11 Aralık 2015 Cuma

gömülü dev, kazuo ıshiguro

Hafızalarını bu kadar zayıflatan şey, utanç mı yoksa sadece korku mu?
---
-Belki Tanrı bizim yaptığımız bir şeye öfkelenmiştir.Belki de öfkelenmemiştir de, utanıyordur...Belki Tanrı bizden, yaptığımız bir şeyden o kadar utanıyor ki, kendi de unutmak istiyor.Yabancının İvor'a dediği gibi, Tanrı hatırlamıyorsa bizim hatırlayamamışımızda şaşılacak bir şey yok..
-Biz Tanrı'yı bu kadar utandıracak ne yapmış olabiliriz ki?
---
Efendisinin entrikaları ne olursa olsun, bu asker şerefli şekilde öldü; ona mezar kazmak bir şövalyenin kılıcına yaraşır.
---
"Yanılıyorsam söyleyin beyim.Tahminimce keşişlerin bu memlekette bir zamanlar işlenmiş ve ne zamandır cezalandırılmamış suçların kefaretini ödemek amacıyla, sırayla kafese girip bedenlerini vahşi kuşların saldırısına maruz bırakması burada adet edinilmiş.Karşımda gördüğüm çirkin yaralar bile bu şekilde açılmış; bilemiyorum, inancınızın kuvveti ıstırabınızı hafifletiyordur belki.Yine de şunu söyleyeyim ki, yaralarınızı görünce ben acımıyorum size.Beyim, iğrenç eylemlerin üzerine perde çekmeyi nasıl kefaret kabul edersiniz?Sizin Hristiyan tanrınız rüşvet niyetine kendinize çektirdiğiniz acılar ve birkaç duayla böyle kolaycacık kandırılabilen bir tanrı mı?Adaletin yerini bulmaması hiç mi umurunda değil?"
---
-Ne var ki sis bütün anıların üstünü örtüyor, iyilerin yanı sıra kötülerin de.Öyle değil mi hanımcığım?
-Biz kötü anıları da geri almaya hazırız, bizi ağlatsalar ya da öfkeden tir tir titretseler bile.Çünkü paylaştığımız hayat bu, öyle değil mi?
---
Şimdi artık hayal kurmayı bırakalım da biraz daha odun kıralım.
---
 Bu sis o kadar çok şeyi unutturuyor ki bize, birbirimizi niye unutturmasın?
---
İkimizin hayatı, sonu mutlu biten  bir masal gibi, arada hangi olayların yaşandığı önemli değil.
---
Dev ısırganların arasında kendime yol açtım -şu gıcırtılı demirleri bunun için mi kuşandım?Bacaklarımı şu tüysü dikenlerden korumak için mi- ve sonunda açıklığa, gölete vardım, tepesindeki kurşuni gökyüzü aralıklardan görülüyordu.Göletin kenarında üç ulu ağaç, ama her birinin beli kırılmış, ileriye, suya devrilmişler.Bunlar son geldiğimizde gururla ayakta duruyorlardı şüphesiz.Yıldırım mı çarptı acaba?Yoksa yaşlanıp bitkin düştüklerinde yetiştikleri yerin bunca yakınında , buna rağmen ulaşılmaz olan göletten mi medet umdular?
---
Bazılarınızın, size yapılan kötülüğü yaşayanlar hatırlasın diye dikilmiş güzel anıtlarınız olacak.Bazılarınızınsa, sadece kaba tahta haçları ya da boyalı taşları ; bazılarınız da tarihin karanlığına gömülü kalmaya mahkum olacaksınız.Her halükarda kadim bir kafilenin parçasısınız; yani devin yığma taşları da uzun zaman önce, savaş sırasında masum çocukların katledildiği bir trajedinin yerini işaretlemek üzere dikilmiş olabilir pekala.Böyle bir taş anıt dikmek için bundan başka bir sebep bulmak zor.Atalarımızın alçak arazide bir zaferi ya da kralı anmak istemesi anlaşılırdır.Ama böylesine yüksek ve ücra bir yerde ağır taşları adam boyunu aşacak şekilde üst üste niçin yığsınlar?
---
O bir savaş atıdır beyim!Düğün çiçeklerinin arasında sıçrayan bir midilli değil!Savaş atı beyim, Tanrı'nın rızasına uygun olarak benim can verişimi de, galip gelişimi de görmeye hazırdır!
---
Ama Sir Gawain, bakınız toprağa nasıl batıyr.Biz Saksonlar için bir kılıcın ağzı aralıksız bir kaygı kayağıdır.Biz keskinliğinden bir gıdım olsun kaybeder diye kılıcın ağzını havaya göstermeye bile korkarız.
---
Şimdi çok uzaklarda kaldı, yanımızdan uçup giden, gökyüzünde nokta kadar ufalan bir kuş gibi.Ama oğlumuz o sadakatsizliğin hıncına şahit oldu; üstelik tatlı sözlerle kandırılamayacak kadar büyük, kalplerimizin çeşitli tuhaflıklarını bilemeyecek kadar da küçüktü.

Gömülü Dev
Kazuo Ishiguro

24 Ekim 2015 Cumartesi

cibutili çocuklar, ayna, saim orhan


Ayna-Cibuti
Saim Orhan


En iyi Ahmet Uluçay anlardı belki; 
bidonları kesip kesip kamyon yapan o Cibutili çocukları.











tanpınar'da görünmeyen, nurdan gürbilek, yer değiştiren gölge

...
Şu soruyu sormuştu Tanpınar: "Neden geçmiş bizi bir kuyu gibi çekiyor?" Nerede olduğunu hatırlayamadığım bir yerde Nietzsche söylemişti sanırım: " İnsan bir kuyuya bakarsa, kuyu da ona bakar." Suyu çekilmiş, kurumuş bir kuyu olmalı Nietzche'ninki.Tanpınar'ın kuyusunun dibinde ise bir su birikintisi vardır; tıpkı bir ayna gibi, bakana kendi yüzünü yansıtır.

Tanpınar'da Görünmeyen
Nurdan Gürbilek
Yer Değiştiren Gölge

moskovskaya elegiya (1987) , aleksandr sokurov, andrei tarkovsky, tonino guerra


Tonino: Biliyorsun Andrei, bu gece senin için bir şiir yazdım.Şimdi onu okumak istiyorum.Şiirlerimi resmi İtalyanca ile yazmam,lehçe kullanırım.Ama yine de dinlemeni istiyorum.Belki anlarsın.

"Bir ev nedir?
Belki bir paltodur, belki de
yağmur yağdığında bir şemsiye.
Şişelerle, bezlerle...
tahta ördekler,
perdeler ve yelpazelerle dolu.
Buradan hiç ayrılmak istemiyorsun
demek ki...
içine giren herkes için
ev bir kafestir.
Senin gibi karları izleyen bir kuş için bile..."


-Tarkovsky, Tonino Guerra sohbetinden...-
Moskovskaya Elegiya (1987)
Aleksandr Sokurov

