21 Ocak 2018 Pazar

david constantine, başka bir ülkede, öyküler

...
Bay Silverman'ın kalan yılları için az buçuk sezdikleri iç karartıcıydı.Bir adamın yaşayan ruhunu elde tutma uğraşı vermesi için, önce bir ruha ihtiyaç duyduğuna ikna olması gerekirdi...
(Kayıp)
---
"Sen böyle acıları seversin.Ben hiçbir türlüsünü sevmem.Arabanın pedallarına basarken canım yandı.Kızların midesi bulandı -öyle bir kere değil, altı yedi kere- hep durup dışarı çıkmak, onları temizleyip paklamak zorunda kaldım."Acı çekmenin türleri vardır." dedi Max."Araba kullanamıyorsun." dedi kadın."Öğrenmek istemedin." "Yoldan nefret ediyorum." dedi adam."Keşke hiç yol yapmasalardı." İkisi de işin tekrarın tekrarına varacağını anladı, sustulr.Max gelecekteki yalnızlığı için endişeleniyordu.Bunun üzerinde durdu özellikle, kalbi çarpmaya başladı.Dönüp dolaşıp aynı düşünceye geldi,daha önce hiç bu kadar cazip gelmemişti bu düşünce: Acı çeker, suçluluk duyar, buz gibi bir yalnızlık içinde olursa, belki de ortaya daha, güzel eserler çıkarabilirdi."Acı çekmem gerek." dedi yüksek sesle...
...
Acıdan bayılmak üzereydi, tam kendinden geçerken bile şöyle dedi: Bu daha önce de oldu, ne yapılacını biliyorum; boğucu bir acıyla tekrar kendine geldiğinde, kendine gelip de sesi uykudaki eve seslenmeye yetmediğinde, at tepesinde duruyordu.Her türlü korku, atın bedeninde birleşerek birdenbire ortaya çıkmıştı: Zayıflığın en uç noktasında olmaktan, sakat olmaktan, topal ve aciz olmanın utancından duyulan korku, başkalarının eline bakma korkusu,bir kemik boyunca uzanan kanserin korkusu ve başka korkular, daha güçlüleri, kanına işlemiş olanlar, nesillerin, ailesinin, ırkının korkuları, hepsi ortaya çıkıyordu; şişmiş gözleri, burnundaki kara, ok gibi bıyıklarıyla kır atın uzun kafası ona doğru eğilirken, bütün bunlarla ve acıdan çok dehşetle, tekrar kendinden geçti.Göğsünün üstünde hafifçe kaldırılmış ayak, ezip canını çıkarabilirdi, ama Judith'in bütün dehşeti turuncu dilde, karşı dudaklardaki köpüklerde, atın suratında odaklanmıştı, bu ciddi suratta atın yabancılığını alabildiğine bir farklılık, akıl almaz bir şey, dünyayı kavrayışında açılan bir gedik gibi gördü, doğada açılan bir çatlağa benzeyen bu gedikte, bitip tükenmeyen katıksız dehşetten başka hiçbir şey yoktu.Atı gördü, atın altında aciz yattığını.
...
Önünde dağlar gibi yığılmış onu bekleyen gücünün sınavlarını gördü, zorlu sınavlar ama eşi benzeri görülmemiş sınavlar değil.
(Gerekli Güç)
---
France şöyle yazdı Elizabeth'e: "İlk aktarmamı yapıyordum, bekleme salonunda ağlayıp bağıran bir aam vardı.Etrafında büyük bir boşluk yaratmıştı.Tek istediğimiz salim kafayla bir fincan çay içip gazete okumaktı, gelgelelim çığlık atıp duruyordu.Pek genç bir adamdı, kafasında koca bir yığın, tarak görmemiş kuzu kıvırcığı saç vardı.Şöyle bağırıyordu: 'Neye yarar!' Sadece bu: 'Neye yarar!' Tekrar tekrar, bir yandan da öne arkaya sallanıyor, ara sıra yüzünü elleriyle kapatıyordu.'Neye yarar!' Bu kadarcık, ama sanki en inandırıcı tonu ararmış gibi, farklı ses tonlarıyla.Sonunda polisler geldi, onu alıp götürdüler."
(Haliç)
---
*Çok görmüşsünüzdür onları
Güneşli bir kış sabahında sırtlanmışlardır buzları
Yağmur sonrasıdır.Tokuşup tıkırdarlar.
Telaş minelerini çizer, çatlatır
Artan rüzgarla rengarenk olurlar
Çok geçmez güneşin ısısıyla döktükleri billur kabuklar
Düşer karın kaymağına, kaplar ortalığı
Süpürülecek yığınla cam kırığı
Cennetin iç kubbesi inmiş sanırsınız.
Onlarsa yüklerinden eğilirler kuru eğreltilere doğru
Kırılmazlar kırılmasına da; eğilmişlerdir bir kere
Çok alçaklara uzun uzadıya, doğrulamazlar bir daha...
Korularda görürsünüz bükülmüş gövdelerini
Yıllar geçmiştir, sererler yerlere yapraklarını
Saçlarını öne atmış güneşte kurutan
Diz çökmüş elleri yerde yatan kızlar gibi

*Amerikalı şair Robert Frost'un (1874-1963) "Huş Ağaçları" şiirinden.

...Geyik, yabankedisi ve ayı daha uzağa, sonra çok daha uzağa gideceklerdi, gidip duracaklardı, gidecek yerleri kalmayıncaya dek...

(Otoportre)
David  Constantine
Öyküler
Başka Bir Ülkede

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder