28 Ağustos 2018 Salı

tartı, elif sofya


Kızıl bir çam diye düşünün beni
Açılmış gitmiş gibi rengi diye düşünün
Düzende yerimi aldım, hizaya geçtim
Sıradan bir sıradaydım zıplayamazdım
Dil erirken ağızda
Söz gecikir gecikmez ölecektim
Uğuldayın dedim yerimi belli edin
Hiç şakası yok bendeki yokluğun
Kaç vakit bilinmez
Zaten vakit bilinmez
Kanı dondurmanın lüzumu bundan

Kör bir göze dönüştüm
İki yarım aya sığındım
Bir suya eğildim rengim bulandı
Su sağlam kaldı ben kırıldım

Bir ateş seçtim ve geçtim yanmaya
Eridim gözlerim aktı
Gözlerim siyahtı
Kalbim terazide bir tüyle
tartılmak için alındı

Elif Sofya
Tartı
Dik Âlâ

şu karşıki dağda, paul dwyer


Şu Karşıki Dağda Kar Var Duman Yok - Paul Dwyer

emanet hikayeler, necip tosun


...İçimden sormak geliyor ama cesaret edemiyorum.Parçalanmış bir zamanın önünde bana ne demek istiyor.Yaşamın içinde boğulmuş sanki.Gülüşü bile sararmış, buruşmuş içine kanıyor.Kendi acısının etrafında dönüyor, dönüyor içindeki çığlığı bastırıyor.İçini bir şeyler kemiriyor, tükeniyor.Artık sonuna kadar yırtılmış bir hayatın içinden salkım söğütlere, kavaklara, kapkara gökyüzüne bakıyor, soluk, renksiz ve yenik.Hayatı Savunma Biçimleri'nin tümünü yitirmiş.Kendi içine düşmüş de çıkamıyor gibi.
...
Ah, belki de içinde bir öykü yazıyor, hiçbir zaman okuyamayacağımız o öyküyü.Belki, gittikçe kararan bir yolda ışık ve gölge oyunlarıyla oluşturuyordur öyküsünü, kim bilir.Ama biliyorum içimize dökülen her şey kağıda dökülmüyor, sessizce o yola dökülüyor, yapraklar gibi.Kimse toplayamıyor.
...
Zaten kırılmış, hayat oyununda yenilmiş kızları Adalet Ağaoğlu yazıyor, ben değil.Ama eminim senin öykünü "Körebe" metaforuyla anlatırdı.Gözleri bağlı, kasabada unutulmuş kahramanlar ancak böyle anlatılabilir.Çünkü oyun bitmiş, herkes dağılmış, sen orada, öylece, gözlerin bağlı olarak unutulmuşsun.Kimse sana Hadi Gidelim dememiş, gözleri bağlı körebe oyununda terkedilmişsin.

(Körebe)

---

Buraya gelenler, birbirlerine sarılıp, birbirlerini görmezden gelerek var olurlar.Çünkü burada kimse kimsenin acısını bilmez, zaten buraya acıyı unutmak için gelinir.Kimse kimsenin içine sızmasın diye de önlerine oyuncaklar, alıp onları başka dünyalara götürecek teselliler konur.Küçücük bir merhaba, kırık bir gülümseme ve ardından gelen kahkahalarla yeni dünyaya inilir.Her biri azalıp azalıp kimse bulamasın, kimse göremesin diye, iyice öne eğilip küçülmeye, yok olmaya, kendini yitirmeye çalışır: Ben bir başkasıyım, sen bir başkası, biz bir başkasıyız.Oyun masasına gömülüp, bir tayfa, karanlığın içinde, maskeliler toplantısında yürünür, yürünür.

(Hayata Düşmek)

---
Hasan'a baktım, sakat dediğimiz Hasan, dünyanın en ağır yüküyle karşı karşıyaydı.Zaten kendine bakmaktan aciz ola, sadece simitle hayata tutunan birinin omzuna şimdi de özürlü bir çocuğun yükü eklenmişti.Allah'ım bu ne büyük bir yüktü.Kasabanın soluk, kirli evleri üstümüze yürüyor gibiydi.Anlayışsız aileler, kör bakış, acımasız anlayış Hasan'ı yine boğuyordu.Gözlerini benden kaçırdı, yere, simit tablasına indirdi.Sustu.Gözünden bir damla gözyaşı simit tablasına düştü, sonra bir damla daha.Tıpkı Çavdar Tarlasındaki Çocuklar'daki dama tahtasının üstüne düşen gözyaşı gibi.Damlalar simit susamlarını kendi içine çekti.
...
Bilmez miyim Hasan, elbette çocuk için.Kendin için ne isteyebilirsin ki hayattan.Kimseden bir şey istemedin Hasan, bir şeye sahip olmak nedir bilmedin.Hiç yenilmedin Hasan, hiç galip gelmedin çünkü hayatın içine girmedin, gölge bir suret olarak başında simit tablası hayatı seyrettin.Hazır, hayat sana değmedi, yanından sessizce geçip gitti.Bilmez miyim.Bir yarının, dir düşün olmadı, bir gelecek tasarımın, bu kasaba dışında bir penceren.Bilmez miyim?Elbette çocuk için.Sen örselemedin o hayatı, sana örselenmiş bir hayat verildi.İşte sen de örselenmiş hayatı buraya, bu parka gömmeye geldin.Bilmez miyim?

(İki Damla)

Necip Tosun
Emanet Öyküler

over the garden wall (2014)



"Ayın süt beyazı ışığında, sisin içinden geçtik.
Tüm kayıplar ortaya çıktı.
Geçmişte kalan yüklerimiz, artık sırf baharın yankıları...
Fakat nereye vardık 
ve nerede son bulacağız?
Hayaller gerçek olamıyorsa eğer, 
neden gerçekmiş gibi davranmayalım?"














Over the Garden Wall (2014)

bir sam esti yıktı gönül burcumu, aşık sümmani koşması


Bir sam esti yıktı gönül burcumu
Tamir için bunun imkânı olmaz
Çeken bilir bu hicrânın gücünü
Dertsizler zanneder hicrânı olmaz

Bir sürûr yüz gamdır gönülde nihân
Ekseri bire kırk izhâr-ı irfân
Bir karar bir renkte koymaz bu cihân
Matlûbatı gibi devrânı olmaz

Derdi taksim eder hükm-i adalet
Her neyi var ise bütün emânet
Bir derdin şifâsı sabr u kanâat
Bunun Eflatun'u Lokmân'ı olmaz

Olmasaydı bu derdin devâsı eğer
Kimi rızâ ile boynunu eğer
Bir tane ki sahibinden ek değer
Âlem tabib olsa darmânı olmaz

Herkes âgâh olmaz kendi işinden
Bî-haberdir hayâlinden düşünden
Bir sedâ ayırır eşi eşinden
Bu savtı her kulundan duyanı olmaz

Sümmânî derdine kıyâs bulunur
Zerbâb köhnelense libâs bulunur
Her zerbâbın bir renk elvânı olmaz.

Aşık Sümmani

Kaynak: Abdulkadir Erkal

cheburashka, sovyet animasyon, roman kachanov & eduard uspensky

Cheburashka (1972)

Öykü: Eduard Uspensky
Stop Motion: Roman Kachanov





cortazar öykülerinden, ötekinin rüyası


*...Siz her şeyi o kadar temiz bir biçimde halletmişsiniz ki, hiç kimse, ölünün kendisi bile, sizi cinayetle suçlayamazdı.
...
Zekanız size o kadar fazla geliyordu ki, artan kısım beyninizin içinde yaşamaya devam etmeyi kendine yediremeyip bir kaçış yolu aramaya karar verdi.

(Yapboz)

---


Kendimi gülümseyen ve aniden dönüp aynada kendi yüz ifadesine bakan biri gibi hissediyorum.
T. S. Eliot

*Lakin onları her seferinde vazgeçirmeyi başardım.Hepsi iyi insanlar ve beni yalnızlık içindeki hayatımdan çekip çıkarmak, sinemalara ve kafelere götürmek, şehir merkezindeki meydanda benimle birlikte sayısız tur atmak istediler.Ama benim -gülümseyen bir "hayır" ile suskunluk arasında gidip gelen- geri çevirmelerim onların bu taleplerinin sonunu getirdi ve dört yıldan beri burada,Chivilcoy şehrinin tam merkezinde, sessiz ve gözden uzak bir varoluş yaşıyorum.İşte bu yüzden, 15 Haziran'da yaşanan olay, pnda sadece -Chivilcoy'a özgü demeye bin şahit ister- hayatımın onlara sezdirdiği bir monomanyak nevrozun ilk tezahürünü görecek olan hemşerilerim tarafından himmetle dinlenecek.Belki de haklılar, ben sadece anlatmakla yetineceğim.Burada anlatacaklarım, benim anlayışımın ancak dışarıdan bakarak idrak edebildiği kimi olaylara dikkat çekmek suretiyle, geçmişi olduğu gibi aktarma biçimi.Dahası, bunu inkar etmek aptalca olur, güzel bir öykü var ortada.

(Uzaktaki Ayna)

---

"Yunuslar, oyun oynamayı çok seven varlıklar oldukları izlenimini veren sıçrayışlar sergilerler." Jonathan Thorpe, Foam and Ashes

Yunuslar, bir aynaya poz veren ağız gibi hüzünlü hayvanlar..." 
Francis de Mesnil, Monotonies

*...Şunu insanlara söylememe müsaade et , kıvrık Selene, o sularda fuziform biçimli, dingin karakterli ve daima yüce gönüllü bir ırk ikame ediyordu.Yunusları bilir misin, okur?Evet, transatlantiğin güvertesinden, sinema salonundan, denizcilik romanlarından bilirsin.Ben sana onları içtenlikle tanır mısın, onların görünüşte son derece neşeli yaşamlarının melankolik tarafını sorgulamaya fırsatın hiç oldu mu diye soruyorum.Ben sana, zooloji metinlerinin verdiği kolaycı mutluluğun ötesine geçerek, bir yunusun gözlerinin tam merkezine bakıp bakmadığını soruyorum.

(Kısa Okyanusbilim Kursu)

---

*...Kafenin arka taraflarındaki bir masada oturuyorduk ve bizden başka neredeyse kimse yoktu; onun konuşmasını hiç bölmüyor ama arada sırada birasını tazeliyordum.Bana anlattıklarından neredeyse hiçbir şey hatırlamıyoum, herhalde her zamanki şeyler olsa gerek.Ama bir cümlesi zihnime kazındı: "Onu buramda taşıyorum." demiş ve işaret parmağını bir ağrı ya da bir madalyayı gösterirmişçesine göğsünün ortasına saplama hareketi yapmıştı.

(Cennetin Kapıları)

---

*...Lucio adadan, yağmurdan ve onu sinirlendiren onca şeyden sıkıldı, aniden birbirimize öyle bir bakıyorduk ki, birbirimize o şekilde bakabileceğimizi asla düşünmezdim.O zaman satranca ya da okumaya sığınmalar, onca lüzumsuz ödünlerden bıkkınlık başladı ve Lucio Buenos Aires'e döndüğünde onu bir daha asla beklemeyeceğime yemin ediyor, aynı usanmışlık hükmü içinde bütün arkadaşlarımı, günden güne kapanmakta ve ölmekte olan yeşil dünyayı da buna dahil ediyordum.Ama bazıları bunu fark edip kusursuz bir "yakında görüşürüz" cümlesinin ardından bir daha ortalıkta gözükmezken, Lucio isteksizce tekrar geliyordu, onu iskelede bekliyordum, birbirimize sanki uzaklardan, gerçekte her geçen gün daha geride kalan o diğer dünyadan, onun inatla gelip aradığı, benimse neredeyse zoraki bir biçimde savunmakta inat ettiğim o zavallı yitik cennetten bakıyorduk.Sen, kuzeyin herhangi bir geçidinin itidalli yazlıkçısı, bütün bunlardan hiçbir zaman fazla şüphelenmedin, Mauricio, ama o yaz sonu...

(Ötekinin Rüyası)

Julio Cortazar
Ötekinin Rüyası, Bütün Eserleri-1, Can Yayınları


takipçi, julio cortazar



...Johnny o uzun ve zayıf ellerinden birini battaniyenin altından çıkarınca teninin gevşek ılıklığını hissettim.Tam o sırada Dedee Nescafe hazırlayacağını söyledi.En azından bir kutu Nescafe'leri olduğunu bilmek beni sevindirdi.Ne zaman bir kişinin bir kutu Nescafe'sinin olduğunu öğrensem, onun sefaletin dibinde olmadığını anlarım; bu hala biraz daha dayanabileceğinin göstergesidir.
...
"Doktor Bernhard hüzünlü bir sersem," dedi Johnny bardağını yalayarak."Bana aspirin verecek ve ardından cazı, mesela Ray Noble'ı çok sevdiğini söyleyecek.Düşünsene, Bruno.Eğer saksafonum olsaydı onu öyle bir müzikle karşılardım ki, dört katı kıçı her basamağa vura vura inerdi."
...
Her şey esnek, evlat.Sert görünen şeylerin bile bir esnekliği var.
...
Özünde bir benciller çetesiyiz, Johnny'i koruma bahanesi altında asıl yaptığımız onun hakkındaki fikrimizi kurtarmak, Johnny'nin bize vereceği yeni zevklere hazırlanmak, hepsinin arasında diktiğimiz heykeli parlatmak ve her ne pahasına olursa olsun onu savunmak.Johnny'nin fiyaskosu kitabım için kötü olurdu ve benim Jonny'ye göz kulak olmamın bir nedenini de muhtemelen bu tür şeyler oluşturuyor.
...
Bruno, bu ve Camarillo'daki diğer bütün tipler kesin inanmışlardı.Neye, bilmek ister misin?Sana yemin ederim bilmiyorum, ama inanmışlardı.Sanırım oldukları şeye, değerlerine, diplomalarına.Hayır, bu değil.Bazıları alçakgönüllüydü ve kendilerini yanılmaz görmüyorlardı.Ama en alçakgönüllüsü bile kendini güvende hissediyordu.Beni en çok sinirlendiren işte buydu, Bruno, kendini güvende hissetmeleri.Neyin güveni bu, söylesene bana, teninin altında şeytandan daha fazla yara beresi bulunan bir zavallı şeytan olan benim, her şeyin jöle gibi olduğunu, etraftaki her şeyin sallandığını ve delikleri fark etmek için biraz dikkat etmenin, biraz hissetmenin, biraz susmanın yettiğini hissetmeye yetecek bilincim vardı.Kapıda, yatakta: delikler.Elde, gazetede, zamanda, havada: Her şey deliklerle dolu, her şey sünger gibi, her şey kendini süzen bir süzgeç gibi...Ama onlar Amerikan bilimiydiler, anlıyor musun, Bruno?Önlükleri onları deliklerden koruyordu:Hiçbir şey görmüyorlardı, başkaları tarafından çoktan görülmüş olanı o şekilde kabul ediyor, gördüklerini hayal ediyorlardı.Ve doğal olarak delikleri göremiyorlardı ve kendilerinden çok emindiler, reçetelerinden, şırıngalarından, lanet olsası psikanalizlerinden, sigara içilmezlerinden ve alkol alınmazlarından son derece emindiler...Ah, oradan çıkabildiğim, trene binebildiğim, vagonun camından her şeyin geriye doğru gidişine, tuz buz oluşuna bakabildiğim o gün; bilmem bir manzaranın uzaklaşmasını seyrederken onun nasıl paramparça olduğunu hiç gördün mü?"
...
"Mevzu şu ki kendilerini bilge zannediyorlar." diyor birden."Kendilerini bilge zannediyorlar çünkü bir yığın kitap topladılar ve onları yediler.Buna gülüyorum, çünkü aslında iyi çocuklar ve öğrendiklerinin ve yaptıklarının çok zor ve derin şeyler olduğuna inanmış bir halde yaşıyorlar.Bu sirkte de böyle, Bruno, gündelik yaşamda da.İnsanlar bazı şeylerin zorluğun zirvesini teşkil ettiğini zannettikleri için trapezcileri ya da beni alkışlıyorlar.Gözlerinde ne canlandırdıklarını bilmiyorum, iyi çalmak için kendimizi paraladığımızı mı?Her atlayışında trapezcinin tendonlarının koptuğunu mu?Gerçekten zor şeyler bambaşkadır ve insanın her an layıkıyla yapabildiğini sandığı her şey bu kategoriye girer.Mesela, bir köpeğe ya da bir kediye bakmak ya da onu anlamak zor, çok zor bir şeydir.Dün gece şu küçük aynada kendime bakayım dedim ve seni temin ederim, bu öylesine zor bir şeydi ki az daha yataktan düşüyordum.Kendi kendine baktığını düşünsene; karşındaki adam o kadar yalnız ki yarım saat boyunca buz kesiyorsun.Gerçekten, o herif ben değilim, ben olmadığımı daha ilk bakışta çok net bir biçimde hissettim.Gözucuyla bakarak onu gafil avladım ve ben olmadığımı anladım.Bunu hissediyordum ve bir şey hissedilince...Ama bu Palm Beach'teki gibi, üzerine düşenbir dalganın ardından bir ikincisi ve sonra bir tane daha...Diğerinin geldiğini, sözcüklerin geldiğini anca hissediyorsun...Hayır, sözcükler değil, sözcüklerde olan şey, şu tutkal, şu salya.Ve salya gelip senin üzerini örtüyor ve aynadakinin sen olduğuna seni ikna ediyor.Tamam da bu nasıl fark edilmez ki?Peki ama ya ben bensem, saçımla, bu yara iziyle.Ve insanlar kabul ettikleri yegane şeyin salya olduğunun farkında değiller ve işte bu yüzden aynada kendilerine bakmak onlara çok kolay geliyor.Ya da bıçakla bir parça ekmek kesmek.Sen hiç bıçakla bir parça ekmek kestin mi?"
...
"Şu örtünün üzerinde duran ekmeğe bak" diyor Johnny bakışlarını boşluğa dikerek."Elle tutulur bir şey, bu inkar edilemez, çok güzel bir rengi ve kokusu var.O ben değilim, o benim dışımda, farklı bir şey.Ama eğer ona dokunursam, eğer parmaklarımı uzatır ve onu yakalarsam , bu durumda bir şeyler değişiyor, sence de öyle değil mi?Ekmek benim dışımda, ama parmaklarımla ona dokunuyorum, onu hissediyorum, ama eğer ben ona dokunabiliyorsam ve onu hissedebiliyorsam, bu durumda onun başka bir şey olduğu gerçek anlamda söylenemez, yoksa sence söylenebilir mi?"

