Uzun zamandır ölü olduğunu söyleyebiliriz.Dostları ona acıyorlar ve ona karşı bir merhamet duygusu hissettikleri için de kendilerine acıyorlardı.
---
Yani insan kötülüğünden değil, keyifsizliğinden ötürü intikam alır ve aramızda keyifsizlik çekmeyen hiç kimse yoktur.
---
Sonuçta biz müşterek gayretlerimizin üzüm bağlarında ter döken birer ırgattan başka neyiz?
---
Kasaplara kasaplık yapmayı, fırıncılara ekmek fırınlamayı , çilingirlere kilit açmayı, hayattan tat alanlara hayatın tadını, sofulara sofuluğu ve çocuklara çocukluğu hatırlatmanın gereği var mıdır?Bu, meslek sahiplerini mesleklerinden soğutmanın ve neşeli insanların neşesini kursaklarında bırakmanın yoludur.Gençlerin dikkatini özellikle gençliklerine çekmek şart mıdır?Gerekir mi bu?Bir mizahçı bütün gün boyu hep neşeli olmak zorunda mıdır?
---
Haydutun çevresinde sümkürülen burunlardan yana bir yokluk yaşanmıyordu.Neden önünden geçtiği bunca insan, hiç üşenmeden mendilini çıkarıp sanki sümkürük sesleriyle ona, "Yazık ettin kendine" demek istercesine, uzun uzun burnunu temizliyordu?
---
"Sahili döven dalgaların ortasındaki bir kayalık gibi sevecen ve sessiz ol."
---
Haydut eline bir baktı ve şöyle dedi: "Evet, aşağılanmanın acısını çekmek iyilere düşüyor."
---
Sağlıklı insanlara aşağıdaki çağrıyı yöneltmek isterim: Şu sağlıklı kitapları okuyup durmayın yalnızca , hastalıklı diye anılan edebiyatla da daha yakından tanışın; belki de bu edebiyat ruhunuza hatırı sayılır bir gıda sağlar.Sağlıklı insanlar, deyim yerindeyse daima bazı riskleri göze almalıdırlar.Yoksa hangi kahrolası akla hizmet için sağlıklı olur ki insan?
---
Kendinize böyle katlanmayı nasıl başarıyorsunuz?
--
Okul dediğimiz şey, yaşam ruhu uğruna eğitim ruhunu terk etti.Bu eğitim ruhu, sanki bir zamanlar olduğu şey olma cesaretini gösteremiyor artık.Öğretmenler artık gerçek birer öğretmen olmaktan ziyade, hayata yakın olmak istiyorlar.Hayatın karşısına eğitsel bir yaklaşımla çıkmaya çekiniyorlar, oysa hayat bundan kazançlı çıkmış gibi görünmüyor, hatta belki kaybettiği bazı şeyler bile vardır.Okullar deyim yerindeyse hayata dalkavukluk etmeye başladılar.Peki ama, ya bu okullu dalkavukluk, hayatın umurunda bile değilse?Dalkavukluk bizi çoğu zaman olsa olsa tiksindirir.Hayat ne kadar hoş, sevimli, iyi, büyüleyici, önemli olduğunu durmadan duymak istemez.Gelgelelim okul, hayata hizmetini böyle sunuyor işte, ona neredeyse her bakımdan dehşetli bir yakınlık gösteriyor, ki muhtemelen bu da hayatın sadece hırçınlaşmasına gösterilen lütufkarlıkla onursuzlaştırıldığını hissederek bu hizmetleri geri çevirmesine neden oluyor.Hayat diyor ki: "Sizin işgüzarca yardımlarınıza ihtiyacım yok, siz kendi işinize bakın."Ve bu konuda haklı olduğunu sanıyorum: Okul kendi işine bakmalı, her bakımdan -yani sadece- okul olmaya çalışmalı.Sonuçta hayatın son derecede kendine has bir tabiatı, ebediyen özel kalacak, asla kolayca açıklanamayacak bir kaderi var.Okulun görevi, hayatı anlamak ve onu tedrisatın içine sokmak görevi değildir.Sonuçta hayat dersini hayat veriyor zaten, hem de yeterince erken bir dönemde.Eğer okul kendi amaçlarına hizmet eder, çocukları yalnızca eğitsel bir ruhla yetiştirirse, hayat da bu çocukları çok daha ilginç bulacak ve belki onları kollarına alacak, hayatın zenginlikleriyle daha çok tanıştıracaktır.Zira hayat, okullarını bitirmiş öğrencileri bir de kendi ruhuyla eğitmek için yanıp tutuşuyor.Bu çocuklar daha okuldayken hayatın ruhuyla yetiştirilirse, daha sonra hayat onları çok can sıkıcı bulur.Şöyle der esneyerek: "Bırakın da uyuyayım.Siz benim işimi elimden aldınız.Bu çocuklar her şeyi biliyorlar zaten.Onlara ne öğreteceğim.Bunlar hayatı benden daha iyi biliyorlar." Sonra her şey yoluna girer ancak tıpkı bir rüyadaki gibi, her şey yerinde saymaktadır.Hayat yalnızca ona güvenenlere açar kendini.Okul çocuklarını hayata dair bilgilerle donatmak bir tür ödlekliktir ve bunca ihtiyati tedbirlerle fazla uzun yol alınmaz.
---
Hepsi de yaşama sanatından dem vuruyorlar karşımda; ama sahip oldukları tek şey sanat, ben değilim.
Haydut
Robert Walser
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder