan sonra niye en başından beri böyle yapmadığımı anlamaz olmuştum.

...

Ne zaman canımın acıyacağına ben kendim karar verirdim, acımı belli edip etmemeye de.Canımın acısını bedenimin dibine gömdüm ki yüzümden belli olmasın, kollarımı kaldırıp makarayı döndürmeye devam ettim, çayırın sonuna gelene kadar halat çözülmeyi sürdürdü, sona geldiğimde makarayı kısacık biçilmiş ot köklerinin üzerine halat gergin olacak şekilde, elimden geldiğince rahat bir tavırla bıraktım, aynı rahat hareketlerle doğruldum, ellerimi ceplerime soktum, ancak o zaman omuzlarımın çökmesine izin verdim.Enseme bıçaklar saplanıyordu, ağır adımlarla ötekilerin yanına gittim.Babamın yanından geçerkensanki tesadüfen olmuş gibi elini kaldırdı, sırtımı okşadı, alçak sesle, "Çok iyiydi," dedi.Bu kadarı yetmişti.Ağrılarım uçup gitmişti, bir sonraki sefer için hazırdım.

...

İnsanlar onlara bir şeyler anlatmanızdan hoşlanıyorlar, mütevazı ve güven veren bir ses tonuyla yeterince şey anlatırsanız, sizi tanıdıklarını sanıyorlar, ama aslında tanımıyorlar, sizin hakkınızda bir şeyler öğreniyorlar sadece, çünkü öğrendikleri şeyler olgular, duygular değil; herhangi bir şey hakkında ne düşündüğünüzü, başınıza gelenlerin ve verdiğiniz kararların sizi nasıl siz yaptığını bilmiyorlar.Onların yaptıkları şey kendi duyguları, düşünceleri ve tahminleriyle boşlukları doldurmak, sizinkiyle çok az ilgisi olan yepyeni bir yaşam yaratmak, böylece artık güvendesiniz.Siz istemedikçe kimse size dokunamaz.Yalnızca kibar olmak, gülümsemek, paranoyakça düşünceleri kafalarından uzak tutmak gerek, çünkü ne tür bir oyun oynarsanız oynayın sizin hakkınızda konuşacaklar, bundan kaçamazsınız ve zaten siz de aynısını yapardınız.

...

"Babalar iyidir" diyor."Benim babam öğretmendi.Oslo'nun içinde.Kitap okumayı ondan öğrendim, onun dışında pek bir şey öğrenmedim.Hiç kimse onun pratik işlerde usta olduğunu söyleyemezçAma iyi bir adamdı.Her zaman birbirimizle konuşabiliyorduk.On dört gün önce öldü."

...

"Good dog," diyorum, kulağa aptalca geliyor olabilir, bir zamanlar gördüğüm bir filmden alınmış gibi, belki eskiden sinemada seyrettiğim Lassie'dir, böyleyse şaşırmam, belki de uykumda gördüğüm, uyanınca da unuttuğum bir rüyadandır.Sözlerim havada asılı kalıyor.En azından Dickens'tan değildi, onun kitaplarında hiç "good dog" diye bir şey okuduğumu hatırlamıyorum ama her neyse çok saçma.Yeniden doğruluyorum, gocuğun fermuarını çeneme kadar çekiyorum.

"Gel" diyorum Lyra'ya, "eve gidiyoruz." Bir anda ayağa fırlıyor, kuyruğunu havaya dikip hızla patikaya koşuyor, ben de peşinden gidiyorum ama onun kadar çevik değilim, başımı gocuğun yakasına gömmüş, elimdeki feneri sımsıkı tutarak yürüyorum.

...

Birinin yanağımı okşamasıyla uyandım.Bunun annem olduğunu sanmıştım.Küçük bir çocuk olduğumu sanmıştım.Benim bir annem var, diye düşündüm, bunu unutmuştum.Sonra nasıl göründüğü aklıma geldi, çizgi çizgi neredeyse tamamı gözümün önünde belirdi...

...

