17 Ekim 2018 Çarşamba

this is us, number three, randall & pacman

This Is Us - 2. Sezon 10. Bölüm (Number Three)
Randall & Pac-man

- Önceden Pac-Man bağımlısıydım.Bilgisayarımda vardı.Herkes uyuduktan sonra oynuyordum.Kızlara da alıştırdım.Tuhaf olan şey ise, bunca yıldan sonra oyunda hiçbir şeyin değişmemesiydi.Değişen sadece oynayan kişilerdi.Her şeyin ortasında ise sadece Pac-Man vardı.Sarı parlak ufaklık, yapması gereken şeyi yapıyordu.Homieler, Sisifuslar.On yıllar boyunca o yuvarlak şeyleri yiyip, farklı rotaları deneyerek, hayaletlerden kaçmaya çalışıp en yüksek puanı elde etmek.

- Bebeğim?
- Efendim.
- Neden bahsediyorsun?
- Bilmem.Sanırım, hayat bazen Pac-Man imiş gibi geliyor bana.Sürekli olarak aynı oyunmuş gibi.Aynı oyun, aynı hayaletler.Bazen hayat ağzına bal çalabiliyor, ama en sonunda, kaçınılmaz bir şekilde hayaletler seni yakalayıveriyor.

- Kahretsin.
- Hmm...Cehennem kadar kasvetliymiş.
- Yoksa, güzel mi?
- Hayır, kasvetli.
- Sen güzelsin ama.
- Renkli camlar yüzünden.
- Hala güzelsin.


this is us (2016)































-Kev, hayatımdaki tek güzel şey sensin. 
-Hadi ama, o kadar da iyi değilim. 
-Biliyorum, durumu daha da kötüleştiren de bu ya.

This Is Us (2016-)


kirpiler, akif kurtuluş, daktilo yazıları


...

Yalnızlığı aşmaya çalışmanın bir başka adı da sanırım sevgidir.Bir çokluk azlık sorunu değil, tersine, nitelik sorunudur.Rilke'nin, "İnsan yalnızlığını verip ne denli yavan ve ucuz olursa olsun, bir beraberliği almak ister karşısında" diye ifade ettiğini Engin Geçtan da anlatıyor.Engin Geçtan, bize kirpilerin öyküsünü anlatıyor.

        "İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla çok daha kısa süreli ilişkiler kurma eğilimindedir.Bu, soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer.Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ama dikenleri birbirine batar.Birbirinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar.İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar."

Üşürler, ama eskisi gibi değil.Dikenleri birbirine yine batar ama eskisi gibi değil.Aradıkları böyle ortalamadır.Değişmek istemiyorlar.Doğa, değiştirir nasılsa.Biraz öyle, biraz böyle; sonunda Darülaceze'de aşka evet demek anlamına gelir.Ortalamaya evet.

...

Engin Geçtan'ın kirpilerine dönerek, yazının sonuna geliyorum.Kirpilere sevgisizliğim, yazı ilerledikçe arttı.Biraz az üşüyorlar, biraz daha az acıtıyorlar birbirlerini.Oysa birbirimizi hiç kanatmamak, belki de soğuktan donmayı göze almak gerektiriyor.

Hayatı seçmek, en yoğun biçimiyle, birbirimizi hiç kanatmayacağımız bir toplumu istemektir.Ölüm, hayatı seçenler için her zaman "küçük bir aksilik"tir.

...

Akif Kurtuluş
Daktilo Yazıları

Kirpiler, Horozlar ve Kartallar
Cinsiyetçi İdeoloji ve Şiir

this is us, number one, kevin pearson & bojack horseman

This Is Us - 2. Sezon 8. Bölüm (Number One)

Kev, depresyon abidesi olarak karşımızda.
BoJack Horseman ete kemiğe bürünse, Kevin Pearson diye görünürdü muhtemelen.



Naber saha?
20 yıldan fazla oldu.
Pekâla.

Pearson sahanın ortasında yerini aldı.Bu gece iki sayı elde etti.Bu çocuğun yapamayacağı bir şey var mı ki?Vicodin almadan 4 saat ayakta duramaz, yapamayacağı şey bu.Ama yine de çok seviliyor.Pearson!

- Mavi 42!
- Mavi 42!
- Mavi 42!
- Mavi 42!

Başlayalım artık.

Top yükseklik kazandı.Pearson aldı.Soluna baktı.Bir feyk attı.Sağına doğru ilerliyor. Topu sakladı. Kalabalığa girdi.Defanstan kurtuldu.Sahanın sonuna doğru baktı.Önü açık. Hem de apaçık.Geleceğini görüyor.Notre Dame.Heisman Kupası.Yılın oyuncusu.Yılın en iyi çaylağı. Super Bowl MVP.Tribünde babasını görüyor.Super Bowl Kupasını elinde tutarken, babası onunla gurur duyuyor...gözlerinden yaş gelircesine gurur duyuyor hem de."Bu benim oğlum." diyor."Bu benim oğlum."Pearson şuta hazır. Şutu çekiyor.Boom! Yere düştü.Bayanlar baylar, Pearson yerde, ayağa kalkamayacak gibi.Dizinden sakatlandı.Bundan sonra geri dönemeyebilir.Her şey Kevin Pearson için bitti.

- Kate, git babanı ara çabuk.
- Tamam.
- Bir telefon bul, ara çabuk.
- Yürü, hadi yürü.
- Kate, Kate, git.
- Pekâla, tamam.
- Kalkabilecek mi?
- Kalkacak.

Bayanlar baylar, kalkacak.
Kalkacak.
Kevin Pearson tekrar yürüyecek; sevgili babasını gömmek için yürüyecek.

- Bu sefer yerde kalacak.Bu sefer yerde kalacak, değil mi?
- Hayır.Hayır, yine ayağa kalkacak.Ayağa kalkacak, ve harika...Harika bir kızla evlenecek.Hollywood'a gidecek, ve mutlu bir son olacak Kevin Pearson için.Hayır, bekleyin biraz, olmadı.Bekleyin biraz.Kızı aldatıyor.Evet, doğru. Kızı da elinden kaçırıyor.Peki ya cezası ne olacak?
Bir sitcom'u oluyor ve milyonlar kazanıyor, bayanlar baylar.Kalabalık çıldırıyor.Peki ya bu ikinci şansını ne yapacak?Bayanlar baylar, bu şansını da mahvediyor.Onun tarzı bu çünkü. Her şeyi mahvetmek.Aslına bakarsanız, artık evrenin onu cezalandırması gerekir, değil mi?Yanılıyorsunuz. Kızı tekrar elde ediyor.Şimdi yine kızla birlikte, ayrıca bir de sinema filmi oluyor.Sonra yine!Yine aynı dizi.

Bam!Yine yere düşüyor.Güçlü olmak için elinden geleni yapıyor, ama bunu becerebilmek için ağrı kesicilere ihtiyaç duyuyor.Ne kadar acınası bir halde olduğunu söylemek istediğinde ise sadece duymazdan geliniyor.

Onu alkışlıyorlar.




"Kaçtığım için bana kızgınsın, biliyorum.
Senle bir alakası yok, tamam mı?
Acı içerisindeyim!
Baksana, acı çekiyorum, görmüyor musun?
Göremiyor musun acı çektiğimi?
Son bulsun istiyorum.
Birisi bana yardım etsin.
Bana yardım edecek birisine ihtiyacım var.
Sadece yardım istiyorum, lütfen.
Lütfen birisi bana yardım etsin."

This Is Us - 2. Sezon 8. Bölüm (Number One)

16 Ekim 2018 Salı

eski su şarkısı, haydar ergülen, müzik: mesut göçmen


Eski Su Şarkısı - Haydar Ergülen
Müzik: Mesut Göçmen


kötü yazla karardı elmanın rengi
aşk, bağların bozulduğu mevsimde

bana yeni sular gönder, gecikme
gecikme, şarkılar gitgide ince

yüzüm küçük bir harf gibi
dökülüyor eski suyun yüzüne

bana yeni düşler gönder, gecikme
gecikme, geceler gitgide gece

Haydar Ergülen


ku(r)şun lezzeti, selçuk altun


Orada insanat yılda iki kez gazete okuduktan sonra kusar ve iyileşmeye çabalardı.
Die Fliegenpein, Elias Canetti

"Yaşamı bir kentte ıskalamışsan, diğerlerinde de ıskalarsın" buyuran neo-Bizans şairi Kavafis'e kanığımdandır; varsıl ve bir başıma olduğum halde İstanbul'dan firar edemedim.
---
Kesin dönüş uçağının tekerlekleri toprağı sıyırdığında elimde Edirne kökenli yazar Elias Canetti'nin aforizma kitabı vardı.İlahi bir gücün mü buyruğuyla, "Bir ülke ki insanatı kulaklarını örtmenin dışında çırılçıplak gezer.Ve orada tüm ayıp, kulak içinde ikamet eder." cümlelerinin altını kurşunkalemle çizmişim.
---
Babanız kendisiyle barışmasının acısını günde üç paket sigara içerek çıkarıyor.
---
Volga, Volga, Volga

Kaç satırlık bir veda pusulası yazacağımı ve yazdıklarımın eline geçip geçmeyeceğini bilmiyorum.Tek bildiğim, "artık dayanamayacağımdır" Güzelim!

İki gizemli sapkınlığım vardı; önce İstanbul'un saklı geçmişine sonra münzevi bir estete aşık oldum.Onlara kavuşmak yerine ortak tuzaklarına düştüm.Beni hedefe ulaştırmayan çabalarım yüzünden pişman değilim.Arkamdan hiç olmasa "sığ bir kadındı" denmeyeceğini biliyorum Güzelim!

Bizans'la ilgili dev kaynaklarım, son kez, bak nasıl işe yarayacak.Bir "ev kazası" sanılması için önce kitaplık rafını devireceğim.Armağanın seccadenin üzerinde kitaplardan mürekkep bir küçük labirent kuracak, sonra meyhoş başımı hava almayacak şekilde içine hapsedeceğim.Nobelist yazar ve hısmım Elias Canetti'nin, "Yeryüzü beş dakika içinde çöle dönüşecek olsa, tutunulası tek kitaplar var" dediğini de anımsatırım Güzelim!
---
Telefonda annem, "Oğlum, Mehmet İsa Efendi'yi anımsar mısın?" demişti.
"Anne ben bu ıssız sokağa anımsamak değil, unutmak için sığındım" diyemezdim maalesef.
---
Emo gece misafir odasında yattı.Heybetli yatağımı ikizlerle paylaştım.Celal sağımda, Zülal solumda başparmakları ağızlarında uykuya daldılar.Minik ayaklarıyla bedenimi tekmelerlerken Derik'teki sıcak yaz gecelerini anımsadım.(Evlerinin düz damında yatan yerlilere imrenir, yatak odamın tavanında seğirten kertenkelelerin uyurken ağzıma girmemesi için dualar bestelerdim.)
---
'Yaş otuz beş yolun yarısı eder' dizesinin şairi Cahit Sıtkı kırk altı, 'Her ölüm erken ölümdür' buyuran Cemal Süreya elli dokuzunda giderken benim beklemeye hakkım yok.
---
"Yaşamı, satılık olmayan şeyleri aramaktan ibarettir."

"Romanlarını yazmaz yürürdü."

"Kan görmeye tahammülü kalmayan kaplan."

"Karmaşık bir durum: Ölümsüzlüğe önce bir köpeğin ulaşması."

"Yalnızca renkler aşkına bile ebediyen yaşamak."

"Tanrı yakın tarihten ders almamızdan hoşlanmaz."

"Ya her şeye rağmen, Tanrı'dan da saklanabilen sır varsa?"

"Hiçbir engel ırmaklar denli kışkırtıcı değildir."

Elias Canetti

---
Bir kurşunun insanın bedenine verdiği acının lezzetini hep merak etmişimdir.
---
Ülkenin kısmen ıskalanmış şairi Güven Turan'ın 101 Bir Dize adlı şiir kitabını henüz bitirmiştim.Her biri şiir kıvamında on dize* seçtim.

*
1) Bir mürdüm eriğinin buğusunu siliyorum, bir fırtına açılıyor.

2) Kendi sesinden tanır kışın geldiğini kavak ağacı.

3) Dayanmış sarmaşıklarına, ayakta durmaya çalışıyor ahşap köşk.

4) "Dur orada, aşma çizgiyi" diyor açıkdenize fener.

5) Sen aşksın, bilirsin, yalnızlığın gözleri ne renk?

6) Hüzün gelir çöker çimenlere...Kırağı.

7) Ah bu ayrılık; tırnağın arasına saplı kıymık...

8) Rüzgârın söylediğiyle yetin, söz dilsiz.

9) Takılıp kaldın kentlere; sevda bekleme.

10) Bütün gece yandı lambam; tek seyircisi sendin penceremin ayışığı.

---
Havaalimanına seğirttiğim sabah bezgin duvara, 
"Butterflies die fast/Does hope die last?" (Hızlı ölür kelebekler/Umut mudur son ölen?) 
dizeleri nakşedilmişti.
---
"Zavallı koyun sürüsü...
Çobanı da o besler,
köpeği de, kurdu da..." Türk Atasözü


Selçuk Altun
Ku(r)şun Lezzeti

charles aznavour, hier encore, çeviri: ilker kocael



Charles Aznavour - Hier Encore
Çeviri: İlker Kocael

sinema hikayeleri, alexander kluge


...Koolhaas, (düşüncelerini geliştirmeyi sürdürürken) bu iddiası için şu anahtar cümleye ihtiyacı olmadığını söyledi: Kitleler daima haklıdır.Bu, Gorki'nin de katılacağı, ancak ciddi bir tartışmayı da felce uğratan bir söz.Çok daha fazla önem teşkil eden, kitlelerin yaratıcı yenilikleri başlatmak veya yok etmek üzere iki farklı yolla "cazibe merkezlerine çekildiklerine" dair gözlemdi.Bir tarafta tek başına hiçbir etkisi olmayan (ancak kendisinden istifade etmek isteyen üçüncü taraflara faydası olan) türden bir kitlesel talep varken, diğer tarafta hem kendiliğinden oluşan hem de uzun soluklu olan bir talep de mevcut.Parazit işletmeler bu arzudan faydalansalar bile onun genel yönünü değiştiremezler.Bu türden bir kitlesel girişim "körü körüne mutluluk" arayışındadır.

Bu noktada izleyicilerden biri (anlaşılması güç ve kısık sesle konuşuyordu, bu da sözünün bölünmesinin kolay olduğu anlamına geliyordu) "körü körüne mutluluğun" "körü körüne mutsuzluğun" antitezi olduğunu söyleyerek yanıtladı."Körü körüne mutsuzluk" anı bırakmadan sonlanır (tıpkı savaşta hücuma kalkan, sürekli emir almanın ıstırabından kurtulmaktan başka hiçbir şey istemeyen, bilinçsizce ve durmaksızın koşan, ama kurtarıldıktan sonra tüm bunları unutan askerler gibi).Rem Koolhaas'a göre ne Coney İsland'ın otomatları ne de daha sonra "filizlenen sinema" "körü körüne mutluluk" vermeye yetecek güçte bir umut doğuramazdı.Oysa sürpriz anları, başka dünyalara dair ani içgörüler ve filmin akla getirdiği anılar "körü körüne mutluluğu" ima eder ve bununla ilgili söylentiler kulaktan kulağa yayılır.Böylesi "körü körüne mutluluk" anlarının olabileceği iması bile yeni bir medyanın haklı çıkarmaya yeterlidir.
---
...Aslında büyük sergilerin filmlerinin (örneğin Başkan McKinley'in öldürüldüğü Buffalo'daki Panamerikan Sergisi gibi) veya katil Czogolch'un idamı ve Amerikan gemilerinin Havana Limanı'nda batması gibi olayları konu alan filmlerin sinematografik röprodüksiyona olan talebi karşılayamayacak kadar nadir oldukları anlaşılmıştı.Profesör Hansen'e göre, eldeki hammadde -gerçeklik- sinematografik gereksinimi karşılamaya yetmiyordu.Kurmaca konulardaki enflasyonun nedeni buydu.
---
"Ölü bir yıldızın bedeninden birçok ruh beslenir."


...İmparatorluk sarayında geçen bir filmde oynayan 200 figüran için üzerinde Muhafız Süvari Alayı arması olan iç çamaşırları dikilmişti.

-Filmde iç çamaşırları hiçbir zaman görünmüyor.
-Yüzlerindeki gururlu ifadelerde görünüyorlar.
---
...Yönetmenler ve dramaturglar bu "savaş enkazının" izleyicide bir hayranlık uyandırdığını fark ettiler.Daha evvel ulaşılmaz olan güçlü bir isim ve servet sahipleri, artık yakından görülebiliyordu.Bu, para karşılığında onur kırıcı işlerde (uşak,kahya,kart oyuncusu,yaşlı kadınların refakatçisi olarak) çalışmaya hazır oldukları anlamına geliyordu.Günlük hayatta özgür bir kadının kendisine bu atıl insan yığınından hayat arkadaşı seçtiği oluyordu: gelenek (kadın) ve yeni edinilen zayıflık (subaydaki) birbirine muhtaç oldukları için, güçlü bir birlik oluşturuyordu.

Sinemayı ele geçiren bu fantezi akıntısına kapılanların çoğu, gerçek hayatlarıyla uyuşmasa bile bu olasılıkla oynuyorlardı.Ernst Lubitsch buna "gözden düşmenin dramatürjisi" demişti.Die Bergkatze'de, bir soyguncu çetesinin başına geçen Avusturya-Macaristan teğmeni ve önce çeteyi yöneten , sonra da teğmen ile evlenen genç kadın konu edilir.Bundan böyle, zayıflık gösteren hiçbir adam kendini vurmak zorunda kalmayacaktı.
---
Bugünün hatası yarının kalitesidir.
---
Faşistler mutluluk vaatlerinde hep cömert olmuştur.
Ve çekici felaket tasvirlerinde açık yürekli.
---
...Kaufman çekim için akordeon, trompet ve iki piyanodan oluşan dört kişilik bir orkestra istemişti.Civar kasabalarda orkestraya bir de keman katılmıştı.1917 yılına kadar perdelere hakim olan melodramlardaki gibi, film sahnelerine eşlik eden müzik.

İlk olarak "dönüşümlerin" sekansları: beyin, kaslar, sinirler, eller veya ayaklar hareket etmektedir.Elbiseler, elektrikli ışıklı, tahıl, dokuma, et ürünleri, hatta para üretilir.Bu üretimlerin her birinin dönüş yolu gösterilir.Örneğin, yirmi dakika önce kesilen ineğin hatırası.Şimdi mezbahadayız, organları tekrar içine dolduruluyor.İneğin vücut parçaları tekrara birleştiriliyor.Derisi üzerine çekiliyor.Geri geri giden inek (yalnız veya sürüsüyle) mezbahayı terk ediyor.Kır yollarından köyüne, otlağına yol alıyor.Mutlu inekler.

Alexander Kluge
Sinema Hikayeleri
Lemis Yayın

barakmuslu mezarlığı, attila ilhan




barakmuslu mezarlığı

kuş uçmaz kervan geçmez karanlık tuttu yolları
gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi
buğdaysız çavdarsız kara ekmeğe benzersin
yıldızların hani yıldızların çiçeklerin nerdeler
kalbin neden durmuş rüzgârı kesilmiş değirmen
                                                                          gibi
suya indi çakallar suya indi söğüt dalları
barakmuslu mezarlığı kımıldanır için için
barakmuslu mezarlığı'nda seyran seyran ölüler
kuş uçmaz kervan geçmez karanlık tuttu yolları
gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi

ben ne inim ne cinim ben bir garib âdemim
barakmuslu köyünden selâmsız oğlu bekir
yıkılası hânede sekiz boğaz avcuma bakar
ben kendimi toprak bilirim toprak beni baba bilir
benim köyümde avrat bile toprak gibi sevilir
ben ne inim ne cinim ben bir garib âdemim
nideyim bû mezarda babam yok yalnız anam var
dedem yok bu mezarda fukara ninem yatar
söyleyin dağlar taşlar ben selâmsız oğlu bekir
iki gözüm iki ateş parçası iki taş parçası iki elim
yıkılası hânede sekiz boğaz avcuma bakar

gece düşer barakmuslu mezarlığı dirilir
barakmuslu mezarlığı'nda seyran seyran ölüler
bir giden bir daha dönmez gitti gider
sen harami yusuf her yaranda bir çiçek açmış
sen hasretli şâkir mapuslarda ölen şâkir
evlâdım kadir nasıldı o seni dağda mı vurdular
ya hüsne gelin yar yoluna serden geçmiş
fâdime'm sıtmalar girdi kanına fâdime’m
barakmuslu mezarlığı cümlenize mekân oldu
barakmuslu mezarlığı’nda koyun koyuna girdiler
bir giden bir daha dönmez gitti gider

barakmuslu mezarlığı cümlenize mekân oldu
iki elim kızıl kanda selâmsız oğlu bekir'im
hem babam hem dedem yâdellerde kurban oldu
herkesin kökü toprakta bir ben köksüz gibiyim
şavkın yok ateşin yok sen nasıl gecesin hey gidi
gözün gönlün kararmış tadın tuzun kalmamış
yıldızların hani yıldızların çiçeklerin nerdeler
ben ne inim ne cinim selâmsız oğlu bekir'im
benim babam benim dedem yâdellerde öldüler
bir giden bir daha dönmez gitti gider

neylersin oğlum bekir bak işte ben dedenim
benim mezarını yoktur dardanos şehitlerindenim
kül oldu yirmi-üç baharım kıvırcık bir mart günü
başımı ayrı gömdüler gövdemi ayrı gömdüler
ya gâzi ya şehid diye geldik şehid olduk


iki gözümle gördüm topların ölüm tükürdüğünü
tövbeler olsun göklerin veremli gibi öksürdüğünü
neylersin oğlum bekir şehidlik alın yazısı
benim dedemin de tarabulus'tan geldi künyesi
biraderim İsmail vurulmuş akar kanları
ah şipka’nın balkanları ah şipka'nın balkanları
ninen köyde uyudu biz gâzâ'da uyuduk
kırıldı kanadımız kaldık çöllerde
ya gâzi ya şehid diye geldik şehid olduk

ben Sakarya'da bir kavak ağacıyım yel eser
                                                                 inilerim
sakarya ığranıp gider ben Sakarya'yı beklerim
selâmsız duran çavuş barakmuslu’dan
ah başıma gelenler yapraklarım gözlerim
ben Sakarya'da bir kavak ağacıyım yel eser
                                                                 inilerim
benim mezarım yoktur ben üçüncü taburdan
bir kahbenin kurşunu geldi gelip ciğerimi deldi
at ölür meydan kalır yiğit ölür şan kalır
ben öldüm selâmsız çavuştan bir garib kavak
                                                                 kaldı
telli kavak telli kavak ne uzarsın boyuna

suya indi çakallar suya indi söğüt dalları
söğüt yaprağı narin gözlerim yanıyor gözlerim
kuş uçmaz kervan geçmez karanlık tuttu yolları
ben ne inim ne cinim siz kimsiniz kimsiniz
derviş gibi nerden gelip böyle nereye gittiniz
barakmuslu mezarlığı kımıldanır için için
benim dedem benim babam yâdellerde öldüler
yüreğimi zehir ettin sen nasıl gecesin hey gidi
kapkara gözü yaşlı mezar taşma benzersin
yıldızların hani yıldızların çiçeklerin nerdeler

ben ne inim ne cinim selâmsız oğlu bekir’im
yâdelde ölmek istemem dedem gibi babam gibi
iki elim kızıl kanda sekiz boğaz avcuma bakar
ağlar mı şipka’nın balkanları ben ağlarım
babam duran çavuş'tan kavak ağacından dilerim
telli kavak amanın telli kavak derdime bir çâre
yüreğimde bir yılan çöreklenmiş yatar
barakmuslu köyündenim selâmsız oğlu bekir'im
ben bu köyde doğmuşum bu köyde ölmek isterim

Attila İlhan

kızıl ot, boris vian


...Bir tutkusu olsun isterdi.Önce görmeliydi, bu düşüncelerini berraklaştıracaktı.Kabinin kapısını açtı, bir ayağını içeri attı ve eldivenli elleri çubukların üzerinde kasıldı.Motorun titreşimini parmaklarında hissediyordu.Kendisine ait olmayan bir ağdaki örümcek gibi gördü kendini.
---
Bazılarında bir kesinlik, özleri çoktan yitip gittiği için yeniden hissedilmesi imkansız olan ve hatırlayanların konuşmalarıyla veya fotoğraflarıyla sonradan biçimlenen, uydurma çocukluk izlenimlerinin sabitliği vardı.
---
Oldukça yağlı, küçük bir oğlan çocuğu olduğumun ve, tombul yanaklarımla çevrili ağzımdaki küçümseyici kıvrımın bana sadece çişimi tutuyormuşum havası verdiğinin hiç mi hiç farkında değildim.
---
Korktuğum, utandığım , hayal kırıklığına uğradığım için, kayıtsız kahramanları oynamak istedim.Bir kahramandan daha yalnız ne vardır?
"Bir ölüden daha yalnız ne vardır?" dedi Bay Perle ilgisizce.
---
"Denizde," dedi Sandre, çeşitlilik vardır.Birbirine benzeyen iki dalga yoktur.Burada hep aynı.Evler ve evler.Beceremiyoruz.
---
"Bu, bir esrarın yerine kelime koymaktır."
---
"Tüm öteki Galyalılar gibisiniz," dedi Lazuli."Göğün başınıza yıkılmasından korkuyorsunuz.Bu yüzden, daha önce davranıyor ve kapanıyorsunuz."
---
"Tüm bunlar, hayal kırıklıkları" dedi Wolf."Çünkü devam etmiyor."
"İnsanın içinde kalıyor," dedi Lazuli.
"Ama devam etseydi bile," dedi Wolf."Sonu aynı olurdu."
---
"Dine karşı, küçük çocuklara yakışır bir hıncınız var," dedi.
"Sizin de küçük çocuklara yakışır bir dininiz var," dedi Wolf.
---
"Önemli olan nokta," dedi Bay Brul kelimeleri özenle birbirinden ayırarak, "varoluşunuzdan duyduğunuz tiksintiye tahsilinizin nasıl katkıda bulunduğunu tanımlamak.Zira, sizi buraya getiren neden de bu, öyle değil mi?
---
"Hepimiz yıpranıyoruz..." dedi.
"Evet, kuşkusuz" diye cevapladı Wolf, "ama tam olarak bu şekilde değil.Biz yaprak döküyoruz...yıpranmamız içten geliyor.Daha az çirkin bir şey."
"Yıpranma bir kusur değildir," Bay Brul.
"Kusurdur," diye cevapladı Wolf."Yıpranmaktan utanmalıyız."
"Ama" diye karşı çıktı Bay Brul, "bu herkes için geçerli."
"Yaşamış olduktan sonra, yıpranmak o kadar önemli değil" dedi Wolf."Benim karşı olduğum şey, yaşama yıpranarak başlamak.Bakın, Bay Brul, benim görüş açım gayet basit; havanın, güneşin ve otların olduğu bir yer varolduğu sürece, orada hiç bulunmamış olmaktan üzüntü duyulmalı.Özellikle gençken."
---
"Yaz bir kenara," dedi Wolf, "artık hiçbir şey arzulamamanın iki hali vardır: istediğine sahip olmak ya da ona sahip olunamadığı için bezmiş olmak."
---
"Kendini benim yerime koy, ben ol," dedi Lil."Mutlu olurum ben, sadece ikimiz."
"İmkansız bu" dedi Wolf."Öldürüp, ona bürünmek için derisini yüzmedikçe, bir başkası olunamaz."
"Yüz beni," dedi Lil.
"O zaman," dedi Wolf, daha çok senim olmaz."başka bir deri içinde yine ben olur."
---
"Hoşuma gidern bir kadın gördüğüm zaman," dedi Wolf, "bunu ona söylemek asla aklıma gelmez.Zira, eğer ben onu arzuluyorsam, benden önce bir başkası da bu arzuyu duymuş olmalı d,ye düşünürüm...ve bnim kadar sevilmeye değer olduğu şüphe götürmeyen birinin yerini almaktan tiksinirim."
"Gurur bunun neresinde?" dedi Aglae."Sevgili genç adam, burada söz konusu olan, çekingenlikten başka bir şey değil."
"Ben anlıyorum ne demek istediğini onun," diye açıkladı Heloise."Eğer siz beğeniyorsanız başkaları da beğenir diye düşünmek ne fikir ama...Bu, kendi yargınıza evrensel kural paysi vermek ve kendi zevkinize mükemmellik unvanı atfetmek olur"
"Demek ki öyle düşünüyordum," diye kabul etti Wolf, "ve her şeye rağmen kendi yargımın, bir başkasınınki kadar iyi olduğuna inanıyordum."
---
Aslında yedi yaşındayken olduğu gibi, zayıf bedenim uyum sağladığı yasaklardan memnun olurken, ruhum onlara karşı mücadele edermiş gibi yapıyordu.
---
"Evlenmeden önde" dedi Wolf, "tutku duyabileceğim kadınlara rastladım, ama korku refleksi devreye girdi.Sonra, tam anlamıyla zavallılık olan...bir sebebim daha vardı...acı verme kaygısı.Ne güzel değil mi?Fedakarlık söz konusuydu.Kime?Kimin için?Bundan kim faydalanıyordu?Hiç kimse.Gerçekte bu, fedakarlık değil, kolay çözümdü."
---
Arzularıma direnebildim her zaman.
Ama onları tükettiğim için ölüyorum.

Kızıl Ot
Boris Vian