15 Aralık 2020 Salı

Rabelais ve Dünyası, Mihail Bahtin


...

Denebilir ki karnaval, resmi bayramın aksine, egemen hakikatten ve kurulu düzenden geçici bir özgürleşmeyi kutlardı; tüm hiyerarşik rütbelerin, ayrıcalıkların, normların ve yasakların askıya alınışının altını çizerdi.Karnaval, zamanın hakiki bayramıyd; oluşumun, değişimin ve yenileşmenin bayramı.Ölümsüzleştirilmiş ve tamamlanmış olan her şeye düşmandı.

...

Leonardo da Vinci şöyle demiş: "İnsan gelecek baharı, gelecek yılı, neşeli bir sabırsızlıkla beklerken, dört gözle kendi ölümünü beklediğini fark etmez bile." Da Vinci'nin vecizesi her ne kadar grotesk biçimde söylenmişse de, karnaval ruhuna dayanır.

...

Ortaçağ gülmesi, dünyanın gizeminden ve iktidardan kaynaklanan korkuyu mağlup ettiğinde, hem dünyanın gizemini hem de iktidara ilişkin hakikatin peçesini düşürdü.Övgüye, dalkavukluğa, riyakarlığa karşı çıktı.Sövgülerde ve kaba sözcüklerde ifade edilen bir gülen hakikat, iktidarı itibarsızlaştırdı.Ortaçağ soytarısı işte bu hakikatin temsilcisiydi.

Kültür tarihinde gülmenin işlevleriyle ilgili engin düşünceler (gülen ortaçağı bizzat tanımasa bile) Herzen tarafından ifade edilmiştir: "Gülme devrimci bir şey içerir....Voltaire'in gülmesi, Rousseau'nun ağlamasından daha yıkıcıydı."

...

İsteksiz dinleyicilere yağdırılan yedi küfürden beşi hastalık niyaz eder: 1.Aziz Antonius hastalığı (yılancık); 2. Epilepsi; 3. Ayakta pamukçuk; 4. Topallık; 5.Kanlı ishal ve rektum iltihabı.

Bu beddualar, bedene dair grotesk bir görüş sunar; bedeni yakar, yerle bir eder, bacakları sakatlar, ishale ve havaleye yol açar.Başka bir deyişle bedenin içini dışına çıkarır; anüsü dışarı pörtletir.Beddualar her zaman aşağı doğru hareket eder, yere, baldırlara, bacaklara doğru yönelirler.

...

Rabelais ve çağdaşları tarihi yorumlarken mizahtan korkmazlardı; onlar sadece, taş kesilmiş dar kafalı ciddiyetten korkarlardı.

...

"Doktor, kalıcı mıyım, gidici miyim,
Söylemiyor mu sana çişim?

(IV. Kitap, Kardinal Odet'ye Mektup)

...

Hekim ile hayat ve ölümün fars bağlamında algılanışı (skatolojik aksesuarlar ve evrensel bir anlamla beraber) Rabelais'nin zamanının tipik bir özelliğidir.Bunu, belli XVI. yüzyıl yazarlarının eserlerinde ve anonim facetie, sotie ve farslarda da görüyoruz.Örneğin bir farsta, neşeli ve tasasız "deli divane çocuklar", "Dünya'nın hizmetine girerler.Ancak "Dünya" hoşlanılabilecek bir şey değildir, rahatsız edicidir, hastadır.Bir hekim çağrılır.Hekim, "Dünya"nın çişini tetkik ettikten sonra, beyinde bir hastalık tespit eder.Hasta, evrensel bir faciadan, seller ve yangınlarla gelecek büyük bir yıkımdan endişe eder.Oyunun sonunda "deli divane çocuklar" hastalarını, tasalarını kovar, yeniden şenlendirirler.

...

Kronos, zamanı, zamanın akışını sigeler.Uranos ile Gaia'nın son oğlu olan Kronos, babasının hayalarını keserek erkekliğine son verir, böylece birinci kuşak tanrıların egemenliğine de son vermiş olur.Ancak Uranos ile Gaia ona, kendini de benzer bir kaderin beklediğini söylediği için doğan tüm oğullarını yer.Karısı Rheia, oğlu Zeus'u dünyaya getirmeden önce bir mağaraya saklanır ve onu orada doğurur.Koca bir taşı bezlere sararak Kronos'a verir; tanrı bunu midesine indirir.

...

Kimseye değil, sadece bilgeye söyle
Zira kitleler hemen küçümseyecektir!

...

"Sokakları süpüren çalı süpürgelerinde, sokaklarda koşuşturan çocuklarda, her daim tükenecek ve yenilenecek hayatın simgelerini görmek için pencereden dışarı bakmam yeterli." (Goethe ile Konuşmalar)

...

Popüler şenlikli biçimlerin yüzü geleceğe dönüktür.Bu biçimler, bu geleceğin, altın çağın, geçmiş karşısındaki zaferini temsil eder.Bu, tüm halkın maddi bolluğunun, özgürlüğünün, eşitliğinin, kardeşliğinin zaferidir.Geleceğin zaferi, halkın ölümsüzlüğü tarafından garantiye alınır.Yeninin, daha büyüğün, daha iyinin doğumu, ez az eskinin ölümü kadar zaruri ve kaçınılmazdır.Biri ötekine aktarılır; daha iyi olan, en kötüyü gülünç duruma düşürür, onu öldürür.Dünyanın bütününde ve halk arasında korkuya yer yoktur.Zira korku ancak bütünden ayrılmış bir parçanın içine girebilir; bu, yeni doğmuş bir bağlantıdan kopan ve ölmekte olan bağlantıdır.Halkın ve dünyanın bütünü bir zafer anının neşesini taşır, korkusuzdur.Bu bütün, karnaval imgeleriyle konuşur; tam da bu şenliğin atmosferinde hüküm sürer, herkesi bu farkındalığa katar.

...

Önceden de söylediğimiz gibi yeme ediminde, beden ile dünya arasındaki kısıtlamalar, beden tarafından aşılır; beden, dünya karşısında zafer kazanır, düşmanını alt eder, zaferini kutlar, dünyayı feda ederek büyür.Bu başarı ve zafer öğesi, şölen imgelerinin hepsinde içseldir.Hiçbir yemek üzgün olamaz.Üzüntü ile yemek bir arada bulunamaz (öte yandan ölüm ile yemek mükemmel şekilde bir arada bulunur.)Şölen her zaman bir zaferi kutlar, bu onun tam da doğasının ayrılmaz bir parçasıdır.Dahası zafer şöleni hep evrenseldir.O, hayatın ölüm karşısındaki zaferidir.Bu anlamda, hamile kalma ve doğurma denktir.Muzaffer beden yenilgiye uğrayan dünyayı alır ve yenilenir.

...

Ortaçağ sempozyum geleneğinin dikkatimizi çeken bir sonraki eseri, XV. yüzyılda yazılmıştır."Cambridge Şarkısı El Yazması" adlı eserde, Mainz Başpiskoposu Göeringer'in sarayına gelen ve cennet ile cehennemi ziyaret ettiğine yemin eden bir hırsızın hikayesini anlatan bir şiiri vardır.Adam, İsa'nın cennette cümbüş yaptığını, aşçısının havari Petrus, kilercisinin Vaftizci Yahya olduğunu söyler.Hırsız, o göksel sofradan ciğer almış, yemiştir.Bu kötü davranışından dolayı Başpiskopos misafirine ceza verir.Bu kısa hikaye, ortaçağ şölen geleneğinden gelir: Burada, Son Yemeğin gülünçleştiren bir taklidini görürüz.Şölen imgesi, yemeğe dair gerçek ayrıntılar ekleyerek ve havariyi bir aşçıya çevirerek bu olayın, maddi bedensel düzeye aktarılmasını sağlar.

...

Mihail Bahtin
Rabelais ve Dünyası
Sanat ve Kuram Ayrıntı Yayınları
Çeviren: Çiçek Öztek

14 Aralık 2020 Pazartesi

Bir Mayıs Ölçeği, William Stanley Merwin


Soğuk yamaç karanlıkta dikiliyor

Oysa ağaçların güney yüzü dokununca kuru
Ağır dallar uzanıyor ay ışığını taşıyan teleklere

Seyretmeye geldim bu
Beyaz bitkileri geceleyin
En yaşlısı
İlk gelendir kalıntılara

Ve ay ışığında uykusu kaçmış saksağanları duyuyorum
Su akıyor kendi
Bitimsiz parmakları boyunca

Bu gece bir kez daha
Tek bir yakarı buluyorum ve bana sunulmamış o da

Sessizlik dışında tüm öğretmenlerim ölü şimdi
Beş kavağın yazdıklarını okumaya çalışıyorum
boşlukta

Tüm yaratıklar arasında sırf insana adalet getirir ölüm
Oysa ben arzuluyorum
Şarkı hariç bomboş bir eşikte diz çökmeyi

Zamanı yaratan eksik bırakmadı ahmaklarını da
Kollarında saatleri ve oy pusulalarıyla
Görünmez krallıkların sınırlarından geçen

Olanı mazi say başarmak için
Kendini kaçınılmaz addet ve takdir topla bununla
Artık inanmadığını fark ettiysen büyüt tapınağı

Gün boyu adsız yıldızlar geçip durur kapıdan
Ta ölümden gelmişler buralara
Sorgusuz sualsiz

Işıktan duvarlar sarsılır ve bir baykuş uyanır yürekte
Kelimeler kifayetsiz
Gün başka yerde batmaya gider

Gece çökmeden kapının altında taçyapraklar eser
Ve gölgeler
Ölümün ötesindeki atalarını anımsar

Karlar boyu geçit töreninin sonunda
yağan
su hatırlar gülmeyi.

William Stanley Merwin

Çeviren: İnan Mayıs Aru

Sami Baydar İçin Dünyadan 7 Cümle, Haydar Ergülen


Sami Baydar İçin Dünyadan 7 Cümle

1. Dünyada Anılara Bakıyorum (Yayınevi Yayıncılık, Ekim 1991), Sami Baydar’ın öykü kitabı, başka öykü kitapları da var. Sami dünyada baktığı anıları, evlerimize, hepimize anı olarak bıraktı. Sami’nin her evde, hepimizde bir anısı var. Dünyadan hafif, uçucu, bugün var yarın daha çok var bir anı olarak geldi ve geçti. Anılı çocuk. Anısı çok bi çocuk.

2. Dünya onun için… Çok geçti, çok gençti, çok sertti, çok tersti, çok acıydı, çok karanlıktı, çok uzaktı, çok yakıcıydı, çok büyüktü, çok dardı, çok acımasızdı, çok tekinsizdi, çok sivriydi, çok batıcıydı, çok tuhaftı, çok kesikti, çok dikenliydi, çok yokuştu, çok çıkıştı, çok inişti, çok süslüydü, çok plastikti, çok kırıktı, çok tuzaktı, çok dehşetti, çok beyazdı, çok gizliydi, çok yalancıydı, çok vardı, çok yoktu, çok şakaydı, çok çöldü, çok kıştı, çok kalabalıktı, çok kabaydı, çok düzdü, çok fazlaydı… Dünya onun için…diye okuyun, yazın, sürdürün! Sami’nin aşkına.

3. Bu dünyadan değildi! Belki de böyle demek gerekiyor Sami için. Dünyayı çok, Sami’yi az yaşadık ama, onun şiirden öyküye, resme yazdığı çizdiği, dünyaya bırakıp gittiği, meraklısına armağan ettiği her şey, uzun Sami’yi upuzuuuuuun kılacak güzellikte, anlamda, kıymette ve bunun gibi… Varlığı armağandı Sami’nin, şimdi daha da…

4. Dünyadan Çıkış Yolları’na hiç gidiş, kaçış, terkediş, bırakış olarak bakmadım. Cümleye yorulan anlamın tersine, hep bir ışık gördüm onda. Sızan bir ışık, inceden, gün ışığı gibi, dünyanın ağır kapısının açılacağı ve ışığın rüzgâr gibi çıkacağını, yağmur gibi yağacağını ve Sami’nin desenleri gibi, şiirleri gibi bir “yeşil alev” saçacağını. Sami, o ağır kapıyı aralamaya çalışan bir rüzgâr ışığıydı.

5. Dünyaya inanmak istedi. “Sevgili Yürek” şiirine “Benim için fosforlu bir dizedir içim” dizesiyle başlar. Dünya, rüyasıydı. Rüyasında gördüğü şeydi dünya. Ve gerçekti: “uzak bitkisel alemlerde/dolaşan insanlar/tuhaf kokular, arzular” kadar gerçek. Dünyanın ve rüyanın buluştuğu gerçekti Sami’nin şiiri: “Hayatı rüya içinde gördüm Nerval”. Rüyasına inanıyordu, dünyaya da rüyasıyla inanmak istedi.

6.“Suçsuzduk/sonunda/dünya gibi.” Varla Yok Arasında(2003) böyle diyor. Dünyayı bile temize çıkaracak, temize çekecek kadar saf bir şiir. Sami’de şiir de, öykü de, resim de bir düşünce. Konuşma. Diyalog. Gereksinim: “Sevindik dünyaya güzeldir.” Dünya, rüyadan hemen sonra. Rüyadan, güzel bir yer olması arzusuyla gözünü açtığı yer, dünya: “Dünyadaki günlerin hepsiydim.”

7. “Sami, güzel melek.” Ahmet Güntan, Sami için en hakikatli sıfatı söyledi. Bir tablosu vardı, “Yeşil Melek”, şimdi ona bakıyoruz evde, o bize bakıyor belki de, su getirecek.


Haydar Ergülen


Pelerin Fanzin, Sayı:1

pencere

13 Aralık 2020 Pazar

Rosebud - Seyhan Erözçelik, Gül ve Telve

ROSEBUD (*)

Çiyler donmuş.Dolayısıyla kırağı yağmış.

Topuğuma kırağı battı.
Ve ben neden ölmedim? 
Çünkü kırağı kalbimde.
Ruhum kırağı. 

Çocukken topuğuma
kırağı battı benim. 
Annem söyledi, 
topuğuma kırağı batmış benim. 
Ve ben o zaman ölmüşüm.
Yani ben bir kez öldüm. 

Ben çocukken ölmüşüm. 

Annem söyledi.
Bir daha ölmem.
Annem söyledi,
ben çocukken ölmüşüm.
Bir daha ölmem ben. 

(Ölüm,
çocukluk hastalığıysa eğer!) 

Topuğuma kırağı batınca,
ben ölmüşüm. 
Topuğumdan, 
kırağıyla vurulmuşum.

Canevimden vurulmuşum.

Kırağı, birbirlerini kesen doğrularla, yani birbirini kesen eliflerle örülür.Gökten yağan eliflerle.Toz ve kırağı, birbirine karşıdır.Toz, elif haline varamaz.
Su olmadıkça, yağmadıkça.

Elifler, tozu yok eder.Yeryüzüne, tozun bulunduğu yerlere
yeni bir düzen getirir.

Birbirini kesen eliflerin düzeni.

Kesmek?

Bu en iyi kırağıdan anlaşılır.

Kırağının ömrü, bir çocuğun topuğuna,
yani benim topuğuma raslayınca
ya da güneş çıkıncaya kadardır.

Ay, kırağıyı etkiler.
Biçimlenmesinde payı vardır.

Kır!

Ruhta ağırdır.

Kırda gün ağarır, çocuk topuğuyla vurur.

Gökyüzü kırılır.

Elifler toz olur.

Gözümü kesen elifler toprağa dökülür,
benim peşime düşer.

Kırağı benim.

Ben, yani çocuk.Çocuğun saf yüzü.

(En şeytan yüzü.)
Kırağı çocuğu. Isırgan yaprakları büyüyor kalbimde.
Bir çocuğun topuğu, yani benim topuğum, kırdı kırağıyı.
Kırağı parçaları, kalpteki dokuları parçaladı, kesti. Kırağı eridi,
kesikler kaldı. Kırağı,
çelikten daha soğuk. Topuk, tozu eşeliyor.
Toz içinde bir şeyler bulmaya çalışıyor

Ama her şey donuk!

Sabah feci bir donla karşılaştık. Kırağı ve buz kırarken, baktım,
herkes aynı şeyi yapıyor.

Gökkuşağı insanların nasıl hoşuna gidiyorsa,
demek ki kırağıları topuklamak da hoşuna gidiyor.

Kırağının içi boş olduğu için, kırılırken çıkan ses de
o kadar ilginç.
(Olamaz! Yoksa Ahileas'ın çığlığı mı bu!)

Sanki bir çalgı gibi.
Çok ince cam bardakların kırılması gibi.

Belki de kristal bir kemiğin.

Hala dağılmadıysan,
sen bu şiiri unur,
beni unutma.
Ben,

gençlik ne demek,
biliyorum.

Zaren topuğumdan vurulmuşum-


1993-1996


Seyhan Erözçelik
(1962 - 2011)

(*) Rosebud: goncagül

What Time Is It There (2001), Tsai Ming-liang

 
What Time Is It There (2001) - Tsai Ming-liang
























What Time Is It There (2001)
 Tsai Ming-liang

Tempest (1855), İvan Aivazovsky

 


Tempest (1855)
İvan Aivazovsky

Buda, Gılgamış'a ölüm acısını nasıl alt edebileceğini anlatıyor, Luc Ferry - Çeviri Konuşmalar, İlker Kocael

 
Buda, Gılgamış'a ölüm acısını nasıl alt edebileceğini anlatıyor 
Çeviri Konuşmalar 
Çeviren: İlker Kocael



"Pandora'nın Kutusu" mitinde, ölümlüleri cezalandırmak için 
kutunun dibinde kalan şey umuttur.
Dediğim gibi umut etmek, bir şeyi tadını çıkarmadan,
bilmeden ve yapmadan arzu etmektir.
Bu en büyük cezadır.



Luc Ferry bu konuşmasında Buda'nın Gılgamış'a kendi felsefesini nasıl anlatacağı sorusunu soruyor. Devamında Budist felsefenin; dünyada başımıza gelen felaketler, ölüm, sevgi, bağlanma ve genel olarak hayata dair verdiği dersleri anlatarak bize Budist bilgeliği özetliyor.

Ecinniler, Dostoyevski


Puşkin'i çizmeyle karşılaştırmak, 
19. yüzyılda Rusya'da edebiyat ve entellektüalizm yanlıları arasındaki 
polemiğe bağlı olarak ortaya çıkmış bir söz.
Özellikle de Dostoyevski'nin, V.A. Zaytsev ve D.İ. Pisarev'le 
Puşkin'in önemi konusunda giriştiği sert tartışmalarda konu edilmiştir.
1864'teki bir yazısında şöyle diyordu Dostoyevski: 
"Buradan kendinize bir kural çıkarmalısınız: 
Çizme her durumda Puşkin'den daha iyidir, 
çünkü Puşkin'siz yapabilirsiniz, ama çizmesiz asla, 
öyleyse Puşkin lükstür, saçmalıktır, o kadar"


"Eski bir gecelik takkesi gibi davrandılar bana."

...