Bir ay içinde ikisi de öldüler, onların ölümünden sonra pek kimseyle konuşmak istemez oldumçBiriyle konuşacak neyim olabilir bilmiyorum.Burada yaşammın nedenlerinden biri de bu zaten.Bir ikinci neden de orman.Yıllar önce yaşamımda sonraları başka hiçbir şeyin alamadığı bir yeri olmuştu, ardından uzun, çok uzun bir süre kaldım, birden çevremde her şey sessizliğe gömülünce ormanı ne kadar özlemiş olduğumu anladım.Çok geçmeden başka hiçbir şey düşünemez olmuştum, orman olmazsa ben kendim de orada, o anda ölecektim, ormana gitmem gerekiyordu.Böyle bir duyguydu, bu kadar basitti.Bu duygu bugün de sürüyor.

Radyoyu açıyorum.İkinci kanalda haberler var.Grozni'ye Rus mermileri yağıyor.Yine başlamışlar.Ama asla kazanamayacaklar, uzun vadede kaybedecekleri ortada zaten.Daha Tolstoy Hacı Murat'ta anlamıştı bunu ve kitap yüz yıl önce yazılmıştı.Aslında büyük devletlerin şu dersi bir türlü almamış olmaları, sonunda dağılacak olan kendileri olduğunu anlayamamaları inanılır şey değil.Ama bütün Çeçenistan'ı yakıp yıkabilirler elbette.Bunu yapmaları ihtimali bugün yüz yıl öncesinde olduğundan daha yüksek.

...

Franz kendi evinin mutfağında, pencereyi açmış oturuyordu, çünkü ormanda çalışmaktan dönünce sobayı öyle bir yakmış ki odanın içi çok sıcak olduğundan biraz havalandırması gerekmişti.Dışarısı henüz aydınlık.Franz durmuş sigara içerken niçin şimdiye kadar evlenmemiş olduğunu bulmaya çalışıyordu.Her yıl soğuklar bastırmaya başladığında bu konuya kafa yormaya başlar, Noel'i biraz geçene kadar böyle devam eder ama yeni yılla birlikte bu düşünceyi kafasından atardı.Evlenmemesinin nedeni kimsenin onu istememesi değildi ama açık pencerenin önünde durmuş sigara içerken nedenin ne olduğunu bir türlü bulamıyordu ve tam o anda bu durum, böyle yalnız yaşaması gözüne çok anlamsız görünüyordu.

...

Saçlarının arasından çok az görünen yüzüne baktım, lanet olsun, daha on yaşındaydı ama yüzünde hiçbir şey hareket etmiyordu, söyleyecekleri bitmişti.

...

Ben dağınıklıkta rahat edemem, hiçbir zaman edemedim.Aslında çok düzenli bir insanım; her şeyin kendi yeri olmalı ve kullanılmaya hazır olmalı.To ve kir beni sinirlendirir.Temizliği bir kere atlarsan ipin ucunu kaçırmak işten değil, özellikle bu eski evde.Çok sayıda korkumdan bir tanesi de yırtık pırtık ceketi, düğmeleri iliklenmemiş pantolonu, gömleğinde yumurta lekeleri ve aynaya bakmayı bıraktığı için başka km bilir nelerin lekeleriyle Kooperatif Bakkalı'nın önünde duran adam olmaktır.Rotasını yitirmiş bir gemi gibi, zamanın sırasını yitirmiş kendi düşüncelerinden başka demir atacak bir yeri kalmamış bir adam.

...

...Bir traktörü olduğu için ne zaman gerekse benim karlarımı da küreyebiliyor, deyip gülümsüyorum, bu kez başarıyorum.Sonra radyo dinliyorum, diyorum, sabahları içerdeysem öğlene kadar radyo dinliyorum, akşamları da çeşitli şeyler okuyorum ama genellikle Dickens.

Şimdi yüzünde duru bir gülümseme beliriyor, gözlerinde ıslak parlaklıklar, sesinde keskin iniş çıkışlar yok.

"Evdeyken de hep Dickens okurdun," diyor."bunu iyi hatırlıyorum.Elinde bir kitapla koltuğuna gömülür, her şeyden kopardın, yanına gelip kolunu çekiştirerek sana ne olduğunu sorduğumda ilk önce benim kim olduğumu çıkarmamış gibi bakardın, sonra gözlerinde ciddi bakışlarla Dickens derdin, o zamanlar ben Dickens okumanın başka kitaplar okumaya benzemediğini düşünürdüm; belki de bu biraz alışılmadık bir şeydi, herkesin yaptığı bir şey değildi, bana öyle gelirdi en azından.Dickens'ın senin elindeki kitabı yazan adamın adı olduğunu bile anlamazdım.Yalnızca bizim evde bulunan çok özel kitaplar olduğunu sanırdım bunların.Kimi zamanlar yüksek sesle okuduğunu hatırlıyorum.

"Öyle mi yapardım?"

"Evet, yapardın ya.Sonradan, büyüyüp de kitapları kendim okumam gerektiğini anladıktan sonra David Copperfield'i okuduğunu anlamıştım.Sanırım o sıralar David Copperfield okumaktan hiç bıkmıyordun."

"Son okuduğumdan bu yana epeyce zaman geçti."

"Ama yanında var değil mi?"

"Elbette, yanımda var."

"Öyleyse bana sorarsan onu bir daha oku," diyor, dirseğini masaya dayayıp çenesini avucuna yerleştiriyor ve ezberden okuyor:

"Kendi yaşamöykümün kahramanı ben mi olacağım, yoksa bu yeri başka birisi mi ele geçirecek, bu sayfalarda göreceğiz bunu."

...

Daha rüyalarımı kafamdan çıkaramadan eşyalarımızı topladık, atları eyerledik, henüz çok basit şeyleri düşünebildiğim sırada yola çıkmıştık bile.

...

Per Petterson
At Çalmaya Gidiyoruz
Metis Yayınları
Çeviri: Deniz Canefe

13 Aralık 2020 Pazar

Dönüş, Andrey Platonov, Öyküler



 ...

Çocukların ne üstlerine, ne ayaklarına giyecek bir şeyleri yoktu.Okul sıkça hepten tenhalaşıyordu.Köyde ekmeğin sonu gelmek üzereydi ve çocuklar Mariya Nikiforovna'nın gözünün önünde zayıflıyor, masallara ilgilerini kaybediyorlardı.

Yılbaşına doğru yirmi öğrenciden ikisi öldü, kıpırtılı kumdan mezarlara gömdüler onları.

Narışkina'nın sağlam, neşeli, yürekli doğası kaybolmaya ve sönmeye başlamıştı.

Uzun akşamlar, asırlar gibi gelen boş günler boyunca oturuyor ve ölüme mahkum bu köyde ne yapması gerektiğini düşünüyordu.Aç ve hasta çocuklara bir şey öğretilmeyeceği açıktı.

(Kum Öğretmeni)

---

...

Bir keresinde, en kısa gündüzlerin yaşandığı sıra, hava kararırken, Vasya okuldan döndüğünde evlerinin karşısında bir yük treninin durduğunu gördü.Endişeye kapılarak hemen lokomotife koştu.

Babası ve Vasya'nın katarı götürmesine yardım ettiği tanıdık makinist vagonun altından ölü ineği çıkarıyorlardı.Vasya toprağa oturdu ve yakından gördüğü ilk ölümün acısıyla donup kaldı.

"On dakika düdük çaldım ona" diyordu makinist Vasya'nın babasına."Sağır mıydı, bön müydü seninki ne?Bütün katarı acil frenle durdurmak zorunda kaldım, ona bile yetişemedim."

"Sağır değildi, divaneydi" dedi baba.

....

Okulda ilk dönemin kontrol sınavları başlamıştı sabah.Öğrencilerden kendi hayatlarıyla ilgili bir kompozisyon yazmaları istendi

Vasya defterine şöyle yazdı: "Bir ineğimiz vardı.Hayattayken sütünü annem, babam ve ben içerdik.Sonra bir oğul doğurdu -bir dana, o da onun sütünü içiyordu, biz üçümüz ve o dördüncü, herkese de yetiyordu.İnek bir de toprağı sürüyor ve yük taşıyordu.Sonra oğlu et için satıldı.İnek acı çekmeye başladı, ama kısa süre sonra trenden öldü.Onu da yediler, çünkü sığır etiydi.İnek bize her şeyini verdi, yan sütünü, oğlunu, etini, derisini, içini ve kemiklerini, iyi klpliydi.İneğimizi anımsıyorum ve unutmayacağım."

(İnek)


--- 


"Artık unutmayacaksınız beni değil mi?" dedi onunla vedalaşırken Lyuba.

"Hayır" dedi Nikita."Başka anımsayacak kimsek yok ki."

(Potudan Nehri)


---


Temmuz ya da ağustos ayında Yuşka omuzlarına ekmek heybesini takıyor ve şehrimizde ayrılıyordu.Yol boyunca otların, ormanların hoş kokusunu soluyor, gökyüzünde doğan, aydınlık, sıcak havada yüzdükten sonra ölen beyaz bulutlara bakıyor, taşlık sığ yerlerde mırıldanan nehirlere kulak veriyordu.Böylece hasta göğsü dinleniyordu Yuşka'nın; hastalığını, veremini hissetmiyordu artık.Hepten insansız uzaklara ulaştığında, c anlı varlıklara duyduğu sevgiyi saklamıyordu artık.Hepten insansız uzaklara ulaştığında, canlı varlıklara duyduu sevgiyi saklamıyordu artık.Toprağa eğiliyor, nefesinden bozulmasınlar diye üzerlerine solumamaya çalışarak çiçekleri öpüyor, ağaçların kabuklarını okşuyor, patikaya baygın halde düşen kelebekleri, böcekleri kaldırıyor ve onlarsız yetim kalacağını hissederek uzun uzun yüzlerini seyrediyordu.Fakat canlı kuşlar şarkı söylüyordu gökyüzünde, kızböcekleri, haşereler ve çalışkan çekirgeler otların içinde neşeli sesler çıkarıyordu, bunları işiten Yuşka'nın ruhu da hafifliyor, göğsüne nem ve güneş ışığı kokulu çiçeklerin tatlı havası doluyordu.

(Yuşka) 

---

Küçük kız dayanamayıp hıçkırdı.İhtiyar onun yüzünü okşadı:
Islaktı.

"Neden ağlıyorsun sen?" diye sordu ihtiyar fısıltıyla.
"Nineme üzülüyorum," dedi torun."Herkes yaşıyor, gülüyor, bir tek o öldü."

İhtiyar hiçbir şey söylemedi.Kâh sesli sesli burnundan soluyor, kâh öksürüyordu.Kız korkmaya başlamıştı, dedesini daha iyi görmek ve uyumadığından emin olmak için hafifçe doğruldu.İhtiyarın yüzünü seçti ve sordu:

"Sen neden ağlıyorsun peki?Ben sustum bak."

Dede onun küçük başını okşadı ve fısıltıyla yanıtladı:
"Yok..Ağlamıyorum ben, terim akıyor."
Küçük kız yatakta ihtiyarın başucunda otoruyordu.

"Ninemi mi özlüyorsun?" dedi.N'olur ağlama...Sen de yaşlısın, yakında ölürsün, o zaman zaten ağlamazsın."

(Üçüncü Oğul)



Andrey Platonov
Dönüş
Öyküler
Metis Yayınları

12 Ekim 2019 Cumartesi

muhteşem vahşi dünya, andrey platonov, öyküler


...Bir keresinde avcı, iki karıncanın demiryolundan demir yongası sürüklediklerini bile görmüştü.Demire de ihtiyaçları vardı demek.Tek bir yığın oluşturmak için tüm dünyayı kırıntı kırıntı topluyorlardı.
...
"Radyoyu aç," diye emretti karısı Aleksey Kirilloviç'e."Dinlemem gerek, neme lazım mühim bir şey kaçırır kara cahil yaşarsın, fayda önünden geçip gider..."
...
"Sizin derdiniz görevi yerine getirmek, bense hissediyorum."

