29 Temmuz 2017 Cumartesi

la fin absolue du monde


puşkin tepeleri, sergey dovlatov


Yaşam uçsuz bucaksız bir mayın tarlasının çevresinde yayılıyordu.Ben ortadaydım.Bu mayın tarlasını bölümlere ayırmak ve işe başlamak gerekiyordu.Dramatik durumlar zimcirini kırmalı, parçalamalıydım.Çöküş duygusunu gözden geçirmeliydim.Her bir etmeni ayrı ayrı incelemeliydim.
---
On okurun var.Tanrı daha da azaltsın...
Para ödemiyorlar sana, ne berbat bir şey.Para, özgürlüktür, genişliktir, kapristir...Paran varken yoksulluğa katlanmak ne kadar kolaydır.
---
Yaşamak mümkün değil.Ya yaşamak gerek, ya yazmak.Ya söz, ya iş.Ama senin işin söz.İlk harfi büyük yazılan her İş sana iğrenç geliyor.İş'in çevresinde ölü bir alan var.Orada İş'e engel olan her şey ölür.Orada umutlar, hayaller, anılar ölür.Orada tatsız, karşı çıkılmaz; tek anlamlı bir materyalizm hüküm sürer.
---
Mişa'nın konuşması genel olarak ilginçti...Konuşması, klasik müzikle, soyut resimle ya da saka kuşunun ötüşüyle hısımdı.Duygular apaçık bir biçimde anlamın üstüne çıkardı.
---
Virajlarda radyonun sesi duyuluyordu:

"Armağan et ateşi, Promete gibi
Armağan et seçmeden,
Ve insanlar için acıma
Ruhunun ateşine"
---
Her şey korkunç görünüyordu, ama ben hala hayattaydım.Ve belki de insanın içinde ölecek en son şey alçaklıktı.
---
Sevgi gençler içindir.Askerler ve sporclar için...Oysa burada her şey çok daha karmaşık.Burada artık sevgi değil, yazgı söz konusu...

Puşkin Tepeleri
Sergey Dovlatov 

ve bir pars hüzünle kaybolur, faruk duman


"Ama, yaralı ve hüzünlü bir pars nereye gider?"

Aklım parsta kalmıştı.Belki ondan yeni bir iz görecektim.Bir ayak izi, bir parça kan, kırılmış bir dal, yarım bırakılmış bir ceylan belki.
---
Hava kapalıydı.Bulutlar kararıp kararıp dağılıyor, yağmur sanırsın bir evsiz; yağacak yer aranıyordu.İnsan nasıl da bağımlıdır böyle şeylere.Ruh halimiz, bana kalırsa, kapanan havanın, huzursuz yaprağın peşinde yürür.Toprağa sinmiş nem kokusuna, çürüyen bitkinin yaydığı yeniden doğma arzusuna.Bunlara da bağımlıdır biraz.Herhalde, çürüyen bir şey, çok geçmeden hayat bulacaktır.
---
Zaman zaman kendimi onun yerine koyduğum oluyordu.Pars, parçalanmış bir hayvandır.Geceleri ormanda dolaştığı zaman.Vücudunun her bir parçasını, orada onun adına gözlerini dört açsınlar diye ormanın dört bir tarafına bırakırdı.Sözgelimi, bir tüy bir çalılığa takılır, hayvanın geçip gitmesinden sonra orada ansızın gözlerini açarak.Karanlığı onun adına süzmeye başlardı.Bu, yalnızca tüyün kendi çabasıyla oluşan bir şey değildi elbette.Her yanıyla görmeye, duymaya, koklamaya alışmış bir parsın, kendi parçalarına verdiği bir armağandı bu.Böylece ormanı ele geçirir, gölgesinden ürkülen korkunç bir hükümdara dönüşürdü.

Yine de, eninde sonunda bir parçalanma haliydi bu.Parsa acı verirdi.Kendisini yeryüzüne çivilenmiş gibi hissetmesine neden olurdu.Hele yalnız bir pars için bu durum daha korkunç bir hal almıyor muydu?

Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur*
Faruk Duman

*1974'te, Beypazarı'nda vurulan son Anadolu Parsı'na adanmıştır.


duvbo'nun gizli dünyası, ex-workers'collective


"Duvbo, ufak bir çocuğun kaybolabileceği kadar 
büyük bir kasabaydı 
ama 
kısa sürede bulunup eve getirileceği kadar da küçüktü."



Duvbo'nun Gizli Dünyası
Ex-Workers'Collective
Kaos Yayınları


Çeviri: Hira Doğrul
Resimleyen: Öznur Aksoy

haydut, robert walser


Uzun zamandır ölü olduğunu söyleyebiliriz.Dostları ona acıyorlar ve ona karşı bir merhamet duygusu hissettikleri için de kendilerine acıyorlardı.
---
Yani insan kötülüğünden değil, keyifsizliğinden ötürü intikam alır ve aramızda keyifsizlik çekmeyen hiç kimse yoktur.
---
Sonuçta biz müşterek gayretlerimizin  üzüm bağlarında ter döken birer ırgattan başka neyiz?
---
Kasaplara kasaplık yapmayı, fırıncılara ekmek fırınlamayı , çilingirlere kilit açmayı, hayattan tat alanlara hayatın tadını, sofulara sofuluğu ve çocuklara çocukluğu hatırlatmanın gereği var mıdır?Bu, meslek sahiplerini mesleklerinden soğutmanın ve neşeli insanların neşesini kursaklarında bırakmanın yoludur.Gençlerin dikkatini özellikle gençliklerine çekmek şart mıdır?Gerekir mi bu?Bir mizahçı bütün gün boyu hep neşeli olmak zorunda mıdır?
---
Haydutun çevresinde sümkürülen burunlardan yana bir yokluk yaşanmıyordu.Neden önünden geçtiği bunca insan, hiç üşenmeden mendilini çıkarıp sanki sümkürük sesleriyle ona, "Yazık ettin kendine" demek istercesine, uzun uzun burnunu temizliyordu?
---
"Sahili döven dalgaların ortasındaki bir kayalık gibi sevecen ve sessiz ol."
---
Haydut eline bir baktı ve şöyle dedi: "Evet, aşağılanmanın acısını çekmek iyilere düşüyor."
---
Sağlıklı insanlara aşağıdaki çağrıyı yöneltmek isterim: Şu sağlıklı kitapları okuyup durmayın yalnızca , hastalıklı diye anılan edebiyatla da daha yakından tanışın; belki de bu edebiyat ruhunuza hatırı sayılır bir gıda sağlar.Sağlıklı insanlar, deyim yerindeyse daima bazı riskleri göze almalıdırlar.Yoksa hangi kahrolası akla hizmet için sağlıklı olur ki insan?
---
Kendinize böyle katlanmayı nasıl başarıyorsunuz?
--
Okul dediğimiz şey, yaşam ruhu uğruna eğitim ruhunu terk etti.Bu eğitim ruhu, sanki bir zamanlar olduğu şey olma cesaretini gösteremiyor artık.Öğretmenler artık gerçek birer öğretmen olmaktan ziyade, hayata yakın olmak istiyorlar.Hayatın karşısına eğitsel bir yaklaşımla çıkmaya çekiniyorlar, oysa hayat bundan kazançlı çıkmış gibi görünmüyor, hatta belki kaybettiği bazı şeyler bile vardır.Okullar deyim yerindeyse hayata dalkavukluk etmeye başladılar.Peki ama, ya bu okullu dalkavukluk, hayatın umurunda bile değilse?Dalkavukluk bizi çoğu zaman olsa olsa tiksindirir.Hayat ne kadar hoş, sevimli, iyi, büyüleyici, önemli olduğunu durmadan duymak istemez.Gelgelelim okul, hayata hizmetini böyle sunuyor işte, ona neredeyse her bakımdan dehşetli bir yakınlık gösteriyor, ki muhtemelen bu da hayatın sadece hırçınlaşmasına gösterilen lütufkarlıkla onursuzlaştırıldığını hissederek bu hizmetleri geri çevirmesine neden oluyor.Hayat diyor ki: "Sizin işgüzarca yardımlarınıza ihtiyacım yok, siz kendi işinize bakın."Ve bu konuda haklı olduğunu sanıyorum: Okul kendi işine bakmalı, her bakımdan  -yani sadece- okul olmaya çalışmalı.Sonuçta hayatın son derecede kendine has bir tabiatı, ebediyen özel kalacak, asla kolayca açıklanamayacak bir kaderi var.Okulun görevi, hayatı anlamak ve onu tedrisatın içine sokmak görevi değildir.Sonuçta hayat dersini hayat veriyor zaten, hem de yeterince erken bir dönemde.Eğer okul kendi amaçlarına hizmet eder, çocukları yalnızca eğitsel bir ruhla yetiştirirse, hayat da bu çocukları çok daha ilginç bulacak ve belki onları kollarına alacak, hayatın zenginlikleriyle daha çok tanıştıracaktır.Zira hayat, okullarını bitirmiş öğrencileri bir de kendi ruhuyla eğitmek için yanıp tutuşuyor.Bu çocuklar daha okuldayken hayatın ruhuyla yetiştirilirse, daha sonra hayat onları çok can sıkıcı bulur.Şöyle der esneyerek: "Bırakın da uyuyayım.Siz benim işimi elimden aldınız.Bu çocuklar her şeyi biliyorlar zaten.Onlara ne öğreteceğim.Bunlar hayatı benden daha iyi biliyorlar." Sonra her şey yoluna girer ancak tıpkı bir rüyadaki gibi, her şey yerinde saymaktadır.Hayat yalnızca ona güvenenlere açar kendini.Okul çocuklarını hayata dair bilgilerle donatmak bir tür ödlekliktir ve bunca ihtiyati tedbirlerle fazla uzun yol alınmaz.
---
Hepsi de yaşama sanatından dem vuruyorlar karşımda; ama sahip oldukları tek şey sanat, ben değilim.

Haydut
Robert Walser

neden, bir değini, thomas bernhard

Tek sürekli etkileyici düşünce olarak intihar, kimsenin kendine ait düşüncesi değildi; herkeste sürekli olarak bu düşünce vardı, bazıları bu düşünce tarafından hemen öldürüldü ve diğerleri yalnızca sakatlandı, üstelik yaşamları boyunca sakat kaldılar; intihar düşüncesi ve intihar üzerine hep konuşuldu ve tartışıldı ama bu hep sessizce yapıldı; içimizden tekrar tekrar gerçek bir intiharcı çıktı, çoğunun adlarını artık bilmediğim için anmayacağım, oysa hepsini de dehşet vericiliğin kanıtı olarak asılı ve paramparça halde gördüm.
---
Dünyaya getirilir ama yetiştirilmeyiz.Bizi dünyaya getirenler, yarattıkları yeni insanı yok etmek için gereken her türlü beceriksizliği ve akılsızlığı yaparlar.Doğuştan gelen her türlü potansiyelini daha hayatının ilk üç yılında mahvetmeyi başarırlar, üstelik bu başarılarıyla mümkün olan en büyük suçu işlediklerinin farkında değildirler.Hiç düşünmeden ve sorumsuzca dünyaya getirdiklerinden başka onun hakkında hiçbir şey bilmezler.Bizi dünyaya getirenler, yani ebeveynlerimiz tam bir cehalet ve alçaklık içinde bizi dünyaya getirmişlerdir.
---
Deli muamelesi görme pahasına da olsa, ebeveynlerimizin tıpkı kendilerinden öncekiler gibi dünyaya getirme suçu işlediğini ve bu suçun mutsuzluk yaratmak, giderek mutsuzlaşan bir dünyanın mutsuzluğunu artırmak için başkalarıyla işbirliği yapmak anlamına geldiğini söylemekten korkmamalıyız.
---
Ruhum çalkantılıydı, çevremdeki şeyler hakkında kendi hükmümü veriyor ve onlara kimsenin yardımı olmadan kafa yoruyordum.İnandıklarımdan biri, hakikatin hiçbir koşulda baskıya ve şiddete yenilmeyeceğiydi.
---
Öğretmenlerin kendileri, duyumsadığım üzere, zavallı ve mahvolmuş ruhlardı, nasıl olur da bana söyleyecek bir şeyleri olabilirdi?Öğretmenlerin kendileri, güvensizlik, tutarsızlık ve zavallılıktı, onların anlattıkları nasıl olur da benim için az da olsa faydalı olabilirdi?
---
Bir topluluk olarak okulun daima kurbanları olur; benim zamanımda da lisedeki kurbanlar bu ikisi, mimarın kötürüm oğlu ile coğrafya öğretmeniydi, toplumun tüm zalimliği ve alçaklığı her gün bir hastalık gibi bu ikisine yansımış, onlarda patlamıştı.

Neden
Bir Değini
Thomas Bernhard

28 Temmuz 2017 Cuma

rua, dam, vale, vladimir nabokov


Bir yolculuğun ilk bölümü hep ayrıntılı ve ağırdır.Orta saatleri uykuludur, sonu hızlıdır.
---
Hayal gücünüzün bundan çok daha fazla para edeceğini düşünüyor musunuz? diye sordu Dreyer, gözünde muzip bir parıltıyla."Başkalarının hayal gücüne çok saygı gösteririm, çok değer veririm.Sözgelimi, birisi bana gelip dese ki: "Sevgili Herrr Direktor, biraz hayal kurmak istiyorum.Bana hayal kurmam için kaç para verirsiniz?-belki o zaman pazarlığa otururum onunla.Oysa siz, sayın mucit, hemen pratik konuların uygulanmasına, fabrika üretimine falan giriyorsunuz.Uygulamadan kime ne?Kurulmuş bir hayale inanmak boynumun borcudur-ama o hayalin gerçekleşmesine inanmak?Poh!"
---
Bu tür korkakların mutsuzluğu katmerlidir, çünkü korkaklıklarının bilincindedirler ve ondan da korkarlar.
---
Bundan sonra parola şu olacaktı: sade ve sıradan.Aranılan yöntem çok doğal, çok temiz olacaktı.Aracı olmayacaktı.Zehir bir madam'dı, tabancaysa pezevenk.İkisi de ihanet edebilirdi ona.Borgia'larla ilgili çok kötü romanlar almaktan vazgeçmeliydi.Bazılarının düşündüğünü sandıkları gibi sigara çakmağıyla adam öldüremezdi.

Rua, Dam, Vale
Vladimir Nabokov

acı, anton çehov

Akşamın alacakaranlığı çökmüş...Sulu iri kar taneleri henüz yanmış sokak fenerlerinin çevresinde uçuşuyor; ince, yumuşak bir örtü çamları, atların sırtlarını, omuzları, şapkaları yavaş yavaş kaplıyor.Arabacı İona Potapov bir hayalet gibi bembeyaz.Canlı bir varlık ne denli büzülebilirse o denli büzülmüş, kızaktaki yerinden kımıldamaksızın oturuyor.Üzerine koca bir kar yığını düşse herhalde onu bile silkeleme gereği duymayacaktır.Beygiri de onun gibi bembeyaz kıpırtısız.Bu kıpırtısızlığıyla, keskin köşekli görünüşüyle, ayaklarının sopa gibi duruşuyla bir kapiğe satılan hamurdan yapma atlara benziyor.O da sahibi gibi derin düşüncelere dalmış olmalı.Sabahtan, alıştığı o bozumtırak kır görüntülerinden koparılıp buraya ; ürkütücü ışıklarla, hiç kesilmeyen gürültülerle, öteye beriye koşuşturan insanlarla dolu bu kargaşanın içerisine düşen bir yaratık böyle derin derin düşünmeyip de ne yapsın?
...
Acaba bunca insan arasından onun derdini dinleyecek biri var mıdır?Ama kalabalık, onu da, acısını da fark etmeden akıp gitmektedir.Acısı korkunçtur, sınırsızdır.Adamcağıza öyle gelir ki, göğsü yarılıp acısı fışkırsa bütün dünyayı kaplayacaktır.Gene de bu acıyı görmesi olanaksızdır.Öylesine küçük bir kabuğa sığmıştır ki, gündüz aydınlığında bile görünmez...İona birkaç adım ilerledikten sonra duruyor, kendini yeniden içindeki acının elllerine bırakıyor...
...
Atının ışıldayan  gözlerini görünce, "Kuru ot mu yiyorsun?" diye soruyor."Ye bakalım.İşte böyle arpa parası kazanamazsak ot yeriz, saman yeriz.Ne yaparsın?Ben artık kocadım.Durmadan kızak süre ek gücüm kalmadı...Şimdi oğlum olsa boş oturur muydu?Gerçek arabacıydı o....Yaşasaydı ne olurdu, yaşasaydı..."

