13 Şubat 2013 Çarşamba

arkadaşımın evi nerede,sepehri,kiarostami


ADRES

'Dostun evi nerede?' diye sordu, günün battığı yerde süvari Gökyüzü biraz duraksadı
Dudağındaki geçici ışık dalını kumların karanlığına bağışladı ve
'Ağaca varmadan
Tanrı'nın rüyasından daha yeşil
Asma dallarının indiği bir sokak var'
Ki orda sadakatin tüyleri kadar mavidir aşk
Erişkinliğin arkasındaki o sokağın taa sonuna kadar başını çevirme
Sonra yalnızlık çiçeğine doğru yönünü değiştirir
İki adım kala güle,
Mitolojik toprağın ölümsüz fıskiyesinde durursun.
Orada yakalar seni şeffaf bir korku.
Gökyüzünün samimi akışında bir hışırtı duyarsın
Bir çocuğu görürsün
Yüksek bir çama çıkmış, 
Işığın yuvasından yavrular toplamaktayken
İşte ona sorarsın;
'Dostun evi nerede?'

Sohrab Sepehri


Çeviri: Faysal Soysal

4 Şubat 2013 Pazartesi

yedinci gün, ihsan oktay anar



…Paşaoğlu, adeta Allahu Teala’nın yarattığı güzelliği hakkıyla his ve idrak ettiği için tozutan dahi bir ressamın fırçasından çıkmış harikulade bir resme benzeyen bahçeye dudak  bükerdi.Sorbon’da tahsil gördüğü için tabii ilimlere alaka hissetmiş beyefendi için papatyalar, asteraseae, zambaklar liliaseae, güller rosaseae idiler.Kısacası adam, şair şuara takımı gibi huluskar, içli sulu zırtlak değildi ve yalıda baba parasıyla tanzim ettiği laboratuarında, binlerce şiirin on binlerce mısraında geçen, umutla yüz binlerce canana ve yavukluya takdim edilen çiçek nevilerini, bunlara gelen arı, yusufçuk, uçuç gibi böcekleri mikroskop altında inceler, hangi akla hizmetse bir de notlar alırdı.
--
Paşaoğlu kumarda kaybettiğini düşünürken Aman Baba onun, Allah aşkında kazanacağını düşünüyordu.
--
…Gömleğini üstüne bir yün aba giyen Rebaz’ın burnundan, soğuğun etkisiyle olsa gerek, bir sümük huzmesi sarkar, burnunu çekti mi huzme yukarı doğru yaylanır, ama bir türlü yere damlamak bilmezdi.Bu nedenlerle rakipleri onun ellediği taşları almak zorunda kaldıklarında, gayr-i sıhhi kalelere, sidikli atlara, kığlı fillere, sümüklü vezirlere ve bitli piyadelere dokunmaya çekinirler, ama gözlerini adamın asla mat olmamış, belki de bir Olemp ilahı kadar ölümsüz şahından da alamazlardı.
--
Cezasının bitmesine bir buçuk ay kala gardiyanlardan Kur’an-ı Kerim istedi…Ama onlar, bir ırz düşmanına Mushaf vermeyeceklerini beyan ettiler.Ne var ki o, ab-ı ru döküp ayaklarına kapanınca, insaf edip taşbaskı bir Kur’an getirdiler.O da oturdu ve günler boyunca kıraat edip sadece hatmektmekle kalmadı, bir de ezberleyip hafız oldu.O kadar yanık okuyordu ki, gardiyanlar onun iftira kurbanı bir masum olduğunu düşünmeye başladılar.Hatta bir ikisi, onun firarına göz yumacaklarını bile ima etti…
--
…Ancak bu kölelerden aceleci olan bazıları, ilahi kanunları terk edip, tabiatın kanunlarını keşfetmek için paçaları sıvadı.’Adı her ne olursa olsun, Efendimiz acaba ne demek istiyor?Onun kanunlarını bilelim ve ihlal etmeyelim de başımıza iş miş açılmasın!’ diyerek cilt cilt ilim kitapları yazdılar.İşte medeniyeti inşa eden köle ruhlular nizam ve efendi peşindeyken, hiçbir kanun tanımayan o hür Moğol, kanun nizam sallamadan bozkırlarda at koşturuyordu.Böylece kölelere aradıkları Efendi’yi, yani kendisini takdim etti.Sarayları ateşe verdi, mabetleri yaktı, Çin vazolarını paramparça etti ve şehirleri terk ettiğinde kütüphanelerin alevleri göklere yükseliyordu.
--
Ancak  Ateşçi, “O bir çiftçi ve onun işi toprakla, benim işim ise ateşle.Bu yüzden ben ondan üstünüm!” dedi.
--
Allahû Teâlâ'nın Âdem ile Havva'yı Cennet'ten kovmasının neticeleri pek iyi olmamıştı.Çünkü âdemoğullarından bazıları Dünya'yı cennet bellemiş ve zorbalığa meyletmişlerdi.
--
Anlaşılan bu dünya cennet falan değil, cehennemin ta kendisiydi.Cennet olmasaydı, onu icat etmek gerekecekti.Nitekim biri etti ve onu da çarmıha gerdiler.
--
Aslında kendine ağlıyordu.Çünkü bu dünyada, en büyük haksızlığı yine kendine yapmıştı.

