18 Kasım 2018 Pazar

gozo ve sagre, uğur erbaş




-Yalnız ben görebilirim.Ude yalnız benimle konuşabilir.
-Ude?
-Gozo'nun yardımcısı.
-Kendi neden konuşmuyor?
-Her şeyi bilir de ondan.
-Ya bildiği her şey yanlışsa?
-Sizin kütüphaneniz gibi bildiği değişmiyor sürekli.
-Cirleş suratın bile her gün buruşurken bildiğin nasıl aynı kaldın?









"Tiran yükseldikçe sözünden çıkmayan dört adamı, dört adamdan paye bekleyen yüzlerce armut kafalı, yüzlercesinin artıklarına muhtaç binlerce muşmula suratlı, mecburlardı artık her söylediğini yapmaya.

Aç kölelere döndü şehrin geri kalanı.Tiran durdurmak için talanı aldı bütün yetkileri üzerine, halka adaletli dağıtacaktı erzağı.Halk bir daha göremedi adaleti.Tiran köleleri yarıştırıp eğlenirdi.Kazanan zavallılara erzak verirdi.Bilmez ki köle erzak zaten kendinindi.

Güçlü köleler askeriydi artık tiranın.Saldırdılar, içine ettiler oranın buranın.Ne kadar ganimet, erzak, şarap varsa...yine fıçısına doldu tiranın.

Kapladı dünyayı köleler şehri Marsolat.Ormanda bekleyen ağaçlarındı kabahat.Kesip attılar çamları, meşeleri, çınarları.Ne hayvanlar kaldı geriye ne bitki, ne hayat.

Tek damla yağmur düşmedi tiranın büyük ülkesine.İçecek su kalmadı, çeşmeler döndü gilaburu sirkesine.Ölümcül illetler yılan gibi akarken sokaklara, her gün canları giden köleler şükrediyordu ülkesine.

Tiran artık korkuyordu hastalıktan ve halkından.Dünyanın en uzun kulesini yaptırdı kesme taşından.Kapattı kendini bir arşın yüksekteki evine.Yüz adım yaklaşan köle ayrı düşerdi başından.

Kapkara bir kış günü açlıktan...ölülerini yedi insanlar.Yeter dedi köleler, başladılar yıllar süren savaşa.

Toz duman dağılınca ne halk kaldı yaşayan, ne asker, ne tiran.Arta kalanlar dağıldılar dünyanın üzerine.Aynı utancı bir daha yaşamamak için, Murka yasasıyla yemin etti herkes birbirine.Bundan sonra ne hayvanları yiyeceklerdi ne de ölülerini.Doğayı alt eden insan balta vurur geleceğine."



"Seyyahlar yollara aşık olurlar sanırdım."





"Kütüphanecibaşı ölünce yerine geçti Dazar.Şehir göçe gidecek iken dedi ki 'bir fikrim var!"
'Tekrar hayvanları yemeliyiz eski çağlardaki gibi." İhtiyarlar inatçıydı.Bir türlü ikna edemedi.Kimseler görmeden, kimseler duymadan, bir gün ihtiyarlar kayboluverdi ortadan.Ölümler her geçen gün artarken...bir tek Dazar kaldı kararları uygulayan.Ortada dolanan mereleri yediler önce.Seyyahlar görmesin diye gizlice, şehrin dışına taşıdılar kütüphaneyi.Koca şehre yetmedi mereler.Onlarca mızrak dövdü demirciler.Avcılar açıldılar gözetleyip yolları.Gizlice avladılar ormandaki hayvanları.Önce küçük hayvanlar, mereler, kuşlar, balıklar.Sonra büyükleri, daha daha büyükleri."


"Geçse de üzerinden uzun yıllar, Marsolat muhteşemdi" diyordu kitaplar.Eğer güçlü olacaksak geçmişteki kadar, gerekliydi bize muhteşem tiranlar.Eskisi gibi değildi Caborya halkı.Ele geçirdi onları bencillik ve hırsları.Düzen değiştikçe arar oldular, onlara yön verecek eski zaman tiranlarını.Ne söylese ne yapsa Dazar, doğruluğundan şüphe duymadılar.Hatasını söylemeye cesaret edeni, yakalayıp bu zindanlara attılar."


"Düşman, ilk umuda saldırır.
Ne de olsa umutsuzları alt etmek kolaydır.
Sen de kaybetme umudunu diyeceğim ama söylediklerimi anlar mısın emin değilim."


-Hadi bana cevabını bilemeyeceğim bir şey sor.
-Ne sorayım?
-Bilmem.
-Gördün mü?Senin bilemeyeceğin bir şey sormak zor değil.


-Ölüleri neden kimsenin bilmediği yerlere gömerler?
-Ataların toprak olduğunda, aynı saygıyı toprağa da göstermen için


- Umut nedir Gozo?
- Gozo umuttur Sagre.


"Yelkovan ölmedi Sagre.
Yaşıyor güneşin doğduğu yerde.
Artık üzülme, toprağa gitmez ölüler.
Yaşarlar hepsi güneşin doğduğu yerde."


"Ude uçmuyordu başında.
Gozo görünmedi ortada.
Geçti yine kayaların başına.
Yalnızca baktı toprağa toprağa."







"Dazar durmadan yeni düşmanlar yarattı.
Hiçbir zaman azalmasın diye halkının ona ihtiyacı,
seyyahları, kitapları, hayvanları, doğayı, 
düşman ilan etti halkına dünyanın geri kalanını."









"Buradaydım yanarken Marsolat'taki büyük kule.
Buradaydım tepemde oturuken Sagre."


Gozo ve Sagre
Uğur Erbaş
İletişim Yayınları

orak çekiçli bir çocuk gülüşü


Sosyalizm,
Yani şu demek ki dayı kızı
Sosyalizm
Senin anlayacağın yani
El kapısının yokluğu değil de
İmkansızlığı.
Ekmeğimizde tuz
Kitabımızda söz
Ocağımızda ateş oluşu hürriyetin
Yahut, başkası yel de
Sen yaprakmışsın gibi titrememek
Bunun tersi yahut…

Sosyalizm
Devirmek dağları elbirliğiyle
Ama elimizin öz biçimi
Öz sıcaklığını yitirmeden.
Yahut, mesela
Sevgilimizin bizden ne şan, ne para
Vefadan başka bişey beklemeyişi…

Sosyalizm
Yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın
Yahut, mesela
-bu seni ilgilendirmez henüz-
Esefsiz
Güvenle
Emniyetle
Gölgeli bir bahçeye girer gibi
Girebilmek usulcacık ihtiyarlığa
ve hepsinden önemlisi
Çocukların ama bütün çocukların
Kırmızı elmalar gibi gülüşü…

Nazım Hikmet

babasının ölümü üzerine, elias canetti

...Annemin geldiği gün babamı görmedim, akşamları bizim odaya çocuklara gelmiyordu.Ama hemen ertesi sabah çıkageldi ve küçük kardeşimi konuşturdu."Georgie" dedi, "Canetti" dedi küçük çocuk, babam "two", küçük kardeş "three," babam "four", "Burton" küçük, "Road" babam, "West" küçük, "Didsbury" babam, "Manchester" küçük, "England" babam ve sonunda ben çok gereksiz ve yüksek sesle "Europe!" Böylece adresimiz yeniden tamamlanmıştı.Daha iyi bellediğim sözler yoktur, bunlar babamın son sözleriydi.

Her zamanki gibi kahvaltıda aşağıya indi.Az sonra inleme sesleri duyduk.Dadı merdivenlere koştu, ben de peşinden.Yemek odasının açık kapısından babamın yerde yattığını gördüm.Boylu boyunca uzanmıştı, masayla şömine arasında, şöminenin hemen yanında, yüzü bembeyazdı, ağzının çevresinde köpük, annem onun yanına çökmüş bağırıyordu: "Jacques, konuş, bir şey söyle, Jacques konuş benimle!" Tekrar tekrar bağırdı, insanlar geldi, komşu Brockbank'lar, bir Quakerci karı koca, sokaktan yabancılar.Ben kapının önünde duruyordum, annem saçını yoluyordu, gittikçe daha çok bağırıyordu.Ben çekinerek odaya adımımı attım, babama koştum, anlamıyordum, ona sormak istedim.O sırada birinin sözlerini işittim: "Çocuğun çekilmesi gerek!" Brockbank'lar beni usulca kolumdan tutup sokağa, ordan da kendi bahçelerine götürdüler.

Orada oğulları Alan beni karşıladı; benden çok daha büyüktü ve benimle hiçbir şey olmamış gibi konuştu.Bana okuldaki son kriket maçını sordu, ona cevap verdim, bu konuda her şeyi tam tamına bilmek istiyordu ve ben söyleyecek bir şey bulamayıncaya kadar sordu.Sonra, benim iyi tırmanıp tırmanmadığımı sordu, ben evet deyince, orada duran ve bizim ön bahçeye doğru eğilen bir ağacı gösterip "ama buna tırmanamazsın" dedi."İmkansız ona tırmanamazsın" Bu kışkırtmaya kapıldım, ağaca bir göz atıp "Evet, tabii, tırmanırım" dedim.Ağaca yaklaştım, kabuğuna tutundum ve yukarı zıplamak istedim, bu sırada bizim yemek odamızın bir penceresi açıldı.Annem iyice dışarı sarkıp beni Alan'la birlikte ağacın yanında görünce bağırdı:

"Oğlum, sen oynayıp duruyorsun, babansa öldü!Sen oynayıp duruyorsun, babansa öldü!Baban öldü!Baban öldü!Sen oynuyorsun, baban öldü!"

Bunları söylerken sokağa doğru bağırıyordu, sesini gittikçe yükseltiyordu, onu zorla odaya geri çektiler, o direniyordu, bağırışını duyuyordum, onu artık görmediğim halde sesini hala duyuyordum.Onun çığlığıyla içime işledi babamın ölümü ve beni hiç terk etmedi.

Elias Canetti
Babanın Ölümü, Son Versiyon
-Ölüm Üzerine-

cowboy bebop (1998-1999), cennetten kovulan melekler & çizgili kedinin öyküsü, spike & jet hüznü


Cowboy Bebop - Final Şarkısı

"Biz, delicesine aşıkken...
matem tutmak için, hızla akıp gitti zaman...
Rüzgar esip gürlemeye devam ederken,
yüreğim söküklerini dikemiyor...
Kurumuş gözleriyle birisi benim için ağlıyor...
"The real folk blues"...
Tek istediğim, kederin gerçek yüzünü görmek.
Şayet bir kez geliyorsak dünyaya,
çok da kötü değildir aslında;
hayatını pisliğin içerisinde sürdürmek..."





"Gördüklerimin, aslında gerçeğin tamamı olmadığına inanırdım.Hiç uyanamayacağım bir düşü gördüğümü sanırdım.Daha ben anlamadan rüya bitiverdi."


Jet ve Hüznü

O zamanlar, işten eve geldiğimde hep beni beklerdin.
Bana tek lazım olan da buydu.
Lakin o gün eve döndüğümde geriye bir bu saat kalmıştı...
Bir de üstünde "Elveda" yazan bir not.
Nedense üzgün hissetmedim kendimi.
Gerçekçi gelmiyordu.
Ve yavaş yavaş içimde bir şeylerin uyuştuğunu hissettim...
Altı ay sonra, kendimle bir iddiaya girdim.
Bu saat durduğu zaman, hala dönmemiş olursan, bu gezegeni terk edecektim.
Buraya seni suçlamaya gelmedim.
Sadece o zaman neden ortadan kaybolduğunu bilmek istedim.
Ganymede'de zamanın durduğuna inanıyor gibisin.
Geçmişten bir hikaye bu...Unuttum...
Duran zamanın bana faydası yok.
Elveda, Jet...





"Herkes varmak istediği yeri unutmuş.
Tıpkı ipi kopmuş uçurtmalar gibi."

Cennetten Kovulan Melekler

"Cennetten kovulan melekler şeytan olmak zorundadırlar."



"Hepsi bir çocuğun düşünden ibaretti.
Tek yapabileceği de düş görmekti."





Spike - Çizgili Kedinin Öyküsü

Bir zamanlar çizgili bir kedi varmış.
Milyon kere ölmüş, milyon kere de dirilmiş.
Hiç umursamadığı, çok sayıda sahibi olmuş.
Bu kedi ölümden korkmazmış.
Bir gün gelmiş ki artık bu kedi başıboş, sahipsiz kalmış.
Beyaz, dişi bir kedi ile kaynaşmış.
İkisi beraberce mutlu mesut yaşamışlar.
Yıllar geçmiş; beyaz kedi yaşlandığı için ölmüş.
Çizgili kedi milyonlarca kez gözyaşı dökmüş, sonra da ölmüş.
Bir daha da dirilmemiş.






"Oraya ölmek için gitmiyorum.
Gerçekten yaşayıp yaşamadığımı görmeye gidiyorum...
Sürdüğüm hayatın vecibesi diyelim en iyisi."  




ukde, akif kurtuluş


Şu evin tenhası da bana yetmiyor.İnziva istiyorum.

...Okudukça anladım ki Nuri Londra'dan döndükten sonra hiç bitmeyen bir seyahate çıkmış.Bir yalnızlıktan başka yalnızlıklara uzun bir seyahat olmuş hayatı.Bazen başladığı yere dönmüş, döndüğünü kendine itiraf edip edememek arasında sıkışıp kalmış; kimi zaman burnunun dibine sokulmuş ama yarattığı kuytusunda ne sesini duyabilmişim ne nefesini hissedebilmişim.
---
Allah bizi hatalarımızdan değil, zaaflarımızdan korusun.
---
Yağmur dinmiş.Sulak yerde kendisini emniyette hisseden bir kurbağa gibi olduğum yerde kalmak, şaşkın bakışlarımla kendimi sabitlemek ve bir sokak kedisinin oyuncağı olmak istiyorum.Bir kedinin iki patisine yarasın artık hayatım, bari ona yarasın...
---
Herkesin yetim olduğu yerde yetimliği bilmezsin.
---
Hakikatin er ya da geç ortaya çıkacağı, cilalı bir cümledir.
Hakikat gelip bulmuyor bizi.Bazen belki yanımızdan geçip gidiyor ve biz dönüp bakmıyoruz bile.Fark etmiyoruz.Hakikat, kaçar bizden, bunu neden anlayamıyoruz.
---
Cezalandırabilecek olan affeder ancak.
---
İnsanın kaderi kafesi olurmuş.
---
Doğru ya da yanlış, benim yaramı sarmaya geldiği yerde bana yarasını gösteriyordu aslında.
---
İçimdeki o hınç beni ayakta tuttu.Kendi uçurumumda ilk anda yakaladığım bir daldı öfkem.Ona yapışarak kendimi yukarı çektim.
---
Gerçekler, tarihe ya geçmiyor ya da başka kılıklarda geçiyor.
---
"Şişman Soprano ve Opera" öyküsündeki gibi babam, "Sen yine bildiğini yapacaksın kızım ama ben de fikrimi söyledim işte," demeden bu oyun bitmezdi.
---
Gözlerime bakmadı.Bilmem; bakamadı belki de.Giden, geldiğinde; bıraktığının gözlerinin içine bakamayacaksa gelmemelidir.
---
Yoruldum bu oyunu oynamaktan.Seni yazgına terk edememekten yoruldum.
---
Ermeniler sürülürken kızlarını alıkoyup sonra da kurtardım diye anlatanlar var.Bunlar, ne kadar iyi insanlar olduklarını kabul etmemizi...
---
Defterin son sayfasını açtım.Nuri'nin bir kağıt parçasına yazdığı notu bir kez daha okudum."Benjamin Bey, 'Gardaşım, geçtiğimiz yollarda Allah yoktu," diyordu.
---
Tamamlanmamış cümleler kurarız bazen.Öznesi bellidir, yüklemi yerindedir, hatta yazım kurallarına  göre çok kusursuz cümlelerdir bunlar.Gerçektirler gerçek olmasına.Yine de bir büyük yalanın üstünü örterler.Bu kusursuzluk içinde, açığa vurulmamış, dilden kaçırılmış duyguların o sözcükler arasında yarattığı boşluğun adıdır yalan.

Ukde
Akif Kurtuluş

cem gibi, tuğrul tanyol


CEM GİBİ

-Mehmet Müfit'e-


Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Gecenin yenik bahçesinde dolaştım, sarı bir yağmurdu
Bitip tükenmeyen kayalıkların ortasında mahsur
İçimde titrerken anılar ve kaçışın bakır kokusu
Çocukluğum bir taht odası, Bursa'da yenik sultanlığım
Bütün kapılar kapanmış, bütün kapılar sur
Döndüm, ardımda yansıyan o büyük aynayı gördüm
Varlığın ve hiçliğin kaynaştığı, göçebe yağmur.

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Vardığımda yoktu bütün kapılar. İskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler. Kadırgamın şişmiş
Tahtalarında çırpınan rüzgârı
Duydum, yüzümün büyük sularına çizilen.

Ta orada yüksek dağlar, bu dik ve acılı yol
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Çökmüş tapınakların altında gizli geçitler
Ve küflü mahzenlerinde taşlaşmış ölüler korosu
Giden kim? bu ilkyaz şafağında yolcu edilen habersiz
Beyaz kefenlerine bürünmüş yürüyen bakirelerle.

Birden şimşek! ve göründü ve yokoldu kapılar
Yenilgi ve acı, kaçış ve sürgün. Zamanın yitik
Aynasında tüterken yalnızlığın bakır kokusu
Alnıma dövülmüş bu ilenç, bu belirsiz yolculuk
Duydum etime değişini bin kızgın demirin
Karanlık mazgallarından sarkan gövdemin...
Bir ilkyaz şafağında kurban edilmişliğim.

Birden yağmur! ve yüzümün yarısı akıp gider
Benim gözlerim yok, kurşun! sıcak ve ağdalı yüzgörümlüğüm
Issız oyuklarında derin uğultularıyla rüzgâr
Gözlerimin ıssız oyuklarında... Sıra kimde?
Batık teknemin suya gömülmüş ahşap direklerinde
Asılmış tüm yolcularım. Celal'im! Sinan'ım!
Bu deniz nereye gider, bir biz kaldık
Ve yağmur tüm kapıları siler.

Ben Cem, daha dün yarım imparatordum
Kestirdiğim paralarda soldu vücudum
Öldüm binlerce ölümle, kıyıya vuran cesedime baktım
Yağlı urganlar bağlayıp boynuma (iskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler) yürüdüm, artık
Bana bu dünyada yer yok
Ne saray, ne köşk; ne rütbe, ne taht
Ağabey el ver yanına geleyim
Al beni, sonra istersen boğdur
Bir yanım zifiri karanlık, bir yanım... birden yağmur!

Günler bir ormanın sessiz çığlığına gömüldü
Kendi içine düşen dipsiz kuyulara. Cesaret:
Gözbebeklerimin içindeki karanlık ülke
Perili... ve hiç varılmayacak.

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Vardığımda yoktu bütün kapılar.
Ben yitik zamanın altında kaldım
Silindi kapılar ben dışarda kaldım
Bu soğuk, bu kimsesiz karanlıkta
Yalnızım, ellerimden başka yok fenerim.

Tuğrul Tanyol

hıdrellez, sezen aksu


Sezen Aksu - Hıdrellez

Bahar oldu aman 
Al kese astım gül dalına 
Adadım yarin adına 
İki göz oda 

Dağ yeşil, dallar yeşil 
Uyandılar bayrama 
Her gönül şen 
Bir benim bahtım kara 

Kokuyor buram buram fulyalar 
Vakit tamam 
Bir bana uğramadı 
Bu bahar bayram 

Ne yolu var ne izi 
Tanıdık değil yüzü 
Dileğim Allah'tan 
Aşk sözün özü 

Sevdiğim yok, eşim yok 
Ağardı bir gün daha 
Ey benim şans yıldızım 
Gülümse bana 

Ağlama Hıdrellez 
Ağlama be bana 
Acı ektim yerine 
Aşk yeşerecek 
Başka bahara


Düğün ve Cenaze Albümü (1997) 
Söz: Sezen Aksu, Pakize Barışta 
Beste: Goran Bregoviç Düzenleme: Goran Bregoviç

marangoz kuşakov, daniil kharms, ufak tefek olaylar


Bir zamanlar bir marangoz vardı.İsmi Kuşakov'du.
Bir gün evinden çıkıp tutkal almak için dükkana gitti.Buzlar yeni çözüldüğü için yerler kaygandı.
Birkaç adım atan marangoz kaydı, yere düşüp alnını yardı.Ah! dedi marangoz, ayağa kalkıp eczaneye gitti, bir yara bandı alıp alnına yapıştırdı.
Ama sokağa çıktığında yeniden ayağı kaydı, yere düşüp burnunu kırdı.Ah! dedi marangoz, ayağa kalkıp eczaneye gitti, bir yara bandı alıp burnuna yapıştırdı.
Sonra yeniden sokağa çıktı, yeniden ayağı kaydı, yere düşüp yanağını yardı.Bir kez daha eczaneye gitti ve yanağına bir yara bandı yapıştırdı.
Bak ne diyeceğim, dedi eczacı marangoza, anlaşılan sık sık yere düşüp bir yerini yaralıyorsun, almışken birkaç yara bandı birden al.
Hayır, dedi marangoz, bir daha düşmeyeceğim!
Ama sokağa çıktığında yeniden ayağı kaydı, yere düşüp çenesini kırdı.Kahretsin bu buzları! dşye haykırdı marangoz ve yeniden eczacıya koşturdu.
İşte yine geldin, gördün mü? dedi eczacı.Bir kez daha düştün.
Hiç de! diye bağırdı marangoz.Bir kelime daha dinleyemem!Bana bir yara bandı ver, hadi acele et!
Eczacı yara bandını uzattı; marangoz bandı çenesine yapıştırıp eve seğirtti.
Ama kapıda onu tanıyamadılar ve eve almadılar.
Ben Marangoz Kuşakov'um! diye bağırdı marangoz.
Çek arabanı! dedikten sonra hem kilitleyip hem de sıkı sıkı zincirlediler kapıyı.
Marangoz Kuşakov bir an merdivenlerde durup yere tükürdükten sonra yürüyüp gitti.

Daniil Kharms
Marangoz Kuşakov
Ufak Tefek Olaylar
Encore Yayınları

old black train, over the garden wall soundtrack

Old Black Train - Over The Garden Wall Soundtrack

There's an old black train a-coming 
Scraping along the iron 
You don't need no ticket boys 
It'll take you when its time 

Oh come on now young strangers 
Weren't you someone's son? 
How'd you find this depot 
'Cause it ain't where you belong 

You will pass a graveyard 
Stones worn by the years 
The train'll stop a minute but don't let it leave you here 


Well the coachman is my brother 
The engineer's my friend 
We'll get you more acquainted by the time we reach the end 

This journey is a long one 
It'll take you all around 
Life rushing by your windows 
Before it lays you down 

Now where this old train's going 
You can't come back from 
Leave your baggage here 
Because we'll need it when you're gone

miskinlikte buldular, yunus emre - cemal söyleyen

Miskinlikte Buldular - Yunus Emre
Cemal Söyleyen


Miskinlikte buldular, kimde erlik var ise, 
Merdivenden ittiler, yüksekten bakar ise. 

Gönül yüksekte gezer, dembedem yoldan azar, 
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise. 

Ak sakallı pir koca, hiç bilmez ki hali nice, 
Emek yemesin hacca, bir gönül yıkar ise. 

Sağır işitmez sözü, gece sanır gündüzü, 
Kördür münkirin gözü, alem münevver ise. 

Gönül Çalab'ın tahtı, gönüle Çalab bahtı, 
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise. 

Sen seni ne sanırsan, ayrığa da onu san, 
Dört kitabın manası, budur eğer var ise. 

Bildik gelenler geçmiş, konanlar geri göçmüş, 
Aşk şarabından içmiş, kim mana duyar ise. 

Yunus yoldan ırmasın, yüksek yerde durmasın, 
Sinle Sırat görmesin sevdiği didar ise. 

Yunus Emre