ilyaz bingül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilyaz bingül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mayıs 2020 Çarşamba

Fikir (Bir Müsvedde) & Samuel Beckett'tan Sonra Yazmak - İlyaz Bingül



Efendimiz acemilik.Bir taş alacaksınız.
Yontmaya başlayacaksınız.Şekillenmeye başlamışken atacaksınız elinizden.
Bir başka taş, bir başka daha.
Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız.
Belki başkaları sever tamamlar.
Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız yenidir, tazedir.
Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız.

Turgut Uyar, Efendimiz Acemilik

"Süzülmemiş" olma özelliğini taşıyan bir şarap var şimdi.
Bütün tortularını koruyor, bunlar çok özel tatlar katıyor bazen şaraba, 
süzme işleminin sonradan yok ettiği tatlar.
Biz okulda fazlasıyla süzülmüş, 
bundan dolayı da tortulu tatlar barındırmayan bir edebiyatı tattık.

J. -C. Carriere

...

İnsan aklını yitirince hikayesini de kaybediyordu; hikaye oralarda bir yerdeydi, hakikatti, fakat anlatılmadıktan, anlatılamayacak olduktan sonra ne hükmü kalırdı hikayenin?İşte o zaman "ben" dışında bir anlatıcı hakikat olan hikayeyi var edebilir.Anlatılan o hikaye ise artık o hakikatin bizatihi kendisi değil, hikayedir.Hikaye hakikatin yerine geçer.Hikaye, hakikatin ta kendisi kılınır, ki hakikate artık ihtiyaç kalmaz, ki hakikat ebedi yitişin eşiğindedir.

...

Çocuğun ölüsü okula gitti.Karısının ölüsü hala uyuyordu.Annesinin ölüsü mutfakta çay içiyordu.Komşusunun ölüsü bakkala seslenip balkondan sofra bezini silkeliyordu.Kedisinin ölüsü dışarı çıkmış, yiyecek arıyordu..Sandalyesinin ölüsü onun gelip oturmasını bekliyordu yılların alışkanlığıyla.Sözcüklerin ölüsü sözlükte sıra sıra dizilmiş, geçici bir hayata tutunmalarına anlam verecek cümleyi yurt tutmak için 80.000 ila 150.000 yıl öncesi olduğu gibi uysal uysal bekliyordu.


...

"Öyküsünü anlatacak anılara sahip değildi" deseydi, tersinerek sözcükler faslından hayat faslına geçebilecektik: Burjuva çağının destanı romana; burjuva çağının metafiziği psikanalize; burjuva çağının piçi burjuvaya.
Ne kadar da birbirleriyle içiçeler, birbirlerine yaklaşıyorlar, örtüşüyorlar.

...

Ergenlik yıllarımda büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak farketmiştim bu bu yolu,: İtişip kakıştığım annem, cümlelerinde yer yer bütün bütüne benim cümlelerimi kullanıyordu ya da çoğunlukla bana ait anlam kurucuları kullanıyordu.İşte böyle anne olunur, kadın...dedim sonraları kendi kendime.Sonraki keşifse çok daha şaşırtıcıydı: Benim cümlelerimde de yer yer onun cümleleri, anlam sızmaları vardı.Dilsel mi yoksa kültürel bir durum muydu bu?Hala işin içinden çıkabilmiş değilim.Ama anadili dedikleri şey aha işte tam da bu, dedim kendime kendime, çünkü o yaşta bu keşfimi nasıl anlatabilirdim türkçe öğretmenlerime, yaşıtım arkadaşlarıma.Ya peki sonraları anlatabildim mi?Kim, ne anlardı?Herkesin anadili kendine.Sonraki tanışlarımla öğreneceğimdir: Ne kadar ana varsa bir o kadar da anadili var handiyse.Zemininde barındırdığı anadillerin çeşitliliği sebebiyle anlamı iletmekte, aktarmakta her zaman kifayetsiz kalacaktı dil.Vay dilden medet umanın haline.

...


"Sen ölemeyeceksin -yaşadın mı ki, de ölesin...Otobiyografin olmayacak, o kendini özenle gömdüğün yoklukta yaşayacaksın.Ne var ki, otobiyografiye bir çok biyografinin, olay-örgüsünün -hayatın değil- bulaştığını ıskaladın.Sen benim otobiyografimde yaşıyorsun.Yazarak seni hayata mahkum edeceğim.Elimde kurtulamayacaksın.Seni yaşatarak = yazarak öldüreceğim."

...

17 Mart 2015

S. Backett'in yazdıklarından sonra edebiyat yazma uğraşı başarısızlığa mahkum -Artık edebiyat yazmayacağım (mı?)

Beckett'ten sonra hala yazılabilecek bir şey var sananların vay haline (mi?)

...

İlyaz Bingül
Fikir 
Gram Yayınları

14 Mart 2017 Salı

postanedeki sandalye, ilyaz bingül

Koala, okaliptüs yapraklarını yer (ki bu yapraklar başka hayvanlar için zehirleyicidir), 
çok az su içer ve bir barınağı yoktur. 
(James L. Gould-Carol Grant Gould, Olağandışı Yaşamlar)

...Göz ucuyla önüne, tek zarfı tutan, beline dek kaldırdığı eline bakıyor bir aynaya bakarcasına: Gövdesinin kıvrımlanışına göre biçim alan yüzünü görüyor."Eller daha az karşı koyuyor." Yüzünü butruşturmuyor.Bu sıradan gerçek zamanı ve yüzü bozuyor, ellerindeki derin kırışıklıklarda rahatlıkla görüyor bunu, ama bu, yüzün kendini buruşturmasındaki kırışıklıkla aynı özden yapılmış değil, çünkü yüz kendini buruşturarak alabilir öcünü, oysa bu elde gördüğü bir bozuluş yalnızca.
---
Devcileyin bir el ve aynı irilikte bir zarf.Elini zarfsız düşünemiyor artık.Elini zarfsız.Zarfı elisiz.Zarfını elsiz.Zarfını elisiz.Sonuncusu daha uyuyor.
---
Postanenin bu ıssız bucağında bulunduğu sürece kalabalık ve orman sınırlarını ve yerlemlerini yitiriyor, birbirine dönüşüyorlardı."Ormanlarda yetişen insanlarla bitkiler ve hayvanlar birbirine benzerler; düzlükte yaşayanlardan tümüyle farklıdırlar.", bir mektubun içinden fırlayıp zihnine saplanıyor.Ormanların içinde, yalnızca içinde mi, bitişiğinde ya da yakınında yaşayınca insanların davranışlarını çevrenin yabanıllığı yönlendirir, tıpkı kalabalıktaki gibi.Beyimize bakan, ondaki yabanıllıktan irkilir, ama irkilmenin nedeni içinde olmaktan değil, tersine onun dışında kalışını görmesinden kaynaklanır.Gören Poe ise, içinden rahatlıkla "kim bilir, bu göğüs kafesinde ne yırtıcı bir tarih yazılıdır." diye geçirebilir.Gövdesinden ölüm elini çekmişcesine mermer pürüzsüzlüğüyle ölgün bir yortuyu andırışı karşısında etin imgelenebilir bütün sınırlarının dibine sinmiş ve katettiği onca yıl gitgide yitmeye yüz tutmuş bir erkek olmak zorunda kalışına boyun eğişi..
---
Yorulmuş muydu?Bu soru kendisine sorulabilse bile dahası bu soruyu kendi kendisine sorabilse de yanıtlamayacak, yanıtlamaya kalkışmayacaktı.Çünkü akıtılan her yanıtsı cümle onu bir örgünün içine yerleştirecek, aldatımlı bir gerçekliğin içine yuvarlayacaktı.Bildik, iğrenç öykülerden biri daha diye içlenecekti.Bağırsaklarındaki gurultu, kalbinin belli belirsiz yükselip alçalışı, ayak serçe parmağının yanındaki parmağın ayakkabı tabanına değişi, kürek kemiğinin sırtında çıkıntı oluşturuşu; ilk bakışta tüm bunların o soruya verilecek yanıtla doğrudan bir ilişkisi yokru kuşkusuz.Bunlar ne yanıtı oluşturabilecek, ne de soruyu doğuracak kımıltılardı.Ama tümü de bir.Birer kımıltıydılar işte.Ürkütücü olan da bu ya.Bu kımıltılar örgütlenip bir devi oluşturabilirdi.
---
Kestane takımlı beyimiz için sandalye; sırasıyla, yumurta, yuva, ev, vatan, evren olmuştu.Hatta salyangozun kendi kabuğunun biçimini alması gibi, onun da sandalyenin biçimini aldığı söylenebilirdi.Quasimodo'nun doğuştan taşıdığı kamburu denli iri ve çirkin olmasa da, sandalyenin sırtındaki kamburluğuna beşiklik ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.Kaplumbağa kendi kabuğuna ne denli yapışıksa, o da sandalyesine ve kamburluğuna o denli yapışıktı.O ana rahmini andıran girintisi, dikelmiş penisi çağrıştıran çıkıntılarıyla sandalye onun eviydi.Horlanan varlığın gizli sığınağı da aynı zamanda.Barınağı.
---
İki satır: Kurt uzaktan, kıtlık çekilen bir ülkeden gelir.Bir deri bir kemiktir, kıpkırmızı dili sarkar.Tam o sırada bir çalılığın ardından kaplumbağa, tüm dünya oburlarının aradığı o nefis av çıkar.Kurt bir sıçrayışta avının üstüne atlar, ne var ki, doğanın kendisine benzersiz bir çabukluk bağışladığı kaplumbağa başını, ayaklarını ve kuyruğunu evinin içine çekmekte daha atik davranır.Aç kurt için o, artık yol üstünde duran bir taştan başka bir şey değildir.

Bu açlık dramında yazan el hangi tarafı tutmalıydı?İkiyüzlü yazıcılar, yüzyıllar boyunca bir yüzleriyle ortaya çıkmayı yeğlediklerinden, kurdun yanında olmaktan çekindiler.Kaplumbağa bir kez olsun kendini feda edemez miydi?Gizlerini sakladığından emin evinin içine çekilmiş bir hayvan, fizyonomisiyle hiçbir şeyi açığa vurmayan bir canavar haline gelmiştir.Bu yüzden yazan elin kurtla kaplumbağa masalını yeniden ele alması gerekir.Bir başka türlü söylendikte, yazan elin kendini bir an için, taşlaşan avı karşısında boş midesiyle duran kurdun yerine koyması gerekir.
---

Yazmıyor musunuz artık?
Eskisi gibi.Değil.
Yaşlanınca insanın eli kuruyor.
Kuruyor.Asansörü kafasında taşıyamıyor.
Yukarı aşağı gitmiyor düşünceler.
Katlar altlı üstlü olmadığından canım.
Haklısınız
Dinlenmeli azıcık.
Yazsaydınız yorulmazdınız.
Yo yo yanılıyorsunuz, yorulurdum ama ölmezdim.
Zamanı durdurmaktır yazmak, demeye getiriyorsunuz sözü.Anlıyorum demek istediğinizi.
Siz de mi yazıyorsunuz?
Hayır ben yaşamakla yetiniyorum.Ölmekle...?
Karar vermek zor.
Ekiden doğru, öyleydi.Artık karar vermekten kurtuldum.
...

Postanedeki Sandalye
İlyaz Bingül
Gram Yayınları