...
Çocukların ne üstlerine, ne ayaklarına giyecek bir şeyleri yoktu.Okul sıkça hepten tenhalaşıyordu.Köyde ekmeğin sonu gelmek üzereydi ve çocuklar Mariya Nikiforovna'nın gözünün önünde zayıflıyor, masallara ilgilerini kaybediyorlardı.
Yılbaşına doğru yirmi öğrenciden ikisi öldü, kıpırtılı kumdan mezarlara gömdüler onları.
Narışkina'nın sağlam, neşeli, yürekli doğası kaybolmaya ve sönmeye başlamıştı.
Uzun akşamlar, asırlar gibi gelen boş günler boyunca oturuyor ve ölüme mahkum bu köyde ne yapması gerektiğini düşünüyordu.Aç ve hasta çocuklara bir şey öğretilmeyeceği açıktı.
(Kum Öğretmeni)
---
...
Bir keresinde, en kısa gündüzlerin yaşandığı sıra, hava kararırken, Vasya okuldan döndüğünde evlerinin karşısında bir yük treninin durduğunu gördü.Endişeye kapılarak hemen lokomotife koştu.
Babası ve Vasya'nın katarı götürmesine yardım ettiği tanıdık makinist vagonun altından ölü ineği çıkarıyorlardı.Vasya toprağa oturdu ve yakından gördüğü ilk ölümün acısıyla donup kaldı.
"On dakika düdük çaldım ona" diyordu makinist Vasya'nın babasına."Sağır mıydı, bön müydü seninki ne?Bütün katarı acil frenle durdurmak zorunda kaldım, ona bile yetişemedim."
"Sağır değildi, divaneydi" dedi baba.
....
Okulda ilk dönemin kontrol sınavları başlamıştı sabah.Öğrencilerden kendi hayatlarıyla ilgili bir kompozisyon yazmaları istendi
Vasya defterine şöyle yazdı: "Bir ineğimiz vardı.Hayattayken sütünü annem, babam ve ben içerdik.Sonra bir oğul doğurdu -bir dana, o da onun sütünü içiyordu, biz üçümüz ve o dördüncü, herkese de yetiyordu.İnek bir de toprağı sürüyor ve yük taşıyordu.Sonra oğlu et için satıldı.İnek acı çekmeye başladı, ama kısa süre sonra trenden öldü.Onu da yediler, çünkü sığır etiydi.İnek bize her şeyini verdi, yan sütünü, oğlunu, etini, derisini, içini ve kemiklerini, iyi klpliydi.İneğimizi anımsıyorum ve unutmayacağım."
(İnek)
---
"Artık unutmayacaksınız beni değil mi?" dedi onunla vedalaşırken Lyuba.
"Hayır" dedi Nikita."Başka anımsayacak kimsek yok ki."
(Potudan Nehri)
---
Temmuz ya da ağustos ayında Yuşka omuzlarına ekmek heybesini takıyor ve şehrimizde ayrılıyordu.Yol boyunca otların, ormanların hoş kokusunu soluyor, gökyüzünde doğan, aydınlık, sıcak havada yüzdükten sonra ölen beyaz bulutlara bakıyor, taşlık sığ yerlerde mırıldanan nehirlere kulak veriyordu.Böylece hasta göğsü dinleniyordu Yuşka'nın; hastalığını, veremini hissetmiyordu artık.Hepten insansız uzaklara ulaştığında, c anlı varlıklara duyduğu sevgiyi saklamıyordu artık.Hepten insansız uzaklara ulaştığında, canlı varlıklara duyduu sevgiyi saklamıyordu artık.Toprağa eğiliyor, nefesinden bozulmasınlar diye üzerlerine solumamaya çalışarak çiçekleri öpüyor, ağaçların kabuklarını okşuyor, patikaya baygın halde düşen kelebekleri, böcekleri kaldırıyor ve onlarsız yetim kalacağını hissederek uzun uzun yüzlerini seyrediyordu.Fakat canlı kuşlar şarkı söylüyordu gökyüzünde, kızböcekleri, haşereler ve çalışkan çekirgeler otların içinde neşeli sesler çıkarıyordu, bunları işiten Yuşka'nın ruhu da hafifliyor, göğsüne nem ve güneş ışığı kokulu çiçeklerin tatlı havası doluyordu.
(Yuşka)
---
Küçük kız dayanamayıp hıçkırdı.İhtiyar onun yüzünü okşadı:
Islaktı.
"Neden ağlıyorsun sen?" diye sordu ihtiyar fısıltıyla.
"Nineme üzülüyorum," dedi torun."Herkes yaşıyor, gülüyor, bir tek o öldü."
İhtiyar hiçbir şey söylemedi.Kâh sesli sesli burnundan soluyor, kâh öksürüyordu.Kız korkmaya başlamıştı, dedesini daha iyi görmek ve uyumadığından emin olmak için hafifçe doğruldu.İhtiyarın yüzünü seçti ve sordu:
"Sen neden ağlıyorsun peki?Ben sustum bak."
Dede onun küçük başını okşadı ve fısıltıyla yanıtladı:
"Yok..Ağlamıyorum ben, terim akıyor."
Küçük kız yatakta ihtiyarın başucunda otoruyordu.
"Ninemi mi özlüyorsun?" dedi.N'olur ağlama...Sen de yaşlısın, yakında ölürsün, o zaman zaten ağlamazsın."
(Üçüncü Oğul)
Andrey Platonov
Dönüş
Öyküler
Metis Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder