7 Kasım 2014 Cuma
ormandaki tehlike, aynalar, eduardo galeano, savitri
Savitri gitti.
Çağrısını işitip onu aramaya gelen yabani götürdü onu; parmaklığı ezip geçti, muhafızları etkisiz hale getirdi ve çadırın içinde daldı.Bu arada dişi olan zincirlerini kopardı ve ikisi birlikte ormanın içinde gözden kayboldular.
Olympic adlı şirketin sahibi kaybının yaklaşık dokuz bin dolar olduğunu hesapladı ve daha da kötüsü, Savitri'nin arkadaşı Gavitri'nin bunalıma girdiğini ve artık çalışmak istemediğini söyledi.
Kaçak çift 2007 yılı Ağustos ayı sonlarında, Kalküta'dan iki yüz kilometre kadar uzaktaki bir gölün kıyısında bulundu.
İz sürücüler onlara yaklaşmaya teşebbüs edemediler.Erkek ve dişi fil hortumlarını düğüm yapmışlardı.
Ormandaki Tehlike
Aynalar
Eduardo Galeano
kuzenler, şempanze ham, eduardo galeano, aynalar
Uzayı fethetmiş olan şempanze Afrika'da avlanmıştı.
Dünyanın dışına seyahat eden ilk şempanze, yani ilk şempanze astronot oldu.Bu yolculuğu Mercury adlı kapsülün içinde yaptı.Üzerinde bir telefon santralinden daha çok kablo vardı.
Sağ salim dünyaya geri döndü ve yolculuk sırasında kayıt altına alınan vücut fonksiyonları, biz insanların da uzay yolculuğunda hayatta kalabileceğimizi gösterdi.
Ham, Life dergisine kapak oldu ve yaşamının geri kalan kısmını hayvanat bahçelerindeki kafeslerde geçirdi.
Kuzenler
Aynalar
Eduardo Galeano
insan kısım kısım yer damar damar, hasret gültekin
insan kısım kısım yer damar damar
kaşları lam elif gözlerin kamer
ince bel üstüne olaydım kemer
yakışır beline sar beni beni
ben isterim şeker ola bal ola
değmen bana yana yana kül olam
sen bir bahçıvan ol bende gül olam
yakışır eline der beni beni
Ne haldayım ala gözün süzenler
Ne olur suna boylum gör beni beni
Eşinden ayrılıp yaslı gezenler
Her sabah, her akşam der beni beni
Der ya! İnsan eşinden ayrılır da "vay beni beni" diye yakınmaz mı?
Döğünüp yakınmakla kalmaz insan, az buçuk şairliği, âşıklığı varsa; saza
söze döker içini. Tıpkı Hüseyin gibi.
Hüseyin garip bir köy çocuğu. Sivas köylerinden birinde doğmuş. Askere
gidene dek hiç ayrılmamış köyünden. Ne zamanki askerliğini yapmış dönmüş
köye, anası çekmiş dizinin dibine. "Bak oğul, gayrı zamanıdır; seni
everelim. Tez zamanda torun ver bana. Evimiz şenlensin" demiş. Ana sözü
ata sözü. Ne desin Hüseyin. Bulmuş dengince birini, evermiş Hüseyin'i.
İyi ama, geçim zor. Tarla takım hak getire. Şu kapı senin, bu kapı
benim. Irgatlık, tutmaklık karın doyurmuyor ki. Üç günlük yiyecek
çıkıyor, sonrası yok. Bir gün anasına "Bak ana, ikiydik üç olduk.
Yakında dört olacağız. Bu geçim geçim değil, bir şeyler yapmak gerek.
Ben gurbete çıkıp iş tutmak istiyorum. Üç-Beş kuruş biriktirir de bir
kaç dönüm tarla edinirsek, bir güvenimiz olur. Eker biçer, geçinir
gideriz". Anası "hık-mık" etmiş ilkin, bakmış ki Hüseyin kafasına takmış
bir kere. "Yolun açık olsun oğul. Sağlıkla git, sağlıkla gel" demiş.
Hüseyin anasıyla, karısıyla vedalaşıp, tutmuş gurbetin yolunu. Şurası
senin, burası benim derken, varıp İstanbul'a ulaşmış. Ulaşmış ya, ha
deyince iş bulamamış. Ekmek aslanın ağzında. Sokaklar işsiz dolu. Bir
hemşehrisinin kaldığı hana yerleşmiş Hüseyin. Handakilerin çoğu
gurbetçi. Çoğu da işsiz. Hazırdan yiyorlar. İlkin ufak tefek günlük
işler bulmuş Hüseyin. Boğaz tokluğuna çalışıyor nerdeyse. Elinde
avucunda bir şey kalmıyor. Bir dolu iş değiştirdikten sonra, bir
fabrikaya girmiş işçi olarak, bir gün, beş gün, bir ay, beş ay. Değişen
bir şey yok. Hüseyin üç kuruş biriktirip bir yana atmaktan öte, geçim
sıkıntısına düşmüş bir de. Sıla özlemi bir yandan; geçim derdi bir
yandan. Bir de yalnızlık sarmış ki duygularını. Eh!.. Milyonluk bir
kent; bir tek de Hüseyin. Yollar sokaklar insen seli. İnsanlar şen,
insanlar şakrak. Bir tek Hüseyin garip. Boynu bükük Hüseyin, arada bir
mektup yazıyor köyüne. Bir iki satır da onlardan geliyor. Ama yetmiyor
ki! Geçim bir yandan, sıla özlemi bir yandan. Bir de on dönümlük tarla
var ki gönlünde. Şöyle güzelinden, sulusundan. Taşı eksen bitirir
cinsinden. Sözün özü, karma karışık Hüseyin'in kafası. Bir dalıyor.
Kayboluyor. Gidiyor köyüne. Elleri dolu dolu. Anası, karısı, hısım
akrabası bir güzel karşılıyor. Sarmaş dolaş. Giysilik kumaşlar,
pabuçlar, urbalar. Tarlalardan tarla beğeniyor. On dönüm. Ama tarla!
Taşı eksen bitirir cinsinden. Kolları sıvıyor. Bir ekin ekiyor. Bir ekin
ki, o yörede görülmemiş. Boy dersen, insan kaybolur içinde. Başaklar
koca koca. Bir gür, bir iştahlı ki, gören maşallah demeden geçmiyor. Çok
yoruluyor Hüseyin. Ter alnından şıpır şıpır damlıyor. Ama olsun. Emek
olmadan, yemek olmazmış. Böyle demiş atalarımız. Olsun! Ter olsun. Ter
iyidir. Ter malı haller "Ter.. Ter" diye inlerken Hüseyin, bir eli de
otomatik dokuma aracının kolunda bir ileri, bir geri gidip gelmektedir.
Birden öylesine "ter" diye bağırır ki, yanından bir el uzanır Hüseyin'in
omuzuna. " Ne o Hüseyin gardaş hasta mısın? Kendi kendine konuşup
duruyorsun. Hem, hiç bu kadar terlemezdin çalışırken. Bir şeyin mi var?"
Hüseyin ayıkır birden "Şey, bir şeyim yok be bacı. Memleketi düşünüyordum da."
Gün o gün!. saat o saat. Artık Hüseyin de bir dost edinmiştir. Milyonluk
kentte yalnız değildir artık. Derdini anlatacağı, yardım anlayış
göreceği bir dostu olmuştur. Hüseyin'in de. Bir dost ki, tertemiz. İyi.
Doğru. Çalışkan. Bir dost ki, sıcaklık veriyor insana. Yanında huzurlu
oluyor insan. Leb demeden leblebiyi anlayıp, elini uzatıyor Hüseyin'e.
Gün günü, ay ayı eskitiyor. Geçen her günle dostlukları daha da
pekişiyor Hüseyin'le komşu makinada çalışan işçi kadının. Dostluk
öylesine gelişiyor ki, gün geliyor Hüseyin onsuz; o Hüseyin'siz
olamayacağını anlıyor. Uzun sözün kısası, evleniyorlar. İyi ama, Hüseyin
evli zaten. Köyünde bekleyeni var.
kendimi zamansal ve mekânsal gurbette hissediyorum, yönetmen sineması, ahmet uluçay
Ben çocukluğuna ağlayan birisiyim hâlâ. Kendimi hem zamansal hem de mekânsal gurbette hissediyorum. Çocukluğum gitti ve geriye dönmüyor. Bir şekilde onu zapt edebilir miyim? O her an için benim cebimde kalabilir mi? Ve istediğim zaman ona dönebilir miyim? Yani fânilik insan olarak kaderimiz. Fâniyiz biz, öleceğiz bir gün ve her şey yok olacak. Mutlak anlamda yok olmayacak tabii, o yok olmadan söz etmiyorum. Bunun bir daha geri dönmemesi, elimizden akıp gitmesi, oradaki acziyetimiz. Belki beni sinema yapmaya iten temel neden bu.
---
Mutlaka her filmimde teknik bir kusur çıktı.En son filmde de "hiiii" diye bir ses vardı.Kamera bir arıza yaptı ve motor sesi girdi baştan sona kadar.Şeytan parmağını soktu.
---
Bethooven'a sormuşlar: "Sen bu parçada neyi anlatmak istedin?" Çalmış, "bunu" demiş. Tabii ki filmlerimde bir şey anlatmak istiyorum. Bir derdim var ve bunu kekeleye kekeleye de olsa anlatıyorum.
---
...Bu tür hikayelerle büyüdüm ben.Öyle bir köy...Güneş battıktan sonra o sokaktan geçme derlerdi.Ama geçersin oradan; bu kaşıntı gibi bir şey.Bir yerinizde bir yara çıka, hem kaşınır hem acır.Hem korkarsınız, hem o hikayeleri seversiniz.Herhalde böyle bir şey olsa gerek.Devamlı anlatırlardı: "Ya vallahi gördüm.şuradan geçti, şu tarafa gitti.", "Yav ne gördün?", "Şeytan gördüm" derlerdi.Böyle acayip bir dünyaydı bu; sinemanın kendisi.
---
Necip Fazıl'ın bir sözü vardı: "Bir kumarbaz, bir marangozdan daha fazla Allah'a inanır.Çünkü o görünmeyene güvenmiştir."Görünmeyen, görünenden çok daha ilgi çekici ya da bana öyle geliyor.
Yönetmen Sineması
Ahmet Uluçay
yazık oldu yarınlara, ilhan irem, istanbul havadan görüntülerle...
Yazık Oldu Yarınlara, İlhan İrem
İstanbul, Havadan Görüntülerle...
gariplik, ahmet uluçay, ayşe pay
Uluçay sinemasını en iyi tanımlayan şey, “garip”lik, “gurbet”te oluştur. Dolayısıyla o da, karakterleri de “garip”tir, “yerli”dir, ama bir başka “yer”li. Eşyanın katı, soğuk yüzü, katı bir gerçekçilik düşüncesi onun dünyasının dışındadır, uzağında değil. Zira uzak kavramı da onda katre katre açılan anlamıyla özleme, sevgiliye, düşlere, çocukluğa açılır. Uluçay, zamanın, mekânın çatlaklarından hep başka bir diyara, başka bir dünyaya, başka bir âleme sızar; gayba, sonsuzluğa…Uluçay’ın Sihirli Lâmbası: Sinema Ayşe Pay
kûfe'de bir hüseyni akşam, hüseyin ferhad
-Umman Şahiner'e teşekkür ile...-
KÛFE'DE BİR HÜSEYNÎ AKŞAM
Saplı kalsın göğsümde
kanıma teşne hançerin,
yaramdan damlar tekrar
nasıl olsa bir Hüseyin
Hüseyin bir ayna değil
ki kırılsın Yezid’e,
kan dökülsün ister hırkası
Yezid bir bahane
Sırrı aşikâr bir Hüseyin
aşka verir ser’ini,
tebeşir dairesinde Azrail’in
çözer zifaf düşmesini
Hüseyin kadar şivekâr
kaç isim var dilinde,
kimseye ve herkese ait
bir başka menkıbe
Sanır mısın ki Hüseyin
kumların fısıltısıdır bes,
yazılan sağdan sola
iki veya üç hecelik bir nefes
Hüseyin bir cinaslı avazdır
kişiye özel bir temrin,
bengisuda boğmak gerekir
onu öldürebilmek için
Hârelidir elbet Hüseyin
bir o kadar çocuk,
ateş çemberi değil ki bu çizdiğin
basbayağı bir boşluk
Hüseyin gece bir vakit
dokunmak gibidir güneşe,
eski yarasını Kûfe’nin
yıldızlar basmadan önce
Bencileyin külden bir Hüseyin
ezbere bilir ihaneti,
ruhuma sapladığın hançer
şehvetle ürpertir etimi
Hüseyin bir sırma kamerdir
tasviri nafile bir şehrayîn,
zaten Kerbelâ’ya uçar
sûreti haktan her Hüseyin
Hüseyin Ferhad
(Kaşgar 36 / Ocak-Şubat 2004)
leyla'ya mektuplar, ahmet uluçay
“Leyla, biz böyle nasıl çocuklarız
Hep ateşler oynarız, ateşle oynarız
Gurbet, hasret, uzaklar
Kızgın çöller, kum fırtınaları
Ateştendir oyuncaklarımız
Leyla, biz böyle nasıl çocuklarız
(…)
Bak asırlardır yanlış anlatılmış ‘Leyla ile Mecnun’
Yanlış yorumlanmış hikayemiz
Kar leke götürmez
Tekzip ederiz (…)” [1]
1] Ahmet Uluçay, Leyla’ya Mektuplar (1), İkindiyazıları, Aralık 90, sayı 100.
alemdağ'da var bir yılan, sait faik abasıyanık
"Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor"
Günlerden cuma.Mektep tatil.Süleymaniye'de Kirazlı Mescit Sokağı'nda oturuyoruz.Ben on yedi yaşlarındayım.Münir Paşa Konağı'nın çam ağacını hatırlıyorum.Lisenin bahçesindeki büyük çam ağacı bir yangında yanmış olabilir.Münir Paşa Konağı'nın yağlıboya tavanları çoktan duman ve kül olmuştur. Tahtakuruları da yanmıştır.Yatağım, yorganım, gözyaşım yanmıştır.Havuzlar yanmıştır.Yapraklarını kışın dökmeyen ağaçlar yanmıştır.Anılar, anılar yanmıştır.Yanmış oğlu yanmıştır.Beni bugüne getiren kitaplar yanmıştır.
Alemdağ'da Var Bir Yılan
Sait Faik Abasıyanık
nenni, çiğdem, aşık mahzuni şerif
Çiğdem/Nenni
Uğradı
başıma hayatın kışı
Bu sene de bir hikmet var nenni nenni
Yavru gel ağlayıp
üzme sen beni
Bu ağlamak yüreğime kor nenni nenni
Bir kuruşum yoktur kefen alayım
Bir kuruşum yoktur kefen alayım
Emmime dayıma haber salayım
Bir toprağım yoktur
mezar bulayım
Ahrette mi bize mezar var nenni nenni
Aşık
olan şu dünyayı nidermiş
Döner döner bahtım karadır dermiş
Masum olan
Kerbela'ya gidermiş
Bari dosta selamımı ver nenni nenni
Mahzuni
Şerif' im yaşım akmıyor
Akıp akıp ama sesim çıkmıyor
Şu dünyada bana
şah'ım bakmıyor
Bari yardımcımız olsun Pir nenni nenni
Bir
sazımdan başka hediyem yoktur
Bari tellerini al da çal nenni nenni
Aşık Mahzuni Şerif
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)