Gülçatay annemdir, dağ çiçeği.İnsanlara henüz küçüklerken, tüm iyi şeylere benzedikleri sıra verilir isimleri.
---
-Babanız sizi seviyor mu?
-Hayır, yabancıları sever o, annemle beni sevmek istemiyor.
---
Köhne Derya Nehri'nin kuru yatağına varan Nazar Çağatayev lığın içine ön ayaklarına dayanarak insan gibi oturmuş bir deve gördü.Deve zayıftı, hörgüçleri çökmüştü, kara gözleriyle akıllı, üzgün bir insan gibi ürkek ürkek bakıyordu.Çağatayev yanına geldiğinde deve ona ufak bir ilgi bile göstermedi; rüzgarların sürüklediği ölü otların hareketini takip etmekteydi: Yaklaşıyorlar mıydı yanına, yoksa geçip gidiyorlar mıydı önünden?Tozun üzerinde ilerleye ilerleye ağzına kadar yanaşan küçük bir ot sapını dudaklarıyla çiğneyip yuttu.İleride yuvarlak bir perekati-pole sürükleniyor, deve bu büyük canlı otu ümitle aydınlanan gözleriyle takip ediyordu, ne var ki perekati-pole geçip gitti yanından; o zaman deve gözlerini yumdu, çünkü nasıl ağlanacağını bilmiyordu.
---
Seni sevemeyecek kadar güçsüzüm artık.
---
Bu yapmacık oyun uzamış, ebedi bir hal almıştı ve artık kimse gülmek istemiyordu, kalmamıştı gülecek hal.Issız çöl toprağı, deve, hatta acınası avare otlar -tüm bunların ciddi, yüce ve muzaffer olması gerekmez miydi?Sefil varlıkların içinde kutlu, gerekli ve zorunlu bir göreve adanmışlık hissi yaşar, yoksa ne diye böyle güçlüklere katlanıp bir şeyler beklesinler?Çağatayev devenin karnına sokulup kıvrıldı ve sıradışı gerçekliğe şaşırarak uyuyakaldı.
---
"Seni yalnız bırakmayız!" dedi Çağatayev kaplumbağaya.
Her canlının üzerinde kutsal bir varlıkmış gibi titriyordu ve yüreği öylesine yoksuldu ki teselli verebilecek bir şeyi farketmemesi olanaksızdı.
---
Deve eti almışlardı yanlarına ama Çağatayev pek iştahsız yiyor, kederli bir hayvanla beslenmek zoruna gidiyordu.
---
"Halk yakınlarını kendi de gömebilir, bu iş için sana ihtiyaç yok."
"Hayır, gömemez, bilirim ben."
"Neden gömemezmiş?"
"Ölüleri diriler gömmeli, burada diri yok, vadesini uykuda dolduran ölmemişler var.Mutlu edemezsin onları, acılarının farkında bile değiller artık, ıstırap çekmiyorlar, çekmişler çekeceklerini."
---
...Belki de bu sesler çok daha yakından, Çağatayev'in bedeninin içinden, ruhunun ağır nabzından geliyor, ona şimdilerde unuttuğu, acıyla büzüşen kalbinde boğulan o asıl hayatı anımsatıyordu.
---
"Neden ölmek istediniz?" diye sormuştu ihtiyarlara Çağatayev.
"Ruhumuz uyuştu yaşamaktan." demişti Sufyan, "kemiklerimiz kurudu, büküldü, damarlarımız büzüştü: Gerinmek istiyor bu kemikler, bırak yağmur ıslatsın, rüzgar kurutsun, solucanlara yem olsunlar, mani olmayayım artık onlara..."
---
"Yanımızda sıkılmıştı," dedi Aydım boşluğa bakarak."Ölür artık, sıkılmaz bundan sonra."
---
Sese kulak verdi ve acıdı vücuduna, kemiklerine; bir zamanlar annesi kendi bedeninin yoksulluğundan bir araya getirmişti onları, hem aşk ve tutkudan ya da zevkten de değil, sırf yaşam öyle gerektirdiği için.Başkasının malı gibi hissetti kendini Çağatayev, yoksulların şimdi boşa harcanmaya çalışılan son mülkü gibi ve öfkeye kapıldı.
---
Yaşlar gözlerimize dayansa da ağlamayacağız, gülümseyeceğiz sevinçten, derin yüreğimize erişemeyecek kimse; aydınlık günlere kavuştuğunda yüreğimiz insanların ve cümle hayatın huzuruna kendisi çıkacak, ellerini uzatacak onlara, ki yakındır o aydınlık günler: Göğsümüzde ruhumuzun çırpınışını duyuyoruz, yardımınıza koşmak için...
---
Ben artık başkasının gücüyle yaşıyorum evlat, kendiminkini bitirdiğim çok oldu...
---
"Acı ve keder daha çalar kapımızı nasıl olsa, fakat acımız eskisi gibi zavallı olmasın artık, başka türlü oluversin.Acımız kertenkelenin, kaplumbağanın acısına benziyordu."
Can
Andrey Platonov
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder