18 Haziran 2022 Cumartesi

Deniz Kenarında Geyikler - Ralf Rothmann Öyküleri


 
...

"Ne haltlar karıştırdın bütün gün?"

Elimle orman tarafını işaret ettim ve adama baktım.Sigarayı kesinlikle içine çekmiyordu; burnundan taşan kıllarsa arı bacaklarını hatırlattı bana.Ama kolunda uydu sinyaliyle çalışan bir saat vardı, kalın bir model."BMW'ye biniyorsanız ve Berlin'de yaşıyorsanız neden plakanız B-MW değil?"

Sigarasını söndürürken kamp masası hafifçe sallandı; kolundaki kaslar bir an kasıldı."Doğru.Olabilir.Hiç düşünmemiştim.Sence bu iyi bir fikir mi?"

Başımı evet anlamında salladım ama annem tuhaf bir homurtu sesi çıkardı."Saçmalama!Çok bayağı değil mi?Merhemin kapağını kapattı ve tüpü çimlerin arasına attı."Öyle bir şeyi Türkler, bir de pezevenkler yapar."

...

(Doğu'nun Gururu)

---

...Ödevim şekle şemale girmeye başlamıştı, bu da iyi bir his veriyordu; her ne kadar aslında iyi bir adam olan profesörüme sinirlensem de."Hayvanlar, ruhumuzun gölgesi ve gölgemizin ruhudur," diye yazmıştı; o da cümlemin üstünü çizmişti, sayfa kenarında da "Gayri bilimsel" yazılıydı.

...

Üzerinde iç çamaşırı vardı, Feinripp, açık mavi, kolunu yanımdan uzatıp duvarı yokladı, "Vay, merhaba!" derken otomatiğin şalterine birkaç kez vurdu."Hayvanlar yine kabloları kemirdi demek ki.Aslında şaşmamak lazım, aşağıdaki kargaşa düşünüldüğünde.Her yer çerçöp içinde.Berlin'de kişi başına üç sıçan düşüyormuş, gerisini siz düşünün.Daha bugün okudum.Dört milyon sıçan eder!Sıçtığımız borulardan üst katlara kadar tırmanıyorlar!"

...

(Ruhun Gölgeleri)

---


...Okul arkadaşı, daha ziyade horultuya benzeyen bir kahkahayı patlattı."Bankalar bu söylediğini işistse!" Beni bir kez daha okşadı, kürekkemiklerimi, ben de sırtımı dikleştirdim."Bak şimdi: Fırıncıların horozlardan bile önce kalkması gerekir, değil mi?" O kadarını biliyorsun herhalde.Dolayısıyla rüyaların en güzellerini yarıda kesmek zorunda kalırlar; epey hareketli rüyalar görürken birden kulağının dibinde zil çalar.Hayat böyledir işte.Ve erken kalkan erkeklerin de üçüncü bir bacakları olur.Anlıyor musun?"

...

(İki Bacaklı Fırıncım)

---

...Benim tatlı Sarah'ım.Öyle bir göz kırpışı vardı ki -insanın ağlayacağı gelirdi.Bakışında Peru'yu görebilirdin, rüzgârla yatan otları, hem de hiç oraya gitmemiş olmasına karşın.Sarah burada doğdu, Wuppertal Hayvanat Bahçesi'nde.

...

Aslında yaşlı kaplanımız çok tatlıydı.Tüm hayatını kafeste geçirmişti ve çubukları çizgi sanıyordu ya da tam tersi, bilmiyorum.

...

Palyaçolar daha ziyade tatsızdır, makyajlarının altında mahkeme duvarı gibi suratları vardır ve tek düşündükleri çektikleri inşaat kredileridir.

...

Bütün bunlar Dormagen'den çıktıktan sonra oldu, arazi acayip genişledi ve ben Peru'yu düşündüm ve aslında sınır diye bir şeyin olmadığını, öyle değil mi?Bunlar sadece insanların kafalarındaki ya da kağıt üzerindeki çizgiler, hayatla alakası yok, hele lamalarla hiç yok.Ara sıra yiyecek bir şeyler aldılar ve karanlık bastırmasına rağmen tarlalarda yürümeyi sürdürdük.Ara sıra bisiklet yollarından da gdiyorduk ve o zaman toynakları cam gibi ses çıkarıyordu.