Karısı kendisini bıraktığını açıkladığında Virginskiy'in ona şöyle dediği anlatılıyordu: 
"Seni şimdiye dek yalnızca seviyordum, dostum; şimdiyse sana saygı duyuyorum."
Am bu eski Roma deyişinin söylendiği kuşkuludur; hatta tam tersine Virginskiy'in hüngür hüngür ağladığınıs söyleyenler var.

...

Stepan Trofimoviç yavaş onu şiirsiz kadın ya da daha şakacı bir tavırla "şiirsiz dostum benim" diye adlandırmaya başlamıştı.

...

Sözünü dinlet ona, dinletemezsen aptalsın demektir.Sana kendini asacağını söyleyecektir, gözdağı verecektir; inanma sakın, hepsi palavradır.İnanma ama yine de kulağın kirişte olsun, saati saatine uymaz bunların, bakarsın asıverir kendini: Güçlü oldukları için değil, zayıf oldukları için yaparlar bunu.

...

Sosyalizmin gerçekliği değil, duygusal, ülküsel yanı, bir başka deyişle ondaki dinsel hava ve şiir çekici geliyor onlara.Tabii bunun kimin şiiri olduğu, ayrı konu!

...

Ona olan kızgınlığım sığ ve aptalcaydı belki, ancak iki dostun çok uzun süre yalnız kalması bazen gerçek dostluklara zarar verebiliyor.Belli noktalarda, içinde bulunduğu durumun bazı yanlarını çok iyi anlıyor, hatta gizlemeyi gerekli bulmadığı bazı noktalarda bu durumu son derece duyarlı bir şekilde saptıyordu.

...

Bir yıl kadar önce derginin birinde hem müthiş naif bir şiirsellik, hem de psikolojik öğeler taşımak gibi korkunç bir iddiaya sahip bir yazısını okumuştum.Bizzat tanık olduğu, bir geminin İngiltere kıyılarında batışıydı anlattığı: Boğulmak üzereyken kurtarılanları ve ölenlerin cesetlerinin kıyıya taşınmasını görmüş.Bu oldukça uzun metnin tek yazılış amacı kendini öne sürmek, dikkatleri çekmekti.Satır aralarında yazar sanki şöyle fısıldıyordu: "Benimle ilgilensenize!O anda benim nasıl olduğuma bakın yalnız!Ne yapacaksanız siz denizi, fırtınayı, kayalıkları, parçalanan geminin kalıntılarını falan?Size bunnların tümünü güçlü kalemimle yeterince anlattım.Cansız kollarında ölü bebeğini tutan şu boğulmuş kadından size ne?İzlemeye yüreği dayanamayıp da olaya arkasını dönen bana baksanıza siz!İşte yüreğim ağzımda, dönüp arkama bakmaya cesaret edemeden, gözlerim kapalı, dehşet içinde öylece duruyorum...ne kadar ilginç bu duruşum, öyle değil mi?"Karamazinov'un yazısı hakkındaki görüşlerimi kendisine ilettiğimde Stepan Trofimoviç de bana katıldı.

...

Ben...ona...-diye kekeledi,-bi ara...yalnızca küçük bir imada bulunmuştum...Buralı bir hayalperest.Dünyanın en iyi yürekli ve en çabuk kızan adamıdır.

...

Taşın kendisinde acı yoktur, ama taştan duyulan korkuda acı vardır.Tanrı da ölüm korkusuundan duyulan acıdır.Acıyı ve korkuyu alt eden, Tanrı olur.Bu, yepyeni bir hayat, yepyeni bir insan demekir.Tarih de iki döneme ayrılacak o zaman: Gorillerden Tanrı'nın yok olmasına ve Tanrı'nın yok olmasından...

...

Bir gün yolda rastlantıyla karşılaştığımızda Virginskiy tanıştırmıştı bizi.Hayatımda yüzü onunki kadar iç karartıcı, mahun ve tasalı olan birini daha görmedim.Dünyanın sonunun gelmesini bekler gibi bir ifade vardı bakışlarında; ama kehanetlere göre, herhangi bir zaman olması beklenen ve belki de hiç gerçekleşmeyecek olan bir konu değil de, örneğin yarın sabah onu yirmi beş geçe gibi zamanı tam saptanmış bir sonu.

...

Teşekkür ederim Stepan Trofimoviç; Nicolas'a ve onun ruhuyla yazgısının ona yüklediği görevlerin yüceliğine her zaman büyük bir inanç beslediğiniz için size öncelikle teşekkür ederim.En umutsuz anlarımda bu inancınız güç verdi bana.

...

Sizi anlıyorum Varvara Petrovna.Tıpkı dindeki gibi diyorsunuz: İnsan ne kadar zor koşullar altında yaşıyorsa ya da halk ne kadar ezilmiş, bitkin, yoksulluk içindeyse, o kadar büyük bir inatla cennette ödüllendirilmeyi bekler; hele bir de bu arada yüz bin papaz, din adamı, vs. birtakım spekülasyonlarla onların bu hayallerini kışkırtacak çalışmalar yürütürlerse...Sizi anlıyorum Varvara Petrovna, içiniz rahat olsun.

...

Gerçekçi bir insan olarak da asla yalan söyleyemez; gerçek onun için başarıdan daha üstündür.

...

Düşmanınızdan korkuyorsanız, bu korku, ona olan nefretinizi de yok eder.

...

Hadi itiraf edeyim: Niyetim aptal rolü oynamaktı, çünkü kendim olmaktan biraz daha kolaydı bu.Ama aptallıkta aşırılık vardır, aşırılıksa her zaman merak uyandıran bir şeydir; bunun üzerine kesin olarak kendim olmaya karar verdim.İyi de, kendim kimdi...nasıl biriydi?Altın dengeyi yansıtan biri: Ne ahmak, zeki, oldukça yeteneksiz, buralı  aklı başında insanların dedikleri gibi aydın düşmüşe benzeyen biri, öyle değil mi?

...

Aklıma gelmişken, Şatov da Rusya'da bir ayaklanma olacaksa, bunun kesinlikle ateizmden başlaması gerektiği görüşünde.Haklı olabilir.O ana dek hiç söze karışmayan ve ağzını açıp tek kelime bir şey söylemeyen ak saçlı, kaba saba, cahilce bir yüzbaşı birden ayağa kalktı, odanın ortasına geldi ve sanki yalnızmış, kendi kendine konuşuyormuş gibi: "Tanrı yoksa, ben yüzbaşı olsam ne olur, olmasam ne olur!" dedi, şapkasını aldı, elleri iki yana açık öçıktı gitti.

...

Sağduyu karşısında bile direnebilmek için gerçekten yüce insan olmak gerekir.

...

Stepan Trofimoviç'in bir saptamasına göre, bir çiftlik sahibi ne denli yoksullaşmışsa, kelimeler de ağzında o denli uzuyor, tatlı, peltek bir melodiye dönüşüyordu.Ne var ki kendisinin de tam böyle konuştuğunun hiç farkında değildi.

...

Derken dün de Stepan Vısotskiy'den Stravrogin'in şu...Gaganov'la düello ettiğini duydum.Sırf bu kudurmuş kudurmuş adam yakasından düşsün diye böylesine efendice, nazik bir düşünceyle alnını ona hedef tahtası gibi uzatmış.Hım.Yirmili yılların hassa subaylarına yakışır bu davranış.

...

Taşrada insan bir kez ortaya çıkmayagörsün, bir daha ne yapsan gözden kaybolamaz.Nikolay Vsevolodoviç eskiden olduğu gibi tüm taşra kurallarına, göreneklerine uymaya bunların gereklerini en ince ayrıntılarına varana dek yerine getirmeye başladı.Onu neşeli buldukları söylenemezdi: "Başına gelmeyen kalmadı!Başkaları gibi değil ki o!..Düşündüğü yığınla şey var!" Hatta dört yıl önce kendisinden nefret edilmesinde etkin olan kibirli, kimseleri yaklaştırmaz halleri bile şimdi saygı uyandırıyor, beğeniliyordu.

...

Üzerimizde birtakım sorumluluklar var; demek ki bizde sizler gibi ortak davaya hizmet ediyoruz.Sizin sallayıp sarstığınız, biz olmasak dört bir yana dağılacak şeyi tutuyoruz yalnızca.Biz sizin düşmanınız değiliz; kesinlikle değiliz.Biz size ileri arkadaşlar diyoruz.İlerleyin diyoruz; hatta sallayıp sarsın diyoruz.Yani neyin değiştirilmesi gerekiyorsa, ne eskimişse onu sallayın, sarsın.Ama gerektiğinde biz sizi gereken sınırlar içinde tutarız  ve böylece, sizi size karşı koruruz.

...

"Tertemiz bir aşkla dolu
Ve hep o tatlı düşe bağlı"

Puşkin - Yoksul Mert Adam

...

Onlarla karşılaştırınca, bizim Rusya'da yıkılacak taş üstünde taş yok.Dolayısıyla bizde taşlar devrilmez, her şey birden çamur deryası içinde dağılır gider.Kutsal Rusya'nın bir şeylere karşı koyma gücü dünyadaki bütün ülkelerden daha azdır.Basit bir halk, bir tür Rus tanrısı sayesinde iyi kötü ayakta durabiliyor gibi görünüyorsa da, son gelen haberlere göre Rus tanrısı da pek güvenilir değil: Köylü reformuna bile güçlükle karşı koyabildi ve bu karşı koyuş onu çok sarstı.Sonra demiryolları var...siz varsınız...yok, ben artık Rus tanrısına hiç inanmıyorum.

...

Doğru söylüyorsun Pyotr Stepanoviç; ama unutma ki ben ikonaların üzerinden yalnızca incileri aldım; başını sokacak yeri olmayan, hep aşağılanmış bir öksüz olarak o anda döktüğüm gözyaşlarının Tanrı nezdinde birer inciye dönüşmediğini nereden biliyorsun?Kitaplara göre çok eski zamanlarda tüccarın  birinin tıpkı benim gibi gözyaşları içinde dua edip inleyerek Meryem Anamızın tasviri üzerinden bir inci çaldığını bilir misin?Bu adam daha sonra herkesin gözü önünde diz çöküp incinin tutarı kadar parayı anamızın ayaklarının dibine bırakmış, anamız da onu tülüyle örtmüş ve böylece gerçek bir mucize olmuş ve yöneticiler de devletin bütün kitaplarının bunu böylece yazmasını buyurmuşlar.

...

Erkel, kafasında kendine ait tek bir düşünce bulunmayan, buna karşılık kafası boyun eğdiği kişilerin düşünceleriyle dolu "küçük aptal"lardandı.

...

Dostum, ömrüm boyunca hep yalan söyledim.Doğruyu söylerken bile yalan söyledim.

...

İnsanın, kendi mutluluğundan çok, bir yerlerde herkes için, her şey için eksiksiz, sakin bir mutluluğun var olduğunu bilmesi gerekli.

...

Kendimi öldürmem gerektiğini biliyorum, kendimi iğrenç bir böcek gibi yeryüzünden süpürüp atmam gerektiğini.Ama kendimi öldürmekten korkuyorum, çünkü büyüklük göstermekten, gönül yüceliği göstermekten korkuyorum.Bunun sonsuz yalanlar zinciri içinde bir başka yalan, sonuncu yalan olacağını biliyorum.Büyüklük rolleri oynamak için kendini aldatmanın ne yararı var?İçimde hiçbir zaman öfkeye de, utanca da yer olmadı; demek ki umutsuzluğa da yer yok.

...

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Ecinniler
Çeviri: Mazlum Beyhan

Rebecca Sier - Richting Het Noorden


Rebecca Sier - Richting Het Noorden