Yedinci Gün
İhsan Oktay Anar

3 Şubat 2013 Pazar

neşeli bir yangın, soren kierkegaard





Çağını uyarmak isteyenlerin başına ne gelir?

Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış.Palyaço haber vermek için sahneye gelmiş.Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp alkışlamaya başlamış.Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar daha da hızlanmış.Sanırım dünyanın sonu, her şeyin bir şaka olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek.
 


Neşeli Bir Yangın
Meseller
Soren Kierkegaard

400 darbe, haydar ergülen



herkesin annesi yok, onun kendisi
'ey güzel baba' hem benim
hem kimsesi

adı bir unutkanlık, bence: yosma
küçük, küçük, yok gibi bir kız
önce dudaklar küser
'...annemiz yoksa!'

beni bir parkta yitirecek yaşta
incelikler sınıfında

keşke okuldan beraber kaçsaydı!



Haydar Ergülen

15 Ocak 2013 Salı

körleşme, elias canetti

Bir düş, tek tek öğelerine ayrıldığında gücünü yitirir.
---
Yaşamı boyunca çevresindekilerin acılarına başını döndürüp bakmamıştı, şimdi de başını eğip kendi acıklı durumuna bakmıyordu.
---
Bir güvercin gelip, hasta, zayıf gövdesi ve acıyla buruşmuş yüzüyle bir sütuna yerleştirilmiş olan Hazreti İsa'nın başına kondu.Onun yalnız kalmaktan hoşlanmadığını gören bir başka güvercin de hemen yanına geldi.Halka göre bu Hazreti İsa, çok fazla acı çekmekteydi; görenler onun diş ağrısı çektiğini düşünüyorlardı.Oysa gerçekte durum, farklıydı; İsa büyük bir olasılıkla bütün gün boyunca güvercinlerin tepesinde aynı amaçla tepinip durmalarından bıkmıştı.Onları görünce, kendi yalnızlığını düşünüyor olmalıydı.Oysa bunu düşünmek hiçbir işe yaramaz, onun için düşünmemeli..Çarmıhta yalnızlığını düşünseydi, canını kimler için vermiş olurdu?-Evet, gerçekten de çok yalnızdı Kien...
---
Kimbilir, belki de Amerikalılar gökyüzüne değen rehin sandıkları yaparlar.Yanarak ölme korkusuyla yıllar boyu bekleyen mahpuslar, otuzuncu katta sürünmektedir.Ne acımasız bir oyun, bulutlara değen zindanlar.Yakınacak yerde yardım etmek mi?Gözyaşları yerine eylem mi?Nasıl varılabilir o noktaya?Kimden sorulacak buraları?İnsan kör geçer yaşam yollarından.Çevremizde bulunan korkunç yoksulluğun ne kadar azını görüyoruz aslında!
---
Dırdır etmek yerine acı çekti."Kıyamet Günü gelir elbet" dedi kendi kendine.Bekledi; tanrının her günü pavyonun eşiğine ayak basan yabancıları ölçtü biçti, inceledi; şu kapının eşiğinden tek bir adam, tek bir yürek, görebilen, işitebilen ve duyan bir kulun girmesi için canını vermeye hazırdı.
---
Savunmamı yalnız başıma yapacağım.Kimseye gereksinmem yok.Avukatlar aslında birer canidir, hepsi yalan söyler.Oysa ben hakikat için yaşıyorum.Şu anda karşımda bulunan hakikatin ise bir yalan olduğunu biliyorum; yardım edin bana, bu kadının ortadan kalkması gerektiğini biliyorum.
---
Çin'deki en kötü ruh bile Therese'den daha soylu davranırdı.Yalnızca bir ruh olsaydı keşke Therese!

Körleşme
Elias Canetti

9 Ocak 2013 Çarşamba

afiyet olsun kahvesi, nihat genç


...Hangi müşterinin ahududu içtiğini, hangisinin kaçıncı birasını çektiğini, hangisinin yine sigarayı almayı geç saat unutacağını, hangisinin nasıl kahve içtiğini bilmeliydim artık.Bir tokat da, içinde üç aylık sümük saklı buruşuk mendil suratlı Yaşar abinin yakın arkadaşından geldi.Tesbihi koptu, ne kopuş, büyük kopuş! Masa altlarında müşterilerin bacakları arasında gezinerek otuz iki taşı bir ipliğe dizemedim, adam neredeyse beni ufalayıp o ipe otuz üçüncü taş olarak dizecekti.İki tanesi yoktu, iki tokat yedim.Sabaha değin dizlerimin üstünde masa altlarında gezindim durdum.Bir Hititoloğun bilinmeyen bir yazıyı çözmesi gibi ayakkabı boyalarından, pantolon paçalarından, mutsuzları, pezevenkleri çıkartmaya çalıştım, bir kediyi defeder gibi böğrüme masa altlarında tekmeler yedim...


Afiyet Olsun Kahvesi/Ruhuna Fatiha Yazılır Amcalar
Dün Korkusu
Nihat Genç

delilik ve toplum, michel foucault

 "Deli, sorumsuz hakikattir"


...Ortaçağ Avrupa'sında deliyi karakterize eden şey neydi?Deli esas olarak hareketli kişiydi; yani bir yere ya da bir senyöre bağlı olmayan , bir şehre yurttaşı olarak bağlı olmayan, şehirden şehre, şatodan satoya, evden eve dolaşan kişiydi, özellikle başıboş bir serseriydi, coğrafi açıdan olduğu kadar hukuki açıdan da marjinaldi, ona ne bir meslek, ne bir mülk, ne de aidiyet atfedilebilirdi.Çok daha kesin bir biçimde, on yedinci yüzyıldan itibaren deli esas olarak çalışamaz durumda olmasıyla tanımlandı.Gerçekten de, on yedinci yüzyılda deliye esas olarak çalışamaz durumda olduğu için bir tedavi, daha doğrusu sistematik ve genel önlemler uygulanmaya başlandı.Deli, on yedinci yüzyılda özündeki aylaklıktan ya da çalışma kurallarına boyun eğmeyi becerememesinden yola çıkarak tanındı.Biraz önce sözünü ettiğim ve on sekizinci yüzyıl sonunda Fransa ve İngiltere'de açılmış olan ve bazı insanların serbest bırakıldığı büyük hastaneler on yedinci yüzyılda, esas olarak, büyük kapitalist ticaret toplumlarının oluşturduğu dönemde çalışacak durumda olamayan insanları tıkmak içindi.Bir anlamda aylakların, çalışmaya koşulamaz olanların alanında, bulunduğu yerde, deliler fark edilmeye, tecrit edilmeye ve kapatılmaya başlandı...

İktidarın Gözü
Michel Foucault

hakkari'de bir mevsim


...
-Yok muydu gerçekte delil ?
-Dağ başında delil ne arar hocam ?
-Doğrusun Halit.Delil yok dağ başında..Olsa olsa tanık olur.
-Ne tanığı hocam ?
-Ne bileyim Halit, kayalar, otlar, köpekler, gökyüzü, güneş..Ya da insan.
-Bizimkinde o da yoktu...

Hakkari'de Bir Mevsim
Ferit Edgü