boğaziçi mehtapları, abdülhak şinasi hisar

Resim: Tuncer Erdem
...Sağa ve sola sapılınca korulardaki, kalbimizin bizi hayatla barıştıracak yollarını insanlardan iyi bilen ihtiyar ağaçlar kendilerine gelenlere kucak açar ve muhtaç oldukları teselliyi ve gönül rahatlığını gölge, koku ve sessizlik halinde bol bol sunarlardı.
---
Geçmiş bir zamanı anlamak için bize belki ilmimizden ziyade cehlimiz yardım edebilir.Zira belki bilgiden ziyade bilgisizliğin verdiği bir sadelik lazım gelir.Eski zaman adamlarının muasırları olabilmek için devirleri hakkındaki cehlimiz kadar devrimiz hakkındaki bilgimizden kurtulmalıyız.
---
Bu yoksulluklardan kısa bir zaman için olsun kurtulmanın çaresi de yoktu.Çünkü o zamanlarda yorgun başımızı, viran gönlümüzü ve lüzumlu eşyamızı alarak bir başka diyara gitmek, asıl yalnızlığımızın kalabalığına kavuşmak, adımlarımızı nice bağlardan çözüp kurtaran, bizi gençleştiren, hatta çocuklaştıran yolculukların tedavisinden ve zevkinden istifade etmek imkanı bile yoktu.O zamanlarda arada bir varılır bir Avrupa yoktu.Avrupa, hariciye memurlarından başkaları için kapanmış, bilinmez ve yasak bir yerdi.Hudutlarımız içinde mahpus bulunduğumuzu ispat etmek ister gibi, hudutlarımızdan çıkar çıkmaz bize firari denilirdi.
---
İhtiraslarımız ve zaaflarımız kaderimizin yoksullukları ve aksilikleriyle birleşerek talihimiz bir yerde çözülmez bir kördüğüm gibi bağlanınca; belalar bir yerde gökten başımıza ateşler gibi yağmaya başlayınca bu yerimizi değiştirmekten başka çaremiz kalmaz.
---
Evin en rahat köşelerinde kediler horlardı.
---
Hayatları hala tabiatın lütfuna veya kahrına göre kurulan insanların ruhlarında ezeli bir ferahlık çağlar.
---
Ah! Hangi gün, hangi gece, hangi saat, hangi an geçmişti ki biz onda saadetimizi aşkımıza feda etmeye hazır değildik?
---
Sazda esasın hüzün olduğu kabul edilmiş gibidir.Hatta sazın ıstılahları bile çok kere hüzünlü kelimelerdir.Bununla beraber saza yalnız gamlı sıfatının verilmesi hiç doğru olmaz.Musiki her zaman gönüllerin hüzünleriyle zevklerinin birleştiği sınırda çağlayan seslerdir.Sazın başlıca söylediği belki ıstırap değil, elbette tatları olan bir hicrandır ve yoksulluk değil, elbette zevkleri olan bir daüssıladır.
---
Saz kayığının etrafında böyle sabırsızlıkla bekleyen kayık ve sandallarda bulunanların, hele çalgıya en yakın olanların, teşrifatlı bir merasimin davetlileriymiş gibi, küçük bir gürültüden bile kaçındıkları görülürdü.Güya hep gölgeden ve hayalden yapılmışlar gibi, kendilerinden hiçbir ses çıkmazdı.
---
Musiki her ruhun kaybetmiş olduğunu her zaman duyarak daima hasretini çektiği bir cenneti vaat eder.Bize güya hakikatlerin ötesinde gelecek harikulade hakikatlerin neşesinden dem vurur.Bizim hakiki cennetimiz ancak kaybetmiş olduklarımız, varabileceklerimiz de ancak hayalimizle varabildiklerimiz olduğu halde bize kaybolmuş bir cennetin tekrar elimize geçmesi tarzında bir dünyadan bahs ile bunu vaat eder.
---
Suların sükutu üstünde sandalların sükutu kayıyordu ve biz geçtikçe sanki üstünde bulunduğumuz sular gibi yarılıyor, açılıyor ve bizi karşılıyordu.

Boğaziçi Mehtapları
Abdülhak Şinasi Hisar

naked (1993), mike leigh, johnny ve sıkılmak


-Manchester'da sıkıldın mı?

-Sıkıldım mı?Hayır hiç de sıkılmadım. Ben hiç sıkılmam. Herkesin derdi bu.Herkes sıkılıyor. Doğa size açıklandı ve sıkıldınız.Yaşayan beden size açıklandı ve sıkıldınız.Evren size açıklandı ve bundan da sıkıldınız.Şimdi sadece ucuz heyecanlar istiyorsunuz...Bunlardan bol bol istiyorsunuz ve yeni oldukları sürece ne kadar adi, saçma oldukları fark etmiyor.Hakkımda ne söylersen söyle ama ben hiç de sıkılmıyorum.