İona bir süre sustuktan sonra konuşmaya başlıyor yeniden:

"Durum böyle kısrakçığım...Oğlum Kuzma İoniç yok artık...Tanrı toprağını bol etsin...Durup dururken öldü gitti.Düşün bir kere: Senin bir tayın var, yavrun, sen onun öz anasısın...Bir gün bakmışsın, birdenbire ölüvermiş.Acımaz mısın?
Beygir otunu çiğniyor, sahibinin anlattıklarını dinlerken soluğunu onun ellerine veriyor.
...

Acı
Anton Çehov

ünlem işareti, anton çehov

...
"Marfuşa, cicim! Yazılarda ne zaman ünlem işareti kullanıldığını biliyor musun?"
"Bilmez olur muyum?Enstitüde boşuna tam yedi yıl dirsek çürütmedik!Dilbilgisini ezbere bilirim.Bu işaret kitaplarda, birine seslenildiği zaman, kıvanç, öfke, sevinç, kızgınlık ve daha başka duygular anlatılmak istendiğinde kullanılır."
Perekladin, "Öyle ya" diye düşündü."Kıvanç, öfke, sevinç, kızgınlık, daha başka duygular..."
Düşüncelere daldı bizim katip...Kırk yıldır yazı yazmış, belki binlerce, on binlerce sayfa doldurmuştu ama kıvanç, öfke türünden bir duyguyu dile getiren tek satır yazdığını anımsamıyordu.
"Daha başka duygular" diye düşünüyordu."Resmi yazılarda duygunun ne gereği var?Onları en duygusuz adam bile yazabilir."
...
Perekladin diviti eline alıp hokkaya batırdı, kutlama yazısını yazdı, imzasını attı:
"Yazıcılar şefi Perekladin!!!"
Adının sonuna koyduğu üç ünlem, sevincini, kızgınlığını, neşesini, öfkeden deliye dönmesini ne güzel anlatmıştı!
...

Ünlem İşareti
Anton Çehov

otelde, anton çehov

...Üsteğmen Drujkov'u tanırsın, değil mi?İşte bu üsteğmen bir gün bilardo oynarken sarı topu köşeye sokmak için tam ayağını kaldırmıştı ki, 'cart!' diye bir ses.Biz önce bilardo masasının çuhası yırtıldı .Meğer adamın pantolonu dikiş yerinden boydan boya sökülmemiş mi?Bacağını havaya öyle kaldırmış ki, dikiş diye bir şey kalmamış.Kah kah kah!Orada bayanlar da bulunuyordu o sırada.Şu sümüklü teğmen Okurin'in karısı da...Okurin küplere bindi.Karısının yanında bu ne rezillik diye...Atışmaya başladılar.Okurin, Drujkov'u düelloya çağırmak için aracılar gönderdi.Drujkov anasının gözü, aracılara der ki...Kah kah kah!Aracılara der ki, gidin de pantolonu diken terziyi çağırın düelloya.Çünkü bütün suç onda...

Otelde
Anton Çehov