4 Ocak 2015 Pazar

charlie chaplin & ingmar bergman, büyülü fener

1960'larda Charlie Chaplin yeni çıkan özyaşam kitabını tanıtmak üzere Stockholm'e geldi.Yayıncısı Lasse Bergström bana bu büyük adamla Grand Hotel'de karşılaşmayı isteyip istemediğimi sordu.İstiyordum.Bir sabah saat onda kapısını vurduk.Kapıyı Chaplin kendisi açtı.Üzerinde çok iyi dikilmiş koyu renk bir takım giysi ve yakasında Legion d'Honneur rozeti vardı.Zengin tonaliteleri olan o boğuk ses bizi nezaketle karşıladı.Karısı Oona ve cayylanlar kadar sevimli genç iki kızı içerdeki odadan çıkıp yanımıza geldiler.

Anında kitabından söz etmeye başladık.Chaplin'e ilk kez ne zaman insanları güldürebildiğini, insanların ilk kez özellikle ona güldüğünü fark ettiğini sordum.İlgiyle başını salladı, konuşmaya istekliydi, hemen anlattı.

Keystone tarafından işe alınmış ve Keystone Kops adı altında çalışan sanatçı topluluğuna katılmış.Topluluk, hareketsiz kamera karşısında sahne üzerinde varyete yaparmışçasına tehlikeli numaralar sunuyormuş.Bir gün kocaman sakallı ve beyaz makyajlı bir kötü adamı kovalamaları istenmiş.Günlük çalışmalarından birini yapacaklarmış yani.Epeyce koşuşup düşüp kalktıktan sonra kötü adamı yakalamayı başarmışlar.Adam yere oturmuş, çevresini coplarıyla kafasına vuran polisler sarmış.Chaplin, kendisine söylendiği gibi sürekli olarak adamın kafasına vurmak istememiş.Çevreyi saranların arasında kendisinin görünebileceğinden emin olduğu bir yerde durup copuyla dikkatle ve uzun uzun nişan almış, birkaç kez copunu kaldırmış ama hep son dakikada drumuş, vurmamış.Yavaş yavaş ve özenli bir ön hazırlıktan sonra copunu kaldırmış ama bu kez de isabet ettiremeyip yere yuvarlanmış.Film, Nickelodeon'da gösterildiğinde o da sonucu görmeye gitmiş.

Sinema seyircisi hedefini kaçıran bu hamleyi gördüğünde ilk kez Charlie Chaplin'e gülmüş.

Büyülü Fener
İngmar Bergman

sufiler, cilaü'l-hatır, abdülkadir geylani


...Onların kalpleri ile ailelerinin arası ayrılmıştır.Onların başına deli-divane eden iş gelmiştir.Dükkanlarını kapatmışlardır.Çölleri ve sahraları mesken tutmuşlardır.Sükunları yoktur.Onların geceleri gece değildir, gündüzleri gündüz değildir.Yanları yataktan nefret eder.Kalpleri kızgın tavadaki tane gibidir.Kalpleri ondan nefret eder ve kaçar.Tefekkür tavasındaki tane...Muhasebede, münakaşada, münazaada olan tane...İşte akıllı, zeki ve uyanık olanlar bunlardır.Onlar dünyayı da, içindekileri de tanımış olan kimselerdir.Onun hilelerini, büyülerini, sıkıntılarını ve onun kendi çocuğunu bile boğazladığını bilmişlerdir...

Sufiler
Cilaü'l-Hatır
Abdülkadir Geylani

kar altında, iranlı çocuk & keman



"Ehl-i derd olana çok selâm eyle, Muhabbet deminde dârelenmişiz" Sümmani


düşüş, albert camus

Eğer pezevenkler ve hırsızlar her zaman ve her yerde mahkum olsalardı, masum insanlar tümüyle ve hep masum sanacakları kendilerini, aziz bayım.
---
Yaşam benim için gittikçe daha zorlaşıyordu; beden keyifsiz oldu mu, yürek de ölgünleşit.Bana öyle geliyordu ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyordum.Evet, sanıyorum ki, her şey o zaman başladı.
---
Ah! Sevgili dünya! Şimdi her şey çok açık.
---
Demek ki, ben-ben-ben'in günü gününe sürekliliği dışında başka bir süreklilik olmadan yaşıyordum.Günü gününe kadınlar, günü gününe erdem ya da erdemsizlik, günü gününe, köpekler gibi, ama sağlamca yerinde duran kendim.Böylece yaşamın yüzeyinde ilerliyordum, sözcükler içinde hiçbir zaman gerçek içinde değil.Tam okunmamış o kitaplar, tam sarılmamış o kadınlar!
---
Onların suçluluğu benim güzel konuşmama neden oluyordu, çünkü onların kurbanı ben değildim.
---
Öfkelendiğim zamanlar en iyi çözümün ilgilendiğim kişi için ölüm olacağını düşünüyordum.
---
Tuhaf bir yorgunluğum var, ama konuştuğum için değil, salt daha neler söylemem gerektiğini düşündüğümden.
---
Bir kız, iki dirhem bir çekirdek giyinmiş bir oğlanla evlenmesine engel olan babasına, "Bunu ödeyeceksin" diyordu.Kız kendini öldürdü.Ama babası hiç de bir şey ödemedi.Herif balık avlamayı çok seviyordu.Üç pazar sonra yeniden ırmağa dönüyordu, "Unutmak için" diyordu buna.Hesap doğruydu, unuttu.
---
İnsanda en doğal olarak bulunan fikir, ona doğasının derininden kaynar gibi safça gelen fikir, masumluğun fikridir.Bu açıdan hepimiz, Buchenwald Toplama Kampı'nda, kendisi de esir olan başvuru kayıt görevlisine gelip bir şikayette bulunmakta inat eden şu küçük Fransız'a benzeriz.Bir şikayet mi?Görevli ve arkadaşları gülüşüyorlarmış: "Olmaz, oğlum burada şikayet yapılmaz" Çocuk, "Bakın bayım, benim durumum ayrı, masumum ben!" diyormuş.
---
Sigaradan vazgeçmeyi kafasına koyup irade gücüyle bunu başaran o dostu daha iyi anlıyordum.Bir sabah bu adam gazeteyi açar, ilk hidrojen bombasının patladığı haberini okur, bunun harika etkilerini öğrenir ve hemen bir tütüncü dükkanına girer.
---
İlerliyoruz, hiçbir şey de değişmiyor.Bir gemi seferi değil bu, bir düş.
---
Sahi, ortaçağda boğuntu hücresi adı verilen o zindan hücresini bilmezsinizGenellikle insan ömür boyu unutuluyordu orada.Bu hücre şaşılacak boyutlarıyla ayrılıyordu ötekilerinden.Bir insanın ayakta duramayacağı kadar alçak, yatamayacağı kadar da dardı.Engelli bir durum almak, köşegen biçiminde yaşamak gerekiyordu orada; uyku bir düşüş, uyanıklık bir çömelmeydi.
---
Tutuklunun içinde ayakta durduğu, ama hiç kımıldayamadığı daracık bir dört duvar.Onu çimentodan kozasına sımsıkı kapatan sağlam kapı çenesinin hizasında durmaktadır.Bu durumda adamın ancak yüzü görülür ve gelip geçen her gardiyan bu yüze ağız dolusu tükürük atar.Hücrede sıkışıp kalan tutuklu, gözlerini kapamasına izin varsa da, yüzünü silemez.Alın size azizim, bir insan icadı.Bu küçük şaheser için Tanrı'ya ihtiyaçları olmadı insanların.
---
Onlar için hafifletici nedenler yoktur, iyi niyet bile suç olarak düşünülür.
---
Bir sürü insan, hayırseverliği uygulama alanına koymak için cömertlikten vazgeçmeye karar vermiştir.
---
Bizler, yarı yüzyılın çocukları, bu tür yerleri tasarlamak için tasvire muhtaç değiliz.Bundan yüz elli yıl önce göller ve ormanlar için gözümüz yaşarıyordu.Bugünse hücre lirizmimiz var.Bu bakımdan, size güveniyorum.Yalnızca birkaç ayrıntı ekleyeceksiniz manzaraya: sıcak, dimdik bir güneş, sinekler, kum, su yokluğu.
---
Eskiden özgürlüğü dilimden düşürmezdim.Onu kahvaltıda ekmeklerime sürer, bütün gün ağzımda çiğner, dünyay özgürlükle tatlı tatlı serinlemiş bir nefes salıverirdim.Bu heybetli sözcüğü bana karşı çıkan herkesin kafasına vururdum, arzularımın ve gücümün hizmetine koymuştum onu.
---
Ölüm yalnız başına olur, kölelik ise ortaklaşadır.
---
Bunaltmayın beni.Ben, bir gün bir kahvenin terasında elimi bırakmak isteyen o ihtiyar dilenci gibiyim."Ah, bayım" diyordu adam, "mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan" Evet ışığı, sabahları, kendini bağışlayan kişinin o kutsal masumluğunu yitirdik biz.
---
Öyleyse, bir akşam Paris rıhtımları üzerinde başınıza geleni ve nasıl yaşamınızı hiç tehlikeye atmamayı başardığınızı lütfen anlatın bana.Yıllardır gecelerimde hep çınlayıp duran ve sonunda sizin ağzınızdan söyleyeceğim şu sözcükleri kendiniz tekrarlayın: "Ey genç kız, kendini yine suya at da her ikimizi kurtarma şansına bir kez daha ereyim" Bir kez daha , ha, amma ihtiyatsızlık!Ya söylediklerimizi hemen kabul ediverirlerse, üstat?O zaman dediğimizi yerine getirmek gerekir.Brr!..Su ne kadar da soğuk!Ama yüreğimizi ferah tutalım!Artık çok geç, her zaman hep geç olacak.Çok şükür ki öyle!

Düşüş
Alber Camus

dünya tarihinin ilk radyo oyunları, "tehlike" nasıl doğdu, richard hughes

 ...1929 yılında yayın hayatına başlayan ve 1991 yılına kadar BBC tarafından haftalık olarak çıkarılan "The Listener" adlı dergide 1956 yılında yayınlanan röportajda Richar Hughes dünyanın ilk radyo oyunu "Tehlike"nin nasıl yazıldığını ve nasıl yayınlandığını şöyle anlatıyor:

"O günler sessiz film günleriydi ve bizim "dinlenilen oyunlarımız" konuşmayla ve yalnızca sesle bir hikayenin tamamını anlatarak sessiz filmlerin kayıp yarısı olmalıydılar.Sessiz filmler kesinlikle konuşmasızdı, yalnızca görüntüye dayanıyordu.Altyazı kullanılıyordu.

Genellikle bir adam piyanoyla belirli tema müzikleri çalıyordu.Daha büyük sinema evlerinde rüzgar makinesi kullanan, fırtına sahnelerinin davulla tıpatıp sesini çıkaran, Hindistan cevizi kabuklarıyla dörtnala giden kovboylara eşlik eden "efektör"ler çalışırdı.Biz oyunumuzda önce anlatıcı kullanmayı düşündük ama bunun bir becerisizlik itirafı olacağına karar verdik.Hayır, biz tamamen dramatik diyaloga ve sese dayanmalıydık ve bu daha önce hiç yapılmamıştı.

Dinleyicilerimiz gözlerini kullanmaya alışmışlardı.Bizim onlara sunduğumuz kör bir adamın dünyasıydı.Zamanla şartları kabullenebilirlerdi ama bu ilk oyun karşısındaki tepkileri ne olacaktı?Bu ilk seferinde işi onlar için kolaylaştırmak daha iyi olurdu.Karanlıkta olup biten bir şeyler örneğin, böylece karakterler kendileri hiçbir şey göremediklerinden yakınacaklardı.

Belki de dinleyicilerin evlerinde ışıkları kapatmasını ve oyunu karanlıkta dinlemesini sağlayabilirdik.

İşte sana ilk replik, dedi Playfair, "Işıklar kesildi" New Oxford caddesindeki dairemde olası oyun mekanlarını ve durumları düşündüm."Işıklar kesildi" Bu bir yatak odası sahnesi değildi.Dürüst olmak gerekirse ben de yatak odası sahneleriyle pek ilgilenmiyordum.

Kömür madeninde bir kaza, olabilir miydi?Gerçeği söylemek gerekirse kömür madenleriyle ilgili de hiçbir şey bilmiyordum ama bu düşünce teknik olarak istediğimi bana sunuyordu.

Bütünsel bir karanlık; patlama ve su baskını; kurtarma takımının kazma sesleri ve çıplak insan ruhu...Ancak dinleyiciler için birbirne çok benzeyecek maden işçilerinin seslerini birbirinden ayırt etmek çok zor olacaktı.Oyunda bir ziyaretçi grubunu kullanmak daha iyi olurdu.Yaşlı bir adam, genç bir adam ve bir genç kız...Böylece bütün gece yazdım ve Playfair sabah kahvesini içerken oyun elimdeydi: "Tehlike"

Ancak provalarda ve prodüksiyonda karşılaştıklarımız üzerimde soğuk duş etkisi yaptı.

Oyunu yazarken ayrıntılı bir biçimde ses efektleri üzerine yoğunlaşmıştım ama onların nasıl gerçekleştirileceğini düşünmemiştim.Ekipten biri hemen sahildeki sinemaya gidip oradaki efektörle rüzgar makinesi ve diğer efekt aletlerinden gereken sesleri kaydetti.Ama hala stüdyoda bile hiçbir sesi olması gerektiği gibi kaydedemiyorduk.O günün ilkel aletleriyle sinek vızıltısı kılıç şakırtısına; Niagara Şelalesi'nin uğultusu kapı kapanmasına benziyor; bütün sesler birbirinden ayırt edilemez birer gürültüye indirgeniyordu.Üstelik kayıt yaptığımız stüdyo, sesleri sanki alandaymışız gibi duyuran geniş, yalıtılmış bir hücre biçimindeydi. 

Seslerimizi yer altında bir tüneldeymiş gibi nasıl duyuracaktık?Playfair bu sorunu şık giyimli oyuncularının yakışıklı başlarını birer kovanın içine sokarak çözdü.Ve topladığımız Galli koromuz...(o günlerde Galli madenciler Londra caddelerinde şarkı söyleyip bahşiş alırlardı) Metnin bir yerine uzaktan ilahi sesi gelir diye yazmıştım.Ama bu adamlar şarkı söylemeey bir kere başladılar mı hiçbir şey onları kesinlikle durduramıyordu.Ama elimizde sadece bir tek stüdyo ve bir tek mikrofon vardı.Prodüktör Playfair, Galli koromuzu dışarıya koridora çıkarttı, onlar da ilahilerini söylemeye başladılar.Gerektiğinde ses geçirmez kapıyı kapatıyordu playfair.Ancak bir patlama sesi istediğimizde bütün sorunların zirvesine ulaşmıştık.Teknisyenler ellerinden geleniy aptılar.Mikrofon önünde bir kesekağıdı patltılsa bile çıkan ses, BBC'nin o günlerde yayın yapyığı Savoy Bill'deki bütün sigortaları attırırdı.Ama Playfair bir dahiydi ve vicdansızdı.Gazete muhabirleri ve eleştirmenler oyunu kendileri için hazırlanmış ayrı bir hoparlörü olan özel bir odada dinleyeceklerdi.Oyunda yeri geldiğinde duyulan küçük bir "pat" sesinden başka bir şey değildi ve aslında tüm radyo dinleyicilerinin duyduğu da bundan ibaretti.Fakat Playfair basın odasının bitişiğindeki odada muhteşem bir "patlama" sahneledi.Patlamamız basından tam not aldı.Hiçbiri sesin yan odadan geldiğini fark etmediler.
...

1924
Dünya Tarihinin İlk Radyo Oyunları
Kıvanç Nalça
"Tehlike" Nasıl Doğdu?

vargtimmen, büyülü fener, ingmar bergman

Vargtimmen, Hour of the Wolf, İngmar Bergman

Dayak faslı bittikten sonra babamın elini öpmek gerekirdi ve böylece bağışlanma ilan edilir, suç yükü hafifler, bunu ferahlama ve dua izlerdi.Elbette yemek yemeden ve gece okumalarını yapmadan yatmak zorundaydık, gene de önemli ölçüde rahat bir soluk alınırdı.

Karanlık korkusuyla kıvranan bir çocuk için çok tatsız olabilen ve kendiliğinden oluşuveren bir ceza türü daha vardı: özel bir dolabın içine kapatılmak.Alma, mutfakta bize o özel dolabın içinde yaramaz çocukların ayak parmaklarını yiyen bir yaratığın yaşadığını söylemişti.Ben karanlıkta bir şeyin yürüdüğünü çok açık seçik işitmiş v büyük bir dehşete kapılmışım.Ne yaptığımı anımsamıyorum.Ayak parmaklarımı yenilip yutulmaktan kurtarmak için belki raflara tırmanmış, belki de çengellere asılmıştım.

Bulduğum bir çözümle bu ceza türü korkunçluğunu yitirdi.Dolabın köşesine yeşil ve kırmızı ışıklı bir el feneri sakladım.Dolaba kapatıldığım zaman, feneri köşesinden çıkarıp yakıyor, ışığı duvara yönelterek kendimi sinemada varsayıyordum.Bir kezinde kapı açıldığında gözlerim kapalı, yere yattım ve kendimde değilmiş gibi yaptım.Herkes çok korktu.Yalnızca annem rol yapıyor olabileceğimden kuşkulandı, ama hiçbir kanıt bulunamadı ve bir ek cezaay çarptırılmadım.