"Sevgili dostum, bir sürü sakallı bu problemi çözmek için binlerce yıldır kafa patlatıyor."

"Ekmeğin içi gündüz" diye mırıldanıyor Johnny yüzünü kapatarak."Ve ben ona dokunmaya, onu ortadan kesmeye, onu ağzıma koymaya cüret ediyorum.Hiçbir şey olmuyor, artık biliyorum: İşte korkunç olan bu.Hiçbir şey olmamasının korkunçluğunun farkında mısın?Ekmeği kesiyorsun, bıçağı saplıyorsun ve her şey eskisi gibi devam ediyor.Ben bunu anlamıyorum, Bruno."
...
"Bruno, şuram yanıyor" dedi Johnny bir süre sonra, kalbin bildik yerine dokunarak."Bruno, o benim avucumda beyaz bir taş gibiydi.Bense, soluk renkli zavallı bir attan başka bir şey değilim ve kimse, hiç kimse gözlerimdeki yaşı silemeyecekç"
...
Tepkim o kadar doğaldı ki, Johnny'yi yerden kaldırmak, gülünç duruma düşmesini önlemek istedim ve sonunda gülünç duruma düşen ben oldum, çünkü halinden çok memnun olan, bulunduğu pozisyonda kendini mükemmek hisseden birini hareket ettirmeye çalışan bir adamdan daha acınası bir şey yoktur, nitekim küçük şeyler için endişeye kapılmayan Flore müdavimleri bana pek sevimli olmayan bir şekilde baktılar; içlerinden birçoğu o diz çökmüş zencinin Jojnny Carter olduğunu bilmese de, kilisenin sunağına tırmanmış İsa'yı çarmıhtan kurtarmak için çekiştiren birini görseler nasıl bakacaklarsa bana da öyle baktılar.Bunu benim suratıma ilk vuran Johnny oldu ve sessizce ağlamaya devam ederken, sadece gözlerini kaldırıp bana baktı, bu davranış ve müdavimlerin doğal sansürü arasında kalınca, kendimi ondan daha kötü hisetmeme ve diz çökük Johnny'nin karşısındaki o sandalye hariç başka herhangi bir yerde olmak istememe rağmen, geri dönüp Johnny'nin karşısına oturmaktan başka çarem kalmadı.

Julio Cortazar
Takipçi

Ötekinin Rüyası, Bütün Öyküleri-1, Can Yayınları

kardeşim akif, ece ayhan, akif kurtuluş'a mektuplar


Kardeşim Akif
Ece Ayhan
Akif Kurtuluş'a Mektuplar