Johnny

Naked (1993)
Mike Leigh


giden bir kedinin ardından, ferit edgü


...Sonunda ayakları üzerinde doğruldu, kemikleri gelişti, yürümeye sonra da koşmaya başladı.Ama hiçbir zaman oyuncu bir kedi olmadı.Gözlerinde hep bir yalnızlık, bir hüzün...Uzun bir süre beni anası sandı.Ben de onu düş kırıklığına uğratmamak için elimden geleni yaptım...


Giden Bir Kedinin Ardından
Ferit Edgü

ssendu, ıdir


Ssendu-Idir

"Felsefi susmalar Wittgenstein'in düşündüğünün çok ötesinde değerlere sahiptir.
Çünkü gerçekten ve yine de bir şeyi söylerler." 
                                                                              Ulus Baker

benim tufanım, ferit edgü, giden bir kedinin ardından


Herkesin tufanı kendine.
Hun Atasözü

Hayır, ben onun teknesinde yoktum.
Bencil Nuh, kendinden başka erkek almadı teknesine.
Neyse ki, benim, Nuh'un teknesinden çok önce, Dicle
üzerinde bir salım, bir keleğim vardı.
Nuh, hayvanları aldı teknesine.Bense, ne hayvan, ne
insan, hiç kimseyi.
Seller bastığında onun teknesi, kuzeye yönelmiş, efsaneye
göre, uzun ve dertli yolculuğunun sonunda Ağrı Dağı'nın
doruğuna oturmuş.
Benim keleğimse, güneye yönelip kum tepelerine oturdu.
Sular çekildiğinde, Nuh dağda, bense çöldeydim.
Yaratık olarak, yalnız sürüngenler, yılanlar, kertenkeleler,
çıyanlar, akrepler vardı çevremde.
Nuh'un gemisinde tüm hayvanların olduğu söyleniyor.
Ama sanırım, hiçbir sürüngen yoktu.Onları bana
bırakmıştı.
Bu nedenle olsa gerek, tufan olayı Nuh'la özdeşleşmiş,
benden söz eden ne bir türkü, ne bir şiir, ne bir destan,
ne bir söylence kalmıştır.Kutsal kitaba gölgeciğimin
zerresi bile yansımamıştır.Oysa, tufanı yaşayan ve 
tufandan kurtulan ben, hayatımın geri kalan yıllarını su
arayarak geçirdim.

3.8.'10
Ferit Edgü
Benim Tufanım
Giden Bir Kedinin Ardından

kulak misafiri, elias canetti

Subiriktirici: ...Yağmur yağdığında subiriktirici ağlar.Bugün, Son Yağış, diye fısıldar, bugünü hiç unutmayacağız.Gene de yağmur yağar, ama o, damlaları sayan o, her seferinde yağmur damlalarının azaldığını, yakında tümden kesileceğini bilmektedir.Öyle ki, çocuklar, yağmur nasıl bir şeydi, diye soracaklar ve yetişkinler, çatlamış topraklar üzerinde, bu soruyu yanıtlama güçlüğü içinde kıvranacaklardır.

Hamsözcü:...Hamsözcü, üzerinde düşündüğü hiçbir şeyi söylemez, düşünmeden önce söyler.Bu adam yüreğini değil, dilinin ucunu yoklar konuşmadan önce...

Yitirmeci: Bu adam her şeyi yitirmeyi başarır.Küçük şeylerle işe başlar.Yitirecek pek çok şeyi vardır.İnsanın iyi bir yitirme işi gerçekleştirebileceği öyle çok yer vardır ki!

Hayırcıbaşı:...Hayırcıbaşı tükürür.Buyruklar havada şakır, insan veba gibi kaçınır buyruklardan gerçi ama, ne de olsa gene de bir şeyler kalır onda.Adamın bu tür işler için özel bir mendili vardır.Ve daha tükürükle dolmasına kalmadan yakar onu.

Kulak Misafiri
Elias Canetti