( Hayvanlar ve Bitkiler Arasında )

---

İnsan ruhu alemde var olduğu müddetçe kahır çeker.
---
Ölü oğlum rüyalarımda beni acılarını ve ölümünü paylaşmaya çağırıyor.Bense hala yaşıyorum, utanmaz ve ödlek anne.
---
Koca bir sene geçmişti -uzun bir güz, upuzun bir kış ve az ürkek bir bahar.

( Yepifan Savakları )

---

"Sizin suçunuz değil, kimseyi riske attığınız filan yok," diye teselli etmeye çalıştım yargıcı."Hangisi daha iyi -hür ve kör bir adam olmak mı, görmek ama haksız yere hapis yatmak mı?"

"Bir insanın masumiyetini mutsuzluğu pahasına kanıtlamam gerekebileceğini hiç düşünmemiştim," dedi sorgu yargıcı."Bu çok ağır bir bedel."

( Muhteşem Vahşi Dünya )

---

İnsanların sadece umutlarla ve kederlerinin değişeceğine dair beklentiyle yaşadıkları zamanlar olur; ancak geçmişe duyulan hasretin yaşayan nesli avuttuğu zamanlar vardır; bir de mutlu zamanlar vardır ki yeryüzünün tarihi gelişimi insan yüreklerindeki kıpırtıya denk düşer.Nazar Fomin halkın mutlu zamanlarının insanıydı ve başlarda birçok akranı ve yoldaşı gibi tüm dünyaya yavaş yavaş yayılacak uysal bir sevinç, barış, kardeşlik ve saadet çağının geldiğini düşünüyordu.Bunun gerçekten böyle olması için sırf inşa etmek ve emek vermek yeterliydi: O zamanlar buna inanıyordu genç adam Fomin.

( Afrodit )

---

Anlaşılan keyfinden değil, alışkanlıktan yaşıyordu, çünkü nefesiyle içine aldığı, karnını doyurduğu ve inandığı her şeyi elinden alıyor, uzaklaştırıyorlardı.Ama o yine de yaşıyor ve sabırla çile dolduruyor, sanki kendisini saadet için doğuran anasının vasiyetini sonuna kadar yerine getirirken bir yandan da onun tarafından aldatılmadığını, dert çekmek için doğmadığını ümit ediyordu.
---
"Faşist, ölüme de kıyamıyor, cimri, yedimize bir ölüm vermişti"
---
"Ateş edin..." dedi."Burada yaşamım varsa orada da çocuklarım var- her yerde mülküm vardır benim, her yer güzel bana..Burada biz insanlardık, insanlıktık, orada daha da yüce olacağız, insanları doğuran sonsuz tabiat olacağız..."

( Yedinci Kişi )