Büyülü Fener
İngmar Bergman


kadere rıza belaya sabır, cilaü'l-hatır, abdülkadir geylani

Ey Allah'ın kulları!Zulümden kaçının.
Çümkü o kıyamet günü karanlık getirir.
Zulüm yüzü ve kalbi siyahlaştırır.
Mazlumun bedduasından, ağıtından sakının.
Mazlumun kalbinin yanmasından sakının.

Cilaü'l-Hatır
Abdülkadir Geylani

bir düş olarak film, büyülü fener, ingmar bergman


Film belge olduğu zamanın dışında bir düştür.Bundan dolayı Tarkovski sinema yönetmenlerinin en büyüğüdür.Düşsel mekanlarda bir uyurgezerin güveniyle hareket eder, hiç açıklama yapmaz.Zaten ne açıklayacaktır ki!Düşlerini bütün iletişim araçlarının en zoru, ama bir anlamda en isteklisi aracılığıyla görünür kılabilen bir gözlemcidir o.Ben, bütün hayatım boyunca bir doğallıkla dolaştığı kapıları yumrukladım durdum.Ama bu kapılardan içeri ancak birkaç kez süzülmeyi başarabildim.Bilinçli çabalarımın çoğu acınası bir başarısızlıkla sonuçlandı: Yılan Yumurtası, Temas, Yüz Yüze, vs.


Fellini, Kurosawa, Bunuel; Tarkovski'yle aynı alanlarda dolaşırlar.Antonioni de aynı yoldaydı, ama soluğu tıkandı ve kendi sıkıcılığında boğuldu gitti.Melies ise düşünmesine hiç gerek kalmadan hep oradaydı.Mesleği sihirbazlıktı onun.

Düş olarak film, müzik olarak film.Hiçbir sanat dalı sıradan bilinçliliğin ötesine filmin geçtiği ölçüde geçemez.Doğrudan duygulara ulaşır.Ruhun derinliklerindeki küçük bir hata, şok etkisi: Bir saniyede yirmi dört kare, arada karanlık.Optik sinit karanlığı algılamaz.Montaj masasında film şeridini kare kare oynattığımda hala çocukluğumun baş döndürücü sihirli duyumlarını yaşarım.Dolabın karanlığında, kareleri yavaş yavaş birbiri ardına sararım, hiç algılanmayan değişiklikleri görürümç, hızlı sararım-devinim.

Dilsiz ya da konuşan gölgeler hiç çekinmeksizin içimdeki en gizli yerlere yönelirler.Kızgın maden kokusu, dalgalanan ve titreşen resim ve avcumun içindeki çevirme kolu, Malta sürgüsünün tıkırtısı.

Büyülü Fener
İngmar Bergman

kova kova indirdiler yazıya, şükriye tutkun


Kova Kova Endirdiler Yazıya
Tut Ettiler Al Kınalı Tazıya
İş Başa Düşünce Bakma Kuzuya
Kaç Kuzulu Ceylan Yad Avcı Geldi

Avcı Düşmüş Şu Ceylanın İzine
Al Kanları Akmış İki Dizine
Mor Sinekler Konmuş Ala Gözüne
Kaç Kuzulu Ceylan Yad Avcı Geldi

Süre Süre Endirdiler Dağlardan
Mor Sümbüllü Bahçelerden Bağlardan
Kerem Der Ki Şu Geçtiğim Yollardan
Kaç Kuzulu Ceylan Yad Avcı Geldi 


3 Ocak 2015 Cumartesi

el-fethu'r-rabbani, altmışıncı sohbet, abdülkadir geylani

Öyle helaller vardır ki uzaklardan saklanır, yakınlara verilir, kin besleyenlerden saklanır, sevenlere verilir, insanların çoğundan saklanır da bir iki kişiye verilir.Bu kalp sağlam olup bulanıklığı gidince Allah'ın çağrısı altı yönden gelir.Bütün peygamberlerin, sıddîklerin ve velilerin çağrısını işitir.İşte o zaman Allah'a yaklaşır ve hayatı Allah'a yakınlık , ölümü de uzaklık olur.Allh'ın kendine fısıldamasına razı olur ve bu onun için her şeye değer.Dünyanın kendinden uzaklaşmasına hiç aldırış etmez.Açlığa, susuzluğa, çıplaklığa ve onurunun kırılmasına hiç aldırmaz.

Altmışıncı Sohbet
El-Fethu'r-Rabbani
Abdülkadir Geylani