...

(Bütün Yol)

...

Deniz Kenarında Geyikler
-Öyküler-
Ralf Rothmann
Metis Yayınları

Melike Şahin - Kara Orman

Melike Şahin - Kara Orman

Susuyorum sanki edebimden
Yummadım gözümü kederimden
Yunamadım kirli sözlerinden
Yoruldu ciğerim nefesinden

Sağımı solumu kaplıyo bu kara orman
Fırtına var, devriliyor 
Ömürlük yıldızlar 
Farkına var, şeytanının 
Gam dolu bu kara huyu 
Bak yanıyor değdiği her 
Çiçeği bahçemin

Melike Şahin

İlk Aşk, Maksim Gorki - Sovyet Öyküleri 2

...

Eski bir apartmanın bodrum katında oturuyorlardı.Apartmanın önünde, caddenin bir ucundan diğer ucuna kadar, tüm bahar ayları boyunca ve hemen hemen tüm yaz boyu kurumayan kirli bir su birikintisi vardı.Kargalar, köpekler burayı ayna olarak kullanıyorlardı, domuzlarsa buraya gelip banyo yapıyorlardı.

...

"Hayatımda sadece dört hastam oldu ve yüzde yetmiş beşi öldü"

...


Yaşamımda ilk kez, zayıfın düşmanı olduğumu hissetmiştim.Daha sonraları, daha ciddi vakalarda, kuvvetli olanın zayıf tarafından çevrelendiğinde nasıl feci bir şekilde çaresiz kaldığını, yok olmaya mahkûm olanların anlamsız varlıklarını korumak için kalbin ve aklın en değerli gayretlerinin nasıl harcandığını sıklıkla gözlemledim.

...

"Yoksul evlenirse, geceler bile kısalır," der hüzünlü bir Rus şarkısı bilge sözlerle.Kendi tecrübem bana bu gerçeği teyit ettirdi.

..

Hayata karşı tutumunda, çocuğun bir sihirbazın sınırsız becerilerine olan inancına benzer bir şey vardı.Gösterilen tüm numaralar ilginçti ama henüz en ilginci gösterilmemişti.Yarına kadar, hatta daha sonraki güne gösterilmeyecekti belki ama sonunda kesinlikle gösterilecekti.

İnanıyorum ki, ölüm ânında bile hâlâ en ilginç, en şaşırtıcı numaranın gösterilmesini bekliyordu.

...

1922

Maksim Gorki
Sovyet Öyküleri 2
Yazılama Yayınları
Çeviren: Levent Özübek

Malone Ölüyor - Samuel Beckett


Yine de bir süre sonra büsbütün öleceğim sonunda.

...

Bu arada şunu söylememe izin verin, hiç kimseyi bağışlamıyorum.Onların hepsine rezil bir yaşam, sonra da cehennem ateşi ve dondurucu soğuklar diliyorum, bir de geleceğin iğrenç kuşakları arasında saygın bir ad.Bu akşamlık bu kadar.

...

On dört yaşında, yapılı, şeftali yanaklı bir oğlandı.El ve ayak bilekleri kalındı, bu nedenle annesi ileride babasından da iri olacağını söylüyorduTuhaf bir çıkarsama.Ama en çarpıcı tarafı, fırça kıllarını anımsatan sert ve dimdik sarı saçlı, yuvarlak, koca kafasıydı.Hocaları bile zeki göründüğünü düşünmeden edemezlerdi bu kafanın, böylece buraya bir şey sokamamanın hüznü de iyice büyürdü içlerinde.Bir gün hepimizi şaşırtacak, derdi babası, keyfi yerinde olduğu zamanlar.Bu düşünceye varmasında, tüm olumsuz koşullara karşın arada sırada oğlunu savunmasında, kuşkusuz Sapo'nun kafasının büyük etkisi vardı.Ama oğlunun bakışlarına dayanamaz, onunla göz göze gelmekten kaçınırdı.Aynı senin gözlerin, derdi karısı.Bay Saposcat aynada gözlerini inceleyebilmek için yalnız kalmaya can atardı o zaman.Soluk maviydi gözleri.Biraz daha açık, derdi Bayan Saposcat.

...


Büyükler, adalet yanlıları yakalar ve döverlerdi beni; düzene, oyuna, sevince yeniden teslim ederlerdi..Çünkü ciddilik sorun yaratmaya başlamıştı çoktandır.Hastalığımdı bu benim.Başkaları nasıl frengili doğuyorsa ben de ciddi doğmuştum.Ciddiyetten kurtulmaya da yaşamaya da yaratmaya da ciddiyetle çabalamıştım, anlıyorum kendimi.Ama her yeni çabalayışımda pusulamı şaşırıyor, çıkar yol bulmak için de ya karanlıklarıma gömülüyor ya da böyle bir şeyi ne kendisi yaşayan ne de başkalarında bu görüntüye katlanabilen birinin önünde diz çöküyordum.Yaşamak diyorum ama bilmiyorum anlamını.Ne yaptığımı bilmeden çabaladım buna.Belki de yaşadım, kim bilir, hiç farkına varmadan.

...

Yaşamayı da başkalarını anlatmayı da nasıl bilmiyorsam, kendimden söz etmeyi de beceremedim oldum olası.

...

Söylemime başlarken bir şeyler düşünüyor olmalıydım bu konuda, yoksa hiç girmezdim söze, dilimi tutar, sıkıntılarımı içime gömer, koniler ve silindirlerle, bir de kuşların çok sevdiği darılarla oyunlar oynardım; biri gelip de beni gömene kadar sürerdi bu.Ama ne düşünüyorsam, çıkmış gitmiş belleğimden.Ama önemi yok bunun, başka bir şey düşünüyorum şimdi.Belki de aynı şeyi düşünüyorum yine; düşünceler öylesine benziyorlar ki birbirlerine, biraz düşünün göreceksiniz.Doğmak, yani karbon gazını soluyacak kadar bir süre yaşamak, sonra teşekkür edip ayrılmak dünyadan; aklıma gelen düşünce bu işte.Hep düşümdü bu benim, çok düşlemiştim gerçi ama gerçekleşmemişti bir türlü.Evet, şimdi yaşlı bir ceninim ben, saçım başım ağarmış, kötürümüm, annem hapı yutmuş, çürütmüşüm onu, kangrenin yardımıyla yakında doğuracak beni, babam da bu cümbüşün içinde belki, gömütlüğün içine viyaklaya viyaklaya düşeceğim kafa üstü ama viyaklamayacağım, değmez çünkü.Anlatmış olduğum küf tutmuş bu öyküler şişip büyüyecek, sonunda oldu işte, bu senin masalın, diyecekler.Ama neden coşkuya kapıldım böyle, bir şeyler değişti mi yoksa?Hayır, yanıtım hayır buna, doğmayacağım ben, bu nedenle hiçbir zaman ölmeyeceğim de, daha iyi böylesi.Eğer tutup da kendimden, sonra da ötekinden, küçüğümden söz edersem, sevgiye, kendime benzeyen bir yaratığa duyduğum gereksinmeden olacak bu; hassiktir, neler saçmalıyorum.Ama bazen bana öyle geliyor ki doğdum ben, uzun bir yaşam sürdüm, Jackson ile tanıştım, kentlerde, ormanlarda ve çöllerde aylaklık ettim, gözlerim yaşlı deniz kenarında bulundum uzun süre, geceleri insanlara ait küçük sarı kesikli ışıkların pırıldadığı adaları ve yarımadaları seyrettim, içlerinde mutlu dakikalar geçirdiğim tüm gece boyunca kocaman beyaz ya da canlı renkli ışık demetlerinin yansıdığı mağaralara diktim gözlerimi, kumlara çömeldim, kayalar korunak oldu bana, yosunların ve nemli kayanın kokusunu duydum içimde, rüzgâr uğuldar, dalgalar köpük köpük yüzüme vurur ya da sahile bir iç çekişle uzanarak çakılları ıslatırdı, hayır, mutlu değildim, hiç mutlu olmadım ama gece bitmesin, sabah olmasın, insanlar da, yaşam akıp gidiyor eğlenmemize bakalım, demesinler istedim..Ayrıca doğduğum ya da doğmadığım, yaşadığım ya da yaşamadığım, öldüğüm ya da ölmekte olduğum hiç önemli değil, şimdiye kadar nasıl yaptıysam öyle sürdüreceğim bundan sonra da, ne yaptığımı, kim olduğumu, nerede olduğumu, varlığımı sürdürüp sürdürmediğimi hiç ama hiç umursamadan.Ağzımdan dökülen sözlere hiç aldırış etmeden, kollarıma almak için, kendime benzeyen, küçük bir yaratık yapacağım, yapmayı deneyeceğim.Sonra zavallılığını ya da bana ne kadar çok benzediğini görüp yiyeceğim onu.Sonra uzunca bir süre, kime nasıl yakaracağımı bilmeden yalnız ve mutsuz kalacağım.