---

Çocuk ağladı ağladı sustu: Kısa bir süre, belki iki saat yaşayıp ölmüştü, bu alemin kapısını şöyle bir aralamıştı da içeri girmemişti sanki, yanılmıştı çünkü, yanlış yere gelmişti.
---
Gece yatısında yabancı adam karanlık sessizlikte uyanıveriyordu bazen; kalbinde sancı, kafası anlamsız, bir düşünce ya da hatıra belirsin istemiyordu içinde.Onega'nın kıyısından belli belirsiz bir su sesi geliyordu -herhalde uzak bir rüzgar ürpertiyordu gölü ve sahibesini maaşıyla beslese de, yakında buradan kovulmaktan korkuyordu.Kim bilir, belki sabahleyin ev sahibesini bir sinir alır, koca bedeninde bir hınç peydahlanırdı- kadının kendi bile bilemezdi ki içinde olabilecekleri; hoşnut, dertsiz, korkusuz yaşayan kişi kendini kontrol edemezdi- işte o zaman yabancı adam yuvasız kalabilirdi tekrar.Yine de suyun Onega'nın boş kıyısına nadir, ürkek çarpışı yaban elden gelen konuğun ruhunu diriltiyordu; madem insan gibi yaşamak imkansızdı ve her daim bir şeyden korkmak icap ediyordu, o halde insan olmaya gerek yoktu: Su olunurdu, toprak ya da rüzgar.Karısı ve çocuğu da insan olmayı bırakmışlardı ama bir yerlerde varlardı, rüzgar , su ve toprak da olsalar yakındılar ve onları yanında, aynı dünyada, kalbinin içinde hissediyordu.
---
İhtiyar ormana gider, yaşlı kadın boyasız pencerenin kenarına geçip peşinden uzun uzun bakar, avunmak için yüzündeki birkaç damla yaşı silerdi, fakat neden sonra yine kalbini kocası için duyduğu korkuyla tedirgin eder, yine gözyaşı dökerdi.Acıyı çağırırdı ruhuna çünkü köy sessiz, olağandı ve yaşamak için yeni bir şey gerekirdi.Avcı ormanda fiyakalı bir edayla, acelesiz adımlarla kaybolurdu, ormanın kenarında durup köye, açık vadideki cümle aleme bakardı, dünyanın tüm güzelliğiyle ölümüne vedalaşır gibi.Ormanda bir kuş öldürürdü, kendi varlıklarının korkusundan titreyen küçük hayvanları.*

*Cümlenin ikinci kısmının üzeri yazar tarafından çizilmiş ve öykü tamamlanmamıştır.

( Lobskaya Dağı )

---

Meğer fizyoloji haksızmış ("beyin en son çürüyen organlardan biridir"), meğer Rus-Bolşevik deyimiymiş haklı olan: Tarih, idamını istediği kişinin ilkin aklını alır.

( Antisexus )

Andrey Platonov
Muhteşem Vahşi Dünya
Öyküler
Metis Yayınları, 2015

20 Mart 2019 Çarşamba

ben ve başkaları, cemal kafadar, kim var imiş biz burada yoğ iken


...
Za'îfî ve Âlî'nin buruk otobiyografik notlarının tersine, Şeyhülislam Feyzullah Efendi 1702'de şaşırtıcı dinginlikte bir otobiyografi kaleme almıştır; üstelik, Edirne Vakası diye bilinen patırtılı bir isyan sonucunda azledilip vahşice öldürülmesinden bir yıl önce.Şeyhülislam, büyük bir ulema grubunun da katıldığı isyancı askerlerin baş hedeflerindendi, bunun başlıca sebebi de had safhada akraba kayırmacılığı dolayısıyla ilmiye kadrolarının üst sıralarındaki hiyerarşik terfi sistemini ciddi olarak bozmuş olması idi.Ama Feyzullah Efendi'nin otobiyografisinde özeleştiriye rastlanmaz.Ne itiraf vardır, ne de mazeret.O, fütursuzca hatta gururla, on yedi yaşındaki oğlunun itibarlı bir makam olan Mekke kadılıklarından birine atandığını, ikisi on beşer, biri on dört yaşta olan diğer üç oğlunun da müderrislik makamına (modern üniversitelerdeki öğretim üyesi dengi) geldiklerini yazar.

Feyzullah Efendi'nin otobiyografisinin kendinden memnun üslubu, özellikle sonradan başına gelenler düşünüldüğünde biraz aşırı görünebilir.Ama aslına bakılırsa o da kaygılı, hınçlı şekvacılar Âlî ve Za'îfî'den ya da mütefekkir ilim adamı Kâtip Çelebi'den çok farklı değildir.Bu anlatılanların hiçbirinde üçüncü boyut, anlatıcı ile anlatılan "ben" arasında bariz bir mesafe yoktur.Yazarların kendilerine üçüncü boyutu ihtiva eden bir perspektiften bakmaktan kaçınmaları ya da bununla ilgilenmemeleri gerçekten de bu eserlerin Sohbetname ile paylaştıkları en çarpıcı yönlerinden biridir.
...

Cemal Kafadar
Ben ve Başkaları

Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken
Dört Osmanlı: Yeniçeri, Tüccar, Derviş ve Hatun
Metis Yayınları, 2017