...


Macmann için baharmış, güzmüş bir şey fark ettiğini sanmıyorum, belki yazı kışa yeğliyor ya da kışı yaza ama pek olası görünmüyor bu bana.Ama bir daha yerinden kalkmayacağını, başka bir yere gitmeyeceğini, konumunu değiştirmeyeceğini düşünüyorsanız yanılırsınız, çünkü önünde uzun yaşlılık günleri var onu bekleyen, ardından da kimsenin pek bir şey bilmediği, sahip olduklarınıza bir şey eklemeyen, karmaşıklıklara da hiçbir açıklık getirmeyen bu tür kapanış sahnesi ama yine de bir yararı olduğu söylenebilir bu son sahnenin; samanların ambara yerleştirilmeden önce kurumak için dışarıda bırakıldığını anımsatırım size.Öyleyse istesin istemesin ayağa kalkacak, çeşitli yerlerden geçip başka bir yere varacak, oradan da başka bir yere, belki de buraya gelecek; rahatsız gözükmüyordu burada ama hiçbir şeyden emin olamıyorum.İşte yıllar böyle akıp gidecek.Çünkü ölmek istemiyorsanız eğer, gidip gelmek zorundasınız; yemeğinizi benim gibi yattığınız yere getiriyorlarsa iş değişir kuşkusuz.Hiç kımıldamadan üç ya da dört gün geçirebilirsiniz, yadsımıyorum bunu ama soruyorum size, önünüzde onca uzun bir yaşlılık ve havaya karışana kadar geçireceğiniz bir süreç dururken, bu dört gün okyanusta bir damla değil de nedir diye.Bunları henüz bilmediğiniz kesin, yaşama bir pamuk ipliğiyle bağlı olduğunuzu düşünürsünüz her insan gibi ama kazın ayağı öyle değil.

...

Bundan sonra Murphy, Mercier, Molloy, Moran ve öteki Malone'lar için her şey bitmiş olacak (ölümden sonra yaşam varsa o zaman iş değişir kuşkusuz).Ama acele etmeyelim bu kadar, önce ölelim, sonra görürüz neler olacağını.

...

Şu ana kadar beni burada yaşatanlar toprağa verilişim sırasında da küçük bir tören düzenlerler sanıyorum.Burada Malone yatıyor, yazacak mezar taşımda, şu dünyada kendimi affettirmek için geçirdiğim süre konusunda az da olsa bir fikir verebilmek, bir de adadaki ve mezar ötesindeki adaşlarımdan ayırt edilebilmem için doğum ve ölüm tarihlerim eklenecek yanına.Yaşamım boyunca bir adaşımla karşılaşmamı tuhaf buldum doğrusu.Ama zamanım var daha.Burada yatan hıyardı, yaşam boyu bayardı, yazacaklar belki.

...

Samuel Beckett
Malone Ölüyor



Roger Tetsu Cartoons

















Roger Tetsu (1913-2008)
Cartoons

Dertli İllüstratör - Cihan Ceylan


Cihan Ceylan

Beckett: Bir Karşılaşma - Emil Cioran


Önceki gün Lüksemburg Bahçeleri yolunda Beckett'i fark ettim,bana karakterlerinden birini hatırlatır şekilde gazete okuyordu.Sandalyeye oturmuştu, düşüncelere dalmıştı, her zamanki gibi.Pek iyi gözükmüyordu.Yaklaşmaya cesaret edemedim.Ne diyecektim?Onu çok seviyorum ama konuşmasak daha iyi.Çok ketum!Sohbet, belirli oranda kendini koyvermeyi gerektiren rol yapma formudur.Beckett bu oyun için yaratılmamış.Ona dair her şey sessiz bir monologa delalet ediyor.

                                                                                                                   Eylül 1968

...

Budizm'de, aydınlanmaya yönelen kişi için, "bir tabutu kemiren fare" kadar sebatkâr olması gerektiği söylenir.Her sahici yazar benzer bir gayret gösterir.O, varoluşa bir şeyler katan bir yıkıcıdır-onu temelini oyarak zenginleştirir.

...

Letafet hiddeti dışlamaz.

...

Söyleyecek hiçbir şeyi olmayan, kendilerine ait bir dünyaları bulunmayan yazarlarla sadece edebiyat konuşulur.Onunlaysa pek nadiren yapılır bu, aslında neredeyse hiç yapılmaz.

...

Beckett bana Gulliver'in Seyahatleri'ni tekrar okumakta olduğunu ve özellikle bir Yahoo dişisi yaklaşınca Gulliver'in yaşadığı dehşet ve tiksinti sahnesi için "Houyhnhnm'ların diyarı"nı yeğ tuttuğunu söyledi.Bana anlattığına göre -ki bu benim için büyük bir sürpriz, hatta büyük bir hayal kırıklığı oldu- Joyce Swift'i sevmezmiş.Hem de, diye ekledi, düşünülenin aksine, Joyce'un satire hiç meyli yokmuş."Asla isyan etmezdi.Tuttuğu bir taraf yoktu.Her şeyi kabul ederdi.Onun için bir bombanın düşmesiyle bir yaprağın düşmesi arasında zerre fark yoktu."

...

Uçsuz bucaksız bir yorgunluğa, (Beckett'in beğenisine ters bir dille söylersek) bu dünyaya ait olmayan bir yorgunluğa kurban düşmüş, hâlâ hayatta olup olmadıklarını bilmeyen varlıklar; hepsi yaralanabilir olduğu tahmin edilen ama edebinden yaralanmazlık maskesi takan bir insan tarafından tasavvur edilmiş (çok olmadı, ani bir aydınlanmayla, onları yazarlarına, suç ortaklarına bağlayan bağları görüverdim)...O an gördüğüm ya da daha doğrusu hissettiğim şeyi akılla anlaşılacak bir deyime tercüme etmem mümkün değil.Yine de o zamandan beri kahramanları hakkında en küçük söz bana bir sesin perdelenmesini anımsatıyor.Ama hemen ekleyeyim ki bir ilham ancak bir teori kadar kırılgan ve yalancı olabilir.

...

Onu bir fanatik kadar direngen buluyorum.Dünya yıkılsa, ne devam etmekte olan çalışmasını bırakır, ne de konusunu değiştirir.Asli meselelerde kesinlikle tesir altında kalmaz.Geri kalan, asli olmayan tüm konularda ise savunmasızdır, muhtemelen hepimizden daha zayıftır, hatta kendi yarattığı karakterlerden bile daha zayıf...Bu notları kaleme almadan önce niyetim, Meister Eckhart ve Nietzsche'nin, kendi farklı bakış açılarından "soylu insan" hakkında yazdıklarını tekrar okumaktı.Tasarımı gerçekleştiremedim ama bunu tasarladığımı bir an olsun unutmadım.

                                                                                                                     1976

...

Beckett: Bir Karşılaşma
Emil Cioran
Fransızca  aslından çeviren: Murat Erşen

Yıldıray Çınar - Spider Man

Yıldıray Çınar

Kemal Kenan Ergen Anısına

 

Güle güle Kemken...

Hayatın En Yakın Benzeri - James Wood


"Sanat, hayatın en yakın benzeridir; insanın hayat deneyimi yelpazesinin genişlemesine, kişine öteki insan hemcinsleriyle, kendi payına düşen ilişkiler dışında 
başka ilişkiler kurmasına katkıda bulunur."

George Eliot, "The Natural History of German Life"

(Alman Hayatının Doğal Tarihi)

...

Bir romanın içinde -dalından koparılmamış o büyük Neden? sorusunun kıs kıs gülerek havada asılı durduğu bir bahçede- her şeyin düşünülebileceği, dile getirilebileceği fikrinin, benim için romanın dışındaki resmi Hıristiyanlığın gerçek korkularıyla tersinlemeli bir şekilde simetrik bağlantıları vardı: Dostoyevski'nin dediği gibi Tanrı yoksa "her şeye izin" vardır fikriyle.Tanrı'yı çeker alırsanız her şey olabilir: Kaos ve karmaşa hüküm sürer; insanlar her türlü suçu işleyecek, her şeyi düşünecektir.Tencerenin kapağı olarak Tanrı'ya ihtiyacınız var.Hıristiyanlığın alışılmış geleneksel çizgisi budur.Oysa roman daha sağduyulu görünen bir şeyler söyler: "Ortalıkta Tanrı varken bile her zaman her şeye izin veriliyordu, Tanrı'nın bunlarla bir ilişkisi yok."

...

Roman bu seküler unutuş ölçeği kanalına girdiği zaman kahramanlarının sonsuza kadar yaşamasını ister.Niçin ölmeleri gerektiğini anlayamaz.Hatırlayın, Cervantes ölüm döşeğinde yatan, son anda seyyar şövalyelikten vazgeçen Don Quijote'ye nasıl istemeyerek ve neredeyse üstünkörü bir biçimde veda eder.Don Quijote, Sancho Panza'yı çağırır, ondan kendisini bağışlamasını ister."Ölmeyin efendim"di gözü yaşlı Sancho'nun yanıtı.Don Quijote üç gün daha yaşadı, vasiyetini yazdırdı, sonra "yanında bulunan ve ağlayıp inleyen insanların arasında ruhunu teslim etti, yani kısacası öldü."O kullanılan dilin yoksulluğu, neredeyse acemiliği, hiç genleşip duygusallaşmaması çok dokunaklıdır, sanki Cervantes'in kendisi bu olaya şaşırmıştır, kendi yarattığı kişinin ölümü karşısında öylesine kederlenir ki dili tutulur sanki.

...

Öykü anlatıcısına otoritesini kazandıran şey ölümdür.Bir öyküyü, der Walter Benjamin, aktarılabilir kılan şey ölümdür.Bir romancı olan karım geçenlerde annesini yeni kaybeden bir arkadaşına şunu yazdı: "Bir hayat öyküsünün, örüntüsü olmamak gibi bir tuhaflığı var ya da daha doğrusu hayat sona erinceye kadar hayatın şimdisi dışında bir şeyi yok, ölümden sonra birden bütün yörünge görünü hale geliyor."Son iki yılda hem annesinin hem de babasının ölümüne tanık olmuş biri olarak kendi deneyiminden söz ediyordu.Kendi babasının ölümünden sonra Kanadalı bir romancının ona söylediği sözü alıntıladı: Babası öldükten sonra bu kadın romancı birden babasını bütün yaşlarındaki haliyle özlemeye başlamış.Kendisi dokuz yaşında olduğu zamanki babasını, on yaşlarında bir yeniyetme olduğu zamanki babasını, yirmi sekiz, otuz beş vb. yaşında olduğu zamanki babasını özlüyormuş.

...

Romancı araya girip söz almalı mı yoksa geri çekilip kişiliğini gizlemeli, soğuk bir kayıtsızlık mı sergilemeli?Nabokov, roman kahramanlarım benim kölelerimdir demeyi severdi, bir roman kahramanı sokakta karşıdan karşıya geçtiyse o geçirttiği için geçerdi.Ama Flaubert gibi, gözünü Emma Bovary'nin ruhunun içine dikmiş, o zavallı değersiz Charles Bovary'nin cesedini açtıkları zaman içinde "hiçbir şey bulamadılar" gibi dümdüz bir yorumda bulunan ve "kişilerüstü" kalmayı başaran birinin, bir yazarın, o her şeyi bilen, düşük çeneli Henry Fielding'den ya da denemecimsi ahlakçı George Eliot'tan daha az tanrıcılık oynadığını kim söyleyebilir?

...

Tarihin "kusurları"ndana biri gerçek insanların ölmesidir.Ama kurmaca bize, kabul edilebilir dirilişlere, dinsel olmayan çeşitli geri dönüşlere tanıklık etme olanağı sunar.İtalo Calvino, Palomar adlı romanının sonunda kurmaca ölüm cezasıyla ve yeniden dirilişle oynarken kitaba adını veren başkahramanın ölümünün üzerinde ironik bir şekilde düşündüğü zaman şöyle der:

"Bir kişinin hayatı olaylar toplamından oluşur, bu olayların en sonuncusu bütünün anlamının değişmesine yol açabilir, buna yol açmasının nedeni daha önceki olaylardan daha önemli olması değildir, olayların bir hayata dahil edildiği zaman, zamandizinsel olmayan, bir iç mimariye uygun düşen bir sıra izlemesidir.

Bay Palomar ölü olmanın nasıl bir şey olacağını öğrenmek ister, Calvino'ysa bunu öğrenmesinin zor olacağını bize hatırlatır çünkü ölü olmanın en zor yanı bir insanın hayatının artık "bütünüyle geçmişte kalmış" olduğunun fark edilmesidir, "artık ona hiçbir şeyin eklenmesine olanak yoktur, o kapalı bir bütündür." Calvino'nun eklediğine göre Bay Palomar, bütün insan varlığının ve zamanın kendisinin sona erdiğini hayal etmeye başlar."Zaman sona ermek zorundaysa, tek tek anlar olarak anlatılabilir," diye düşünür Bay Palomar, "o tek tek anları da öylesine uzatabilirsiniz ki artık o anların ucu görünmez olur.Kendini hayatının her anını anlatmaya adamaya karar verir, bütün hepsini anlatıncaya kadar da ölü olduğunu düşünmeyecektir.Tam o anda ölür," diye yazar Calvino.

Kitabın son cümlesidir bu.

...

Sanat gibi edebiyat da zamanın gönül eğlencesine taş koyar -alışkanlığın salonlarında birer uykusuzluk hastasına dönüştürür bizi, şeylerin hayatını ölümden kurtarmamızı önerir.Canlı modelden karakalem resim öğreten ressam Oskar Kokoschka için bir öykü anlatılır.Öğrenciler sıkılmış, uyuşuk uyuşuk çiziyorlarmış, Kokoschka modelin yanına gidip kulağına bir şey fısıldamış, adama birden yere yıkılmasını söylemiş.Kokoschka yüzükoyun yerde yatan adamın yanına gitmişi kalbini dinlemiş, adamın öldüğünü duyurmuş.Sınıftakiler neye uğradıklarını şaşırmışlar.Daha sonra model ayağa kalkmış, bunun üzerine Kokoschka şöyle demiş: "Şimdi bu adamın bir ölü olmadığını, canlı olduğunu bilerek çizin bakalım!"Kurmacada canlı bir insan gövdesinin resmi neye benzeyebilirdi acaba?Kurmaxa gerçekten canlı olan bir insan gövdesi resmi yapardı ama bu öyle bir resim olurdu ki biz bir gövdenin aslında her zaman ölmekte olan bir gövde olduğunu görebilirdik; kurmaca hayatın üzerine ölümlülüğünün gölgesinin düştüğünü bilir, böylece Kokoschka'nın hayat bağışlayıcı estetiğini ölüm bilinci içeren bir fizikötesine dönüştürürdü.

...

Sergey Dovlatov'un İnostranka (Yabancı Kadın) adlı romanının kadın kahramanı Marusya Tataroviç, Rusya'yı terk edip New York'a gelmekle bir hata yaptığı sonucuna varır ve dönmeye karar verir.Kendisi Rusya'yı 1979'da terk eden ve romanda kendisi olarak yer alan Dovlatov kadınla konuşup onu bu kararından vazgeçirmeye çalışır.Oradaki hayatın nasıl bir şey olduğunu unuttun sen, der: "Kabalıkları, yalanları." Kadın şu yanıtı verir."Rusya'da insanlar kabalık ediyorsa, hiç değilse Rusça konuşarak ediyorlar." Ama Amerika'da kalır.Bir zamanlar Almanya'da Samuel Beckett'ın Alman yayıncısına yazdığı mektupları içeren küçük bir sergi görmüştüm.Üzerine kısa notların yazıldığı pek çok kart vardı, tarih sırasına göre dizilmişlerdi, en sonuncu not Beckett'ın ölümünden yalnızca bir ay önce yazılmış bir nottu.Beckett, yayıncısına Almanca yazmamış, Fransızca yazmıştı, kuşkusuz kendine yurt edindiği bir dille; ama hayatının son yılında İngilizceye geçti."Yurduna döndü" diye düşündüm.

...

James Wood
Hayatın En yakın Benzeri
Can Yayınları
Çeviri: Ülker İnce